PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Türk devletinin tehditlerinden korkmaya, ürkmeye gerek olmadığını; çünkü güçlü oldukları için değil, korktukları için bu hunharca saldırıyı başlattıklarını belirterek, “Ancak güçlü olan biziz; kazanan da biz olacağız. Buna inanmak, güvenmek gerekiyor. Önemli olan herkesin üzerine düşen yurtseverlik, demokratlık görevini yapmasıdır” dedi. Karayılan, bu büyük direnişe tüm halkın katılmasının büyük bir önem taşıdığını; farklı siyasi yapıların da buna katılabileceğini vurgulayan Karayılan, şunun altını çizdi: “Bu direniş herkese açıktır; ulusal-demokratik bir direniştir. Herkes katılım göstermelidir.”
Karayılan, Yeni Özgür Politika gazetesinden Deniz Kendal'ın sorularını yanıtladı.
Türk askerinin Musul’un Başika bölgesinde konumlandırıldığı ortaya çıktı. Tepkiler üzerine büyük oranda bölgeden çekildiği duyuruldu. Başika olayının perde arkası için ne dersiniz?
Mevcut durumda Türk devleti askerlerini henüz Habur Sınır Kapısı’ndan geriye gitmiş değil. Bazı birlikler oradan alınarak başka yere çekilmiş olabilir fakat Türkiye’ye dönen bir güç yok.
Tabii bu askerler niye oraya gitti; orası önemli. Rusya’nın Suriye’deki savaş sürecine müdahale etmesi ve aktif bir biçimde katılması, öteden beri Erdoğan ve Davutoğlu’nun Suriye ve Ortadoğu’ya dönük geliştirdiği politikayı tümden boşa çıkarttı ve çökmesine yol açtı. Bununla birlikte gerçek şu ki açığa çıkan Sünni-Şii bloklaşması var. Rusya’nın gelerek İran ve Suriye ile birlikte DAİŞ’e karşı çatışıyor olması, Sünni tarafı geriletti. Şimdi Sünni kanadı temsil eden Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar kendi konumlarını, pozisyonlarını güçlendirme çabası içerisindeler. Aslında Rusya’yı sınırlamak istemelerinden dolayı uçak vuruldu. Rusya da zaten bunu doğru okudu. Bunun için tutumu serttir. Bu konuda Rusya herhangi geri bir adım atmadı; hatta tersine biraz daha ağırlığını koydu; çeşitli yeni-etkili silahlar getirdiğini ifade etti. Yine NATO/Avrupa/Batı, Türkiye’nin arkasında istedikleri gibi durmadı. Türkiye şimdi adeta yalvarırcasına, ‘nasıl düzelteyim’ havası içerisindedir.
Uçak düşürmenin yanı sıra aynı dönemdeki başka bir hamleleri de Başika’ya asker getirilmesidir. Başika’ya asker getirme Sünni cephesinin bir hamlesidir. Orada Musul’daki eski Arap polisleri, Tel Afer’deki bazı Türkmenleri eğitme çalışmaları yürütüyorlar. Yani bu, onları kısmen eğiterek ve getirdiği bin 500 civarındaki asker ve diğer teknikle birlikte Sünnilik adına Tel Afer-Musul hattında bir etkinlik kurma hamlesidir. Bunun için Irak devleti kabul etmedi; İran da hakeza. Bunu açıkça ifade ettiler. Bu ülkelerin BM’ye başvurmalarının ve en son ABD’nin de ‘askerlerinizi çekin’ demesinin nedeni budur. Tabii ABD, karşılıklı cepheleşmiş olan mezhep çatışmasına mesafeli durmak istiyor; doğrudan bir taraf olmak istemiyor. Doğru; ABD daha çok Türkiye’yi Suudi Arabistan’ı destekliyor ama mezhep çatışmasına mesafeli yaklaşıyor. Bu yüzden ABD de deşifre olmuş tarzda askerlerin getirilmesini benimsemedi ve en son herhalde çekilmesini istemiş. Yani bu konuda Türkiye bir kez daha rezil olmuş oldu. Burada Türkiye’nin bir amacı Sünni bir hamleydi fakat deşifre oldu.
Diğer amacı nedir?
İkinci amacı da bize dönüktür. Kürt halkına dönük bir girişimdir. PKK ile KDP arasında bir takım anlaşmazlıklar var. Bu bir gerçek. İşte AKP’nin amacı bu anlaşmazlıkları derinleştirme, bu anlamda tahrik etme, giderek çelişkileri derinleştirip yapabilirse bir çatışmaya dönüştürme amacını taşıyor. Aslında yeniden uluslararası komplo sürecini yaşatmak için bir Kürt ayağına ihtiyacı var. Burada KDP buna gelir gelmez o ayrı bir şey. Fakat onların politikası böyledir; yani bu askerlerin getirilmiş olmasının bir amacı da budur: Kürtler arası husumet yaratma, çelişkileri derinleştirme, bir tarafı destekleme. Yani ne Kürtler açısından hayırlı bir şeydir ne de Irak toplumu açısından. Tamamen mezhepçilik ve fitne için oraya asker getirilmiştir. Esası budur. AKP’nin ne kadar halklara karşı kirli oynadığının bir göstergesidir aslında.
Peki KDP de dahil diğer güçler Türk devletinin bu oyununa gelir mi?
Kürt siyasetinin AKP’nin bu sömürgeci numarasını yutacağını sanmıyorum. Kürt siyasetinin tarihi tecrübeleri vardır. Böyle sömürgeci bir devletin bazı Kürt taraflarıyla ilişki geliştirerek Kürtleri birbiriyle çatıştırma oyununa kimse gelmez. Ne biz PKK olarak buna geliriz; ne de KDP’nin sayın liderleri böyle bir oyuna gelirler. Her şeyden önce bölgede en çok haksızlığa uğramış olan halk, biz Kürtleriz. Biz meşru haklarımızı istiyor ve bu topraklarda özgürce yaşamayı arzuluyoruz. Biz çoğulcu-demokratik bir siyaseti benimsemek durumundayız; mezhep çatışmalarında asla taraf olmamalıyız. Kürt siyaseti adına hiç kimse mezhep çatışmalarında taraf olmamalı; olmayacaktır.
Bizce AKP ve Suudi Arabistan’ın bölgede geliştirmek istediği mezhepçilik, bölge halklarına karşı yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü bölge halklarının kültürel dokusunu tahrip eden, bir arada yaşama ülküsünü dinamitleyen bir çabadır. Bölge halkına karşı daha fazla tahribat yaratacak başka bir şey olamaz. Bu yüzden biz PKK olarak kesinlikle mezhep çatışmasında taraf olmamak, sadece taraf olmamak değil bu çatışmaya karşı olmak gerektiğini düşünüyoruz. Anladığımız kadarıyla diğer Kürt kesimleri de benzer bir tutumu geliştirme sürecindedir ve AKP’nin burada geliştirmek istediği oyun boşa çıkacaktır.
Böylesi tarihi bir dönemde Kürtler arasındaki ilişkiler ne durumda?
Kürt halkı özgürlük davasında tarihin bu döneminde önemli bir sürece girmiş bulunmaktadır. Bu süreçte Kürt siyasetinin, kendi arasındaki sorunları diyalogla tartışarak giderme çabaları çok önemlidir. Ulusal birlik çizgisinde yakınlaşma ve anlaşabildiği noktalarda birlikte hareket etme, anlaşamadığı noktalarda ise tartışma sürecini geliştirme durumu gündemdedir. Bize göre bu dönemde tüm Kürt güçleri arasında yeniden bir birlik gündeminin geliştirilmesi gerekmektedir. Biz PKK olarak bunu gündeme koyuyoruz ve diğer ilgili çevrelerle tartışma sürecini başlatmak durumundayız. İnanıyoruz ki bu konuda bütün Kürt siyasetinin temsilcileri ve liderlikleri tarihin bu önemli aşamasında sorumlu davranarak bütünüyle birliktelik olmazsa bile önemli konularda dayanışma yaklaşımını geliştireceklerdir. Öyle AKP sömürgeciliğinin hayal ettiği gibi Kürtler arası bölünme ve çatışma olmayacaktır. Halkımız böyle şeylere inanmamalıdır. Kürt siyaseti tecrübe sahibidir; kendi aralarındaki sorunları çözebilecek yetkinliktedir. Bunu çözecektir. Bu konuda çabaların daha sonuç alıcı noktalara doğru gideceğini düşünüyorum. Umarım bu konuda önümüzdeki süreçte daha olumlu gelişmeler yaşanacaktır.
Böyle bir durumun gelişmesi tabii ki yeniden Ulusal Kongre’yi gündeme taşıyacaktır. Belki kongre hemen gerçekleşmez ama o çizgide herkesin çaba göstermesi önemlidir. Bunun da gelişme zemini olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu halkımızın çıkarları ve tüm siyasi kesimler için çok önemli bir husustur.
Kürdistan halkı bu süreçte ne yapmalıdır?
Öncelikle herkes bilmeli ki, Kürt halkının özgürlük mücadelesi tarihin bu aşamasında en stratejik bir döneme girmiştir. Bir varlık-yokluk mücadelesi ve süreci başlamıştır. Dolayısıyla başta Kuzey Kürdistan halkı olmak üzere tüm Kürdistan halkı bu direniş merkezlerine sahip çıkmalıdır; onları yalnız bırakmamalıdır. Değerli Cizre, Silopi, Nusaybin, Kerboran, Sur halkı yalnız bırakılmamalıdır. Bugün Botan, Amed, Mardin ve Gever halkı direniyor. Diğer tüm bölgeler buna sahip çıkmalıdır. Özellikle metropoldeki Kürdistanlılar Türk devleti Kürdistan şehirlerini viraneye çevirirken, tank ve topla hedeflerken, kendi evinde oturmamalı, herkes mutlaka bir şeyler yapmalıdır. Herkes bu tarihsel sürece mutlaka katkı sunmalıdır. Eğer ki AKP devletinin halkımıza karşı geliştirdiği bu hamle sonuçsuz kalırsa Kürt halkının doğal hakkı olan Demokratik Özerkliğin tanınması, gündemleşmesi gerçeğe dönüşecektir. Bu açıdan tarihi bir fırsat vardır. Bu bir fırsattır. Öyle Türk devletinin tehditlerinden korkmaya, ürkmeye gerek yoktur. Onlar güçlü oldukları için değil, korktukları için bu hunharca saldırıyı başlatmışlardır. Ancak güçlü olan biziz; kazanan da biz olacağız. Buna inanmak, güvenmek gerekiyor. Önemli olan herkesin üzerine düşen yurtseverlik, demokratlık görevini yapmasıdır. Kadını olsun, gençliği olsun, yaşlısı olsun, emekçisi olsun, köylüsü olsun, herkes sorumluluk duymalı. Özellikle Kürt gençliğinin başlatmış olduğu bu mücadeleye, Kürt kadınının tüm özgürlükçü özellikleriyle katılım gösterdiği bu büyük direnişe tüm halkımızın katılması büyük bir önem taşıyor. Daha önce de belirttiğim farklı siyasi yapılar da buna katılabilir. Bu direniş herkese açıktır; ulusal-demokratik bir direniştir. Herkes katılım göstermelidir. Kürdistan’ın diğer parçaları bulundukları zeminde bu direnişle dayanışma içinde olmalıdır. Değişik dayanışma tutumlarını, eylemliliklerini geliştirebilirler.
GENÇLİK YDG-H SAFLARINA
Kuzey Kürdistan’daki gençliğe, özellikle metropoldeki gençliğe seslenmek istiyorum: Herkes kendi yerinde sahiplenme direnişini geliştirsin ama yapabilenler gelsin, direniş şehirlerinde direnişe katılsın. Herkes Cizîra Botan’a gelsin, Sur’a gelsin, YDG-H saflarında direnişe katılım göstersin. Direniş merkezleri tüm Kürt halkının kalbinin attığı merkezler haline gelmelidir. Bu konuda halkımızın kendi içinde bu biçimde bir dayanışmayı geliştirmesi, fedakarlık göstermesi kesinlikle halkımızın başarısını beraberinde getirecektir. Kürdistan gençliği bunu bilmeli ve direniş merkezlerinde yiğitçe yerini alarak bu tarihi-kutsal mücadeleye katılmalıdır.
Bugün kimsenin ‘talimat var ya da yok’ demesine gerek yoktur. Genel talimatı Önder Apo zaten vermiştir. Gün, direniş günüdür; gün, kendi benliğine, kimliğine, haysiyetine sahip çıkma günüdür; gün fedakarlık ve büyük bir sorumlulukla özgür geleceğe yürüme günüdür.
KAMUOYU YARATILMALI
Önemli bir husus da yurtdışındaki Kürt halkının sağlayacağı büyük katkıdır. Şimdi Türk devleti bu büyük iç savaşı gizliyor. Ama Avrupa’daki, Kanada’daki, ABD’deki, Rusya’daki ve dünyanın dört bir yanındaki Kürtlerin Türk devletinin halkımızı katletmesine seyirci kalmadan sokaklara dökülmesi, demokratik eylemlerle -buna özenle dikkat etmek gerekiyor- kendi halkına sahip çıkması, kamuoyu yaratması çok çok önemlidir. Bu açıdan ben yurtdışındaki tüm Kürtlere şunu söylüyorum: En büyük görev sizlere düşmektedir. Ülke zemininde büyük bir emek, kanla canla veriliyor. Sizler de orada bir diplomasi gücü olarak, kamuoyu yaratma gücü olarak üstünüze düşen fedakarlığı yapmalısınız. Eğer böyle içte dışta herkes üzerine düşeni yaparsa o zaman başarı daha fazla olanak dahiline girmiş olur.
DÜNYA SESSİZ KALMAMALI
Uluslararası kamuoyuna da bir kaç şey söylemek istiyorum: Kürt halkının çığlığına kulaklarını tıkamamalıdırlar. Kürt halkı bugün kendi emeğiyle, kanıyla insanlık ve özgürlük mücadelesi yürütmektedir. Özerklik sistemi, Amerika’da, Kanada’da, Avrupa’da, Rusya’da, Çin’de, Hindistan’da, dünyanın dört bir tarafında farklı kültürlerin ve dillerin bir arada yaşama formülasyonudur. Bugün Kürt halkı da tekçi, otoriter, asimilasyoncu, soykırımcı bir sömürgeci anlayışa karşı bu evrensel hakkı elde etmek için direniyor. Demokratik Özerklik evrensel bir haktır. Kürt halkı, bugün bunun için sokağa dökülmüş, direniyor. Tüm dünya demokrasi güçleri buna sessiz kalmamalı, Kürdistan halkının bu haklı davasını destekleyerek insanlık görevlerinin gereklerini yerine getirmelidir.
TÜRKİYELİLER YALNIZ BIRAKMAMALI
Türkiye’deki sol-sosyalist-demokratik güçlerin, emekçi kesimlerin, özgürlükten, demokrasiden ve birlikten yana olan tüm kesimlerin Kürdistan’da gelişen bu anlamlı direnişle dayanışma içinde olmaları gerekiyor. Bizim bu konuda ümidimiz vardır. Şimdiye kadar çok ciddi bir destekleri gelişmemiş olmakla birlikte, Türkiye emekçi sınıflarına ve demokrasi güçlerine olan inancımız gereği biz Türkiye emekçi-sol-demokratik kesimlerin de Kürt halkının bu anlamlı ve haklı direnişini yalnız bırakmayacaklarını düşünüyoruz.