AKP hükümetinin Kürt sorununda bir çözüm politikası olmadığı netleşmiştir. Özel savaş hükümeti olan AKP, diyalog ve görüşmelerle oyalayıp Özgürlük Hareketini etkisizleştiremeyeceğini anlayınca savaşla ezme kararı almıştır. Bunun için de Ergenekoncular dahil tüm Kürt düşmanı güçlerle ittifak kurmuştur. Şu anda AKP tek başına iktidar değildir. Faşist, şovenist Kürt düşmanı tüm güçlerle bir cephe kurmuştur. Kürt halkıyla demokrasi güçlerine karşı bir savaş açmıştır. Kürt sorununu çözmeyen tüm iktidarların kaderi budur. Ya Kürt sorunu çözülecektir ya da Kürt düşmanlığı yapılacaktır. AKP hükümeti Kürt sorununu çözme zihniyetine sahip olmadığı için ilk önce hem Kürtleri ve demokrasi güçlerini, hem de devlet içindeki Kürt karşıtı güçleri idare ederek bugüne gelmiştir. Artık net bir tutum takınma zamanı geldiğinden Kürt düşmanı güçlerle birleşmiştir. AKP iktidarının 14 yıllık iktidarında geldiği nokta budur. AKP iktidarından demokrasi ve özgürlük konusunda hiçbir şey beklenemez. AKP iktidarından olumlu bir şey bekleyenler sadece kendini kandırırlar.
Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi AKP'nin Kürt düşmanlarıyla tamamen buluşmadığı ve devletin tüm karakterini içselleştirmediği süreçte belki adım attırabilir düşüncesiyle esnek yaklaşmıştır. AKP iktidarına çözüm için adım atma konusunda fazlasıyla şans tanımıştır. Ancak AKP iktidarı ısrarla adım atmaktan kaçmıştır. 2007 yılında Yaşar Büyükanıt’la Dolmabahçe Sarayı’nda yaptıkları AKP iktidarı karşılığında Kürtler üzerindeki inkar ve imha politikalarını yeni koşullarda sürdürme mutabakatına bağlı kalmıştır. Zaten bu mutabakat gereği 28 Şubat’ta devlet, AKP ve HDP heyetleri arasında gerçekleşen demokratikleşme ve bu temelde Kürt sorununu çözme mutabakatı reddedilmiştir. Bu mutabakatın reddedilmesi ve Kürt Halk Önderinin 5 Nisan’da ağır tecrit altına alınması şiddetli bir savaşın başlaması anlamına gelmektedir. Belki 7 Haziran seçimleriyle bu savaşı engelleme imkanları vardı; ancak 7 Haziran seçim sonuçları iyi değerlendirilemeyince AKP Kürt düşmanı güçleri yanına alarak bir darbe yapmış ve şiddetli savaşı başlatmıştır.
AKP'nin kurduğu faşist cephe bu savaşı sürdürecektir. MHP zaten bu faşist cephenin doğal müttefikidir. Artık demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü için bir siyasal durumun ortaya çıkarılması için bu savaş cephesinin geriletilmesi gerekmektedir.
AKP açıkça ulus-devlet politikasını sürdüreceğini ve yerel demokrasiyi kabul etmeyeceğini ortaya koymuştur. Ben devletim, her sokağı da, her mahalleyi de ben yönetirim, hiç kimse tek millet olma, yani Türk olma dışında hiçbir hak isteyemez demiştir. Hiç kimsenin devletin hegemonyasını hiçbir yerde paylaşamayacağını, yani demokrasi isteyemeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Demokrasi isteyenlere her türlü şiddetimle karşı koyarım tavrını koymuştur. Cizre’de mahalleleri yakıp yıkması, yaralıları katletmesi bu soykırımcı ve ceberut anlayışın sonucudur. Bu despot ve faşist zihniyetten başka bir tutum takınması beklenemez. Cizre’de devlet güçlerinin vahşi uygulamaları AKP iktidarına karşı kesintisiz ve sert bir direniş gösterilmeden bu politikanın aşılmayacağını gözler önüne sermiştir.
Bu faşist saldırganlığı ve soykırımcı politikayı kırmanın tek yolu vardır, bu da bu faşist güce karşı en geniş cepheyi oluşturmaktır. Asgari demokratik bir program etrafında tüm demokrasi güçlerini ve AKP iktidarından zarar gören tüm toplumsal kesimleri bu demokrasi blokunda buluşturmak şarttır. Şu anda temel hedef, faşist AKP iktidarını, dolayısıyla bu iktidarın üstüne oturduğu faşist cepheyi geriletmektir. Bu önceliği anlamayanlar AKP iktidarına hizmet etmekten başka bir rol oynayamazlar. Ya bu faşist cepheye karşı konulur, ya da ona dolaylı ve dolaysız hizmet edilir.
AKP iktidarını demokrasi bloku dışında geriletmek mümkün değildir. Sadece mecliste partilerin konuşmalarıyla AKP'nin geriletileceğini sanmak büyük bir yanılgı ve gaflettir. AKP hükümeti kendisinin hakim olduğu Meclisi bile faşist iktidarı önünde engel görmektedir. Meclisin, faşist uygulamaları için örtü olmaktan başka bir işlevi yoktur. Zaten Meclis kirli özel savaş örtüsü olarak kullanılmaktadır. Meclisi böyle anlamayanlar da kendi kendini aldatmış olurlar. Sadece Meclisi böyle ele alanlar Meclisi demokrasi mücadelesinde değerlendirebilirler. Yoksa Meclisin faşist iktidara hizmet etmesine koltuk değneği olmaktan başka bir iş yapılmış olmaz. Bu açıdan Meclisteki komisyonlarda ve genel kurulda konuşmayla AKP'yi geriletmek mümkün değildir.
Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik yürütülen bu kirli savaşta artık anayasa ve yasaların bir anlamı yoktur. Rutinin dışına çıkmak istisna değildir; genel kuraldır. Tayyip Erdoğan kaymakamlara “Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğümüz mücadelede mevzuata takılmayın” demiştir. Kaymakamlar mevzuatı dinlemezse polis ve asker ne yapmaz ki! Nitekim savaş hukukuna uymayan bir kirli savaşı dünyanın gözünün içine baka baka yürütmektedirler. Zaten Davutoğlu “bizim savaşımıza hiç kimse bir şey diyemez” diyerek kirli savaşta ısrar edeceklerini ortaya koymuştur.
Bu aşamada Türkiye'de iki cephenin savaşı sürecektir. Arada kalanlar objektif olarak faşist cepheye hizmet edecektir. Nitekim AKP cephesi ya yanına alma ya da etkisiz kılma politikası izlemektedir. Nitekim CHP’nin demokrasi cephesine katılmasını engellemek için sürekli bir psikolojik savaş yürütmektedir. Çünkü CHP’nin demokrasi güçleri cephesine katılmasının kendisini çok zorlayacağını bilmektedir.
Şu açıktır ki, CHP içinde bazı kesimler hala eski klasik CHP refleksleriyle hareket etseler de durum değişmiştir. CHP artık devlet partisi olmaktan çıkmıştır. Ordu da ağırlıklı olarak AKP'nin faşist cephesi içindedir. Bu açıdan CHP’yi on yıllar öncesinin CHP’si gibi ele almak yanlıştır. Ancak CHP hala kendisinin geldiği konumun farkında değildir. Devletin karakterinin değiştiğini, esas olarak AKP'ye yöneldiğini hala görememektedir. CHP’nin devlet savunuculuğuyla, on yıllar öncesinin otoriter, demokrasi karşıtı ve Kürt düşmanı karakterle gideceği hiçbir yer yoktur. Artık CHP sadece ve sadece demokrasi savunuculuğu temelinde demokrasi cephesinde yer alırsa Türkiye'nin geleceğinde rol oynayabilir. CHP, kurucusu olduğu cumhuriyeti gelinen aşamada demokratikleştirme doğrultusunda değişime uğratmazsa saf dışı olacaktır. Zaten giderek varlık nedenini kaybetmektedir. CHP şu anda Araf’ta kalmıştır. CHP savunduğu bazı değerleri faşist cephe safında yer alarak koruyamaz; ancak demokrasi cephesinde de yer almayınca ortada kalmakta ve etkisiz olmaktadır. Nitekim AKP CHP’yi etkisiz hale getirmiştir.
CHP bu konumdan çıkmak istiyorsa HDP’nin de içinde yer aldığı demokrasi cephesinde yer almak zorundadır. HDP’den daha fazla CHP’nin böyle bir demokrasi cephesinde yer almaya ihtiyacı vardır. Yoksa yakında anlamsız ve işlevsiz bir parti haline gelecektir. Kılıçdaroğlu ve çevresindeki ekip bunu anlayacak ferasette değildir. İki cephe arasında kalırsa ayakta kalacağı gafletini yaşamaktadır. CHP artık devlete değil, halka dayanarak ayakta kalabilir. Ecevit’in 1970’li yıllarda başlattığı popülist halkçılığı bugün demokratik temelde bir halkçılığa kavuşturursa Türkiye'de yeri olan bir parti olacaktır. Çünkü halk ancak devlet yetkilerinin sınırlandığı, halkın örgütlü gücünün, yani demokratikleşmenin olduğu bir rejimde güçlü olur. Artık hem halkçı hem devletçi olunamaz. Halkçılığın önde olduğu bir devlet anlayışına sahip olursa CHP o zaman halk partisi olur. Bir zamanlar Tayyip Erdoğan CHP’yi halktan değil, devletten yana olmakla suçluyordu. Erdoğan’ın devlete hakim olduğu ortamda CHP halka dayanırsa, yani demokrasiden yana olursa ayakta kalabilir.
Demokrasi güçleri CHP’nin bu çelişik karakterini görüp demokrasi bloku içine çekmeye çalışmalıdırlar. CHP’nin bazı olumsuz söylem ve tutumlarına bakarak bu partiden bir şey çıkmaz diyerek tepkisel yaklaşmadan, ısrarla demokrasi bloku içine çekme çabası yürütmelidirler. Hepsini demokrasi bloku içine çekemezlerse bile bir kısmını demokrasi bloku içine çekerek, bir kısmını da dışarıda demokrasi blokuna hizmet ettirme politikası doğrudur.
AKP karşıtı tüm siyasi güçleri ve sivil toplum örgütlerini de demokrasi cephesine çekmek gerekir. Demokrasiden çıkarı olan herkes böyle bir cepheye çeşitli konumlarda katılabilir ve demokrasi mücadelesine destek verebilir. Tabii ki her siyasi güç ve çevre aynı düzeyde blok içinde yer almayabilir. Çeşitli biçimde demokrasi blokunun parçası ve destekçisi haline gelebilirler.
Emekçiler, kadınlar ve gençler demokrasi mücadelesinde en aktif yer alacak toplumsal kesimlerdir. Emekçiler hem neo liberal sistemin sömürüsü altında ezildiklerinden, hem de çoğunluğu Kürt ve farklı topluluklardan olduğu için demokrasi mücadelesinde aktif yer alacak konumlardadırlar. Eğer kadın hareketleri iyi çalışır ve doğru bir tutum ortaya koyarlarsa kadınların önemli bölümü bu antifaşist hareket içinde yer alır.
Kürtlerden sonra demokrasi cephesinde yer alacak en büyük topluluk Alevilerdir. Gezi Direnişinde etkili yer aldıkları gibi, HDP’nin barajı aşmasında da önemli rol oynamışlardır. Ancak AKP hükümeti Alevileri demokrasi mücadelesinden uzaklaştırmak ya da bölmek için bir çaba içine girmiştir. Alevilere bindiği dalı kesecek bir tuzak kurulmuştur. Aleviler ancak demokrasi mücadelesi ve demokratikleşmeyle varlıklarını güvence altına alabilecekken, Alevileri demokrasi mücadelesinden uzaklaştırmak ve faşist cephenin yedeği haline getirmek istemektedirler. Bu başarılmazsa bile demokrasi blokunun dışında tutarak faşist cephenin karşısındaki demokrasi blokunu zayıflatmak istemektedirler. Halbuki AKP iktidarında Alevilerin elde edeceği hiçbir hak yoktur. Aksine mezhepçi ve otoriter karakteriyle Alevilerin varlığını tehlikeye sokacak bir Türkiye yaratmayı hedeflemektedir. Bu açıdan AKP'nin oyunlarına gelen Aleviler keklik soylu olmaktan ve Alevilere ihanet yapmaktan başka bir iş yapmış olmazlar. Bu açıdan AKP'nin Alevilere yönelik oyunlarını bozmak ve Alevileri demokrasi mücadelesinin en temel dinamiği haline getirmek önemlidir.
Demokrasi bloğu sadece partilerle gerçekleştirilecek bir durum değildir. Bu açıdan HDK çok önemlidir. Esas olarak demokrasi blokunun ve demokrasi hareketinin HDK ve DTK etrafında sağlanması gerekir. Siyasi partiler bu blokun ve hareketin siyasi programını kamuoyu önünde savunan ve mücadelesini verenler olurlar. Yoksa sadece partilere bırakılmış bir demokrasi bloku ve hareketi istediği sonuçları elde edemez. Ancak klasik siyaset anlayışı nedeniyle hala HDK (DTK da dahil) bu konuda rolünü oynayacak konuma gelmemiştir. Yine her şey HDP’den beklenmektedir. Böyle olunca toplumsal bir hareketin değil elit bir siyasetin demokrasi bloku ve hareketinde rolü öne çıkıyor. O da bu rolünü oynayamayınca demokrasi bloku da, hareketi de zayıf kalıyor. Zaten örgütlü topluma dayalı siyaset anlayışı gelişmediğinde demokrasi mücadelesi zayıf kalmakta, faşist güçler politikalarını daha rahat yürütmektedirler. HDP, HDK etkili olmadan demokrasi mücadelesinde rolünü oynayamayacağını anlamamış; HDK de üstlenmesi gereken role göre örgütlenen ve hareket eden bir konuma ulaşmamıştır. Bu, demokrasi mücadelesinde çok ciddi bir zaaftır. Bu yetersiz yaklaşımlar aşılmadan faşist bloka karşı başarılı mücadele verilemez. HDP ve milletvekilleri bir şeyler yapmaya çabalasalar da sonuç alamazlar. Hatta her şeyin HDP’den beklendiği, HDP'nin de kendini böyle gördüğü bir siyasi anlayış aşılmadan ne demokratik siyaset etkili olur, ne de faşist saldırılara karşı etkili bir mücadele verilebilir.
Demokratik siyaset demek HDP demek değildir. Demokratik siyaset demek, meclise seçilen milletvekili demek değildir. Demokratik siyaset, örgütlü toplumla yapılan siyasettir. HDP ve milletvekilleri demokratik siyasetin küçük bir bölümüdür. HDP ve milletvekilleri ancak örgütlü topluma dayalı olursa, örgütlü toplum gücüne dayalı siyaset yaparsa o zaman demokratik siyaset yapmış olurlar. Ne var ki bu durum anlaşılmamaktadır. Klasik siyaset anlayışı aşılıp gerçek bir demokratik siyaset anlayışına ulaşılamamıştır. Aslında demokratik siyasetin ne olduğu konusunda kafa karışıklığı vardır. Daha doğrusu kapitalist modernitenin ideolojik hakimiyeti ile ifade edilen demokrasi ve siyaset anlayışından çıkılamamıştır.
Yakın zamanda HDK ve HDP kongreleri yapılmış, ama HDK hala etkin olamamıştır. Demokrasi hareketinin toplumsal dayanağını HDK yaratması gerekirken hala bu rolünü oynayamamaktadır. Bu da demokrasi bloku ve hareketinin güçlü biçimde oluşmasında ciddi zayıflıklar ortaya çıkarmaktadır. Böyle olunca her şey HDP'nin üzerine kalmakta; demokrasi bloku ve hareketi faşizme karşı mücadele edecek biçimde geliştirilememektedir. Kuşkusuz HDP'nin rolü vardır, olacaktır; ancak HDK bu konuda aktifleşmezse faşizme karşı mücadelede başarılı olunamaz.
Diğer bir sorun ise eylem tarzıyla ilgilidir. Örgütlü ve etkili eylem zayıf kalmaktadır. Ya da bir iki yerde eylemler ortaya çıkmaktadır. Halbuki toplumsal eylemliliğin her yerde gerçekleşmesi gerekir. Sadece bir yerde eylem yapma tarzı yetersizdir. Diğer yerlerdeki toplumsal dinamikleri atıl bırakma anlamına gelir. Bu açıdan mahalle mahalle, ilçe ilçe, şehir şehir eylemliliklerin örgütlendirilmesi gerekir. Faşizme karşı mücadele böyle daha toplumsallaşır ve faşizmi geriletilir. Toplumsal eylem askeri eylemlerden farklıdır. Belki askeri eylemler bazı hedeflere yönelik yapılır ya da her yere yönelmeyebilir, ama toplumsal eylemlilik öyle değildir; her yerde örgütlenebilir. Birkaç kişi sorumluluklar üstlenerek duyarlı gençleri ve kadınları hemen örgütler, onları toplumsal örgütlenmenin içine sokar. Toplumsal örgütlenmeye dayalı da eylemsellik her yerde geliştirilir. Toplumsal eylemsellikte birkaç örgütleyici kadro yeterlidir. Bunlar en duyarlı ve aktif olanları örgütler, onlar üzerinden de tüm toplum örgütlenebilir. Bu dönemdeki gibi mücadele süreçlerinde her zaman bazı genç kadın ve erkekler öne çıkarlar. Böyle dönemler aynı zamanda toplumda doğal önderlerin ortaya çıkması dönemleridir. Bu açıdan kadro yok, örgütleyici yok demek, örgüt yaratmamanın ve eylem yapmamanın gerekçesini oluşturmaktır. Örgütlenme ve eylemi geliştirmek isteyenler bu dönemde doğal önderleri de bulurlar. Bunlar üzerinden toplumu örgütler ve eyleme geçirirler. Mücadelede gözü olanlar için kadro ve çalışan sorunu yoktur. Etraflarına bakarlarsa onlarca örgütçü ve eylemci doğal önderler bulurlar. Örgütlülük zaten eylemini yaratır. Bu dönemler; eğitim, örgütlenme ve eylemin iç içe olduğu dönemlerdir. Eğitim, örgütlenme ve eylem sürecinin aynı süreç haline getirildiği devrimci tarza Kemal Pir tarzı denmektedir. Bugün Kemal Pir tarzıyla eğitim, örgütlenme ve eylemin iç içe gerçekleştiği bir mücadele tarzını pratikleştirme zamanıdır.
Bahar geliyor, toplum da doğa gibi canlanıp baharlaşacaktır. Mücadele gelişecek, umutlar artacaktır. Artık her gün mücadeleyi geliştirerek AKP iktidarını adım adım yenilgiye götürecek devrimci mücadeleyi yaratma zamanıdır. Bu dönem özellikle gençliğin mücadeleye her alanda aktif katılması gereken dönemdir. Gençliğin hem serhıldanlara, hem de öz savunma direnişine katılarak öncülük yapmaları gerekir. Kuşkusuz en büyük gençlik örgütü olan gerillanın da bu süreçte rolünü daha etkili oynaması açısından gerillaya yoğun olarak katılması da önemlidir.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA