GÖRÜNTÜLÜ

Koç: Kürtler olmadan Ortadoğu krizi aşılamaz

Kürtleri 'Ortadoğu’da siyasetin öznesi' olarak değerlendiren KNK Eşbaşkanı Koç, Kürtler olmadan Ortadoğu krizinin aşılamayacağını belirtti. Koç, Kürtleri ulusal birlik temelinde bir araya gelmeye çağırdı.

Kürtleri 'Ortadoğu’da siyasetin öznesi' olarak değerlendiren KNK Eşbaşkanı Koç, Kürtler olmadan Ortadoğu krizinin aşılamayacağını belirtti. “Kürtlere Syks-Picot’un yeniden yaşatılmasının olanakları artık kalmamıştır” diyen Koç, Kürtleri ulusal birlik temelinde bir araya gelmeye çağırdı. Koç, Güney Kürdistan'ın yönetilemez hale geldiğine dikkati çekerek, köklü bir reformun gerektiğini vurguladı. Koç, KDP'nin AKP ile ilişkisini de eleştirdi.

ANF’nin sorularını yanıtlayan KNK Eşbaşkanı Nilüfer Koç, Türkiye’nin Rojava’ya olası müdahalesine ilişkin ise “Bu kadar güçsüz ve yıpranmış bir Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesi intiharı anlamına gelir” yorumunu yaptı.

TOPLANTILARIN GÜNDEMİ NEYDİ?

KNK olarak bir süredir çeşitli Kürt örgütleriyle görüşmeler, toplantılar yapıyorsunuz. Bu görüşme ve toplantılarınızın ana gündemleri nelerdir?

Biz KNK olarak yaklaşık üç aydır Güney Kürdistan'ın ve Güney Kürdistan'da bulunan Doğu Kürdistanlı siyasi partilerle çeşitli görüşme ve toplantılar yaptık. Bu görüşme ve toplantılarımızı üç temel gündem üzerinden gerçekleştirdik.

Birincisi, Kuzey Kürdistan’da süren demokratik özerklik ve öz yönetim direnişlerine Güney Kürdistan’dan ulusal birlik temelinde nasıl bir destek sunabileceğimizdi.

İkincisi, Güney Kürdistan'da yaşanan krizlerdi. Özellikle yaşanan ekonomik krizden halkın ciddi anlamda etkilenmesi durumu var. Buna karşı neler yapılabilir, bunu tartıştık. Üçüncüsü, KNK’nin bölge sorunlarının çözümü konusunda geliştirdiğimiz çözüm yöntemlerinin taraflara aktarılması şeklinde oldu.

Tabii biz bu yöntemlerimizi, projelerimizi siyasi taraflarla paylaşmak, onların da fikirlerini alarak danışmak istedik ve aslında bu bağlamda bir ulusal danışma platformu kurmayı amaçladık. Bir de biz kimsenin kimseyi suçlamadan sorunları objektif temelde masaya yatırmasını sağlamayı amaçladık.

Bir de bugün yasal bir statüsü olan Güney Kürdistan'ın diğer Kürdistan parçalarına siyasal, diplomatik alanda nasıl bir destek verebileceğini konuşmak istedik.

Şimdi biz, AKP ve Türk devletinin yalan yanlış propagandan ve bilgilendirmelerinden kaynaklı olarak Güney Kürdistan’daki siyasi partilerin Kuzey Kürdistan’daki süreci yanlış okuduğunu gördük. Hal böyle olunca AKP ve Türk devletinin Kuzey Kürdistan’daki saldırı ve katliamlarına karşı duracaklarına, özgürlük mücadelesini suçlayan, eleştiren bir durum mevcuttu. Böyle olunca bu sorunun çözülmesi gerekirdi. Kuzey Kürdistan’da yaşanan tarihsel süreci Güney Kürdistan’daki siyasi güçlerin doğru okuması gerekiyordu. Ne var ki, yüz yıllık Türk sömürgeci faşist karakterinin halen tam olarak anlaşılmadığını gördük.

Şimdi sorunun şu kısır döngü algısından çıkması gerekiyordu: Sorun bir PKK, AKP sorunu değildir, Türk devletinin Kürtlerin varlığına tahammülsüzlük sorunudur. Dolayısıyla bu yanlışın düzeltilmesi, anlaşılması gerekiyordu. Bu, PKK’den önce de böyleydi, bugün de böyledir.

Dikkat edilirse, Türk devleti sadece Kuzey Kürdistan’da saldırmıyor. Her yerde Kürtlere saldırıyor. Güney Kürdistan’daki kazanımlara karşı da tahammülsüzdür. Bunun için siyasi ve ekonomik olarak zorluyor, kıskaca alıyor. İşte biz Türk devletinin bu Kürt karşıtı politikasını daha fazla görünür kılma ve buna karşı Kürtlerin ortak tutumunu geliştirmeye çalıştık.

Güney Kürdistan'daki siyasi ve ekonomik kriz nasıl değerlendirildi?

Burada yaşanan sorunlar sistemin yapısal nedenlerinden kaynaklanıyor, tespiti yapıldı. Sorunları sadece partilerle sınırlı ele almak yetmiyor. Siyasi taraflar çözüm geliştirmek yerine, birbirlerini suçlamakla uğraşıyorlar. Biz sadece Güney Kürdistan'daki partilerin değil, diğer parçalardaki partilerin de katkısıyla Güney Kürdistan'da yaşanan sorunlara çözüm yolları oluşturmaya çalışıyoruz.

KNK, bir üst ulusal oluşum olarak bu amaçla siyasi partileri bir araya getirdi. Bir üst kurul, üçüncü göz biçiminde denetleyen bir merkez konumunda olarak biz, herkesin eleştiri ve öz eleştirilerini de vererek bu sorunların aşılmasında rol almasını istedik. Bu da olumlu karşılandı.

Biz bu görüşmelerimizi KDP, YNK, Goran Hareketi, Yekgırtu İslam, Komala, diğer siyasi partiler ve tabii Doğu Kürdistan’daki partilerle paylaştık ve açıkçası genel yaklaşım da iyiydi, diyebilirim.

'GÜNEY YÖNETİLEMİYOR'

Belirttiğiniz gibi aslında birçok kesim Güney Kürdistan’daki krizin gelmiş olduğu aşamayı 'kaos' olarak tanımlıyor ve bunu sistemsel kriz olarak açıklıyor. Fakat bunun aşılması için iktidar ortakları arasında yapılan görüşmelerden sonuç çıkmadı. Bu durum toplantılarınızda nasıl tartışıldı? Sizce sorunlar neden bir türlü çözülemiyor?

Şimdi dikkat edilirse, Güney Kürdistan'da uzmanlar, aydınlar Güney Kürdistan'da yaşanan krizleri sistemsel bir kriz olarak değerlendirirken, iktidar güçleri, siyasi güçler ise bu sorunlardan kaynaklı sürekli birbirlerini suçluyorlar ve kimse de bu sorunlarda kendi payını göremiyor.

Bugün Güney Kürdistan'da yaşanan sorunlar Ortadoğu’da yaşanan kaostan kopuk değildir. Bugün Ortadoğu’da süren savaş özüne topluma karşı yürütülen bir savaştır. Harita yeniden şekillendirilmek istenirken halklara karşı katliamlar yapılıyor. İşte Şengal’deki Êzîdî katliamını herkes gördü. Musul’da Sünni Arap olmayanlar ya katledildi ya da göçertildi. Dolayısıyla savaş topluma, topluluklara karşı yürütülmüş oluyor. Türk devletinin de desteklediği Sünni egemenliğine dayalı bir hakimiyet adına diğer tüm topluluklar katlediliyor. Bunun için işte DAİŞ uygun bir araçtır. Çünkü konvansiyonel bir savaş değil yaşanan.

Musul’un DAİŞ’in eline geçmesinden sonra anlaşıldı ki Güney Kürdistan toplumu da kendisini savunacak durumda değil. Bu Şengal’de görüldü. Eğer PKK güçleri olmasaydı Şengal’de 400 bin insan katledilecekti. Tel Affar’daki Şii Türkmenlerin katliamını ne Irak merkezi hükümeti ne de Güney hükümeti engelleyebildi. Bu da iktidar güçlerinin Ortadoğu savaşını iyi analiz etmediklerini gösterdi.

Bu gelişmeler Güney Kürdistan’daki siyasetin, sistemin gerçekliğini de net şekilde gösterdi. Aslında bu durum Güney Kürdistan’ı kaotik duruma sürükledi. Dikkat edin kaosun temeli olan, iktidarın artık yönetemeyecek duruma gelmesi, yönetilenlerin de mevcut şekilde yönetilmek istemediği, gerçeği bugün burada hakim. İktidar yönetme gücünü, perspektifini yitirmiş, krizden çıkamıyor, krize neden olan yanlarını görmüyor, kendi gerçeğiyle yüzleşmekten kaçıyor. Ama kendisince de yarattığı suni krizlerle durumu kurtarmaya çalışıyor.

Fakat Saddam’dan bu yana halkın yönetimde söz hakkı elinden alınmış ve bu şimdi de devam ediyor. Toplum maaşa dayalı ekonomi politikle sisteme tümden bağlı kılınmış. Ama şimdi Güney Kürdistan bu maaşları da ödeyemeyecek duruma geldi. Yanlış siyasi ve ekonomik politikalar bu sonucu doğurdu.

Açıkçası geride kalan 25 yıllık deneyim bu sistemin köklü değişimini zorunlu kılıyor. Bu hem siyasi hem de ekonomi perspektifi açıdan böyledir. Çünkü Türk devletinin, İran’ın, Avrupa ülkelerinin bu bölge üzerinde ciddi hesapları var. Dolayısıyla Güney Kürdistan'ın köklü tedbirler alması gerekir.

Gidişatı nasıl buluyorsunuz. Raperin olur diyenler var. Böyle giderse neler yaşanabilir?

Şimdi önümüzdeki 7 Mart Raperin’in yıl dönümüdür. Bu dönemde halk içinde de Raperin sözü çok kullanılmaya başlandı. Büyük olasılık yıl dönümünde protesto gösterileri yükselir. Ancak bence bu tek başına sorunları çözemez.

Bence yapılması gereken halkın kendi yaşamını idame edebileceği bir pozisyona geçmesi gerekir. Buna öncülük etmek gerekir. Sadece ekonomik açıdan dahi baktığınızda bölgenin Tahran ve Ankara’ya mahkum olduğunu net şekilde görürsünüz. Yiyecekten giyime neredeyse her şey buralardan geliyor. Üretim sıfır düzeydedir. Sadece petrol satışına dayalı bir gelir sistemi var. Oysa Güney Kürdistan toprağı tarıma, ziraata oldukça elverişlidir. Ama bu işletilmiyor. Halkın buna teşvik edilmesi gerekir. Üretime buradan başlamak gerekir. Kürdistan şu anda bir savaş durumunu yaşıyor ve bizim ekonomik sistemimizi bu gerçekliğe göre kurmamız gerekir. Kimseye muhtaç olmamak gerekir. Örneğin petrol sattığınız ülkeler fiyatları düşürdüğü anda buranın ekonomisi direkt etkileniyor.

Bir de şimdi mevcut durumda hükümet fiili olarak işlemez durumdadır. Vilayet sistemi var. Ancak bunun da halkın yönetime direkt katılımını sağlayacak bir duruma getirilmesi gerekir. Köylerden şehirlere halk meclisleri, encümenlikler oluşturulmalı ve halk kendi kararlarının sahibi olmalı. Çünkü belirttiğim gibi savaş koşullarını yaşıyoruz. Yarın öbür Musul operasyonu başlayacak. Tıpkı Rojava’da olduğu gibi halkın öz iradesini örgütlemesi gerekir. Çünkü bu savaş daha uzun süre Güney Kürdistan'ı da etkilemeye devam edecek. O açıdan burada tarafların birbirlerini suçlamasından ziyade zihniyetlerini, sistem yanlışlarını görmeleri ve düzeltmeleri gerekir.

Güney Kürdistan'da bazı partiler 1950’lerde kurulmuşlar ama halen o dönemin sistem ve zihniyetiyle yola devam etmek istiyorlar. Ancak dönem bunu kaldırmıyor. Reform bir zorunluluktur artık. Bakın PYD demokratik siyasetiyle halkı örgütledi. Parti içinde başkanlık babadan oğula geçmiyor, demokratik seçimle oluyor. Bir de siyasetin sadece erkeklerin işi olmadığını iyi gösterdi. Açık, şeffaf bir siyaset izleniyor ve halk bunu denetliyor. İşte bu yeni bir siyaset kültürüdür. Eğer Güney Kürdistan partileri bu gerçekliğe göre kendilerini değiştirmezlerse halk onları artık kabul etmeyecektir. O açıdan hızlı bir değişim sürecinden geçilmeli. Yenilenmeli,  reform yapılmalı. Kadın siyasete kendi iradesiyle aktif şekilde katılmalı.

Ama Güney Kürdistan'da bu gerçekleşmiyor. Bazı partiler çıkıp kendilerini muhalefet olarak ortaya koyup siyasette değişim ve reform gücü olacaklarını söylediler, ama iktidarda yer alınca hemen kendi seleflerine benzediler. O açıdan bunların bırakılarak köklü bir reform ve değişimi gerçekleştirmek gerekir.

'AKP'NİN NEO-OSMANLICI PROJELERİNE ARKA ÇIKILMAMALI'

Irak merkezi hükümeti ile ilişkiler konusu da gündemde. Ebadi’nin maaşların ödenmemesi ve petrol gelirlerinin akıbeti konusunda federal hükümete eleştirileri oldu. Federe hükümet ile merkezi hükümet arasındaki temel çelişki ve çatışmaların kaynağı sadece petrol satışı ve bütçe konuları mı yoksa başka nedenler mi var?

Güney Kürdistan federal Irak’ın bir parçasıdır. Irak anayasası oluşturulduğunda bölgedeki tüm kesimler bunun içinde yer aldılar. Kürdistan bölgesinde federal bir yapı kazandı. Kürdistan yer altı ve yer üstü zenginliklerinin nasıl işletileceği anayasa açıkça yer aldı ve Kürtler de buna imza attılar.

Kürdistan'ın federal bir statüye kavuşması kabul edildi ama bundan duyulan kimi rahatsızlıklar da oldu. Ancak Kürdistan hükümeti tüm ilişkilerini bu temelde Irak merkezi hükümetiyle geliştireceğine yüzünü daha fazla Ankara’ya çevirdi. Böyle olunca Türk devletiyle Arapların tarihsel çelişkisinin tuzağına düşülmüş oldu. Böyle olunca Türk devleti ve özellikle AKP hükümeti Türk Kürtler ile Arapların arasındaki diyalog temelini ortadan kaldırmaya çalıştı. Dikkat edelim, yerel hükümet bir iki kez Bağdat’ta gitmez ama yılda birkaç kez mutlaka Ankara’ya gidip gelir. O açıdan bence Kürtlerin de diplomatik açıdan bazı yanlışları oldu. Özellikle Maliki döneminde belki Arap milliyetçiliği Kürtlerin çıkarlarına aykırı bazı durumlar oldu. Ancak özellikle bizim burada Sünni blok içinde yer almamız Bağdat ile aramızdaki güvene zarar verdi. O açıdan, eğer biz anayasadan şikayetçiysek, değiştirilmesini istiyorsak, gidip bunu Bağdat ile konuşmamız gerekir. Oradan değişimi talep etmemiz gerekir. Örneğin ekonomik kriz mi yaşıyoruz, %17’lik bütçe bize yetmiyor mu gider daha fazlasını Bağdat’tan talep ederiz. Hatta petrolümüzün tümünü biz kendimiz satmak istiyoruz da diyebiliriz. Ama işte bu tür şeylerin diyalog yöntemiyle, siyaset kanallarıyla olması gerekir. Kaldı ki Bağdat ile ilişkilere bir parti tek başına da karar veremez. Halk Bağdat ile diyaloğun güçlendirilmesini istiyor.

Şimdi Musul’a bir operasyon hazırlığı yapılıyor. Bu operasyonun hazırlığı da daha çok Kürdistan'da yapılıyor. Ama Türk devletinin de Musul ve Kerkük’e yönelik emelleri var. Irak hükümeti de hem bunu hem de Kürdistan'ın kendileri açısından önemini daha net görüyorlar. İşte bu güçlü bir diyalog için zemin sunuyor. Bizim bunu esas almamız gerekir. Bizim hiçbir şekilde AKP’nin bölgedeki neo-Osmanlıcı projelerine arka çıkmamamız gerekir.

'KOŞULLAR REFERANDUMA UYGUN DEĞİL'

Bağımsızlık referandumu konusu Hewlêr, Bağdat ilişkilerini nasıl etkiliyor?

Mevcut durumda referandum bölgede ciddi bir gündem durumunda değil. Bazı kişiler, bir parti bunu gündemleştiriyor. Ama uluslararası güçler buna karşı duruyorlar. Bölge ülkeleri buna karşı duruyorlar. Örneğin Almanya buna karşı durduğunu açık şekilde söyledi. Halk zaten siyasete güvenini yitirmiş. 25 yıldır var olan sistemin iflas ettiği düşüncesinde. Hükümete kimin nasıl karar aldığı belirsiz. Peki referandumdan sonra ne olacak? İşte halk bu sorular soruyor ve kaygılarını sürekli gündeme getiriyor. O açıdan bu Güney Kürdistan'da halkın heyecanla gündemini aldığı bir konu değildir. Kaldı ki koşullar böylesi bir referandum için de uygun değildir. Kuzeyde, Rojava Türk devletiyle bir savaş yürütülüyor. Yine Güney Kürdistan’da siyasi ve ekonomik olarak Türk devletiyle yürütülen bir savaş var. Dolayısıyla böylesi siyasi bir belirsizlikte referandum yapmak çok yerinde bir durum değildir.

Kürtler açısından şu anda gerekli olan etkili bir savunma pozisyonu geliştirmek ve tabi aynı zamanda halkın dahil olduğu doğru ve demokratik bir sistem kurmaktır. Kuşkusuz bağımsızlık da Kürtlerin en doğal haklarıdır. Ancak ateş altında olduğumuz böylesi bir süreçte öncelikli yapılması gereken bu ateşe karşı kendini korumaktır. O açıdan Güney Kürdistan'da referandumdan önce kendi içinde siyasal birlik oluşturmalı. Tabi bunun olması için de önce bu 25 yıllık sürede yaşanan yanlış siyasetten dolayı halka öz eleştiri vermek ve kendisini demokratik temelde değiştirmektir.

16 Mayıs’ta Sykes-Picot anlaşmasının süresi sona eriyor. Bu anlaşmayla biliyorsunuz Araplar birçok devlete bölünürken, Kürdistan farklı devletler arasında paylaşıldı. Tabi burada Güney Kürdistan’a da kendilerince bir rol vermişlerdi. Sonrasında işte Saddam’ı yarattılar, katliamlar gerçekleşti. İşte bu anlaşmanın süresi biterken ulusal birlik temelinde hareket ederek yeni yüzyılda böylesi bir duruma karşı güçlü bir cevap vermemiz gerekiyor.

'KDP AKP'DEN ÇOK PKK İLE DİYALOG KURMALI'

KDP ile PKK arasındaki gerilim ve son açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi Kürt partilerinin her biri farklı sistem ve ideoloji temelinde kurulmuş. Bu da doğal olarak aralarında çeşitli çelişkilerin olmasını beraberinde getiriyor. Ancak buna rağmen bugün Ortadoğu kaosuna baktığımızda temel çözüm gücü yine Kürtlerdir. Diğer yandan AKP devleti sürekli bölgede yeni krizlere neden oluyor. Yöntem olarak sürekli yaşanan bir krizi yeni bir krizle aşmaya çalışıyor. Bu da bölgede krizlerin gittikçe derinleşmesine neden oluyor.

AKP, Skys-Picot süresinin bittiği bir dönemde Kürtlerin yeni dönemde yine statüsüz kalması için her şeyi yapıyor. BM aynı şekilde Kürtlerin varlığını resmi olarak halen kabul etmemiş. İşte bugün Kuzey Kürdistan’da yürütülen savaş da öncelikle Kürtlerin varlığını kabul ettirmeye dönüktür. Rojava savaşı da yine öyledir. Güney Kürdistan’da mevcut durumda bir statü var. Ancak halen uluslararası alanda bu da kabul görmüyor.

Şimdi Güney Kürdistan bölgesi Türk devletiyle siyasi ve ekonomik ilişkiler kuruyor, ama Türk devletinin asıl amacı bu alanı denetimine geçirmektir. Kürt tarihinde ilk defa bir parti (PKK) tüm Kürdistan parçalarında silahlı bir güce sahip. Halk içinde gelişim gösteriyor. Dolayısıyla Türk devleti de PKK’yi kendisine engel olarak görüyor. Onun için de PKK ile KDP arasındaki çelişkileri kendi lehine kullanmak istiyor. Ancak hem KDP bu gerçeği fark ediyor hem de PKK, Türk devletinin iyi Kürt, kötü Kürt kavramını kullanarak Syks-Picot’u yeniden güncellemek istediğini görüyor. Onun için de Güney Kürdistan'da Kürt halkına zarar verecek bir oyuna gelmiyor. Türk devleti de bunu gördüğü için KDP’ye, ‘PKK’ye ilişkin duruşunu netleştir, çünkü PKK benim düşmanımdır’ diyor. Ama biz ne PKK ne de KDP’nin Kürtlerin çıkarlarının düşmanı olmadığını söylüyoruz. Her iki parti de Kürdistan siyasetinde ağırlığı olan güçlerdir. Dolayısıyla bu iki örgüt arasındaki diyaloğu da oldukça önemli görüyoruz. O açıdan KDP, AKP'den çok PKK ile ilişkilenmeli, diyalog kurmalı.

AKP mevcut dünya ve bölge dengeleri içerisinde tam bir sorun durumundadır. Geleceği belirsizdir. Dikkat edin, ABD tarihinde Kürt sorunu konusunda bir hafta içerisinde Türk devletine 5-6 kez cevap verilmemiştir. Türk devleti, ‘YPG teröristtir, benim düşmanımdır’ diyor. Ama ABD bazen günde iki kez açıklama yaparak, biz YPG’ye güveniyoruz, diye açıklama yapıyor. Aynı şeyi Rusya’ya da söylüyor. Ama Rusya dönüp, Suriye’deki savaş YPG’siz olmaz, diyor.

Burada önemli bir nokta daha var. Erdoğan yaptığı açıklamada, Kuzey Irak bir hata yaptık, ama bu hatayı Kuzey Suriye’de yapmayacağız, diye açıklama yaptı. Bunu Güney Kürdistan’daki mevcut statü için söyledi. Bir devletin cumhurbaşkanı, biz yanlış yaptık, diyorsa, bu şu anlama gelir. Fırsat bulursa bu hatayı düzeltecektir. Dolayısıyla Erdoğan böylesi açıklamalar yaptıktan sonra çıkıp gerillanın Amed ya da başka yerdeki eylemlerini kınamak kesinlikle doğru değildir. Bir açıklama yapılmasına hiç gerek yoktu.

Bu açıklama Güney Kürdistan'da halk içinde tepkilere neden oldu. Çünkü Cizre’de yüzden fazla Kürt yakılarak katledildi. Bu halkımızı ahlaki ve vicdani olarak yaraladı. O açıdan Mesut Barzani gibi Kürt siyasetinde yer almış bir insanın iç ve dış siyasetini bir uyum içinde geliştirmesini beklerdik. Çıkıp bu katliamları da kınamalıydı. Ama yapmadı. Umarım önümüzdeki dönemde böylesi bir tutum geliştirirler. Türk devleti açık bir Kürt düşmanıdır ve Kürtlerin bir statü elde etmesini de istemiyor. Onun için yüzden fazla insanımızı Cizre’de yaktı. Onun için Güney ‘benim için problemdir’ diyor. Onun için Rojava’ya yüzlerce, binlerce DAİŞ, Ahrar u Şam, Nusra çetesini, tankıyla topuyla Kürtlere karşı savaş gönderiyor. Kaybeden bir tarafta olmamak gerekir. AKP kaybediyor. O açıdan ondan taraf olmamalılar. Bir Ankara katliamında rezil oldular. Anında ‘YPG yapmış’ diye açıkladılar. Ama ‘YPG çıkıp biz yapmadık’ dedi ve Türk devleti bu iddiasını ispatlayamadı. Herkesi YPG’ye düşman kılmak istiyor. Yine Başika’ya asker göndermek istediler, dünya karşı durdu. Yani ne yapmaya çalışıyorsa kaybediyor. O açıdan kimsenin AKP’ye yatırım yapmaması gerekir. Çünkü geleceği yoktur.

Kuzey Kürdistan’da katliamlar ve direniş devam ediyor. Baharla birlikte bunların tırmanma olasılığı çok yüksek. Var olan tabloyu nasıl görüyorsunuz?

Kürtler yüz yıl boyunca peşmergesiyle, gerillasıyla, halkıyla büyük direnişler geliştirdi, büyük bedeller de ödedi. Ama bu direnişler hep kırsal alandaydı. Ya dağlardaydı ya köylerdeydi. İlk kez şehirlerde bu denli bir mücadele yürütülüyor. Bu ilk olarak Rojava’da verildi ve başarılı oldu. Şimdi ise Kuzey Kürdistan'da bu mücadele yürütülüyor.

Kürtler yüzyılın en büyük cevabını Türk devletine veriyorlar ve ‘burası bizimdir’ diyorlar. Cizre’de, Sur’da yürütülen mücadele budur. Artık statü kazanma savaşıdır. Yüz yıldan sonra artık Türk devletinin kölesi olarak yaşayamayız.

Sayın Öcalan’la 3 yıl görüşmeler yaptılar. PKK sorunu siyasal yoldan çözmek istedi. Ancak Türk devleti bu dönemde sorunu sadece güvenlik eksenli ele aldı. Kürdistan’a sürekli asker yığdı, polis sayısını arttırdı. Çünkü AKP, Öcalan’ın kendilerinin gerçek maskelerini düşüreceğini gördü. Türk İslam senteziyle İslamiyet’i de kullandı. Bunu hem İslam devletleriyle ilişkilerini geliştirmek için hem de Kürt hareketinin gelişimini engellemek için yaptı. Kürtleri İslam kardeşliği ile kandırmak istedi. AKP de kendisinden önceki partiler, hükümetler gibi resmi devlet ideolojisini kullanarak diğer etnik varlıkları bitirmek istedi.

Türk devleti anayasasında 5 ana madde Kürtlerin inkarı üzerine yazılmış. AKP bunu olduğu gibi sürdürdü. İşte Kuzey Kürdistan’da bugün gelişen direniş de buna karşıdır. O açıdan yüz yıllık tarih boyunca gelişen mücadelenin en büyüğü bugün yaşanıyor. Sur’da bu mücadele çok görkemli bir direniş yaşanıyor. Cizre’de o vahşi saldırı ve katliamlara rağmen direniş halen de sürüyor. Devlet burası benim sömürgem diyor, biz de hayır burası özgür olacak diyoruz. Bu kadar nettir.

Kuzey Kürdistan’da süren mücadele sadece Kuzey Kürdistan’da değil, tüm Kürdistan'ın özgürlük ve statü kazanma mücadelesidir. Ulusal bir mücadeledir. Çünkü Kuzey Kürdistan’da Türk devlet sömürgeciliği ne kadar geriletilirse bu o kadar diğer parçalara da olumlu yansıma yapacak. Dolayısıyla doğru bir zamanda, doğru bir kararla, doğru bir mücadele yürütülüyor.

'KENDİ GÜCÜMÜZÜ ESAS ALMALIYIZ'

Uluslararası güçlerin Türk devletinin katliamlarına karşı sessiz kalışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son yüz yıl hatta iki yüz yıldır Kürt sorununu bu duruma getirenler zaten Avrupa devletleridir. Soruna sebep olanlar bu sorunun böyle sürmesinden kendilerince çıkar sağlıyorlar. O açıdan akıllı bir insan şunu sorar kendisine. Bu soruna neden olanlar neden bu sorunun çözümünü istesinler ki?

Türk devletini bırakalım Rojava’da Kürtlere dost olmasını, Cenevre Savaş Sözleşmesini Avrupalı devletlerle imzalamış ama onların gözleri önünde bu sözleşmeyi ihlal ediyor. Bunu dahi görmüyorlar. Göz yumuyorlar. O açıdan Kürdistan'da sorunlarımızı çözmeye çalışırken kendi gücümüzü esas almalıyız. Her Brüksel’e, Cenevre’ye gidip kapıları çalmakla biz bu sorunu çözemeyiz. Churchill, “Britanya’nın ebedi dostları yoktur, düşmanları yoktur, sadece ebedi çıkarları vardır” diyor. Bizim bu gerçeği görerek kendi öz gücümüzle sorunlarımızı çözmemiz gerekir. Açıkçası gücümüz de vardır. O açıdan da bizim ulusal birliğimizi sağlamamız gerekir. Askeri, siyasi, ekonomik olarak kendimize yetecek bir duruma gelmemiz gerekir. Avrupa devletlerine de sadece işte senin sözleşmene imza atmış bir devlet bu sözleşmenin gereklerini yerine getirmiyor, diyelim. Tabii biz ne kadar güçlü olursak, o kadar sözleşmenin gereklerini uygulatabiliriz.

Burada şu gerçeği de görmek gerekir: Bizim artık önemli bir gücümüz var. Kürtler artık siyasetin, diplomasinin öznesi durumuna da geliyorlar. Cenevre toplantılarına bakın. İki hafta boyunca tartışmalar hep Kürtler üzerinden döndü. Kürtler Cenevre görüşmelerine katılsın mı katılmasın mı, tartışıldı. Çünkü bu konferansın başarı ya da başarısızlığı Kürtlere bağlıydı. Çünkü artık 1923 Lozan süreci değildir. Bölgede sorunlar artık Kürtlersiz çözülemez. O açıdan dövülmekten, katletmekten şikayet etmek yetmiyor. Siz kendinizi güçsüz pozisyonda tutarsanız kimse de sizi ciddiye almaz. Bizim de bunun için kendi gücümüzü doğru görmemiz gerekir.

Dikkat edelim, İmralı’da 17 yıldır kanun dışı uygulamalar yaşanıyor, ama AİHM müdahale etmiyor. İşte aslında Sayın Öcalan’ın İmralı’ya alınması ve bu uygulamaların gerçekleşmesi de Kürtler siyasetin öznesi olmasın, diye yapıldı. Ve bu siyaset halen de devam ediyor. Bu politika tümden ortadan kaldırılmadı ama artık sallantıdadır.

Belirttiklerinizden yola çıkarsak, bugün Kuzey Kürdistan'da yürütülen mücadeleyi nasıl tanımlarsınız?

Kuzey Kürdistan’daki mücadele, direniş öyle dönemsel bir taktik değildir. Sayın Öcalan ve Kürt hareketi üç yıllık görüşme boyunca anayasayı değiştirerek, parlamentoyu bu sürece katmaya çalıştı. Ama bu başarılamadı. AKP’den önceki hükümetlere olduğu gibi, AKP’ye biçilen rol de sorunu çözmek değil, ortadan kaldırmaktı. O açıdan Türk devleti diyalog zeminini tümden ortadan kaldırdı. Dolmabahçe deklarasyonu ondan dolayı yok sayıldı. 10 maddelik Dolmabahçe deklarasyonunda öz yönetim yer alıyordu. HDP’nin parti programında yine öz yönetim yer alıyordu. Ama Erdoğan ben bunları kabul etmiyorum, dedi. Bunun yanında 5 Nisan’da Kürtlerin baş müzakerecisi olan Sayın Öcalan ile görüşmeleri tümden bitirdi. Buna paralel olarak da Kürdistan'da asker ve polis sayısını en üst düzeye çıkararak savaş hazırlığını yaptı. O açıdan bugün yaşanan Türk devletinin tüm farklılıklara karşı tekçiliği dayatmadaki son raundudur. Eğer Kuzey Kürdistan’da Kürtler kazanırsa 45 milyon Kürt de kazanır, Türkiye halkları da kazanır.

'KÜRTLER OLMADAN DAİŞ İLE MÜCADELE EDİLEMEYECEĞİ ANLAŞILDI'

Türk devleti Ankara eylemini neden YPG’ye yıkmak istiyor? Bu bağlamda ABD ile söz düellosu ne anlama geliyor?

Şimdi Rusya ve ABD Suriye’de Esad’ın kalması ya da gitmesinden ziyade sorunun çözümü konusunda belli ki bir anlaşmaya vardılar. Anlaşmada Kuzey Suriye’nin yani Rojava’nın bir statüsü olacak. MSD projesi etrafında olumlu tartışmalar var. Türkiye bu projeden korkuyor. Son zamanlarda Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamalar doğruyu yansıtmadığı için yarım saat sonra Washington’dan karşı açıklama geliyor. Bu yaklaşımlardan da anlaşıldığı gibi ABD Rojava’da Kürtler olmadan DAİŞ çetelerine karşı mücadele yürütülemeyeceğine kendisini ikna etmiştir. Kendileri de açıkça bunu dillendiriyorlar. ABD’de Rusya’da aynı konuda kendilerini ikna etmişlerdir.

Türkiye DAİŞ çeteleri ile girmiş olduğu kirli işbirliğinden dolayı bütün müttefiklerini bir bir yitiriyor. Şimdi saha da ABD, Rusya, koalisyon güçleri ve YPG bir tarafta Türkiye, DAİŞ ve radikal guruplar bir tarafta. Sahadaki durum böyle şekillenmiştir.

Kürtler sahada üçüncü çizgiyi temsil ediyorlar ve bu çizgi uluslararası güçlerin güvenini kazanmıştır. Kürtlerin güvenilir bir müttefik olduğunu herkes gördü. Aynı zamanda diplomasisinde de esnektir bu çizgi. Bütün güçlerle diplomatik çalışmalara yürütüyor. Bir cephede yer alıp diğer cepheye karşı durmuyor. Diplomaside düşman üretmiyor kendisine dostluk ve ilişki geliştiriyor. Bu diplomasi ve siyasi çizgi MSD çatısı altında da birçok başarı kazandı. Bu kazanımlarda ABD ve Rusya gibi güçlerin güvenini arttırdı. MSD DAİŞ çetelerine karşı başarı kazandıkça AKP ve Türk devleti kendisine karşı bir savaş olarak algıladığı için düşmanlık yapıyor. Onun için YPG’ye saldırıyor ve ABD’ye baskı yaparak PKK gibi görmelisiniz diyor. Fakat Türk devleti bu karşıtlık siyaseti başarı getirmeyecektir. Üçüncü çizgi bütün herkese güven verdi.

'TÜRKİYE'NİN MÜDAHALESİ İNTİHAR OLUR!'

Suriye’ye, Rojava’ya Türk devleti 'müdahale' edebilir mi; bir kara operasyonu olasılığı var mı?

Ben böyle bir şeyin yapılabileceğini sanmıyorum. Çünkü Suriye’ye paralel olarak Türk devleti Başika’ya da asker gönderdi, orada bir askeri güç bulundurmak istedi fakat bu kabul görmeyince mecburen askerlerini geri çekmek zorunda kaldı. Çünkü Türkiye bölgede istikrarsızlık, güvensizlik yaratıyor. Sadece Osmanlı hayalini yerine getirmek için bütün kirli ittifaklara giriyor. Herkes şimdi Türkiye’nin Osmanlı sınırlarını geri istediğini konuşuyor. Bu sınırlar da Rojava ve Güney Kürdistan sınırlarıdır. Eğer Türkiye böyle bir çabanın içine girerse Uluslararası güçler buna izin vermez. Kaldı ki Kuzey Kürdistan da buna izin vermez. Çünkü öyle bir çabanın direkt Rojava’daki kazanımlarla ilişkisi var. Türk devletinin böyle bir şey yapacağını zannetmiyorum. Bu kadar güçsüz ve yıpranmış bir Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesi intiharı anlamına geliyor.

Ama Türkiye içerisinde iktidara bir müdahale olacak. TUSİAD ve eski Ekonomi bakanı Mehmet Şimşek’te açıkladılar. Türkiye’nin ekonomik olarak durumunun kötüye gittiğini açıkladılar. TUSİAD Erdoğan’ın Türkiye’yi iflasa doğru götürdüğünü açıkladı. Aylardır Güney Kürdistan’dan aldığı petrolün parasını ödeyemiyor. Güney Kürdistan’dan aldığı petrolü satıyor fakat parasını kendi iç pazarlarına yatırarak ekonomisini ayakta tutuyor. Şimdi Güney Kürdistan doğal gazını da almak istiyor. Ucuza alarak kendi ekonomisini kurtarmaya çalışıyor. Türkiye’deki istikrarsızlık batılı şirketlerin gelip yatırım yapması önünde büyük bir engel. Batılı şirketler gelip Türkiye’de yatırım yapmıyorlar. Bu da iç ekonomiyi çok fazla etkiliyor.

'KÜRTLERİN YÜZYILI OLACAK'

Kürtlerin pozisyonunu, bölge güçleri arasındaki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün Ortadoğu’ya bakıldığında Kürdistan güvenlikli ve istikrarlı bir resim çiziyor. Rojava ve Güney Kürdistan böyledir Kuzey Kürdistan’da yavaş yavaş o konuma geliyor. Uluslararası arenada herkes artık bu yüzyılda özne olduğunu söylüyor ve öyle anlaşıldığını dile getiriyor. Uluslararası siyasette tesirinden çok değişim yaratıyor. Cenevre örneği çok önemliydi. İki hafta boyunca Kürtlerin katılıp katılmaması üzerine kavga edildi. Rojava güçleri Cenvre konferansına katılmadığı için ABD, Rus ve diğer Avrupa ülkeleri bire bir PYD ve MSD ile görüşerek açık bir şekilde Rojava güçlerinin kabul edildiği ortaya çıktı.

Yer üstünde hayata geçirdiğimiz bütün projeler bize ait. Kürtler kendi projelerini yer sahada hayata geçirerek uluslararası alanda da diplomatik yollarla kabul görmesini sağlıyorlar. Bu biz Kürtlerin en doğal hakkıdır. Çünkü biz kendi topraklarımız üzerinde yaşıyoruz, iktidar oluşturma, toprak işgal etme gibi bir derdimiz yok. Biz Kürtlerin halklarla bir derdi yok. Bugün Rojava’nın birçok yerinde Arap, Ermeni, Asuri ve Süryaniler de meclislerde eşit bir şekilde temsil ediliyorlar. Rojava’da yapılan en önemli şey Arap ve diğer halklara güven verme ve dostluk kurmadır. Düşmanlık üzerinden hiçbir sistem kendisini yaşatamaz. Bir yere kadar belki yaşatabilir fakat bir yerden sonra alaşağı olur. Bizim demokrasimiz birlikte yaşadığımız halklara güven verdi.

Bizim tek derdimiz statümüzü kazanmak. Biz uluslara düşman değiliz. Fakat aynı zamanda da kimsenin kontrolünde ve uzantısı bir güç değiliz kendi kaderimizi kendimiz tayin etmek istiyoruz. Bu yaşanan kaos ortamında Ortadoğu siyasetinin Kürtler olmadan artık yürüyemeyeceğini ortaya çıkartmıştır. Onun için Kürtlerin statü yolu açılmış diyebiliriz. Bu yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacak.