'Köyde Türk devleti, Maxmûr'da KDP ambargo uyguluyor'

Maxmûr'daki ambargonun kaldırılması için direnişte olan annelerden Kumru Kasım Tunç, köyde Türk devletinin, Maxmûr'da da KDP'nin ambargo uyguladığına dikkat çekti. Tunç, "Bu ambargoyu da kıracağız" dedi.

Maxmûr’da yaşayan 12 bin kişinin her birinin ayrı bir hikâyesi var. Hepsinin ortak hikâyesi ise Bakûrê Kurdistan’da Türk devletinin köylerine baskı, işkence yapması, koruculuğu onlara dayatması ve köylerini yakması... Köyleri yakılmadan önce bazılarının köyleri bir yıl, bazılarının iki yıl ambargo altında tutuldu.

Maxmûr’da yaşayan ve tüm bunlara tanıklık yapanlardan biri, 20 gündür, 2 ayı aşkın süredir süren kampa uygulanan ambargonun kaldırılması için KDP asayişi önünde olan Barış Annesi Kumru Kasım Tunç. Tunç, Şırnak’a bağlı Mijin köyünden. Türk devletinin baskı ve saldırılarına maruz kalan Şırnak köylerinden biri de Mijin. Türk devleti baskılarını önce köylüleri koruculuğa zorlayarak başlattı. Koruculuğu kabul etmeyen köylere bu kez ambargo uygulamaya başladı. 1990 yılının başından itibaren bu kez köylüleri şehirlere sürmek için köylerini yakmaya başladı. Mijin halkı, tüm baskılara rağmen köyünü terk etmedi. Türk devleti ise bir yandan köyü yakma ile köylüleri tehdit ederken, öte yandan da ambargo uygulamaya başladı.

'ONURSUZLUĞU KABUL ETMEYİNCE EVİMİZİ YAKTILAR'

Kumru Salih Tunç, Türk devletinin kendilerine yönelik işkencelerini ve Maxmûr serüveninde yaşadıkları vahşeti şöyle anlattı:

"Askerler durmadan köyümüze baskın yapıyordu. Bazen gece yarısı baskınlar yapıyordu. Korucu olmamızı dayatıyorlardı. Bizim köyden hiç kimse bu onursuzluğu kabul etmedi. O yüzden onlarda giderek baskılarını arttırdılar. 1993 yılına kadar böyle devam etti. 1993 yılında köye ambargo uygulamaya başladılar. Koruculuğu kabul etmediğiniz için, 'köye gıda maddelerinin girişine izin vermeyeceğiz' dediler. 1993 yılının Kasım ayına kadar idare ettik. Gizli yollarla erzak sorunumuzu çözmeye çalıştık. Bir yandan baskılar yaparken, öte yandan sürekli 'köyünüzü, evlerinizi yakacağız' tehdidinde bulunuyorlardı. Kasım ayında korucular geldi, evlerimizin etrafını sardılar. Bizleri dışarı çıkardılar, 'evlerinizi yakacağız' dediler. Daha önce birçok kez söyledikleri için inanmadık. Ancak bu sefer evlerimize yanıcı bir şey serptiler önce, sonra ateşe verdiler. Evden sadece canımızı ve çocuklarımızı kurtarabildik. Evin içinden bir çöp almamıza bile izin vermediler. Bizim ve üç kayınımın evini yaktılar.

'1 AY KÖYÜN İÇİNDE EVSİZ KALDIK'

Köyün içinde öylece evsiz, çoluk çocukla ortada kaldık. Köyde boş evler vardı ama devletin tehdidinden kimse bize o boş evlerini bile veremiyordu. 1 ay boyunca dört aile çoluk çocukla öyle köyün ortasında kaldık. Bizim bir akrabanın evi vardı, boştu, onlardan kimse de yoktu köyde. Her dört aile o eve girdik. 1994 yılının Nisan ayına kadar öyle idare ettik. Köylülerimiz Şêxan ve Hilal’daki devlet güçlerinin yanına gitti. Bize ambargo uyguluyorsunuz, hepimizin açlıktan ölmesini mi istiyorsunuz, dediler. Devlet güçleri köylülerimize 'size 15 gün süre veriyoruz' dedi. '15 gün içinde kararınızı verin. İsterseniz hepiniz gidin Apocu olun, isterseniz Şêxan ve Sêgirkê’ye gelin, korucu olun. Size bu iki tercihi sunuyoruz' dediler. Vurduk sınırı geçip Başur’a geldik. Önce Bihêrê'ye geldik. Orada birkaç ay kaldık. Oradan bir akşam üzeri yola çıktık. Şêranês ve Bihêrê arasında bir yere geldik, araba bekledik. Araba geldi. Arabada çocukların yeri vardı, bana yer yoktu. Oradan bir başka yere gittik. Üç ay orada kaldık. Araziydi. Çadır kurup kalmaya başladık. Onlarca aileydik. Erzak ve su yoktu. Erzak sorunumuzu doğadan topladığımız ot vb. şeylerle karşılıyorduk. Su sorunumuzu da oradaki kuyulardan karşılıyorduk. Bütün bunları davamıza bağlılıktan yaptık. Çünkü hepimiz birbirimize ne olursa olsun davamızdan vazgeçmeyeceğimizin sözünü vermiştik. O zaman birileri geldi. İsimlerimizi yazdı. 'Sizi Etruş, Geliyê Qıyametê'ye götüreceğiz' dediler.

'GÖZLERİMİZİN ÖNÜNDE 40'TAN FAZLA ÇOCUK ÖLDÜ!'

Yıl başında Etruş’a vardık. Nisan ayında Türkler, 'Çelik Operasyonu' adıyla saldırılar başlattı. Saldırılarla birlikte bize yönelik de ambargo uygulanmaya başlandı. 1996 yılına kadar onlarca kez hiçbir gerekçe gösterilmeden bize ambargo uygulanıyordu. Sadece ambargo ile sınırlı da kalmıyorlardı. Kaldığımız kampın etrafını da sarıyorlardı. Rastgele ateş açıyorlardı. Birçok gencimiz öyle şehit düştü. Bu şekilde gitmez, dedik. 1995 yılında Geliyê Qıyametê’den çıkıp Etruş’a gelmeseniz size erzak vermeyiz, dediler. Üç ay boyunca kampa hiçbir şeyin girmesine izin vermediler. Biz de ne erzağınızı alırız ne de geliriz, dedik. O ambargoda açlıktan 40’ın üzerinde çocuk açlıktan, ilaçsızlıktan öldü. Gözlerimizin önünde açlıktan, ilaçsızlıktan çocuklarımız ölüyordu. Ama biz teslim olmayacağız, birliğimizi bozmayacağız, direnişimizden vazgeçmeyeceğiz, dedik. Bihêrê’de kalan aileler de geldi. Hepimiz beraber Etruş’a geçtik, ondan sonra bize erzak vermeye başladılar.

'İNSANLARIMIZIN KAFALARINI KESTİLER!'

Birkaç çobanımızı öldürüp sürülerini götürdüler. Bu baskıların kalkması için kampın gençleri ve bizler yürüyüş yaptık. 13 Eylül 1995'te yaptığımız bu yürüyüşün üzerine ateş açtılar. Jiyan adında bir arkadaşı şehit düşürdüler. Birkaç gencimizi yaraladılar. Geliyê Qiyametê'de olan kaynım Pılıng saldırıyı duyunca çıkıp geliyor. Onu kapıda vurdular. Cenazesini alıp götürdüler. Hâlâ nerede olduğunu bilmiyoruz. Oradan grup grup yürüyerek Ninova’ya geçtik. Orada da yaklaşık 4 ay kaldık. Oradan da bazı insanlarımızı götürüp kaybettiler. O insanlarımızın akıbetini hâlâ bilmiyoruz. Orada 4 ay kaldıktan sonra Nehdara’ya geçtik. Nehdara sınırda bir yerdeydi. Sınır boydan boya mayınlıydı. Kadın, erkek birçok insanımız mayına bastı, sakat kaldı.

Bizim köyden iki kardeş bir gün çıkıp yakmak içim çalı çırpı toplamaya gitti. Akşama kadar dönmediler. Korkudan aramaya da çıkamıyorduk. Nehdara kampımızın altında Êsipnê adında bir Êzidî köyü vardı. Bir gün sonra bu kardeşleri aramaya gidenlere, bu köyden bazıları iki cenaze bulduğunu söylüyor. Ailesi gece gidip cenazelerini getirdi. Her ikisinin kafalarını da kesmişlerdi. Biri evli, çoluk çocuk babası, biri de bekardı. Cenazeleri getirdiler, gömdük. O mayınların içinde kalmamız zordu. Sonra bize, sizi başka bir yere götürüyoruz, dediler. Bizi oradan da toplayıp Maxmûr’a getirdiler.

'ÇÖLDEN CENNET YARATTIK!'

Kampa geldik. Çölden bir cennet yarattık. Akreplerle savaşarak kampı yarattık. Buraya geldiğimiz günden bu yana bu kez buraya yönelik ambargolar ve bu ambargolara karşı direnişle yaşamaya başladık. Şimdi yine üzerimize bir ambargo uygulanıyor. Biz anneler olarak da 20 gündür burada uygulanan bu ambargonun kaldırılması için direniyoruz. Ambargo kalkmadan biz buradan gitmeyeceğiz. Diğerlerini kırdığımız gibi bu ambargoyu da kıracağız!"