Kobanê katliamının olağan şüphelisi kim?- CAHİT MERVAN

Soysuzlar çetesi DAİŞ, Kobanê'de baskın bir katliam gerçekleştirdi. Kobanê şehir merkezi başta olmak üzere birçok noktaya eş zamanlı ve daha çokta sivilleri hedef alan saldırıda bulundu. Onlarca insan katledildi. Onlarcası yaralı.

Soysuzlar çetesi DAİŞ, Kobanê'de baskın bir katliam gerçekleştirdi. Kobanê şehir merkezi başta olmak üzere birçok noktaya eş zamanlı ve daha çokta sivilleri hedef alan saldırıda bulundu. Onlarca insan katledildi. Onlarcası yaralı.

DAİŞ'in insan yaşamını hiçe sayan bu alçakça saldırısının görünürde birden fazla nedeni var.

KATLİAMIN GÖRÜNÜR NEDENLERİ

Her şeyden önce YPG-YPJ güçleri karşısından son dönemlerde ağır yenilgi alan DAİŞ, bu saldırıyla birlikte 'ayakta' olduğunu göstermek ve taraftarlarına moral vermek istiyor.

Kaos, korku ve panik yaratarak Kobanê ve Girê Spi başta olmak üzere Rojava Kürdistanı'nda normalleşmenin önüne geçmek istiyor.

Son dönemlerde düşürmek için büyük çaplı bir saldırı başlattığı Hesekê üzerindeki dikkatleri dağıtmak ve tabi ki, bazı siyasi gözlemcilerinde dikkat çektiği gibi, YPG-YPJ güçlerinin Rakka ve Cerablus'a doğru ilerleyişinin önünü kesmektir.

DAİŞ'in Kobanê Kantonu'nda giriştiği son kanlı saldırının bu görünen hedeflerine rağmen, gözler Ankara'ya, AKP hükümetine, daha çok da Türk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a çevrilmiş durumda.

DAİŞ saldırılarının gerçekleşme biçimi, geliş yolları ve görgü tanıklarının anlattıkları bu işin Türkiye ile bağlantılı olduğunu gösteriyor. Hiçbir Kürt, Türk tarafının yaptığı açıklamaya itibar etmiyor. Kürtler ve dünya kamuoyu DAİŞ katliamının olağan şüphelisi olarak Türk yönetimini görüyor.

TÜRK DEVLETİ NEDEN OLAĞAN ŞÜPHELİ?

Türk devletinin, AKP hükümetinin ve Tayyip Erdoğan'ın bu saldırıda da olağan şüpheli olması sadece birkaç bomba yüklü aracın ve DAİŞ çetelelerinin Türkiye sınırından Kobanê'ye sızmasıyla alakalı değil. Türkiye'yi Kürt katliamında olağan şüpheli yapan çok daha güçlü veriler var.

Recep Tayyip Erdoğan, Suriye'de iç karışıklık daha savaşa tam evirilmediği günlerde yine böyle bir Ramazan gününde, bir iftar yemeğinde 'ilginç' bir konuşma yapmıştı.

Erdoğan 'biz Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü bizim Suriye ile 850 kilometre sınırımız var' dediğinde tarih 6 Ağustos 2011'di.

Yani hala Suriye'de kan gövdeyi götürmemiş, şehirler, kasabalar ve köyle haritadan silinmemiş, on binlerce, hatta yüz binlerce insan yaşamını yitirmemiş, milyonlarca insan evini-barkını terk etmemiş, Suriye toprakları aklınıza gelebilecek en kanlı çetelerin birinci derecede rağbet ettiği bir alan haline gelmemişti.

Suriye o dönem Tük başbakanı olan Erdoğan ve adamlarının da katkısıyla çok geçmeden tarihin tanık olduğu en yıkıcı iç savaşa tutuştu. Ne yazık ki bu savaş tüm yıkıcılığıyla devam ediyor. Ufukta bir barış ve kalıcı bir çözümde görünmüyor.

Suriye'de iç kargaşa, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve İran gibi benzeri ülkelerinin cehennem ateşine benzin taşırcasına işin içine girmeleriyle birlikte hızla bir savaşa dönüştü. O günlerde Kürtler mümkün olduğunca bu savaş belasından uzak durmaya çalıştılar. Baas rejimiyle yıllardır mücadele eden Kürtler, bu kargaşa ve kaosun sadece bir rejim değişikliği ile alakadar olmadığını, bölgesel ve küresel güçlerinin Suriye üzerinden bir bilek güreşine kalkıştıklarını gördüler.

Kürtler hem iç savaşın bir tarafı olmamaya özen gösterdiler, hem de sorunların barışçıl ve demokratik müzakereler yoluyla çözümü için çaba gösterdiler.

Ama gelişmeler Kürtlerin niyetlerinden bağımsız sonuçlar ortaya çıkardı. Nihayetinde Kürtler hem kendilerini korumak ve hem de kendi geleceklerini tayin etmek için 19 Temmuz 2012'de barışçıl bir şekilde Kobanê'de yönetime el koydular.

Bunu daha sonra Kürtlerin yoğunlukta olduğu Rojava Kürdistanı'nın diğer şehirleri izledi. Derik, Afrin, Qamışlo, Girê Spî ve diğerleri Baas rejiminden özgürleştirildi. Birçok yerde tek bir insanın dahi burnu kanamadı. Bu geçiş tümüyle barışçıl oldu.

Hatta Rojava'da yönetimin kansız bir şekilde Kürtlere geçmesinden dolayı PYD, 'Baas rejimi ile işbirliği' yapıyor türünden mesnetsiz ve gayri ahlaki suçlamalara maruz kaldı. Mutlaka kan dökülmesi gerekiyormuş gibisinden!

Kürtlerin yaşadıkları şehir ve kasabaları özgürleştirmesi en çok Ankara rejimini rahatsız etti. Türk medyası, özelliklede AKP medyası PYD ve Rojava'ya karşı tarihin tanık olduğu en aşağılık psikolojik savaşı başlattı. Öyle ki bir avuç özgürlük Kürtlere çok görüldü.

Kıymeti kendisinden olan bazı 'Kürt büyükleri' de AKP'nin televizyonlarında bu kirli savaşa 'PKK 2000 gerilla gücünü Rojava'ya gönderdi, orada diktatörlük kuruyor' diyerek katıldılar.

Fakat en önemli açıklama yine dönemin Türk başbakanı Erdoğan'dan geldi. Erdoğan 2012 olimpiyatlarına katılmak üzere Londra'ya hareketinden önce Kürtleri hedef alan zehir-zemberek açıklamada bulundu.

Erdoğan 'Kuzey Suriye’de bir terör örgütünün kamplaşmasına ve tehdit unsur olmasına müsaade etmemiz söz konusu olmaz. Aksi takdirde kendilerine göre PKK-PYD dayanışmasının ortaya koyduğu hayali haritalara göre eyvallah etmeyiz' dedi.

Erdoğan'ın bu açıklama ve tehditleri hep devem etti. Tabi ki bu açıklamalar sadece birer tehdit cümleleri olarak kalmadı. Hem 'Suriye iç meselemizdir' ve hem de 'hayali haritalara eyvallah etmeyiz' sözü pratikte bir çabaya dönüştü. Suriye ve Rojava sahasında kanlı operasyonlara büründü.

Kamuoyu Türk devletinin bu çabasının ne olduğunu yakinen biliyor. Suriye'de mezhep eksenli Selefist grupların silahlandırılması, eğitilmesi ve her türlü lojistik desteğin sağlanması, bununla birlikte Kürtlerin her türlü hak ve statü elde etmelerinin önüne geçilmesi.

Bu kirli ve kanlı iş için nasıl bir bütçe kullanıldığı, ne kadar silah gönderildiği, El-Nusra ve DAİŞ başta olmak üzere Selefist grupların nasıl desteklendiğini gösteren tek değil, on değil artık yüzlerce elle tutulu kanıt var. TIR'lar dolusu silahlar, otobüslerle çeteleri taşımalar buz dağının sadece görüne yüzüdür. Türk istihbaratına bağlı elamanların ve özel hareketin yaptıkları ise ciltler dolusudur. Sabotaj, bombalama, adam kaçırma, ortak planlama, siyasi ve diplomatik girişimler, istihbarat paylaşımı artık ayyuka çıkmış durumda. Bazı kaynaklara göre Türk devletine bağlı elamanlar Şam'da kimyasal silah dahi kullandılar.

Türk devletinin Suriye'de kanlı radikal Selefist grupları nasıl desteklediğini en çokta ABD biliyor. ABD'nin defalarca en üst düzeyde Türkiye'yi uyardığını da buraya bir not olarak düşmek gerekiyor.

ROJAVA'YA KARŞI DÜŞMAN HUKUKU

Erdoğan'ın en son kin kusarcasına 'Kobanê düştü, düşecek' demesiyle birlikte Türk devletinin Suriye politikasında Kürtlere 'özel bir yer' verdiğine şahit olduk.

O da şudur: Türk devleti tıpkı içerde olduğu gibi sınır dışlındaki Kürtlere de halen 'düşman hukuku' uyguluyor. Bunun gereği olarak Kürtleri her fırsatta darbelemek ve ortadan kaldırmayı hedefliyor. Kürtlerin elde ettikleri doğal hak ve statüyü ortadan kaldırmak için DAİŞ ve El-Nusra gibi insanlık dışı çete ve gruplarla iş yapıyor. Hatta bu işbirliğinin üzerine titrediği 'toprak bütünlüğünü' ciddi manada tehlikeye attığını unutacak kadar ileriye götürmüş durumda.

Bu nedenle DAİŞ'ın son saldırılarının ayrıntıları daha netleşmeden Türk devleti Kürtlerin ve dünyanın gözünde katliamı gerçekleştiren olağan şüpheli olarak görüldü. Elbette ki bu bakış bir hüsnü kuruntu sonucu değil. Son üç-dört yılda yapılanların ve şu anda olanların sonucu oluşmuş bir bakıştır.

Bu bakışı güçlü kılan en son gelişme bizzat AKP'nin egemenliği altındaki Anadolu Ajansı'ndan geldi. AA'nın Kobanê'de bombalama anını görüntülemesi bir gazetecilik işi değil, DAİŞ ile olan operasyon işbirliğinin hangi seviyelere kadar sirayet ettiğinin bir göstergesidir.

Kaldı ki, DAİŞ'in son Kobanê katliamındaki görünen amaçlarıyla, Erdoğan ve adamlarının Kürtlere karşı uyguladıkları düşman hukukunun görünen amaçları çakışıyor. Değim yerindeyse birbirini tamamlıyor.

Yazıya nokta koymadan şunu da söylemek gerekiyor. Ne DAİŞ ve ne de onun arkasındaki duran olağan şüpheli amaçlarına ulaşmayacaklar. Ne kadar hunharca saldırırlarsa, saldırsınlar asla Rojava Kürdistanı'nı ortadan kaldırmayacaklar.

Ve bilinmelidir ki, sadece Kürtler değil, Müslümanlar için kutsal olan Ramazan'da dahi insanları katleden bu canileri ve onların arkasındaki güçleri af edecek bir tanrıda hiçbir zaman olmayacak.