“Kürt Dirilişi” belgeseli, insanlığın hikâyesi ve tarihidir

Ey İnsan! "Kürt Dirilişi” belgeseli senin hikayen ve tarihindir. Seni sana anlatıyor. Tarihin tozlu sayfaları arasında yitip giden benliğini ve kimliğini anlatıyor. Ama ölümde yaşamı yaratan ve çoğaltan bir tarihi de anlatıyor.

KÜRT DİRİLİŞİ BELGESELİ

Karanlık bir kaderin dipsiz uçurumundan çıkıp,

Bir şafağın kızıl gölünde soluklandık.

Yitip gidenin görüntüsü ve ölüsü,

Kırılgan yeşil bir dal iken,

Özgür yaşamı,

O büyük aşk ile yeniden yarattık… 

Mehmet Sait Üçlü

 

Tarih, insanın köküdür. İnsan, yaşama biçtiği anlam kadardı. Anlam ise tarih ve insanda vücut bulmuş bir yaşamdı. Tarih sadece geçmişin muhasebeciliğini yapmıyordu. Sadece anlatılan anıların ve destanların, okunan şiirlerin ve türkülerin, yaşanan savaşların, direnişlerin, kavgaların ve olayların geçmişte kalmasını da temsil etmiyordu. Tarih, kendi belleğini “şimdi”ye ve “an”a taşımış, aynı zamanda insanlığa bilincini aşılamıştı. Tarih, artık “Kürt Dirilişi” belgeselidir günümüzde.

Hakikatin dilidir Kürt Dirilişi belgeseli. Hakikate ve özgürlüğe açılan kadim aşk kapısıdır. Hakikat, özgürlük, toplumsallık, isyan, yeni doğuş, arkadaşlık, kendini büyük adama, dağ ve Kürt gerçekliği bu belgeselde diyalektik birlikteliktir. Bitmeyen bir romanın ve türkünün adıdır.

“Kürt Dirilişi” dizi-belgeseli, Şehit Gülistan Tara Belgesel Komünü çalışanlarının ortak duygu, fikir ve düşüncelerinden süzülen bir çalışmanın ürünü olarak izleyicilerle buluştu. “O gün gelecek, tohum tutacaktı” sözü ile başlamıştı ilk bölüm. Tohum; ilk düşünceydi, ilk sözdü, ilk bellekti, ilk ideolojiydi. Düşünce ve eylem diyalektiğiydi. Düşüncenin eylemleşmesi, teorinin pratikleşmesiydi. 90 bölümden oluşan bu değerli çalışma, başlangıç olarak öz kaynak, öz güç, öz irade, öz kimlik ve öz tarihe giriş yaptı. Tarihsel toplumu, Kürtlerin oluşumunu, Kürtlerin 19 ve 20. yüzyılda yaşadığı tragedyayı, hakikat ve özgürlük arayışını, kadim kültürünü, geleneklerini ve sosyal yapısını, sürekli isyan ve arayış halinde olan Kürtlerin dil, kimlik, özgürlük ve hakikat mücadelelerini yansıttı. Daha sonra Önder Apo’nun doğup büyüdüğü süreçleri, Öcalan ailesinin tarihsel kronolojik geçmişini, oradan PKK’nin ortaya çıkış koşullarını ve tarihini anlatan geniş bir zaman dilimini kapsıyor.

Kürdistan ülkesi ve toplumu, tarihiyle ve kültürüyle binlerce yıl kendisini var etse de tarihin akışı içinde hep yok olmakla karşı karşıya kalmıştı. Bu gerçeklerin bir kez daha, ama tüm yönleriyle gün ışığına çıkarılması gerekiyordu. Güncel ve tarihsel olanı bir araya getirmek ve Kürt hakikatini ortaya koymak gerekiyordu. İşte “Kürt Dirilişi” belgeseli bunu ifade ediyor.

Bu belgeselle birlikte Kürtlerin tarihsel belleği, insanlığın toplumsal belleği haline getirildi; zamanı hatırlattı, anıları yaşattı ve hakikati yeniden bütünleştirdi. “Biz tarihten başka neyiz? Tarihin dışında hiçlikten başka neyiz?” diyordu, İmralı Adası’ndaki o güzel insan. Büyük düşünmenin, büyük üretmenin, büyük yaşamanın ve büyük yazmanın adı, aynı zamanda tarihin kendisi olmaktı. Yazılmayan ve görülmeyen tarih, kaybolan tarihti Güneş ülkesinde. Dolayısıyla Kürt Dirilişi belgeseli, Kürtlerin yeniden varoluş tarihi oldu. Herkesin tarihidir. Geçmişin bütün belgesi ve bilgisi oldu “Kürt Dirilişi…”

Yönetmeninden senaristine, kameramanından seslendirmesine kadar, dayanışma, fikir alışverişi, belge ve bilgi toplama, birbirine güç ve destek sunmanın sonucu olarak yapılan işin sanatsal ve görsel boyutuna büyük önem verilmiş. Canlandırmaların, oyuncu karakterlerin, anlatımların, röportajların, müziklerin, görüntülerin, çiçeklerin, suların, kuşların, ağaçların ve daha güzel şeylerin; insan psikolojisi, duyguları, ruhu ve fiziksel yapısı üzerindeki etkisi büyüleyicidir. Kürt toplumsallığının yurtseverlik duygusu, en yalın haliyle yansıtıldı. Hissetme, duyguların çarpıcılığını konuşturma, ancak böyle bir ekibin başaracağı bir iş olabilirdi. Diyebilirim ki bu belgesel, üzerinde yoğunlaşılmış kolektif bir çalışma ve emeğin sonucudur.

Belgesel ekibinin bu çalışmaya başlarken, insanın insanla, doğayla ve toplumla olan fiziki temasını ve iletişimini, salt biçimsel olarak değil; ruhsal, düşünsel, ahlaksal, imgesel ve hisli dokunuşlarla yansıttıklarını görüyoruz. Bu önemli bir başarıdır. Ekip, bunu başarmanın büyük sabrıyla yaklaşarak, sekiz yıl boyunca büyük emek ve çaba sarfetti. Denilebilir ki sekiz yılın büyük uğraş ve çabasının da bir hikâyesi vardır. Bu da bir direniş hikâyesidir. Arşivlerin toplanması, insanlarla temasa geçilmesi, amaca ulaşmak için çok tehlikeli anlarda bile kendinden feragat edip geri adım atılmaması, bir direniş ve roman konusudur. Başkalarının yapmadığı, kimsenin göze almadığı, başarılacağına inanmadığı çok ağır bir çalışmayı sonuçlandırdı ekip.

Belgeselin tarihsel temeli iyi ortaya konulmuş. Önder Apo’nun doğuşu, her yeri aydınlatan bir güneşin doğuşu gibi yansıtılmış. Güneş, köhnemiş karanlığa karşı aydınlığı ve gün yüzüyle buluşmayı ifade ediyordu. Her şey Güneş ile başlamıştı. Onunla sürüyordu. Onunla gelişip oluşmuştu insanlık. Sevgi, aşk, hakikat, kavga, isyan, diriliş ve direniş onunla başladı. Her şeyin tanığı ve sanığıydı. Her şeye kadir olandı. Gönül çeşmemizi özgürce akıtan da O’ydu, yarınlara olan umudumuzu kesmek isteyenlere, bir zafer andı yaratan da O. Ulusal ve toplumsal gerçekliğimize bağlılığı duygulu kılan da O’ydu. Yaşamanın değerli olduğunu ispatlayan da O...

Bu büyük tarihi, bir sistem dahilinde kayda geçirdiler. Bu bir tarihi görevdi, parti ve özgürlük göreviydi. İzleyicilerin belgesele dönük eleştirileri olabilir, eksiklikler ve yetersizlikleri değerlendirilebilir. Ama bence daha büyük bir fotoğrafı görüp görüş belirtmek önemlidir. O da şudur: Önemli olan bu göreve başlamak ve başlangıcın ilk adımlarını atmaktı. Çünkü hakikat arayışı başlangıçta gizliydi. Doğru başlangıç doğru sonuçlar getirir. Başlangıç çözüldüğünde kendini tanıma ve görevi bilme olayı gelişirdi. Başlangıca dair bilgi sağlam olmalıydı ki yanlış, yanılgılı ve temelsiz bilgilere mahal verilmesin.

Başlangıç, toplumsal belleğin ve hafızanın mayasıydı. Zorluklar her zaman başlangıçtaydı. En çok bu anlarda başlardı tüm sancılar. Ama zor başarıldı. Sınırdan sınıra yüründü bu görevi yerine getirmek için. Kör bir kurşunun hedefi olabilirlerdi, bir mayına denk gelebilirlerdi ya da bir tuzağa düşebilirlerdi. Ama özgürlük görevleri hep bedel vermek değil miydi? Özgür Basın geleneği ve kültürü bunu ifade ediyordu; tıpkı Ape Musalar, Gurbeteli Ersözler, Seyit Evranlar, Cihanlar, Nazımlar, Azizler, Gülistanlar, Herolar, Egidler, Rosidalar, Arhatlar ve canı pahasına hakikat için savaşan nice devrimci gazeteciler gibi.

Çok çetin ve zorlu savaş koşullarından geçilmesine rağmen, böylesi önemli bir çalışmayı topluma ve tarihe mal etmeyi başardılar. Özgürlükçü ruhu canlandırıp yeşerterek, zaman ırmağının derinliklerinde gün ışığına çıkarıp “an”la bütünleştirdiler. Emeklerine ve yüreklerine sağlık.

Ey İnsan!

"Kürt Dirilişi” belgeseli senin hikayen ve tarihindir. Seni sana anlatıyor. Tarihin tozlu sayfaları arasında yitip giden benliğini ve kimliğini anlatıyor. Ama ölümde yaşamı yaratan ve çoğaltan bir tarihi de anlatıyor.