Karayılan: ‘Ben insanım’ diyen hiç kimse evinde oturmamalı
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan AKP devletinin Kürtlere uyguladığı zulme karşı kendine “ben insanım” diyen kimsenin evinde oturmaması gerektiğini söyledi.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan AKP devletinin Kürtlere uyguladığı zulme karşı kendine “ben insanım” diyen kimsenin evinde oturmaması gerektiğini söyledi.
Dengê Kurdistan Radyosu’nun sorularını yanıtlayan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan AKP devletinin Kürtlere uyguladığı zulme karşı kendine “ben insanım” diyen kimsenin evinde oturmaması gerektiğini söyledi.
Demokratik özerkliğin, Kürt sorununun çözümü ve Kürdistan’ın özgürlüğü için en iyi formül olduğunu belirten Karayılan, “Şimdi Türkiye’de özellikle sömürgeci eğiliminde olan kesimler Kürdistan halkının meşru direnişini kırmak için ve Türk halkının desteğinin önünü almak için ‘bu bölücülüktür, bu Türkiye’yi parçalamadır, terördür, ihanettir’ demektedirler” dedi.
Karayılan’ın Dengê Kurdistan Radyosu’na verdiği söyleşinin tamamı şöyle:
Öz yönetimini ilan eden alanlarda büyük bir direniş yükseliyor ve bugün önemli bir aşamaya gelmiş durumda. Bu direniş nereye doğru gidiyor?
Öncelikle bütün herkesi selamlıyorum. Sizin de söylediğiniz gibi halkın direnişi bugün çok önemli ve tarihi bir dönemece girdi. Gerçekten de Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nde bugün yaşanan savaş ve direniş yeni bir süreci, yeni bir dönemi gösteriyor. İlk defa halkımız özgürlüğü için, varlığı için, Önderliği için, bu topraklarda insan gibi ve özgürce yaşamak için bu düzeyde direniş göstermiş oluyor. Bu yeni bir şey; bu bir zirve ve bu kendiyle gerçekten önemli gelişmeler sağlayacaktır. Sur, Cizre ve Silopi’de gelişen direniş sadece bu bölgelerin direnişi değil, esasında sömürgeciliğin zulmü karşısında Kürdistan halkının direnişidir. Hatta Türkiye halklarının bir direnişi ve iradeleşmesidir. Türkiye’de bütün ezilen kesimlerin, sistem dışı bırakılmışların, sistemin zorbalığından zarara uğrayan her farklı kültür ve inanç çevrelerinin direnişidir. Diktatör, otoriter, merkeziyetçi bir Türkiye için değil; demokratik, çoğulcu ve özgür bir Türkiye için bu direniş gerçekleşiyor. Bunun için birçok anlamı vardır bu direnişin. Her şeyden önce bu direnişte yer alan ve direnişi geliştiren kahramanlar bunun anlamının farkında olmalılar. Çünkü onların gösterdiği direniş, çok önemli, tarihi ve Kürdistan ile Türkiye, hatta bölge halkları için çok anlamlı bir direniştir.
Demokratik özerklik, Kürt sorununun çözümü ve Kürdistan’ın özgürlüğü için en uygun formüldür. Şimdi Türkiye’de özellikle sömürgeci eğiliminde olan kesimler Kürdistan halkının meşru direnişini kırmak için ve Türk halkının desteğinin önünü almak için ‘bu bölücülüktür, bu Türkiye’yi parçalamadır, terördür, ihanettir’ demektedirler. Bu şekilde suçlamalarda bulunuyorlar. Gerçekleri çarpıtıyor ve doğru konuşmuyorlar. Oysa Türkiye’nin parçalanmaması için tek yol demokratik özerklik formülüdür. Başka yol yoktur. Bu yöntem Türkiye’nin parçalanması için değil, Türkiye’deki halkların gönüllü birliği ve ortak yaşamı içindir. Ama karşı taraf samimi ve eşit bir birlik istemiyor; köleliğin olmasını istiyor. Kürt halkını köle gibi teslim almak istiyorlar. Onun için Kürt halkı şimdi ‘biz de bir iradeyiz, biz de kimlik, dil ve kültür sahibiyiz. Bunun için Özerklik istiyoruz’ diyor. Onlar da buna ‘ayrılıkçılık ve terör’ diyorlar.
Şu gerçek var ki; Kürt halkı eğer kendine sahip çıkarsa, ‘ayrılıkçılık var’ diyorlar. Çünkü sömürgeci zihniyet, ‘siz kendinizi inkar edin ve bize katılın’ diyor. İstekleri bu temeldedir. Buna karşı demokratik özerklik perspektifi, bir insanlık duruşu, bir kimlik duruşu ve onur ile haysiyet duruşudur. Tabii ki çok değerlidir. Kürt halkı Türkiye’de ancak bu şekilde özgür yaşayabilir. Onun dışında bir yolu yoktur. Halkımız artık böyle köle gibi yaşamak istemiyor. Bunun için bugün bu direniş sürdürülüyor ve çok önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Bu direniş herkesi etkisi altına alabilir; Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt halkının özgürlüğü, Önder Apo’nun özgürlük yolunun açılması için bu direniş bugün tarihi bir rol oynuyor.
Kürdistan’da birçok alanda özyönetim ilan edildi fakat neden sadece 3 alana yani Silopi, Cizre ve Sur’a yoğun saldırılar var?
Doğrudur, şimdi sadece 3 şehirde saldırılar devam ediyor. Önce 5 şehirdi. Düşman hedefi küçültmek için, ‘Mardin halkının direnişi de bu sürece dahil olmasın’ diye Nusaybin ve Kerboran’da saldırılarını durdurdu. Şimdi sadece iki bölgeyi hedef haline getirmişler. Amaçları, hedefi küçültmek ve düşürmektir. Ama dikkat edin hedef olarak belirlediği yerlerin birisi Amed’in merkezi olan Sur ilçesidir. Sur ilçesi, Amed’in ruhudur. Sur, Amed’dir. Tarihte Kürt ve Kürdistan’ın sembolü, Kürt direnişçiliğinin her zaman temsili olmuştur. Onun için Sur’u düşürmek istiyorlar. Bir diğer yer ise Botan’dır. Cizra Botan ve Silopi’dir. Botan’ın ilçelerini düşürmek istiyorlar. Botan ise Kürt tarihinde savaşçılığı, cesareti ve Kürt hakikatinde ısrarıyla tanınıyor. Mîr Bedîrxan’ın mekanıdır. Kürt yurtseverliğinin en güçlü olduğu Amed ve Botan her zaman tarihsel bir rol oynamışlardır. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bu yerlerde güçlü bir alt yapısının olduğu çok iyi biliniyor. Şimdi Türk sömürgeciliği Botan ve Amed’de sonuca gidip Kürdistan devrimi ve Kürt halkının direnişini yenmek istiyor. Eğer bugün Sur’da, Cizre’de ya da Silopi’de sonuç alırlarsa, yarın Şirnex, Nusaybin, Gever, Kerboran, Derik ve Farqin gibi diğer bölgelere de sıra gelecektir.
Bugün birçok yerde silahlı öz savunma direnişlerinin olduğu biliniyor. 30-40 yerde demokratik özerklik ilanı edilmiş. Ama dikkat edin; sadece 3 şehri hedef alıyorlar. Bu şehirler sıradan şehirler değil; Kürt halkının direniş merkezleridir. Onlar o şehirlerde sonuca gitmek istiyorlar. Kürt halkının gözünü korkutmak ve bütün Kürdistan’da teslimiyeti geliştirmek istiyorlar. Onun için bu 3 şehir şimdi özellikle hedef seçilmiş durumda.
Tarihte Kürt başkaldırılarının hepsinin bölgesel düzeyde kaldığı biliniyor. Ulusal düzeye gelmemiş, ulusallık gelişmemiş ve isyanlar bütün Kürdistan’a yayılmamıştır. Bazı bölgelerde isyan başlamış, düşman o bölgeleri kuşatıp ezmiş. Şimdi de öyle yapmak istiyorlar. Kendi kendilerine bir senaryo hazırlamışlar; Sur, Cizre ve Silopi’yi kuşatmışlar ve bu yerleri kırmak istiyorlar. Elbette buna karşı halkımızın sessiz kalmaması gerekiyor. Bugün Kürt siyasetçileri, değişik demokratik yurtsever kurumlar, yine hareketimizin yönetimi; ‘Botan ve Amed direnişine sahip çıkma’ çağrılarında bulundular. Bölgesel değil; ulusal demokratik bir direnişin gelişmesi için böyle çağrılar yapılıyor. Gerçekten de istenildiği gibi sahip çıkma olmazsa adeta tarih tekerrür edecek. Daha doğrusu Türk devleti tarihe tekerrür yaptırmak istiyor.
Şeyh Said isyanında, direnişçiler Sur kapılarında yalnız bırakılmıştı. Ancak bugün tam tersi bir biçimde halk her gün Amed’de Şeyh Said Meydanı’nda toplanıyor...
Doğrudur, ben şimdi devletin isteminden bahsediyorum. Devlet bu 3 şehri yalnız bırakıp sonuca gitmek istiyor ama halkımız buna müsaade etmiyor. Yaklaşık bir aydır Amed halkının tamamı ayakta. Sadece Sur ilçesi değil bütün Amed halkı ayakta. Bu çok anlamlıdır. Yine Kürdistan’ın her yerinde halkımız sokaklara çıktı, tepkisini gösterdi. Hatta Avrupa’da halkımız birçok eylem geliştirdi ve tepkilerini ortaya koyuyor. En anlamlı şey, ister Türk olsun, ister Kürt, Alevi halkımızın öncüleri şimdi Kürdistan’daki direnişe destek vermek için açlık grevine girmişler; yine Türkiye devrimci emekçi kesimleri bir gün grev yaptılar. Yani tarih tekerrür etmiyor. Koşullar eskisi gibi değil. Kürt halkında ulusallık ruhu gelişmiş. Bir de Kürt halkının mücadelesi aynı zamanda Türkiye halklarının da mücadelesidir. Aynı zamanda bütün işçi ve emekçilerinin de davasıdır. Bu sistemde ezilen halkların, Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin, bütün ezilen sınıfların, kadınların ve halkların davasıdır. Kürt özgürlük direnişinin artık eskisi gibi tecrit edilebilmesi mümkün değildir.
Şimdi basında çıkan haberle duyduk ki, Cizre’nin Cumhuriyet Mahallesi’nde bazı korucular silah bırakmış. Özellikle Teyî aşireti ve diğer bazı kesimler bu konuda tavır sahibidirler. Botan halkının bütün aşiretleri bugün bu direnişe sahip çıkıyor. Bu çok anlamlıdır. Hepsini selamlıyorum. Böylesi önemli bir süreçte böylesi onurlu ve mertçe tavırların gelişmesi olumludur. Halkımız bunu unutmaz. Yani çok anlamlı şeyler var. Tabii bir bütün olarak baktığımızda görülen odur ki düşman kırılacak. Türkiye sömürgeciliğinin halkımızı yenmesi mümkün değildir. Halkımızın direnişi, özgürlük, demokrasi ve var olma direnişidir ve bu direniş kazanacaktır. Artık sömürgeciler değil, halklar kazanacak. Bugün sıra Kürt halkınındır. Gün Kürtlerin günüdür, gün demokrasi ve özgürlük günüdür. Gün diktatörlük günü değildir. Onun için de halkımız ve onun kutsal direniş mücadelesi kazanacak.
Fakat yaşanan eksiklikler varsa, onları da görmek gerekiyor: Doğrudur; bugün bu direnişe destek veren birçok kesim vardır ama bu sahip çıkış normal bir düzeydedir. Halbuki direniş bugün Sur, Cizre ve Silopi’de çok önemli bir aşamaya girmiş durumda. Halkımıza zulüm yapılıyor, çocuklarımız katlediliyor, analarımız öldürülüyor. Daha dün Melek Alpaydın adında bir anne evinde çocuklarıyla sofradayken düşmanın topuyla şehit edildi. Düşman alay edercesine, ‘hangi cisimle şehit düştüğünü araştırıyoruz’ diyor. Halbuki her şey gözler önündedir; onların attığı topla şehit düşmüştür. Ama AKP devleti büyük bir yalan siyaseti yürütüyor ve yavuz hırsız misali hem suçlu hem güçlü pozisyonuna girmeye çalışıyor. Hem bizi vuruyorlar hem de bizim vurduğumuzu iddia ediyorlar. Hem şehirlerimizi boşaltıyorlar hem de bizim boşalttığımızı iddia ediyorlar.
Şehirlerimizi topa tutup boşaltıyorlar. 21. yüzyılda böylesi büyük ve kadim şehirlerin topla vurulduğu ve yıkıldığı nerede görülmüş? Nerede görülmüş ki bir anne sokakta vurulmuş; cenazesi 7 gün yerde kalmış? Nerede genç kızlar şehit edilmiş ve ölü bedenleri çırılçıplak sokaklarda gezdirilmiş? Nerede gençler şehit düşürüldükten sonra arabaya bağlanıp sokaklarda sürüklenmiş? Bunların bir kısmına DAİŞ vahşetinde tanık olduk ama bunlar şu an onu da aşan bir konumdalar.
Bütün bunların hepsi insanlık dışı bir zulümdür ve bu zulüm bugün Kürtlere yapılıyor. AKP devletinin vahşeti Kürtlere böyle zulüm yapıyor. Bunun karşısında kendine ‘ben insanım’ diyen kimse evinde oturmamalıdır. Herkesin elini vicdanına koyması gerekiyor. Eğer ki şimdi Cizre’de bu zulüm yaşatılıyorsa, kendine, ‘ben Kürdüm, yurtseverim, demokratım’ diyen hiç kimse evinde oturmamalı, mutlaka bir şey yapmalı. Bu direnişi bölgesel karakterden çıkarıp ulusal bir direniş haline getirmeliyiz. Amed ve Botan’ın yiğit halkı bu direnişte yalnız kalmamalı.
Ama her şeyden önce bu bir görevdir. Kürt olma, yurtsever olma ve demokratik olma görevidir. Yani bu bir insanlık görevidir. Kendine ‘ben insanım’ diyen kimse bu topraklarda yaşanan bu vahşete ve zulme karşı sessiz kalmamalı.
Eğer bu çerçevede bakılırsa gerçekten Kürt toplumunun bugünkü sahiplenmesinin yeterli olmadığı görülecektir. Avrupa’da yaşayan Kürtlerin sahip çıkma düzeyi düşüktür. Avrupa Kürtlerinin bu direnişe göz, kulak ve ses olmaları gerekiyor. 21. yüzyılda şehirler bombalanıyor; kadın, çocuk, yaşlı demeden insanlarımız hedef yapılıyor. Bu vahşettir. Ve bu vahşet hala dünya kamuoyuna yansımamış bir durumda. Bunun için mevcut çabalar ve yapılanlar yetersizdir.
Buradan sesleniyorum: Bütün yurtsever kurumlar ve demokratlar, bu zulmün karşısında daha fazla ses çıkarmalılar, daha fazla tavır almalılar ve direnişe daha fazla katılmalılar. Kürt gençleri, daha fazla katılım yapmalı. Kürt gençlerinin direnişe katılmaları gerekiyor. Silopi, Cizre ve Sur’a gelerek direnişe katılmaları lazım. Bu zulmün karşısında kimse sessiz kalmamalı. Katılmalı, direnmeli ve bu zulmü kırmalı. Görev budur. Yani kimin elinden ne geliyorsa onu yapmalı. Gün böyle bir gündür. Gün gayret günüdür. Gün onur günüdür. Kimin elinden ne geliyorsa hiçbir şeyi ardına koymadan yapması gereken bir gündür.
Bu direnişe katılmak isteyen kişiler ve bölgeler fazla geç kalmamalıdırlar. Türk devletinin saldırıları ve direnişin boyutlanması yeni bir durum ortaya çıkardı. Bu aşamada seyretmek değil erkenden harekete geçmek gerekiyor. Kürt halkı birbirlerine sahip çıkmalı. Şehirler birbirlerinin çağrısına kulak vermeli. Sur’daki, Cizre’deki ve Silopi’deki direnişlerin bu düzeye ulaşmış olması aslında bir çağrıdır. Tüm Kürt halkı ve Türkiye halkına ve toplumuna bir çağrıdır. Tanklara, toplara, helikopterlere ve büyük saldırılara karşı halkımız direniş gösteriyor. Bu direniş aynı zamanda bir çığlık ve çağrıdır. Bu sese karşı kimsenin sessiz kalmamalı.
Maalesef dünya kamuoyu ve devletler bu saldırılara seyirci kalıyor. Dünya kamuoyundaki bu sessizliği kırmalıyız. Biz Kürt halkı olarak dünya kamuoyundaki bu sessizliği eylemci, demokratik ve barışçıl tavırlarımızla kırmalıyız. Kutsal direnişin sesini dünyaya yaymalıyız, dünyaya mal etmeli ve böylelikle AKP faşizmi ve Türk işgalci güçlerinin zulmünü, vahşetini kırmalı ve onları tüm dünyada mahkum etmeliyiz. Eğer tüm gücümüzü devreye koyarsak biz devletten daha güçlüyüz. Davamız ve yolumuz bu imkanı bize sunuyor. Onları kırabiliriz. Ancak bunun için herkes kendini sorumlu görmeli, talimat beklemeden, kendiliğinden harekete geçmelidir.
Özyönetim direnişine karşı Türk devletinin yürüttüğü kuşatma ve sokağa çıkma yasağı taktiği nedir? Buna karşı direnen Kürt gençleri ne yapabilirler?
Savaşlarda ya da direnişlerde birbirlerine karşıt güçler birbirlerinin taktiklerini iyi anlamalılar. Taktik, yol ve yöntem konuları önemlidir. AKP sömürgeciliğinin şu an bu şehirlere dönük taktiği, ‘sokağa çıkma yasağı adı altında kuşatma’dır. Türk devleti kuşatma taktiğini yürütüyor. Tarihte bu taktik çok kullanıldı. Kalelerin ve şehirlerin kuşatıldığı savaşlar olmuştur.
Burada amaç nedir?
Birincisi oradaki halkı aç bırakmak istiyorlar. Erzakların bitmesini bekliyorlar. Elektrik, su ve şehre giriş-çıkışları keserek halkı orada aç bırakarak göçertmeyi esas alıyorlar. Birinci hedefi budur. İkincisi; çatışmaları aralıksız sürdürerek direnişçilerin cephanesini bitirmeyi amaçlıyor. Bu taktik geçmişten beri böyle uygulanagelmiştir. Türk devleti de şimdi bunu yürütüyor. Amaç; bir yandan halkı perişan etmek, aç bırakmak, göçertmek; diğer yandan ise direnişçilerin de cephanesinin bitmesini sağlayarak, direnişi gevşetmek, tereddüt yaratmak, kararsızlık yaşatmak ve böylelikle ya imha etmek ya da teslim olmaya veya kaçmaya mecbur bırakmaktır. Yani böylelikle direnişi zayıflatmak ve kırmaktır.
Bir de bunun yanı sıra psikolojik savaşa ağırlık veriyorlar. Basın ve medya yoluyla, yine megafonlarla direkt yaptıkları çağrılarla halkı korkutmak istiyorlar. “Sizleri öldüreceğiz; her türlü silahı kullanacağız; herkes göç etmeli ve teslim olmalı” diyerek, direniş alanlarındaki herkesi korkutmayı amaçlayan bir psikolojik savaş yürütüyorlar. Bu savaşı parlamenterler üzerinde de yürütüyorlar. Şimdi parlamenterleri dokunulmazlıklarını kaldırmakla, onları tutuklamakla tehdit ediyorlar. Siyasetçileri ve parlamenterleri korkutmak için ağır hapis cezaları veriyorlar. Örneğin Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı’na 15 yıl hapis cezası verdiler. Yani Kürt siyasetinde, Kürt halkında ve Kürt savaşçılarında korku yaratmak istiyorlar. Onlara, “sonuca gidemeyeceksiniz” diyorlar. Onları zayıf göstermek istiyorlar. Fakat açık olan bir şey var ki zayıf olan aslında kendileridir. Bugün tüm dünyaya yayılmış olan davamızın meşruluğu açıktır. Bölgemizde ve dünyada herkes kendisini kimliğiyle temsil ediyor; artık Kürtler de kendi kimliğiyle kendini temsil edecektir. Biz zayıf değiliz, güçlüyüz; bugün zayıf olan sömürgeciliktir. Pratikte de şimdiye kadar başarısızdırlar bu da zayıflıklarını açıkça ortaya koyuyor. Fakat basın ve medya yoluyla, yine kullandıkları ağır silahlar yoluyla psikolojik savaş yürütüyorlar. Şehirleri o yüzden toplarla dövüyorlar. Her şehri top atışına tuttuklarında halkın kaçmasını sağlamak, direnişçilerde tereddüt yaratmak ve bu temelde sonuca gitmek istiyorlar.
Buna karşı toplumsal alanda halkın öncüleri olan siyasetçilerin ve de halkımızın daha iradeli bir duruş sergilemeleri gerekiyor. Bilmeliler ki bunların çoğu korkutmak ve psikolojik savaş için yapılıyor. Kuşkusuz her türlü tedbir alınmalı ve düşman küçümsenmemelidir. Fakat şunu da bilmeliyiz ki bunların çoğu tehdit ve şantajdır. Ağır silahlarla vurarak ve psikolojik savaş argümanlarına başvurarak kendisini karşısında durulamayacak büyük bir güç olarak yansıtmak istiyorlar. Daha doğrusu yenilgili durumlarını gizlemek istiyorlar. Özüne bakarsan, 5 aydır bu direniş karşısında Türk devleti yenilmiştir, kaybetmiştir. Şuanda kaybettiklerini arıyorlar. Kürdistan’da meşru bir güç değil; işgalci bir güçtürler. Kürdistan’ı işgal etmişlerdir ve artık bu açık bir şekilde görülmektedir. Bugün sömürgecilik Kürdistan’da siyasi olarak kaybetmiştir; pratikte de kaybetmektedir. İşte bunun üstünü örtmeye çalışıyorlar.
Kuşkusuz direnişçiler iradeli olmalı. Her şeyden önce kararlılık ve cesaret gerekiyor. Bu konuda Kobanê gözler önündedir. Kürt direnişinde Kobanê ruhu çok anlamlıdır. Kobanê’de ne oldu? Kobanê’de halk kalmadı ve Kobanê boşaldı. İlk önce Kobanê yönetiminde tereddüt vardı. Bu yüzden çeteler Kobanê’ye çabuk girdiler. Kobanê düşmek üzereydi fakat ne zaman Kobanê yönetimi kendini yeniledi, kendinde kararlılık geliştirdi; cesaret ve iradeyle, ‘şehrin düşmesine izin vermeyeceğiz’ dedi; işte o zaman direnişçiler set oluşturup adım adım saldırıya geçerek Kobanê’yi özgürleştirdi. Yönetimlerin duruşu çok önemlidir. Bu hem siyasi hem de askeri yönetim için geçerlidir. Eğer bir yerde yönetim kararlıysa ve sistemini tereddütsüz bir biçimde oluşturursa orada sonuca gidecektir. Bu konuda tüm direnişçiler ister siyasi yönden, ister toplumsal yönden, isterse de öz savunma yönünden olsun bu konuları dikkate almalılar. Kobanê ve dünya örnekleri gözler önündedir.
Örneğin; bir Silopi’de veya başka bir yerde mücadelenin başarılı olması için kararlılık olmalı. Halk ve direnişçiler birbirlerini yalnız bırakmamalı ve desteklemeli. Başarının yolu buradan geçmektedir. Halkın ve savaşçıların ortak olması; bununla birlikte tereddüde yer verilmemesi, cesurca bir duruşun gösterilmesi gerekir. Toplumsal alanın ve öz savunma alanının öncüleri doğru öncülük ederse ve düşman taktiklerine gerekli cevabı verirse, bu direniş kazanacaktır. Düşman şimdiye kadar sonuca gidemedi; bundan sonra da gidemeyecek. Dediğimiz gibi Sur, Cizre ve Silopi direniş sahalarında siyasi ve toplumsal alanın ve öz savunma alanın öncüleri düşmanın saldırılarına karşı taktik geliştirmelidirler. Buradan, ‘şunu yapmalı, bunu yapmalı’ dememiz mümkün değil ama kendilerini nasıl savunacaklarını ve düşmanın yönelimini nasıl boşa çıkaracaklarını iyi bilmeli ve bunların taktiklerini geliştirmelidirler. Örneğin düşman halkı aç bırakmak istiyor. O zaman halkın öncüleri halkı aç bırakmamak için her şeyi paylaşmalı. Düşman suyu bitirmek mi istiyor; o zaman suyu idareli kullanacaklar, doğal kaynaklardan yararlanacaklar. Düşman cephaneleri bitirmeyi mi amaçlıyor; o zaman cephaneyi tedbirli kullanacaklar.
Her konuda kendi kendilerine yetebilmelidirler. Tarihte örnekleri çoktur; eğer bir güç kendi kendine yetiyor ve hatta bazı açılardan kendini düşmanından besliyorsa o güç asla yenilmez. Bunun yolu ve yordamı vardır. Direnişçiler bu tür yöntemlerde ustalaşırlarsa hiçbir sıkıntı çekmezler. Basından duyduğum kadarıyla Sur’daki direnişçiler buna benzer yöntemler kullanıyorlar. Bu takdir edilmeli. Eğer bir güç bunu yapıyorsa asla yenilmez. Tüm halk devrimlerinde bu tür yaratıcı yöntemler kullanılmış. Bugün Kuzey Kürdistan direnişinde ve özellikle isimlerini saydığımız bu merkezlerde eğer böyle hareket ederlerse aylarca, hatta yıllarca direnebilirler. Her aile, her bina, her mahalle birer kale gibi olur. Eğer halk yurdunu terk etmeyip evinde kalırsa, ki kalmalılar, birbirlerine destek olurlarsa her bakımdan kendisine yetebilirler. Direnişçiler için de bu geçerlidir. Doğru yol ve yöntemleri kullanırlarsa, düşmanın taktiklerini tanıyıp boşa çıkarırlarsa direnebilir ve kazanabilirler. En iyi savunma, her zaman yerinde durmak değildir. Gerekli yerde kendini savunma gerekli yerde aktif davranarak düşmanın üstüne gitmektir. Direniş bu yol ve yöntemlerle kendine yetebilmeli. Dışarıdan beklememeli, kendi gücüne güvenmelidir. Eğer toplumsal ve öz savunma alanlarının öncüleri böyle hareket ederse kendilerine yetebilirler ve sonuca gidebilirler.
Her şeyin bir yolu vardır. Örneğin şimdi Türk devleti yoğunca tank kullanıyor. Buna karşı anti-tank silahların yoksa ya da kullanmak istemiyorsan aslında tankları durduran sadece anti-tank mayınları değil bir battaniyeler de tankları durdurabilir. Tankın yollarına bir kaç battaniye atarsın; o battaniye tankın zincirine dolanır ve tank hareket edemez. Yine düşman havadan keşif yapıyor. Bütün caddelerin üzerini çarşafla veya başka bir örtüyle kapat ki caddelerin içini keşif uçağı göremesin. Yani her şeyin bir tedbiri vardır. Burada önemli olan bu işin öncülerin rollerini doğru oynamaları ve akıllı davranmalarıdır. Eğer böyle olursa mutlaka sonuç alacaklardır.
Bugün tüm halkımızın ve demokrasi güçlerinin direnişçilerden ve direniş merkezlerinden umutları da bu temelde başarılı bir sonuç elde etmeleridir. Fakat onların da yalnız bırakılmaması gerekmektedir. Şuanda 3 alanda bir direniş varsa, o zaman tüm alanların harekete geçerek onları yalnız bırakmaması ve bu direnişi tüm Kürdistan’a yayarak genel bir tutum ortaya koyması gerekir. Direniş merkezlerinin öncülüğü doğru olmalı. Kürt halkının bir sahiplenmesi söz konusu fakat daha fazla sahiplenmek ve daha sonuç alıcı eylemler geliştirmek gerekiyor. Yurt dışındaki Kürtler sahiplenirse, Kürt halkının demokrat ve barışçıl dostları sahiplenirse, bu büyük direniş karşısında Türk sömürgeciliği kırılacaktır. Zamanı gelen bu olguya bugün herkes inanmalı ve buna göre hareket etmelidir.
Değerli halkımız bu kutsal mücadele uğruna çok büyük şehitler verdi. İster elinde silah, çatışan savaşçı olsun; ister AKP zulmüne karşı tepki gösteren çocuk olsun; isterse de çocuklarına bir lokma ekmek yedirmek için sokağa çıkınca vurulan bir ana veya baba olsun; bu mücadele içerisinde şehit düşen tüm insanlarımızı saygı ve minnetle anıyorum. Onlar Kürt halkının özgür varlığı uğruna canlarını verdiler. Onların anılarına bağlılık temelinde Kürdistan’ın özgürlük mücadelesini mutlaka sonuca götürmek, direnen tüm savaşçılar için elzem bir görevdir. Tüm savaşçıların ve direnişçilerin bu duygularla hareket etmesi halinde başaracaklarına olan inancımız ve güvenimiz sonsuzdur. Bu temenniyle direnişte olan tüm savaşçılara, halkımıza ve halkımızın dostlarına başarılar diliyor, saygılarımı sunuyorum.