PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “2015 Newroz’u, özgür yaşamın ve demokratik toplumun bir teori değil, bir politika değil, bir hayal da değil, adım adım gerçekleşir ve yaşanır bir olgu haline getirilmesi için birlikte, ortak mücadele edildiği, adımların atıldığı bir Newroz haline getirilmelidir. Birlik olunur mücadele edilirse bu gerçekleşir. Nasıl ki zalimleri yenen Newroz bundan 2 bin 500 küsur yıl önce ittifakla en büyük zalimi yenebilmiş, özgürlüğü yaratabilmişse şimdi de bunu yapabilir. Bunun için birincisi, özgürlük bilinci ve ruhu lazım. İkincisi, cesaret ve fedakarlık lazım. Üç, ittifak. İttifak olma çok önemlidir. Demokratik güçlerin, halkların, emekçilerin, kadın ve gençlerin asgari bir demokrasi ve özgürlük programında birleşerek mücadele etmeleri çok önemlidir. Newroz ruhu bunu istiyor. Newroz politikası bunu gerektiriyor. Newroz’un yeni bir çıkış olması da buna bağlıdır” dedi.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan MED NÛÇE’de yayınlanan Politik Alan programında Ersin Çelik'in sorularını yanıtladı.
Geçtiğimiz hafta 8 Mart kutlamaları vardı, yine Newroz var, bunları tartışacağız ama 16 Mart Halepçe Katliamı’nın 27. yıldönümü. Bu konuya ilişkin neler söyleyeceksiniz?
Ben öncelikle Halepçe katliamcılarını lanetliyorum. Bu katliamın bütün şehitlerini, kadın, erkek, genç, ihtiyar, çocuk hepsini saygı ve minnetle anıyorum. Bir soykırımdı. Kürtlerin geçmişten beri yaşadıkları genel soykırımın parçası olan katliamlardan bir tanesiydi, fakat en vahşi olandı. Bu katliam yaşamı kurutmak üzere, bütün canlıları yok etmek üzere, kimyasal silahla yapılan bir katliamdı. Toplumun geleceği yok edilmek istendi, çocuklarına, doğasına, canlı varlıklarına saldırılarak. Bu, inkar ve imha sistemiyle bağlantılı, kültürel soykırım rejimiyle bağlantılıdır. Başur halkı Behdinan’da, Soran’da bu sisteme boyun eğmedi, evet demedi, hep itiraz etti ve isyan konumunda kaldı. O sistem altında yaşamak yerine yaşamı daraltarak özgürce yaşamayı tercih etti. Bu katliam bu özgürlük ruhunu kırmaya dönüktü. Lanetli bir saldırıydı. Birçok oyun vardı. Saldırganlar geçen mücadele süreci içerisinde açığa çıktılar, birçoğu cezasını da buldu. Fakat oyun çoktu, esas olarak şunu görmek gerekiyor: onun arkasında bu inkar ve imha sistemi, Kürdistan’ı bölüp parçalayan sistem vardı. O sistem bu gün de saldırıyor. Dün Halepçe katliamı olarak saldıranlar bugün de DAİŞ faşizmi olarak, yine Germiyan’a, Kerkük’e, Celawla’ya, Şengal’e, Rojava’ya saldırıyorlar. Dün saldıran Saddam faşizmiydi, bugün DAİŞ faşizmi saldırıyor. Bu saldırıların anlamı aynı, saldırganlar ortak, buna karşı direniş de ortak.
Çok acı verici, zor bir olaydı Halepçe Katliamı fakat özellikle PKK şahsında Kuzey Kürdistan’da direnişi geliştiren, gerillanın güçlenmesini sağlayan, onun öfkesini, kinini, mücadele azmini ve kararlılığını arttıran bir rol oynadı. Daha yeni 84’ten itibaren PKK, gerilla mücadelesine başlamıştı. Bakur’da gerilla yeni gelişiyordu ki, 88 gerilla direnişinin en çok derinleştiği, yayıldığı bir dönemdir. Aslında Halepçe katliamına karşı, Halepçe şehitlerinin anılarına sahip çıkmak üzere bu gerilla direnişi yayıldı, gelişti ve bugüne kadar sürdü. PKK’de, gerillada bu şehitlerin anıları yaşadı, temsil buldu. Bugün dört parça Kürdistan’da gerilla direniyor, peşmergeye öncülük ediyor, cesaret veriyor, bütün Kürt örgütleri böyle bir direniş etrafında birleşiyorlar. Bir daha Halepçe katliamlarının olmaması için, Kürtlere ve başka halklara dönük böyle vahşi katliam ve soykırım saldırısı yapacak tehditlerin, tehlikelerin ortadan kaldırılması için büyük bir insanlık, özgürlük ve barış gücü olarak mücadele ediyorlar. Kürtler Ortadoğu'da böyle bir konum kazandılar. İnsanlık için böyle bir anlam taşıyorlar. Kürt savunma güçleri bugün direnişleriyle insanlığı her türlü katliama, soykırıma karşı savunan güç konuma geldiler. Bütün bunlar Halepçe şehitlerinin anılarının nasıl büyük bir direnişe dönüştüğünü, böyle bir insani özgürlük mücadelesinde yaşadığını gösteriyor. Anılarına Kürdistan’ın tümünde çıkılmıştır. Halepçe şehitlerini bu temelde bir kere daha saygıyla anıyorum. Halepçe’de böyle bir katliam yapacak kadar düşmanın saldırmasına direnişleriyle karşı duran, teslim olmamış bütün Başur halkını bu direnişçi geleneğinden dolayı selamlıyorum, hepsinin Newroz’unu da özel olarak kutluyorum.
Geçen programda Mart ayını kadının ve Kürdün ayı olarak tanımlamıştınız. 8 Mart’ı geride bıraktık. Kadınların bu 8 Mart’a katılım düzeylerini, eylem düzeylerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence tarihin en büyük 8 Mart kutlaması yaşandı. Bu temelde bir kere daha 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün tüm kadınlara ve kadın öncülüğü temelinde yaşamı öngörenlere kutluyorum. Özellikle dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında Kürtlerin yaşadığı her yerde bu böyle gerçekleşti. Hem nicelik hem de nitelik böyleydi. Ortaya çıkan duruşun Türkiye ve dünyanın diğer alanlarındaki yansımalarını da gördük. Özellikle de nitelik ve sloganlar önemliydi. Erkek egemen zihniyet ve sisteme karşı kadın kararlılığının ve bilincinin açığa çıkışı önemliydi. Yine özellikle Kobanê zaferi, Rojava ve Şengal direnişleri temelinde YJA STAR’ın ve YPJ’nin Kürt kadınları kadar Türkiye ve diğer alanlardaki kadınlar üzerindeki güç, irade, cesaret, moral verme düzeyini gördük. Bu gelişmelerde Jineloji’nin, Önder Apo’nun geliştirdiği kadın özgürlük biliminin etkileyici gücünü gördük. Bilimsel temel olarak kadının, toplumun tanımlanması ve kadın özgürlüğü temelinde demokratik toplum yaşamının tanımlanmasında önemli bir bilinç düzeyinin ortaya çıktığını, bu gerçeği kadınların herkesten daha fazla sahiplendiğini ve Önderlik gerçeğini anlayıp kendi özgürlüklerini Önder Apo’nun düşüncelerinin zaferiyle, fiziki özgürlüğüyle tam bütünlük haline getirdiklerini gördük.
DAİŞ faşizmine karşı ki, bu erkek egemenliğinin son en vahşi saldırısı oluyor, YPJ’nin, YJA STAR’ın en ön mevzide kahramanca yürüttüğü mücadele Kürt kadın özgürlük devrimini en üst düzeye çıkarmış, büyük bir bilinç, coşku ve tabi gericiliğe karşı öfke var. Bunu gördük. Bir de bunun etkisini gördük. Sadece Kürdistan’da kadın özgürlük devrimini güçlendirmemiş, Türkiye’de, dünyanın başka alanlarında da kadın özgürlük devrimini mayalamış, bunun çekirdeklerini oluşturmuş. Bütün kadınlar Kürt kadın gerillacılığından güç alıyorlar, özsavunma iradesi alıyorlar ve böylece bir kadın devrimi Kürdistan merkezli olarak Ortadoğu’ya ve dünyaya yayılıyor. Özellikle de Türkiye’de büyük gelişme kaydedileceği görülüyor. Türkiye’de demokratik devrimin kadın öncülüğünde olacağı da gözüküyor. Vahşi şekilde Özgecanları katleden zihniyeti, sistemi yıkacak irade, güç, mücadele kadın öncülüğünde çıkacak. Kadın eğer bilinçlenir, örgütlenirse bunu yapabilir.
Örneğin, Van’daki durumu gördük. Çok önemliydi. Güya herkes “Kürtler şöyle geleneksel toplum” şu bu diyorlardı, ilk defa bir erkeğin, Tayyip Erdoğan’ın deyimi ile “kadının kendisine emanet edilmiş” durumuna karşı kitlesel bir tepki oluştu.
Boğazlarını yırtarcasına ‘jin jiyan azadi’ sloganları atılıyordu…
Erkekler ve kadınlar şunu söylemediler: “Karıyla koca arasına kimse giremez. Erkek kadına istediğini yapar, çünkü ‘emanet’tir. Erkek sahibidir” demediler. Van için kapitalist, burjuva öğeler “geleneksel toplumun, aşiret sistemin en güçlü olduğu yerlerden” diye düşünüyorlardı. Ama toplumun ne kadar geliştiğini, değiştiğini gördük. Sessiz kalmadılar, zalimin, egemenin, vahşetin üzerine gittiler ve örnek oldular. Demek ki özgürlük bilinci, eylemi sonuç veriyor. Bu çok önemliydi, her yerde tekrarlanmalı, örnek alınmalı.
Ben bir programda söylemiştim, sokakta seyreden suç ortağıdır, müdahale etmeyen suç ortağıdır. Dahası çocukluktan başlamak üzere erkeği kadınla eşit, özgür yaşam konusunda eğitmeyen herkes bu sonuçta suç ortağıdır. Su ortağı olmamak, kadına karşı şiddeti öngören taciz, tecavüz, katliam temelinde yaklaşan her tutuma, duyguya, ruh haline, davranışa karşı çıkmak lazım. Kadınlar örgütlenmeli karşı çıkmalılar, erkekler karşı çıkmalılar. Özellikle de erkeklerin bu konuda bilinçlenmesi, tutum koyması, mücadele etmesi çok önemlidir. Bunu çok önemli ve yeni bir gelişme olarak görmek lazım. Toplum yaşamı bu temelde değişmeli. Sokaktaki kültür, yaşam kadının da özgürce, eşitçe katılacağı, rahatça kendi sokağında, mahallesinde, şehrinde yaşayabileceği özgürlükçü, demokratik ortama gelmelidir. Bu sağlanabilir, Van’daki durum bunun örneği oldu.
Bu temelde ben şunu ifade etmek istiyorum, Özgecan katliamı ortada, bir de Van’daki tutum ortada. Demek ki özgürlük bilinci ve örgütlülüğü en geri denen yerde bile çok ileri, devrimci değişiklik yapabiliyor. Özellikle Türkiye’de kadınlar Kürdistan’da gelişen kadın özgürlük devriminin gerçekliğini iyi anlamalılar. İdeolojik, örgütsel, mücadele çizgisiyle daha çok birleşmeliler. Bu, kadının da özgürlüğü, Kürtlerin de özgürlüğü, dolayısıyla Türkiye’de ezilen tüm kesimlerin özgürlüğü olacak. Böyle birleşik, ortak bir mücadele kadın özgürlüğüne dayalı demokratik toplumu ortaya çıkartacaktır. Ben bu temelde Sara yoldaş şahsında mücadele şehit düşmüş herkesi saygıyla anıyorum, mücadele yürüten herkese de üstün başarılar diliyorum.
8 Mart kutlamaları Newroz kutlamaları ile birleşti. Newroz ateşleri de yakılmaya başlandı. 2015 Newroz’unu, önceki Newrozlara göre, içinde bulunduğumuz siyasi atmosferi de düşünürsek, nasıl bir temel özelliği var? 2015 Newroz’unda öne çıkacak temel mesaj nedir?
Öncelikle büyük Newroz şehidimiz Mazlum Doğan yoldaş, yine ulusal kahramanımız Mahsum Korkmaz yoldaş şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum… Newroz özgürlük bayramı. Bu tarihsel olarak böyledir. Tarihte bu kadar eski bir bayram yok, özgürlüğü bu denli temsil eden bayram yok. Bir direniş bayramı aynı zamanda, birilerinin özgürlük bahşettiği bir bayram değil, mücadeleyle zalimler yenilerek kazanılan bir özgürlük olayıdır. Kürtlerin özgürlüğü kadar Ortadoğu toplumunun özgürlüğünü, o dönemin toplumsallığının, insanlığının özgürlüğünü ifade ediyor ve bu ittifakla, direnmeyle gerçekleşiyor. Halklar birlik halindeler, yalnız başına Kürtlerin mücadelesi de değil. Tıpkı şimdiki gibi. Kürtlerin öncülüktür, daha fazla katılımdır ama tek başına değiller. Diğer halklar da var. Zalim de herkese zulüm ediyor. Ne zaman ki, birleşme konumuna ulaşıyorlarsa güçleri artıyor, zalimi yenecek iradeyi kazanıyorlar ve binlerce yıldır bir toplumsal bayram olarak hiçbir devlet gücüne, para ve silah gücüne dayanmadan, toplumun derinliklerinde yaşayıp bugüne kadar gelen ilk özgürlük bayramı böyle ortaya çıkıyor…
Newroz Mazlumlarla, Mahsumlarla, Çağdaş Kawa Zekiyelerle, Berivanlarla, Ronahilerle yeniden yaratıldıkça işte bugün özgürlük tutkusu, bir Newroz ulusu, bir Newroz halkı haline gelmesi, demokratik ulus olarak Ortadoğu halklarının başına bela edilmiş DAİŞ faşizmine karşı sonuna kadar direnme iradesini gösteren bir topluluk haline gelmesi bu ruhla ortaya çıktı. Newrozlaştı, Newroz ruhunu edindi. O ruh neydi: Özgürlük ve direniş ruhu…
Önder Apo, “PKK ile birlikte Newrozlar daha güzeldir, daha anlamlıdır” dedi. PKK Newrozları Newroz yaptı… Böylece her Newroz’u Kürt halkı için, komşu halklar için hep yeni bir çıkış, yeni bir adım, yeni bir özgürlük hamlesi haline getirdiler. Önder Apo tarafından PKK’ye daha 1973’nin ilk çekirdeğine adım atılışı bir Newroz sürecidir, bir Newroz çıkışı oluyor. PKK örgütsel temeli, Önderlik gerçeğinin örgüt iradesine dönüşmesi Newrozla atılıyor. PKK ile birlikte Newroz yeniden bilince çıktı. Mazlum Doğan’la birlikte Newroz gerçek özüne, direnme ve özgürlük özüne kavuştu. Zekiyelerle, Berivanlarla, Ronahilerle, Agitlerle hem serhildan hem de gerilla oldu… Komutan Agit şahsında özgürlük gerillasına, kahraman ve yenilmez gerillaya dönüştü, Zekiyeler, Berivanlar, Ronahiler şahsında da kadın özgürlüğü temelinde gelişen halk serhildanlarına dönüştü. Ve geçen 40 yıl bu temelde bir özgürlük çıkışı, her Newroz yeni bir yıla adım atmayı, yeni bir özgürlük hamlesi yapmayı ifade ediyor.
Kürtlerin yeni yılı yeni başlıyor…
Doğru, zaten bazıları buna yılbaşı da diyorlar, Kürt yeni yılı da diyorlar. Aslında gerçekten de Kürt yılbaşı oldu. Kürtler için yıl Newroz’da başlıyor. Yeni yıl demek, Newroz’u bir yılbaşı olarak anlamak, tanımlamak da hatalı değildir. Bu günümüze kadar böyle geldi. Her Newroz’da önemli bir adım oldu. En son 2013 Newroz’unda Önder Apo tarihi bir barış ve demokrasi deklarasyonu yayınladı. Kürdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu'da büyük bir umut yarattı bu deklarasyon. Sorunların demokratik siyasetle çözülmesi umudu yarattı. Kadın özgürlüğüne dayalı özgür yaşam temelinde halkların kardeşçe, bir arada, yan yana yaşama umudu. Bu önemli ve ciddi bir çağrıydı… Hem düşünce olarak etkiledi hem de siyasi çözüm umudu bakımından bu çağrı etkiledi. Kürt sorununun çözüleceğine, Türkiye’nin demokratikleşeceğine dair, bir de dünyayı etkiledi. Sorunlar demokratik siyaset temelinde sorunların çözülebileceğini gösterdi. Yeter ki böyle bir yaklaşım, zihniyet olsun. Bu olmadığı için çözülemiyor. Eğer bir demokratik zihniyet devrimi gerçekleşirse sorunların çözümünün daha fazla imkan dahiline girmesi mümkün olacaktır.
Bunu iyi değerlendiremediler. Bu geçen iki yılda bu deklarasyon temelinde Kürt sorunu çözülebilirdi, Türkiye’de demokratikleşebilirdi, Ortadoğu'da da mevcut gelişmeleri Kürdistan ve Türkiye’deki gelişmeler belirleyebilirdi. DAİŞ faşizmi gibi bir saldırganlık ortaya çıkmayabilirdi. Aslında doğru değerlendirilmediği için şimdi bugün tehditler ve tehlikeler daha arttı. Sadece Kürtler tehdit altında değil.
Bu Newroz’un, geçen iki yılı değerlendirmeyen tutumlara karşı yeni bir umut, yeni bir çıkış olma arayışı var. Önder Apo’nun 2014 Kasımındaki ‘Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı’ böyle bir adımdı. O da çok önemli bir deklarasyondu. Aslında 2013 Newroz deklarasyonunun devam ettirilmesiydi. 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de HDP heyetinin yaptığı açıklama bunu daha da güncelleştirdi, somutlaştırdı ve pratikte uygulanabilir hale getirdi. Şimdi herkes bu Newroz’da bunlar temelinde yeni bir çıkış istiyor, bekliyor. Bu konuda gözler İmralı’da. Herkes nefesini tutmuş, TC sınırları içerisinde 77 milyon İmralı’dan, Önder Apo’dan gelecek umut mesajını bekliyor. Bu durumda olmak iyidir. Önder Apo iğne ucu kadar imkan bulursa bunu özgürlük, demokrasi, barış yönünde değerlendirecektir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Zaten pratiği bunu kanıtlıyor.
Fakat sorun sadece Önder Apo’yla çözümlenecek bir sorun değil ki, sorunu yaratan Önder Apo değildir, çözmeye çalışandır. Sorunu yaratan devam etmesini sağlayanlar da artık insafa gelmeli, gerçekleri görmelilerdir. Önder Apo’dan, İmralı’dan beklentiden olanlar, Önder Apo’nun çözüm gücü haline gelebilmesi, rol oynayabilmesi için başka yerlerden de bir şeylerin yapılmasını istemeliler.
Önder Apo çağrısını 28 Şubat’ta yaptı, kuşkusuz yeni çağrılar da yapar. Olması gereken, bir adım olacaksa, bu Newroz yeni bir çıkış olacaksa, Önder Apo’nun düşüncelerini daha geniş şekilde açıklamasına fırsat verilmeliydi. Bunun için gazeteciler, basın mensupları İmralı’ya gidebilmeli, sesli ve görüntülü görüşme yapabilmeliydi. Biz büyük bir çözüm arayışındayız, bir yenilik ve ilerleme böyle olabilirdi.
2015 Newroz’u, özgür yaşamın ve demokratik toplumun bir teori değil, bir politika değil, bir hayal da değil, adım adım gerçekleşir ve yaşanır bir olgu haline getirilmesi için birlikte, ortak mücadele edildiği, adımların atıldığı bir Newroz haline getirilmelidir. Birlik olunur mücadele edilirse bu gerçekleşir. Nasıl ki zalimleri yenen Newroz bundan 2 bin 500 küsur yıl önce ittifakla en büyük zalimi yenebilmiş, özgürlüğü yaratabilmişse şimdi de bunu yapabilir. Bunun için birincisi, özgürlük bilinci ve ruhu lazım. İkincisi, cesaret ve fedakarlık lazım. Üç, ittifak. İttifak olma çok önemlidir. Demokratik güçlerin, halkların, emekçilerin, kadın ve gençlerin asgari bir demokrasi ve özgürlük programında birleşerek mücadele etmeleri çok önemlidir. Newroz ruhu bunu istiyor. Newroz politikası bunu gerektiriyor. Newroz’un yeni bir çıkış olması da buna bağlıdır.
HDP Heyeti İmralı dönüşü bir açıklama yaptı. Ve aslında sizin söylediğinize paralel bir sonuç da ortaya çıktı. Heyet üyesi Sırrı Süreyya Önder, Sayın Öcalan’ın bundan önceki çağrıların barış çağrısı olduğunu, ama 2015 Newroz’u için tarihi bir mektup kaleme aldığını, bu mektubun demokratik cumhuriyet ve demokratik cumhuriyetin inşası için hayati önemde bir perspektif olduğunu söyledi. Bu anlamda Newroz’un yeni bir inşa sürecinin de başlangıcı anlamına gelebileceğini de söyleyebilir miyiz?
Evet, böyle bir pozisyon var. Bir çıkış yapmak gerekiyor, her Newroz’da yeni bir adım atmak gerekiyor. Bu Newroz’da ise temel siyasi argümanlarla giriyoruz. Bir, DAİŞ faşizmi saldırıyor, katlediyor, soykırım yapıyor. Ciddi bir katliam, soykırım tehdidi var. Bu sadece Kürtlere de değil, bütün insanlık, bütün Ortadoğu halkları için büyük bir tehlikedir. Hitler faşizmi nasıl Avrupa için, insanlık için büyük tehlike olduysa, DAİŞ faşizmi de Ortadoğu halkları ve bütün insanlık için tehlikedir. Bunun önü direnişle kesildi, kırıldı. Ama bu nasıl bir direnişle oldu, kim yapıyor bu direnişi, bu faşizm neyle ve nasıl durduruyor? Herkes bu soruları sormalı. Öyle kolay ve rahat olmuyor. Çok büyük zorlu bir mücadele var. Binlerce şehit var ki, bunlar gerçekten de öyle sıradan savaşçılar değil. 40 yıllık mücadelenin ortaya çıkardığı birikimin temsilcileri olarak direniyorlar… Bazıları tehlikenin ortadan kalktığını sanıyor, ama öyle değildir. İnsanlık böyle bir tehlikeli altındadır. Böyle bir tehlike altında bu Newroz’a giriyoruz. Bu tehdidin ortadan kaldırılması gerekiyor. Bunun için yeni bir çıkış gerekiyor. Gerçekten yeni bir özgürlük ve direniş çıkışı, Ninova’daki gibi olmazsa insanlık tehlikededir.
İkincisi, böyle bir çıkış için umutlar var. Bu faşizmi durduracak, tehlikeyi ortadan kaldıracak çözüm gücü, iradesi belirmiştir. Üçüncüsü, bunu daha kalıcı, Türkiye’de demokratik devrim niteliğinde değişime uğratacak fırsatlar var. 7 Haziran seçimi önemli bir şans, fırsattır. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi seçime indirgenemez. Her yerde mücadele edilir, her gün mücadele günüdür. Seçim herkesin katıldığı, oy kullanarak irade beyanında bulunduğu bir zemindir. Bu Newrozla birlikte 7 Haziran seçimlerini de etkileyecek, belki 7 Haziran’da Türkiye’de demokratik cumhuriyet, ortak vatan, demokratik toplum, demokratik ulus inşasının önünü açacak, böyle bir inşayı başlatacak bir süreç başlatılabilir. Bu Newroz öyle bir pratikleşmeyi başlatacak sürecin başlangıcı olacak. Bu Newroz’da bütün özgürlükçü demokratik güçler demokratik cumhuriyet ve ortak vatanda demokratik ulus çizgisinde birlikte özgürce, kardeşçe yaşamak isteyenler el birliği ederlerse, bir demokrasi programında bir araya gelirlerse, Newroz’u vesile yaparak böyle bir demokrasi hareketini başlatır ve güçlü bir çıkış yaptırırlarsa, bu çıkış 7 Haziran’da bir demokratik devrime dönüşebilir. Seçimle de devrim yapılabilir
Türkiye’nin Haziran’dan sonra nereye gideceğini 7 Haziran seçim sonuçları belirleyecek. Bundan önceki birçok seçim referandum deniliyordu. Kürt halkı yüzde 70 civarındaki oyla o referandumlarda PKK’nin, Önder Apo’nun ortaya koyduğu demokratik çözüm programına ‘evet’ dedi. Referandumu kaybettiler. Şimdiki artık referandum da değil. 7 Haziran PKK’nin gücünün sınandığı bir referandum değildir. Türkiye’nin nasıl bir seyir izleyeceğini belirleyecek bir seçimdir. Kader belirleyecek bir seçimdir.
Sadece Kürtlerin kaderini mi belirleyecek?
Hayır hayır, Türkiye’nin kaderini belirleyecek. Gerçekten demokratik Türkiye mi olacak, yoksa çatışan, kavga eden, imkanları ve fırsatları yok eden, her türlü gericiliğin, egemenliğin baskın olduğu bir çıkmaz, bir yaşanmaz Türkiye’ mi olacak? Bu belirlenecek. O halde böyle bir seçimde demokrasinin zaferi yaratılabilir. Burada küçük hesaplar olmamalı. 7 Haziran sadece seçim olarak değerlendirilmemeli. Seçimde demokratik güçler başarı kazanırlarsa Türkiye’nin gidişatı demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde olacak. Demek ki sadece yalnız başına seçim önemli değil, seçimde demokrasi hareketinin zafer kazanması önemlidir. Bu da demokratik güçlere bağlıdır. Ben demokratım diyen herkes, Türkiye ve Kürdistan yurtseveri olan herkese burada görev ve sorumluk düşüyor. Bu bakımdan geçmiş seçimler gibi yaklaşmamak gerekiyor. Oy oranı, milletvekili filan çıkarma değil, Türkiye’nin gidişatına yön verecek, bu gidişatı demokratikleşme yönünde gerçekleştirecek bir süreci başlatacak sonuçlar elde etme imkanı veriyor. Demokratik güçler iyi çalışır ve birlik olurlarsa bunu sağlayabilirler.
Şöyle bir kafa karışıklığı yok mu, Kürt hareketinin ya da Sayın Abdullah Öcalan’ın devletle müzakere yapma arayışları, girişimi ile halkların, demokratik güçlerin ittifak arayışı bir birine mi karıştırılıyor? Müzakere arayışı da bir mücadele ise, halklarla ittifak yapma da AKP’ye karşı bir mücadele değil mi? Bu ikisi sanki bir birine karıştırılıyor?
Şöyle karıştırılıyor: Önder Apo’nun sözü, davranışları, çabaları, çağrıları sadece AKP’yle ya da devletle, iktidarla bir ilişkiymiş, bir çalışmaymış gibi algılanıyor. Yanlış, yanılgı buradadır. Önder Apo her zaman şunu söyledi: “Toplumu ve devleti çağırıyorum” dedi. Elbette devleti değiştirip dönüştürmek istiyor. Devletin yeniden yapılanması gerekiyor. Ama devletin yeniden yapılanabilmesi için toplumda da duygu, düşünce, zihniyet, davranış devriminin yaşanması lazım. Mevcut durumu kabul etmeyecek, özgür yaşamda birleşecek bir toplumun gelişmesinin ortaya çıkması lazım. Bunlara çağrı yapıyor, ama bazıları bilmiyor değiller;
Bilinçli mi yapılıyor?
Bazıları bilinçli yapıyor, ama herkes değil. Bazıları anlamadı. Yanlış anlıyorlar, “her şey müzakereyle oluyor, anlaşmayla oluyor, İmralı’da oluyor, orada yapacaklar, kimse bu işe katılmayacak” diyorlar, bazıları ise “anlaşacaklar, Kürt sorununu çözülecek Türkiye’ye ise faşizm gelecek” dediler. Bu olacak iş mi! Bu kadar Kürdistan ve Türkiye diyalektiğini anlamayan, Kürdistan üzerindeki inkar ve imha sistemini, kültürel soykırım egemenliğini anlamayan zihniyet olmaz. Bu bakımdan o ciddi bir yanılgıdır, öyle bir şey kesinlikle yoktur. Önder Apo’nun bütün çabası toplumun demokratik değişim ve dönüşüm yaşamasıdır. Daha 93’te Bekaa’dayken Önder Apo’ya “Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musun?” diye sordular, “benim Türkiye’ye dönme değil, Türkiye’yi dönüştürme sorunum var” demişti. 20 yılı aşkın süredir Türkiye’yi dönüştürmek için çaba harcıyor, mücadele ediyor. Bu dönüşüm toplum için geçerli, devlet için de geçerli. Bunu PKK ile devlet arasındaki bir sorun gibi görmek, bu görüşmeleri, mücadeleyi de PKK’yle devlet arasında görmek Önder Apo’nun çabaları ve çağrılarını hep devlete dönük görmek kesinlikle doğru değil. Topluma dönüktür, en başta demokratik güçlere dönüktür, her eğilime dönüktür. Onların içinde de en çok sol-sosyalist demokratik güçlere dönüktür, demokratik sosyalizm güçlerine dönüktür. Çünkü bu güçlerin öncülük etmesi gerekiyor.
Bunu böyle görmek yerine MHP, CHP içindeki bazı çevrelerin çarpıtmalarının etkisi altında kalınmasının anlaşılır bir yanı yoktur. Onlar için diyeceğimiz bir şey yok, fakat demokratik güçler böyle yaklaşmamalı, anlamamalılar. Çağrı ve çaba demokratik güçleredir. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere, emekçilere, halklara, ezilenleredir. Bunun için bu güçler birlik yapmalılar. Bütün ezilen halklar, ezilen sınıflar, emekçi, işçi kesimleri bir demokrasi programında birleşmeliler. HDP böyle bir bayrak açtı, bunun etrafında olmalılar.
Son olarak Halkevleri, Partizan, DİDF vb güçler HDP’ye desteklerini açıkladılar…
Evet, o açıklamalar önemli, ama daha fazla olmalıdır. Sendikalar, dernekler daha çok katılmalı. DİSK vb. güçler daha doğru tutum almalılar. Bence ÖDP daha güçlü bir tutum almalıydı, halen de fırsat var ve alabilmeli. Yani mevcut durum, çok olumsuz demiyorum ama bu süreç açısından olması gereken değildir. Yarın, tarihi kaybettikten sonra değerlendirme yapmak, özeleştiri vermek ya da analiz yapmak bir şey ifade etmez. Önemli olan öncesinden görüp gidişata yön verebilmektir. Devrimcinin görevi devrimi hazırlamaktır.
Bu bakımdan önemli bir ittifak çalışması var, hem Kürdistan’da hem Türkiye’de oldu. Kürdistan’da bir ulusal, yurtsever demokratik ittifak oldu. Ben o ittifakı kutluyorum. Bunu sadece bir seçim ittifakı olarak görmemek lazım. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü için birlikte çalışma, Kürt demokrasini birlikte yaratma ittifakı olmalı. Bu temelde de herkesi katmalılar. Türkiye genelinde de benzer gelişmeler var. Ama daha güçlü olunmalı. Birlik ittifak çalışmalarını tüm yurtsever demokratik güçlere kapsayacak şekilde sonuca götürülebilmelidir.
Bu konuda herkes Önder Apo’nun çabalarını, en olumsuz zor durumda bile umut yaratan, ön açan çalışma görülmelidir. Herkes Önder Apo gerçeğini iyi anlamalı. Bu gelişmelerde Önder Apo’nun katkısını iyi görmeli. Dolayısıyla da bu çabaların başarısı için katkı sunmalı. Önder Apo’nun çalışma imkanlarının artması için herkes mücadele etmeli. Mademki bu kadar çözüm Önder Apo’nun üzerinde kalmış ve hiçbir tereddüt göstermeden böyle bir çalışma yürütüyor, o halde imkanları artmalı, önü açılmalıdır. Bu yönlü genel bir istek, tutum ortaya çıkmalı. Demokratik güçlerin hepsi böyle bir talepte bulunmalı… Bir ara bazı basın çevreleri, gazeteciler İmralı’ya gitmek istiyoruz dediler. Bence şimdi bütün basın bunu yapabilir. Mademki hepimizin yönü İmralı’dan gelecek mesaja dönüktür, o zaman bütün basın “biz bizzat gitmek ve o mesajı almak istiyoruz” diyebilmeli. Çünkü görevleri ne? Toplumu bilgilendirmek, bilinçlendirmek değil mi? Niçin basın var? Toplumu aydınlatmak, gerçekleri topluma taşımak için. Ama İmralı gerçeğini taşıyamıyorlar! Aylar, yıllar geçiyor, basın olma özelliğini kaybediyorlar. Basın, Önder Apo’nun düşünce açıklama hakkının 17 yıldır neden kısıtlandığını sormuyor, düşünmüyor. Halbuki düşüncesinin kısılması için oraya kondu. Hala da bu sistem onun için sürdürülüyor. Bütün basın mensupları ve Türkiye toplumu şunu bilmeli: İmralı çeperleri kırılmadıkça, Önder Apo düşüncelerini serbestçe Türkiye toplumuna ve insanlığa aktarır hale gelmedikçe Türkiye’de düşünce özgürlüğü olmaz, vicdan özgürlüğü olmaz, ifade özgürlüğü olmaz, basın rolünü oynamaz. Basın özgür olmasa da demokrasi olmaz.
Seçim heyecanına en hızlı giren Avrupa’daki seçim çalışmaları oldu. 400 bin oy hedefiyle çalışmalarını yürütüyorlar. Avrupa’daki seçim çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, gerçekten de Avrupa’daki çalışmalar iyi. İzliyoruz dikkatle. Bir heyecan yaratıldı, önemli bir heyecan durumu bu. Genel gelişmelerin, Kürdistan’daki mücadelenin, Önder Apo’nun çabalarının, 7 Haziran seçimlerinin Türkiye ve Kürt sorunu açısından taşıdığı önemin etkisi sonucunda oldu Avrupa’daki Kürtler, demokratik güçler, dostları bu konuda çok bilinçli, örgütlü ve aydınlık. Gerçekleri iyi görüyorlar ve ona göre hızla örgütlendiler, bir çalışma yürütüyorlar. Doğru yoldalar. Olması gerekeni yapıyorlar. Artık nasıl yapılacaksa yol ve yöntem zenginliği yaratarak çabalarını daha çok geliştirmeliler… Seferber olmalılar, şimdiye kadar yapılamayanı yapmalılar ve Türkiye’deki 7 Haziran demokrasi zaferine yurtdışındaki demokratik Türkiyeliler ve Kürtler olarak büyük bir katkı sunmalılar. Ben hepsinin Newrozlarını kutluyorum, seçim çalışmalarında ve mücadelelilerinde başarılar diliyorum.
Bir seçim de Rojava’da yaşandı. YPG’nin açıklamasına göre şuan 180 km hat boyunca DAİŞ’le mücadele var, önemli bir genişliğe de ulaştı. Hem Rojava’da yapılan seçimleri hem de bu genişliğe ulaşan mücadelede gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rojava’da halk direniyor. Kimsenin herhangi fazla desteği yok. Gelişmeler olunca herkes bir kenarından tutuyor, işin içinde oluyor ama iş zora girdimi fazla kimse görülmüyor. Orada bir halk savaşı, direnişi var. Toplum direniyor, direnebilmek için örgütlenmek zorunda kalıyor. Başka yerden destek almıyor. Kendi bilincine ve örgütlülüğüne dayanarak direniyor. Bu örgütlemeyi geliştirmek özsavunma örgütlüğü, YPG/YPJ örgütlemesi için büyük bir çaba var. Ama onun da büyümesi ve kalıcı hale gelmesi için demokratik toplum örgütlülüğüne, demokratik ulus inşasına ihtiyaç var. Bu nedenle bir sistem, bir yönetim oluşturmaları gerekiyor ki, bu direnişi etkili, güçlü, sonuç alıcı temelde yürütebilsinler. Sanıyorum seçimler de böyle gündeme geldi. Direnişi güçlendirecek toplumsal örgütlülüğü ve yönetim sistemi ortaya çıkartma seçimi. Rojava’da toplumcu demokrasinin kuruluşuna adımları atma oluyor. Bütün bunlar savaş içinde oluyor. Bazıları bunu eleştiriyor, ama biraz insaflı olmak lazım. Eleştirelim ama nerede, hangi koşullarda neler yapıldığını da görelim. Her gün onlarca şehit veriyor, cenaze kaldırıyor toplum, bir de kendi yöneticisini seçmek için sandık başına gitti. Demokrasinin gereğini yerine getirmeye çalışıyor. Bunu büyük bir takdirle karşılamak varken, bazıları eleştiriyor, çekiştiriyorlar. Bu durum, bu çevrelerin ne kadar o gerçekliğin dışında olduğunu gösteriyor. Dışta kalma olmaz. Özellikle bu durumdaki Rojavalılar yanlış yoldalar. Nasıl Rojava’da yer tutunacaklar, ben şaşıyorum. Savaşta yoklar, seçimde yoklar, yaşamda yoklar, hiçbir zorluğa karşı mücadelede yoklar, toplumda yoklar, ortalığa çıkmış “bizim hakkımız, hukukumuz verilsin” diye dünyayı karıştırmaya çalışıyorlar. Böyle giderlerse ulus dışı, toplum dışı kalacaklar.
Bütün dünya, insanlık “Rojava halkının direnişi bizi kurtardı” diyor, bunlar direnişe çomak sokmak için çalışıyorlar. Bu bir defa ayıptır. Utanmak lazım.
DAİŞ faşizmi tüm gücüyle saldırı halindedir, savaş bitmemiştir. Kobanê’de bitmedi, şimdi Cezîrê’de genişlemiş. Serekaniye’den Şengal’e kadar geniş bir hatta uzanmış. Dünyanın dört bir yanından aylardır topladılar güçleri, o bu devlet, artık kimler destekliyor belli de değil. Herkes bunun içinde. Biz artık birçok şeyden kuşkulanıyoruz. Topladılar, yeniden bu halkın biraz demokratik inşası yönündeki adımının önünü almak, engellemek için vahşi saldırıyı yeniden başlatmışlar.
Kimse yanlış hesap yapmamalıdır. Özellikle “biz Rojava’lıyız” diye orada burada gezenler, yine Ortadoğu’nun değişik güçleri yanlış hesap yapmalılar, Kürdistan parçaları yanlış hesap yapmasın. Şöyle bir hava hemen görülüyor, Kobanê’de DAİŞ yenilgiye uğratıldı, bitti DAİŞ çöktü sanıldı. Öyle değildir. Herkes hemen Kobanê’nin inşasında neyimiz olacak diye el ovuşturmaya başladılar. Öyle yok, savaş var.
YPG/YPJ’ye güç verilmeli, destek verilmeli. Savaşan YPG/YPJ ama birbiriyle ilişki kuran, destek alan güçler farklı. “Kürtleri destekliyoruz” diyorlar, ama o destek nereye gidiyor belli değildir. Bize gelen bilgiler şu ki, o destek YPG/YPJ’ye gitmiyorlar. Savaşanlar dişi tırnağı, taşlarla, yürekleriyle savaşıyorlar, bu savaşın ticaretini yapanlar ise başkaları, savaştan imkan kazanmaya çalışan başkaları.
Koalisyon güçleridir ya da demokratik güçler herkes ne yaptığını, nerede olduğunu yeniden değerlendirmeli gerçekten DAİŞ faşizmine karşı durmak, onu geriletmek istiyorsa mevziisini doğru tutmalı, ittifaklarını doğru kurmalı.
Bu konuda bir samimiyet sorunu mu olduğunu düşünüyorsunuz?
Evet, çok fazla hesap var, çıkarcılık var. Çok çok politik oyunlar var. Bu DAİŞ denen güç nedir belli değil. Önder Apo “uluslararası provokasyon gücü” demişti, doğrudur. Herkes kendi çıkarı doğrultusunda kullanıyor, kullanmaya çalışıyor, destekliyor, besliyor. Giderek şu belirginleşiyor, birileri Kürtlerin gücünü bununla kırmak istiyorlar. Bu, boş bir çabadır. Kürtler şimdi bilinçliler, örgütlüler. Yenilmiyorlar ve uzun süre mücadele yürütmek gücüne ve iradesine sahipler. Böyle olunca belki fazla kayıp verirler ama bu biçimde “Kürtleri savaştırırız, biz kazanırız” hesabı yapanlar varsa yanılıyorlar. Kürtler kazanacak, demokratik güçler kazanacak, insanlık kazanacak. DAİŞ’in arkasında olan güçler kaybedecekler.