Kürt düşmanlığının AKP'yi getirdiği nokta-Mustafa Karasu

AKP iktidarı o kadar sıkışmıştır ki, ne yapacağını bilmiyor. Öyle ki, ABD'nin politikalarını bile yönlendirmeye çalışıyor. Böyle kendini kaybetmiş ve densiz bir karakter ortaya çıkmıştır; daha doğrusu bir karaktersizlik!

Türkiye son zamanlarda PYD karşıtlığı üzerinden Suriye’nin kuzeyine ve Demokratik Suriye Güçlerine düşmanlık yapıyor. Bu karşıtlığı Kürtlerin yaşadığı alanlar ve Demokratik Suriye Güçlerinin kontrolünde bulunduğu yerlere sürekli toplarla bombalamaya kadar vardırdı. Suriye’nin kuzeyinin Irak’ın kuzeyi gibi olmasın kabul etmeyiz; Irak’ta yaptığımız hatayı Suriye’de yapmayacağız; Suriye’de ikinci bir Kandil’in oluşmasını kabul etmeyiz gibi demagojik propaganda ile Suriye’nin Demokratik Güçleri (QSD) ve Kürtleri tehdit etmektedir. 

Rojava Devrimi, PYD, YPG ve Demokratik Suriye Güçleri Türkiye'yi hedefleyen tek bir olumsuz tutum takınmamışlardır. Buna rağmen Türk devleti neden bu kadar PYD düşmanlığı yapmaktadır; neden Fırat’ın batısına yönelik tehditlerde bulunmaktadır? Sorun, PYD’nin Türkiye'ye zarar vermesi ve terör örgütü olup olmaması değildir. Aslında bu düşmanlık ve Fırat’ın batısına yönelik saldırganlık esas olarak da başka etkenlere dayanmaktadır. 

Birinci etken; sürekli ABD'ye ve Avrupa’ya suçlamalar yaparak, PYD teröristtir, neden benimle tutum almıyorsun diyerek böyle gerilimli bir ortam yaratıp dikkatleri PYD ve Suriye politikası üzerine çekip bu güçleri töhmet altında tutarak Bakurê Kurdîstan’daki kirli, insanlık dışı ve yargılamalık uygulamalarına göz yumulmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu ortamda halkın özyönetim direnişlerini bastırmak istemektedir. Bu kadar bağırıp çağırmalarında birinci, hatta esas etken budur. Bakurê Kurdîstan’da halka yönelik yürüttüğü kirli savaşın üstünü örtmek ve bu savaşa karşı çıkışı engellemek, hatta destek verilmesini sağlamaya çalışmaktadır. 

İkinci etken; Türkiye adına vekalet savaşı yürüten IŞİD geriledi. El Nusra ve Ahrar El Şam gibi grupların etkisi azaldı. Yine ılımlı muhalif denen ve sadece Türkiye'nin desteğiyle ayakta kalan örgütler giderek tükeniş noktasına geldi. Hatta son zamanlarda Türkiye'nin silahlandırdığı ve destek verdiği bazı silahlı güçler saf değiştirip rejime sığınmaktadır. Sadece Türkiye'den destek almak ve bu temelde bazı çıkarlar elde etmek isteyen çevreler ve gruplar rejime karşı direnemiyorlar, ya geri çekiliyorlar ya da rejim saflarına geçiyorlar. Tüm bu durumlar Türk devleti adına vekalet savaşı yürütenlerin etkisiz kalması durumunu ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bu nedenle çeşitli biçimlerde ABD ve Avrupa üzerinde baskı ve şantaj uygulayarak Suriye’ye girmek istiyor. Böylece Suriye’de işbirlikçileri üzerinden yitirdiği pozisyonunu doğrudan müdahale ederek güçlendirmek istiyor. Yoksa PYD teröristmiş, YPG bize saldırıyor, Ankara eylemini YPG yapmış söylemleri tamamen demagoji ve gerçekleri saptırmaktır. 

Esas durumu açıklayamadığından PYD tehlikesinden söz edip kara harekatı yapmak istiyor. Bu konuda ABD ve Avrupa’nın onay vermesini dayatıyor. ABD ve Avrupa, kendilerini Rusya’yla karşı karşıya getirecek bu politikayı kabul etmiyorlar. Ama emrivaki ve provokasyonlarla böyle bir adım atarak işbirlikçilerinin yapamadığını kendi yapmak istiyor. Yanlış Suriye politikasının faturasını böyle bir savaşta hem kendi halkına hem de müttefiklerinin üzerine yıkmak istiyor. Şantajla, Suudi ve Katarın desteğiyle Suriye’de kendisinin de dikkate alınmasını dayatıyor. Öyle bir paniğe girmiş ki, Türkiye üzerinden bazı çeteleri Ezaz tarafına göndermiştir. Bunlar öyle ılımlı denen güçlerden değildir. IŞİD, El Nusra gibi örgütleri hala desteklemekte, bunlardan kendi politikası doğrultusunda yararlanmaya çalışmaktadır. İçeriye soktuğu bu çetelerin yürüttüğü savaş üzerinden ve yaratacağı provokasyonlarla kendine bir kara harekatı zemini yaratmaya çalışmaktadır. Yoksa ne Afrin tarafından ne de Ezaz ve Bab tarafından Türkiye'ye yönelik herhangi bir eylem ve tutum olmuştur. Demokratik Suriye Güçlerinin söylediği gibi, Türkiye tarafına bir taş dahi atılmamıştır. 

Diğer etken ise Rojava Devrimini daraltmak, boğmak ve Kürtlerin Suriye’de hak elde etmesini engellemektir. Aslında Suriye rejiminin kısa sürede düşmesini ve yeni bir Suriye iktidarının kurulmasını hedefleyerek Kürtlerin yararlanmasını engellemek istemiştir. Yeni bir iktidar kurulmazsa Kürtler bu durumdan yararlanır diye kısa sürede rejimin düşmesi için savaşın içine balıklama dalmış, faşist çeteleri desteklemiştir. Aslında savaşın derinleşmesi ve kirli hale gelmesinden birinci dereceden Türkiye sorumludur. Yakılıp ve yıkılmadan Suriye rejimi kadar Türkiye de sorumludur. Çünkü IŞİD ve El Nusra’yı besleyen ve saldırtan Türkiye olmuştur. Öyle ki Suriye sahasında IŞİD’i yönetir hale gelmiştir. Ancak Rojava Devriminin gerçekleşmesini, gelişmesini ve etkili hale gelmesini önleyememiştir. Rojava Devrimi IŞİD'i her yerde yenilgiye uğrattığı gibi, Demokratik Suriye Güçlerinin bulunduğu tüm alanlar istikrarlı alanlar olmuştur. Öyle ki, Demokratik Suriye Güçlerinin kontrolündeki alanlar yeni kurulacak Suriye’nin temeli haline gelmiştir. Demokratik Suriye Güçlerinin hakim olduğu alanların yarısı Kürt’tür, diğer yarısı da Arap, Süryani ve diğer topluluklardır. Sadece bir Kürt devrimi değil, Kuzey Suriye devrimi haline gelmiştir. 

Türkiye bu devrimin gerçekleşmesini kendisi için tehlikeli olarak görmektedir. Hem demokratik modeli, demokratikleşme karakterini kendisi için tehlikeli olarak görmektedir, hem de Kürtlerin güçlenmesini! Kürt düşmanlığı ve tüm kuzey Suriye’nin demokratik devrim hamlesine düşmanlık yapmaktadır. Halbuki Demokratik Suriye Güçlerinin içinde Arap, Süryani ve Türkmenler de vardır. Türkmenler ilk defa kendilerini bu oluşum içinde onurlu görmüşlerdir. Hatta öyle ki, Afrin çevresindeki Türkmenler kendi alanlarına Demokratik Suriye Güçlerinin hakim olmasını istemektedirler. Demokratik Suriye Güçleri kontrolündeki alanlarda yaşamak bir ayrıcalık, hatta Suriye koşulları düşünüldüğünde bir lüks haline gelmiştir. Ancak Türkiye Kürt düşmanlığı nedeniyle bu duruma hazmedememektedir. 

Türk devleti, Kürtlerin güçlenmesi kadar, hatta ondan daha fazla Suriye’nin gerçek bir demokrasiye kavuşmasından da korkuyor. Gerçek demokratik bir Suriye Türkiye için örnek olacak; AKP bu durumda kendi hegemonik, otoriter, despotik faşist iktidarını sürdüremeyecektir. Çünkü demokratikleşme demek, Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını kabul etmek demektir. Kürt düşmanlığı nedeniyle demokratikleşmeyi kendi zihniyet ve iktidarlarının ölümü olarak görmektedirler. 

Türkiye, Suriye’ye müdahale ile Rojava Devrimini ve Kuzey Suriye’de oluşacak bir demokratik federasyonu sınırlamak, hatta yıkmak istiyor. Bu nedenle hep PYD ve YPG teröristtir, diyor. Böyle diyerek, bunu ABD ve Avrupa’ya dayatarak kuzey Suriye Devrimine yapacağı müdahaleyi meşrulaştırmaya çalışıyor. Ancak ABD’den onay almadığı anlaşılıyor. Onay alsa hemen müdahale ederdi. Onay almadan yapacağı bir müdahalenin kendisi için çok riskli olacağını görmektedir. Çünkü bu durumda kendisine karşı savaşan güçler daha meşru konumda olacaktır. Bunun sonucunda Türk devleti için batağa saplanma durumu ortaya çıkacaktır. Hala Suriye rejiminin Birleşmiş Milletlerde meşru olarak görülmesi de Türkiye'nin çıkmaza girmesini sağlayacaktır. Zaten Demokratik Suriye Güçleri Türkiye'ye boyun eğmez ve ciddi bir savaşa girer. Bu etkili fedai güç karşısında Türkiye'nin tekniği de dayanmaz, "suwar hatin peya çun" olur. 

Demokratik Suriye Güçleri karşısında Türk ordusunun fazla dayanması zordur. Çünkü Suriye sahasında başarılı bir tarzı tutturmuşlardır. Türkiye müdahale ettiği takdirde bu güçlerin daha moralli ve etkili biçimde savaşma durumu ortaya çıkaracaktır. Demokrasi ve Kürt düşmanlığı üzerine kurulan bu saldırganlık kabul edilmeyecektir. Aslında Türkiye'nin bu tür müdahaleleri, özünde IŞİD karşıtı koalisyona müdahale etme, IŞİD'i kurtarma müdahalesi olur. IŞİD, Demokratik Suriye Güçleri ile ilişkili biçimde geriletilirken, yeni Suriye’nin kurulması için önemli bir temel oluşurken, Türkiye'nin müdahalesi her şeyi karıştırma ve Suriye’yi daha fazla bir kaos içine sokma durumu yaratacaktır. Koalisyon güçleri bunu gördüklerinden Türkiye'nin Suriye’ye yönelik politikasına kuşku ve kaygıyla yaklaşmaktadırlar. Böyle bir durumda dış bir işgale karşı Suriye rejiminin ve Rusya’nın eli güçlenecek ve inisiyatifleri artacaktır. Suriye’yi işgal eden bir güç olarak atılmayla karşı karşıya kalacaktır. 

Türkiye'nin PYD’ye düşmanlık yapması için tek bir neden yoktur. Küçük bir neden bile yoktur. Tek neden, Kürt düşmanlığıdır. Bunu dünya da görmektedir. Bu açıdan Türk devletinin politikası teşhir olmaktadır. PYD, oranın yerli gücü; halka dayanan bir güç! Sen bir dış güç olarak Suriye halkına dayanan bir güce nasıl müdahale edersin? Kürtler böyle diyecek, dünya da buna hak verecek. Türkiye'nin şantaj ve tehdidine bir sınıra kadar tahammül edilebilir. Türkiye bu sınırı aşmıştır, çizmeyi aşmıştır. Belki muhatapları sabır diyor, ama herhangi bir durumda Türkiye'ye karşı bir patlama çıkabilir. "Artık yeter!" denir. 

Yine Türkiye'nin kendi kamuoyuna yönelik söylemlerinden de rahatsızlık duyulmaktadır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; bu kadar kaybetmeye açık bir politikanın izlendiği görülmemiştir. Türkiye göz göre bir uçuruma sürüklenmektedir. Ne var ki, AKP ve etrafındaki şovenist faşist cephe bu gerçekleri görecek durumda değildir. AKP Hükümetinin yarattığı şovenizm ortamında bu politikaya dur diyecek sağduyulu bir girişim de ortaya çıkmıyor. Aydınlara dünyada söylenmemiş sözlere ses çıkarılmıyor. Türkiye AKP'ye karşı bir patlamanın yaşanacağı noktaya doğru gitmektedir. İçeride süren savaşa da Türkiye'de birçok kesim "biz nereye gidiyoruz" diye soracaktır. Bu sorgulama asker ve sivil bürokrasi içinde bile olacaktır. Tayyip Erdoğan’ın politikaları bunu doğuracak karakterdedir. Kapalı kapılar ardından ve bazı sohbet vesilesiyle Tayyip ve AKP Hükümeti hakkında söylenenler birikip bir patlama haline gelebilir. 

Ankara eylemini AKP politikaları yaratmıştır. Bu olay, göz göre göre geliyorum diyerek yaşanmıştır. Zaten eylemi yapanlar Cizre katliamının intikamı için yaptık diyorlar. Nitekim eylemi yapanın kimliği açığa çıktı. Van Gürpınarlı bir genç olduğu, Amed’den Ankara’ya gittiği netleşmiştir. Bu durumda Amudî doğumlu Salih Nacar ve YPG üyesi denilmesinin Suriye’ye yönelik müdahale için bir zemin yaratma olduğu da herkes tarafından görülmüştür. Vanlı Abdulbaki Sömer, Salih Necar yapılamayacağına göre, ailesi bizim oğlumuz dediğine göre, birkaç dakikada DNA testinden gerçek kimlik ortaya çıkarılır. Dolayısıyla bilinçli olarak böyle bir ismin ortaya atıldığı anlaşılır. Zaten haftalardır "YPG teröristtir" kampanyası yürütülmesinden sonra bu eylemi yapan YPG’lidir denmesine kendi yandaşları dışında kimse inanmamaktadır. Bu nedenle Ankara patlaması üzerinden Suriye’ye yönelik saldırıları meşrulaştırma hesapları da çökmüştür. Öyle ki, bu eylemi Baas rejimiyle YPG birlikte yaptılar bile diyebilmişlerdir. Nede olsa kokteyl bir terörizm gibi AKP tipi bir terör biçimi ortaya çıkmıştır. 

AKP ne yapacağını şaşırmıştır. Aslında Suruç, Ankara ve Sultanahmet katliamlarını IŞİD yaptı deyip IŞİD'e karşı bir müdahale yapabilirdi. Çünkü bu eylemleri IŞİD yapmıştı. Ankara, Suruç, Sultanahmet katliamları sonrasında kılını kıpırdatmayan, hatta sevinen AKP, şimdi TAK’ın "biz yaptık" dediği eylemi, "YPG yaptı" deyip Suriye’ye yönelik saldırılara girişiyor. AKP'nin bu ikiyüzlü politikaları da tüm dünya tarafından görülüyor. Aslında dünyada herkes AKP Hükümeti ve Tayyip Erdoğan’ı çok iyi tanımıştır. 14 yıllık AKP iktidarında AKP'nin karakterinin kandırma ve yalan olduğunu herkes görmüştür. 

AKP iktidarı o kadar sıkışmıştır ki, ne yapacağını bilmiyor. Öyle ki, ABD'nin politikalarını bile yönlendirmeye çalışıyor. Böyle kendini kaybetmiş ve densiz bir karakter ortaya çıkmıştır; daha doğrusu bir karaktersizlik! Dünyayı kendi politikalarına endeksleme çabası AKP Hükümetinin eninde sonunda baltayı taşa vurmasıyla sonuçlanacaktır. Zaten gerilla ve özyönetim direnişiyle sarsılan AKP iktidarı 7 Haziran’ın yıldönümüne kalmadan yıkılabilir. Yönünü kaybetmiş mevcut iç ve dış politikalar AKP'nin kaderinin bu olacağını halklarımıza müjdelemektedir. 

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA