‘Her yerde örgütlülük, her yerde hendek’
TEV-ÇAND Komite Üyesi Bêrî Dêrsimî, özgür Kürt halkı var olduğu müddetçe, DAİŞ zihniyeti ve onun temsilcisi olan Erdoğan’ın amaçlarının gerçekleşme şansının olmadığını söyledi.
TEV-ÇAND Komite Üyesi Bêrî Dêrsimî, özgür Kürt halkı var olduğu müddetçe, DAİŞ zihniyeti ve onun temsilcisi olan Erdoğan’ın amaçlarının gerçekleşme şansının olmadığını söyledi.
TEV-ÇAND Komite Üyesi Bêrî Dêrsimî, özgür Kürt halkı var olduğu müddetçe, DAİŞ zihniyeti ve onun temsilcisi olan Erdoğan’ın amaçlarının gerçekleşme şansının olmadığını söyledi.
DAİŞ zihniyetini yaratan güruhların, Ortadoğu’nun kadim insanlık tarihini temsil eden yerleşkeleri, mimariyi balyozlarla kırarak, toplumsal hafızayı yok etmeye çalışarak, insanlığı kendine benzeştirmeye çabası içerisinde olduklarını ifade eden Dêrsimî ile Bakurê Kürdistan’da ilan edilen özyönetimlerin ardından AKP hükümetinin geliştirmiş olduğu işgal ve katliam politikalarını, bu politikaların yol açtığı kültürel, sosyolojik boyutun etkilerini ve buna karşı Kürt kadını ile gençliğinin öncülüğünde gelişen toplumsal direnişi konuştuk.
Neden AKP devleti Kürdistan’da özellikle tarihi yerleri hedef alıyor? Günümüzde DAİŞ’te ele geçirdiği her yerde insanlığa ait kültürel birikim ve değerleri yok ediyor. Bugün Kürdistan’da AKP devleti de Kürt halkının kültürel mirasını ve yerlerini yok ediyor. AKP- DAİŞ benzerliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir halkı inkâr ve imha etmenin tüm yol ve yöntemlerini TC faşist devleti Kürdistan şahsında uygulamıştır. Özellikle son yüz yılda Kürt halkının maruz kaldığı katliam ve saldırılar, tarihte eşi benzeri görülmemiş cinstendi. Fiziki soykırımdan tutalım da doğanın tahrip edilmesi, halkın göçertilmesi, köylerin yakılıp-yıkılması, faili belli olan ama hiç devlet hukuku tarafından açığa çıkarılmayan cinayetler, kayıplar vs. Bütün bu uygulamalar, bir halkı bitirmeye, sindirmeye ve Türkleştirmeye yetmedi. Tam tersine her seferinde, Kürt halkı daha güçlü ve tarihi bir bilinçle ayağa kalkmasını bildi. En son AKP faşizminin, bu inkâr imha politikalarına kazandırdığı boyut, bir halkın ve insanlığın geçmişinin göstergesi ve yaşanmışlığına şahitlik yaparak, hafızaları diri tutan, tarihle insanlığın bağlarını güçlendiren tarihi eserleri ve yerleri yok etmedir. Bu iktidarcı İslam faşizminin en üst göstergesidir.
Bunu en bilinçli bir şekilde DAİŞ zihniyetini yaratan güruhlar, Ortadoğu’nun kadim insanlık tarihini temsil eden yerleşkeleri, heykelleri, tapınak ve mimariyi balyozlarla, dinamitle kırarak, patlatarak adeta tarihsel toplumdan intikam alırcasına yok ettiler. Elbet buradaki amaç, tarihi toplumsal hafızayı yok etmek, onu diri tutacak somut kalıntıları ortadan kaldırarak, zamanla köklerinden koparmak, kendine benzeştirmekten ibarettir. Yani insanlığın köleleştirilmesi ve kullaştırılmasıdır, silikleştirilmesidir. Burada amaç insana, geçmişinden feyz alacak bir şey bırakmayarak, onu, kendisine biat ettirmektir. Bu bir egemen erkek iktidarcı zihniyet planıdır. DAİŞ bunun son argümanıydı. Bununla paralel AKP-Erdoğan kliği de, DAİŞ’in Türkiye uzantısıdırlar. Benzerlikten ziyade burada, bir aynılık söz konusudur.
KÜRT HALKININ KÜLTÜREL, TARİHSEL KÖKLERİNDEN GELEN GÜCÜ
Şimdi neden Kürdistan’da da bu yöntemler uygulanıyor diye bir soru, bu belirlemelerin ardından açıkça cevabını da bulmuş oluyor. Kürtler ve Kürdistan coğrafik olarak insanlığın kök hücresidir. Kürtler, tarihsel toplum köklerini en derinden yaşayan ve bu temelde her daim bu özüne bağlı kalmayı bilmiş bir kök halk gerçekliğine sahiptir. Tarihi mirasına, ibadetine, kültürel değerlerine hep bağlı kalmış, her ne kadar saldırılara maruz kalmış olsa da, egemen sistemlerin içinde kendisini korumuştur. Tarihsel kültürü güçlü olup da yenilen halklar için şöyle bir söz vardır; “Yenenler, yenilenlerin içinde erimekten kurtulamamışlardır”. Kürt halkının tarihsel süreç içindeki duruşu da, her ne kadar tarihte pek çok istila, talan ve hâkimiyetler görüp yenilse de, hep yenenleri kendi kültürü içinde eritme gerçekliği olmuştur. AKP hükümeti de Kürt halkının bu kültürel tarihsel köklerinden gelen gücünü çok iyi görüyor.
AKP hükümetinin Kürdistan da uyguladığı özel savaş yöntemleri neyi amaçlamaktadır? Bu saldırıların kültürel ve sosyolojik boyutları nelerdir?
Evet, AKP hükümetinin Kürdistan’da uyguladığı bu özel savaş politikalarının temel amacı, aslında Kürt halkını ve coğrafyasını, geride hiçbir tarihi iz bırakmadan ortadan kaldırmaktır. Tarihten silmektir. Çünkü özgür Kürt halkı var olduğu müddetçe, DAİŞ zihniyetinin, Erdoğan’ın iktidarının ve amaçlarının gerçekleşme şansı yoktur. Bunun içindir ki, en hunharca şekilde kültürel değerlere, tarihi eserlere, yerlere ve kutsal mabetlere-şehitliklere- saldırmaktadır. Bu yol ile halkı köksüz, geçmişsiz, anlamız bırakmak ve Kürdistan’dan göçertmek istiyor. Plan, Kürt diasporasını kökten gerçekleştirmek ve yok etmektir.
İNSAN OLMANIN EN TEMEL ŞARTI, KENDİSİNİ YÖNETEBİLME GÜCÜNE SAHİP OLMASIDIR
AKP hükümeti bütün işgalci devletler gibi Kürt halkına yönelik geliştirdiği saldırıları meşrulaştırmak için kendisine bazı argümanlar yarattı. Bu argümanların başında Kürt halkının kendi kendisini yönetme istemi yani özyönetim gelmektedir. Nedir bu özyönetim?
Öz yönetim, toplumların varoluş şekilleridir. Toplumların doğasıdır. Bir toplumun kendi öz değerleri ve yaratımları üzerinden kendi kendisi hakkında söz sahibi olması ve kendisini yönetme yetisini elinde bulundurmasıdır. Toplumun içinden gelişen öz dinamiktir. Bir halkın varlık koşulu olan bir hakkın, o halkın katilinin vacip olması temelinde bir savaş gerekçesi yapılacak argümana dönüştürülmesi, skandal bir yaklaşım ve kendini bilmezliğin resmidir. Oysaki insan olmanın en temel şartı, kendisini yönetebilme irade ve gücüne sahip olmasıdır. Ancak kendisini yönetme yetisine sahip olan kişiye, insan denebilir. Yoksa çevremizdeki her gördüğümüz kişiye insan deriz ki, bu ahlaki-politik öze sahip insana hakaret olur. Ve yine kendini yönetme yetisine sahip olan bireylerden oluşan topluluklara ancak toplum denir. Şimdi kendisini yönetme irade ve yetisine sahip olmayan bir topluluğa toplum demek, toplum kırımdır. Kürt halkının, özgürlük mücadelesinde yatan temel hakikat, birey olarak kendisi olma ve toplum olarak da kendi içinden kendini idare etme, yönetme, devamlılığını sağlama gücünü gösterme yetisine sahip olan bir toplum açığa çıkarmadır. Hazmedilemeyen, kendi sonu olarak görülen budur ki, bu da egemen iktidarcı devlet zihniyeti için bir gerçektir. Devlet ve onun idare kurumları, tamamen toplum üstü oluşumlardır. Bundan dolayı, topluma değil, egemen kliğe hizmet etmektedir. Bu amaçla hareket eden bir yapı öz yönetim olamaz, olsa olsa yabancı yönetim olur.
Peki, öz yönetim ile yabancı yönetim arasındaki fark nedir?
Öz yönetim, toplumun doğasıdır dedik. Yabancı yönetime de, toplum üstü olan ve toplum kırım anlamına gelen bir idari devletçi sistemdir. Toplumun dokusu ile uyuşmaz. Çünkü toplumun dokusunda, paylaşma, dayanışma, birbirinin çıkarını gözetme, toplumun varoluş ihtiyaçlarını tespit edip, onları gerçekleştirme uygulamalarını içerir. Yani bu şuna tekabül ediyor. Toplumun doğası, ahlaki-politiktir. İhtiyaçların tespiti, planlanıp ve projelendirilmesi politikası, bunların toplum yararına uygulanması, pratikleştirilmesi de ahlakı oluyor. Yabancı yönetimlerin dokusunda ise, çıkar, kâr, rekabet ve topluma rağmen devlet menfaatlerinin korunması esastır. Kısaca özyönetim, toplum-birey yararınadır, yabancı yönetim ise toplum kırım anlamında devletin ve bir avuç egemenin yararınadır.
KÜRT KADINININ RUHUNDA ÖZGÜRLÜK TOHUMLARI EKİLİDİR
Genellikle toplumların kendi özlerini, doğallıklarını koruyabilmesi kadının öncülüğünde gerçekleşmektedir. Bugün Kürdistan’da gelişen özyönetimlerde Kürt kadının katılımı, öncülüğü hangi düzeydedir?
En üst düzeydedir. Bunu sözlü ifade etmeye mecal bırakmayacak şekilde, direnişlerdeki duruşları ile gözler önündedir. Kürt kadınının ruhunda özgürlük tohumları ekilidir. Tarihsel toplum süresince, Kürt halk gerçekliğine paralel, kültürel direnişi en güçlü yaşatan, çocukları aracılığı ile günümüze taşıran Kürt kadınlarıdır. Toplumsallığın yaratıcı öncü gücü ana kadın gerçekliğidir. Eğer ki bugün Kürdistan’da gerçekleşen bir özyönetim direnişinden bahsedebiliyorsak, elbette ki bu Kürt kadınının öncü duruşundan kopuk ele alınamaz. En çok bu direnişin gerekliliğini özünde barındıran kesimdir kadın. Önderliğimiz şöyle dedi: “Eğer gidecek sağlam bir yeri olduğunu bilse, en varlık içindeki kadın bile asla esaret altında durmaz.” Yani özgürlüğüne koşar. İşte, Kürdistan özgürlük mücadelesi ile kadınlar, Kürt kadını öncülüğünde bu özgürlüğe yol açan yeri buldular. Ve her gün katılım çıtalarını yükselterek, özgürlüğü elde edecek toplumsal gerçekliğe daha da yakınlaşıyorlar. Egemen erkek zihniyeti ve sistemine rağmen, eski doğal kök toplumsallığını koruyan ana kadın, bugün bu koruduğu değerleri tarihsel birikimleri ile yeniden kendi kökleri üzerinden görünür kılacak şekilde sistemleştirme mücadelesinde de öncülük yapıyor.
Tüm AKP ve Erdoğan’ın, kadını, çocuğu hedef gösteren, yerini yurdunu talan eden yaklaşımlarına rağmen, Kürt kadını genci ile yaşlısı ile özyönetim direnişlerinin yürütüldüğü alanlardan, evlerinden uzaklaşmamakta ve direnişin temel taktiği olan hendeklerin arkasında yer almaktadırlar. Kürt kadınları çok fazla bedel verdi. Çok acılar çektiler. Halen de hem bedel veriyor, hem de acı çekiyor. Ama bunlara paralel olarak şunun bilincindeler ki, bu bedeller ve acılar sonuçsuz kalmayacak ve varoluş mücadeleleri-mücadelemiz özgürlük ile taçlanacak. Herkesten çok, kadınlar bu inançtadır. Toplumsal tarihlerinden, özgürlüğün tadını biliyorlar. Egemenler bu tadı hiç kadında yok edemediler. Bu anlamda, direnişi yükseltecek olan ve yayacak olanlar da yine kadınlar olacaktır. Özyönetim, en çok kadın doğasında hâkimdir. Bu temel de gençlerin öncülüğünde devlet erkinden ve kurumlarından boşaltılan alanlar, Kürt kadınları öncülüğünde, kadın eksenli demokratik ulus zihniyeti ile özyönetimler temelinde yeniden inşa edilecektir.
ÖZ YÖNETİMLER DEMOKRATİK ULUS RUHUNUN BEDENLEŞMESİDİR
Sizce Kürt kadını başta olmak üzere Kürt halkı yaşanılan bu süreci nasıl ele almalı, AKP hükümetinin Kürdistan’da geliştirdiği işgale, kültürel, sosyolojik ve fiziksel saldırılara karşı ne gibi bir tutum sergilemeli?
Artık, yaşanan süreç, devletle, AKP hükümeti ile bir ortak çözüm geliştirebilecek tüm bağları koparmıştır. Bu hükümetin el uzatmadığı, rencide etmediği bir toplumsal değerimiz kalmamıştır. Bütün bunlara rağmen Kürt halkının ortak yaşam arayışları devlete rağmen sürmüştür. Önderliğimizin demokratik çözüm için attığı tüm adımlar devlet tarafından boşa düşürülmüş ve hatta en acımasız ve alçakça yöntemlerle birer saldırı gerekçesi yapılmış ve halen de yapılmaktadır. Kısacası, AKP hükümetinin, Kürt halkına bakacak yüzü kalmamıştır. Çünkü yapmadığı kötülük, söylemediği yalan kalmamıştır. Elbette o kadar yüzsüzler ki, söylediklerinin arkasında bile durmamaktadırlar. Ama biz Kürt halkı olarak, ahlaki-politik bir öze sahip olduğumuzdan AKP gerçeğinin çok iyi farkındayız. Ve biz bunun farkında olarak, artık dışımızdan özelliklede AKP-devlet ve kurumlarından hiçbir şey beklemeden, öz irademize ve toplumsal tarihi değerlerimize dayanarak kendi toplumsallığımızı yeniden özyönetim temelinde inşa etmeliyiz. Öz yönetimler, demokratik ulus ruhunun bedenleşmesidir. Tüm boyutları ile demokratik ulusu bedenleştirme, yani ete-kemiğe büründürme bizim görevimizdir. Bu anlamda bu ruhu salt Kürdistan’da tutarak değil, Türkiyelileştirerek tüm demokratik Türkiye halklarını da özyönetim temelinde inşaya kaldırmalıyız. Kürdistan’da geliştirilen kültürel ve sosyolojik saldırılara karşı, sergilenecek en iyi tutum, topyekûn direnişi yükseltmek ve kültürel-sosyolojik olarak özyönetimlerimizi inşa ederek kalıcılaştırmaktır.
Her yerde örgütlülük, her yerde hendek, her yer de komün ve her yer de irademizi beyan eden özyönetimlerimizi kurumsallaştırmadır. Bu açıdan toplumun her kesimi elini bu sürecin altına koymalıdır. Bu bizim halk olarak, insan olarak varoluş mücadelemizdir. Kendi olmamız için tarihi bir şanstır. Sorun hendek kazıp-kazmama değildir. Şunu her gün çok açık görüyoruz ki, hendek kazılmayan yerlerde her gün devlet-AKP terörü yoğun tutuklama ve katliamlar yapmaya devam ediyor. Tutuklama operasyonları, bence en büyük soykırım operasyonlarıdır. Zindanlar, insanı, insani değerlerden arındırmanın adıdır. Bu anlamda, tutuklamalara karşıda özyönetim hakkımızı eylemselleştirelim. Kültür hareketi ve onun en temel üyeleri olan sanatçı camiasının bu tarihi süreci ve direnişi özüne layık bir şekilde dile getirmesi gerekir. Sanatçının da egemen sistemle var olan göbek bağlarını koparması ve direnişte saf tutması gereklidir. Zaten sanatçı demek, toplum ve halkın ruhunun dili olmak demektir. Bu anlamda sanatçı, duyarlılığı ile bu sürecin ruhunu, önce kendinde hissederek, hissettirmelidir. Bu temelde, sanatı ile özyönetim direnişine öncülük etmek, tekrardan sanata ve sanatçıya hak ettiği değeri kazandıracaktır.