GÖRÜNTÜLÜ

‘Gerçeklerin ve halkın gazetecisiyiz, onların gazetecisi olmayacağız’

Geçmişten günümüze Türkiye ve Kürdistan’da muhalif gazeteciler üzerinde yürütülen baskı, şiddet ve susturma politikaları özellikle AKP hükümetlerinin iktidar olduğu süreçlerde had safhaya ulaştı.

Geçmişten günümüze Türkiye ve Kürdistan’da muhalif gazeteciler üzerinde yürütülen baskı, şiddet ve susturma politikaları özellikle AKP hükümetlerinin iktidar olduğu süreçlerde had safhaya ulaştı. AKP eliyle yürütülen saldırı ve savaş konseptinde darptan gözaltına, gözaltından tutuklanmaya, tutuklanmadan ölüme varan zorluklarla karşı karşıya kalan özgür basın emekçileri bütün müdahalelere rağmen gerçekleri halka ulaştırmak için mücadele etmeye devam ediyor.

HAYAT TV VE EVRENSEL GAZETESİ EMEKÇİSİ HASAN AKBAŞ: Gazetecilik günümüzde can güvenliği olamayan bir meslek haline getirildi. Gazeteciler bu gün ağır iş yükü, hastalıklar vb. konularda hak taleplerinde bulunmaktan ziyade can güvenliğini sağlama ve yaşama hakkını koruma gibi konularla gündeme geliyor. Mesela geçtiğimiz günlerde Özgür Gün TV muhabirinin kafasına silah dayatılması bunun en büyük kanıtlarından biri. Yine bölgede çalışan gazetecilerin her fırsata dipçiklerle darp edilmesi, görev yaptıkları alanlardan dövülerek uzaklaştırılması, plastik ve gerçek mermilerin hedefi haline getirilmesi de yaşanan zorluklara başka örnekler.

 ‘GAZETECİLERİN CAN GÜVENLİĞİ YOK’

Muhalif gazeteciler Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu tarafından terörize edilerek, hedef gösteriliyor. İktidar Kürdistan’daki gazetecilerin can güvenliklerini yok sayıp bu ortamı konuşamaz, yazamaz hale getir ve ekarte etmeye çalışıyor. Bu durumun birçok örneğini görmek bir yana bizzat yaşadık. Mesela ben Akçakale’de valiye IŞİD’in Urfa’daki durumuna ilişkin soru sorduğum için gözaltına alındım. Akabinde de IŞİD görünümlü tiplerden -daha doğrusu bizzat sınırı aşıp Akçakale’ye gelen IŞİD’lilerden- ‘kafanızı keseriz’ şeklinde tehdit aldım.

‘BUGÜN SİYAH RANGER VE KELEŞLER İLE GAZETECİLERİN KARŞISINA DİKİLDİLER’

Gazetecler 7 Haziran sonrasında AKP ve saray eliyle başlatan, Suruç, Amed ve Ankara katliamları ile sürdürülen savaş konseptinden payına düşeni aldı. Kürdistan’da son süreçte Esedullah Timleri ve Ranger’lardan söz ediliyor. Biz gazeteciler Ranger’lardaki polislerin sıradan polisler olamadığını biliyoruz. Bu polisleri ‘İnsan avcısı’ olarak adlandırabiliriz. Son süreçte yaşananları göz önüne getirdiğimizde 90’ların kodlarına yeni birçok şey eklendiğini görürüz. Mesela dün beyaz Toros’ları ile gazetecilerin karşısına dikilenler bugün siyah Ranger’lar ve kalaşnikofları ile gazetecilerin karşısına dikilmiş durumda. Hiçbir gazetecinin can güvenliği yok.

MANŞETLERİMİZE TAŞIYACAĞIZ

Özgür basın geleneğinden gelen basın emekçileri, halkın ve ezilenlerin tarafından barışın savunucusu olarak gazetecilik yapıyor. Bu Cumhurbaşkanının talimatıyla yapılan bir savaştır. Bu savaş egemenlerin, iktidar sevicilerin üç beş oy için bebekleri dahi öldürenlerin kirli politikalarıdır. Bizler tüm bunları dillendirmekle kalmayıp, somut örneklerle gazetelerimizin manşetlerine taşıyacağız.

ÇOĞALARAK VE GÜÇLENEREK DEŞİFRE EDECEĞİZ

Gazeteciler Cumhurbaşkanına hakaret ve buna benzer komik sebeplerden cezaevlerine atılıyor. Yılmayacağız, korkmayacağız… Tıpkı Can Dündar ve Erdem Gül olayında söylendiği gibi ‘Bu bir şeref madalyasıdır’ gerekirse bir ömür taşırız. Gazetecilerin bu şekilde tutuklanması onların doğru işler yaptığının göstergesidir. Biz gazeteciler bütün bu zorluklara rağmen çoğalarak, güçlenerek, birlik içinde olarak yaşanan hukuksuzlukları ve haksızlıkları deşifre etmeye devam edeceğiz. Bu kararlılık ve inançla büyük riskler altında habercilik yapıyoruz.

YAPILAN SALDIR GAZETECİLERİ DEĞİL GAZETECİLİĞİ HEDEF ALIYOR

Gazetecilerin bir arada olması ve birlikte hareket etmesi çok önemli. Mesela geçtiğimiz günlerde Van’da DİHA ve JINHA muhabirleri Vildan ve İdris arkadaşlarımız tutuklandı. Fakat maalesef ki bu konuda basında neredeyse hiçbir haber çıkmadı. Bizim görmemiz gereken gerçek şu; var olan koşullarda bu durum her an tüm gazetecilerin başına gelebilir. Bu yüzden cumhuriyetçi, ulusalcı, yurtsever, sosyalist, cemaatçi ayrımı yapmadan birlik içerisinde olup bu şekilde hareket etmemiz gerek. Yapılan saldırı gazeteciye değil, gazeteciliğe yönelik bir saldırıdır. Bir saray var ve bu saray ayrım gözetmiyor. Bu yüzden gerçeklere sırtımızı değil yüzümüzü dönerek bir mücadele etmeliyiz.

Tabii ki halk da yapılan yanlış ve manipüle haber yapan kurum ve kuruluşlara tepki göstermeli. Kadına şiddet, katliam davaları, faili meçhuller gibi konularda gösterdiğimiz duyarlılığı basın alanında da göstermeli ve gerçekleri çarpıtan bu basın kurum ve kuruluşlarına da tepkimizi göstermeliyiz. Tabi bundan kasıt o kurum ve kuruluşlardaki basın emekçilerine tepki şeklinde algılanmamalı. Bu bir bakış açısı problemi bu bakış açısının değişmesine dair de halkın tepkiselliğinin artması gerekiyor.

 ‘HEDEF TAHTASINA GAZETECİLER OTURTULDU’

VAN TV MUHABİRİ FUAT YAŞAR: Kürdistan’da özellikle savaş dönemlerinde gazeteciler iktidar tarafından hedef tahtasına oturtuluyor. Aslında Kürdistan’da gazetecilere yönelik geçmişten bu yana baskı söz konusu fakat bu baskı savaş dönemlerinde doruk noktasına ulaşıyor. Bu durum geçmişte de böyleydi, günümüzde de böyle oldu. Müzakere sürecinin bitip çatışmalı ortamın başlaması ile Kürdistan’da hedef tahtasına yine gerçekleri halka yansıtmaya çalışan gazeteciler kondu. Peki neden savaş süreçlerinde gazetecilere yönelik baskı artıyor? Müzakere sürecinde de biz Kürdistan’da gazetecilik yapıyorduk o süreçte de zaman zaman baskılarla karşılaşıyorduk ancak bu denli büyük değildi, bu denli tehditvari bir durum yoktu.

‘İKTİDAR SAVAŞ DÖNEMİNDE İNSANLIK SUÇU İŞLİYOR’

Savaş sürecinde iktidar insanlık suçları işliyor. Baskılar savaş döneminde apayrı bir yere vardı, doruk noktasına ulaştı. Bunun tek sebebi Türkiye’de her savaş döneminde insanlık suçları işlendi, bu dönemde de öyle oluyor. Şırnak’ta Hacı Birlik’in cenazesinin zırhlı araçların arkasına bağlanarak sürüklenmesi, Cizre’de Eylül ayında yaşanan sokağa çıkma yasaklarında 22, 23 insanın yaşamını yitirmesi bir insanlık suçu ve katliamdır. Orada yaşanan birçok acı olay var; mesela 13 yaşındaki Cemile’nin ailesi çocuklarının cenazesini iki gün boyunca buzdolabında sakladı bu bir insanlık suçudur. Ben sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasının ardından Cizre’deydim cenaze törenlerini takip ettim küçücük bir tabut vardı. 35 günlük bebeğin o tabuta konması bir insanlık suçudur. Geçmişten de birçok örnek verebiliriz. Ancak son dört beş aylık süreçte insanlık suçu diyeceğimiz birçok şey yaşandı.

‘GÖZLERİ GERÇEKLERİ GÖRMEYEN, ELLERİ GERÇEKLERİ YAZMAYAN GAZETECİLER İSTİYORLAR’

Bir yerde gazeteciye yönelik baskı varsa orada kirli politikalar varsa, orada büyük suçlar vardı. Savaş dönemlerinde ülkeyi yönetenler yani egemen güçler de bu insanlık suçlarının olacağını biliyor. Bu yüzden özgür basın çalışanlarına yöneliyor. Bu katliamların ve suçların gösterimlisini istemiyorlar ve engellemeye çalışıyorlar. Bir yandan da şöyle bir durum söz konusu bir yerde gazetecilere yönelik bir baskı varsa, gazetecileri sindirme politikaları varsa orda iktidarın kendini teşhir etmesi söz konusu. Peki, nasıl teşhir ediyor? Bir yerde gazeteciye yönelik baskı varsa orada kirli politikalar vardır, orada büyük suçlar vardır. Bunu engellemenin en iyi yolu da gazeteciyi hedefe almaktır, gazeteciyi sindirmektir. Son dönemde şöyle bir durum ortaya çıktı gözleri gerçekleri görmeyen, kalemleri doğruları yazmayan gazeteciler istiyorlar.

‘BENİM GAZETECİM!’

İktidar tarafından ‘Benim gazetecim’ kavramı yaratılmış. Nasıl ki benim Kürdüm kavramı var ve devletin Kürdü olamayanlar sürekli baskıya, şiddete, katliama maruz kalıyor. Bahsettiğimiz bu durum gazetecilik alanına da sıçradı. Nasıl sıçradı? Sen iktidarın gazetecisi değilsen baskıya maruz kalıyorsun. Gerçekleri yazmayacaksın, sivil ölümleri ve katliamları halka aktarmayacaksın, işkenceleri yazmayacaksın. işte o zaman baskı görmeyeceksin. Ama biz ne yapacağız? Tüm olumsuzluklara ve tüm baskılara rağmen mücadele etmeye devam edeceğiz.

‘KÜRDİSTAN’DA GAZETECİLER ATEŞTEN GÖMLEK GİYİYOR’

Kürdistan’da halka gerçekleri aktarmak için gazeteciler ateşten gömlek giymiş durumda. Hiçbir gazetecinin can güvenliği yok. Bu politikalarla hedeflenen gazetecilerin çalışma alanını daraltmak hatta bir bütünen sahadan koparmak ve iş yapamaz hale getirmek. Ama bu demek değildir ki biz bu durumu kabulleneceğiz. Çünkü bizim bir sorumluluğumuz var, kendimize biçtiğimiz bir misyon var. Türkiye ve Kürdistan halklarına gerçekleri aktarma gibi bir görevimiz var. Tüm baskılara, engellemelere, tehditlere rağmen görevimizi yerine getirmeye devam edeceğiz.

‘BİZİ ‘TERÖRİST’ OLARAK GÖRÜYORLAR’

Yaşadığımız zorluklara ilişkin başımdan geçen bir olayla örnek vermek istiyorum. Tahir Elçi’nin katledilmesinin hemen ardından bu ölümü protesto etmek amacı ile Balıkçılar başında halk toplanmıştı. Normalde bu tür toplumsal olaylara çevik kuvvetler müdahale eder ama o gün çevik kuvvet polisleri hiç yoktu. Normalde halka müdahalelerde gaz fişeği kullanılır, o gün gaz fişeği de kullanılmadı. Ranger’ler, - biliyorsunuz 90’lı yıllarda faili meçhullerde kullanılan Toros’ların yerini aldıkları söyleniyor bu araçların- bu araçları kullanan ve zırhlı araçları kullanan polisler halka müdahale etti. Bu sırada bu polisler yoğun bir şekilde ateş açınca biz de bir pasaja sığınmak zorunda kaldık. Uzun süre pasajda kaldıktan sonra çıktık, halk ile beraber çıktık. Tabii biz çıkarken yurttaşları kimlik kontrolü yaptıktan sonra bıraktılar. Bizi tuttular ben ve Özgür Gün TV’nin kameramanı birlikteydik. Kimliklerimizi istediler, basın kartlarımızı verdik kontrol ettikten sonra bir polis diğerine ‘Bunlar bizim gazeteciler değil, kayıt altına alın’ diye uyarılarda bulunuyordu.

Yine kameralarımızın görüntülerini sildirdiler. Gün TV’nin kameramanının tüm görüntülerini sildiler. Benimkini silemeyince kamerama zarar verdiler, kartımı kırdılar. Kamera birkaç gün kullanılamaz haldeydi. Tabi bu detayın altını çizmek de fayda var. ‘Bizim gazeteciler değiller.’ Bu bir itiraftır. Bizim gazeteciler değiller derken bizi gazeteci olarak görmediklerini söylüyorlar. Tırnak içinde bizi ‘terörist’ olarak görüyorlar, o yüzden sindirmeye çalışıyorlar. Bir yandan da doğru söylüyorlar aslında. Biz onların gazetecisi değiliz, değildik ve olmayacağız. Biz gerçeklerin ve halkın gazetecisi olacağız. Bütün baskılara, bütün engellemelere rağmen bu böyle olacak.

‘HEDEF GÖSTERİYORLAR’

İktidar eliyle kurumlar ve kişiler hedef gösteriliyor. “Tetikçi” bir savaş medyası oluşturuldu. İsim vermeye gerek yok zaten herkes birliyor. Ben bu televizyonları izlerken, gazetelerini okurken gülüyorum. Stresli durumlarda iyi geliyor. Kürdistan’da sahada yoklar. Biz hemen her haberi takip etmemize rağmen takip ettiğimiz haberi akşam ya da ertesi gün onları televizyonlarında ya da gazetelerinde gördüğümüz zaman kafamızda şöyle sorular oluşuyor; acaba ben Amed’de değil miydim, farklı bir kentte miydim ya da ben o habere değil de başka bir habere mi gittim? Yani o kadar yalan, o kadar çarpıtma hatta çarpıtmamadan ziyade bütünen kurgu haberler yapıyorlar. Bu nedenle onların şu an ki durumlarını en iyi özetleyen cümle şu olacak; ‘özel savaş medyası’ hatta medya bile demek istemiyorum çünkü artık tetikçilik yapıyorlar. Nasıl tetikçilik yapıyorlar? Mesela gazeteleri, bir partinin eş başkanına hakaret edip, manşete atıp, hedef gösterebiliyor. Hatta HDP’nin iki eş başkanına da hakaretler ediliyor, küfürler ediliyor. En son Sayın Demirtaş’ın bir fotoğrafını kardeşinin de bulunduğu kırsaldaki ya da Kandil’deki bir kareye yerleştirip ‘Kardeş Ziyareti’ diye bir başlık atmışlardı. Bu ne demektir; Sayın Demirtaş’ı da tırnak içinde ‘terörist’ ilan ediyor, hedef gösteriyor, gidin vurun diyor. Bu tetikçilik değil de nedir?

Manipülasyon medyası sadece siyasileri, kurumları ya da partileri değil, sivilleri de hedef gösteriyor. Nasıl mı hedef gösteriyorlar? Mesela Dersim’de PKK militanları yol kontrolü yaptıklarında sivil bir kadının fotoğrafını almışlar, kurguyla montajla canlı bomba süsü vermişler ve öyle manşetlik bir haber yapmışlar. O resimde yer alan kadının can güvenliği yok artık.

‘NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA OLANI OLDUĞU GİBİ YANSITMAK GEREK’

Gazetecilik kutsal bir meslek ama bu savaş medyasının pratiğinden dolayı bazen bu meslek bu kadar iğrenç ve kirli bir meslek mi diye düşünüyorum. Fakat sonra hayır diyorum öyle değil. Biz bir yandan halka gerçekleri yansıtmaya çalışıp, bir yandan da onların bu kirli, yalan, kurmaca haberlerini teşhir etmeye devam edeceğiz. Bu meslek insani ve ahlaklı bir şekilde yapıldığında çok kutsal bir meslektir. Çünkü milyonlarca insan bizim yaptığımız işe göre kendini konumlandırıyor. Bizim yaptığımız işe göre kendine bir çizgi belirliyor ona göre toplumsal olaylara tepki veriyor. Bizim yapmamız gereken de; ne bir eksik, ne bir fazla olanı olduğu gibi yansıtmaktır. Ancak AKP medyası tam tersini yapıyor. Yani biz yazmaya devam edeceğiz. Artık iki şey için mücadele ediyoruz; bir tehdide, baskıya, darba rağmen halka gerçekleri ulaştırmak için, iki AKP medyasının bu kirli, yalancı, tetikçi yüzünü teşhir etmek için. AKP medyası bize yeni bir iş çıkardı. Bunu da yapacağız, vazgeçmek yok.

‘90’LARDAN UZAK DEĞİLİZ’

ÖZGÜR GÜN TV EMEKÇİSİ CUMA DAŞ: İktidarın pratikleri itibariyle 90’lardan çok uzak değiliz. Son süreçte geldiğimiz nokta, gazetecilerin tutuklanması, gazetecilerin işlerini yaparken göz aylına alınması ya da darp edilmesi… Bütün bunlar aslında son süreçte geldiğimiz noktada basın özgürlüğü noktasında Türkiye’nin girdiği en karanlık dönem diyebiliriz. Çünkü artık gazetecilerin darp edilmediği ya da gözaltına alınmadığı gün hemen hemen yok. Özellikle bölgedeki Kürt basın emekçileri ve özgür basın emekçileri için söylüyorum; bu gazeteciler işlerini yaparken ciddi anlamda zorluklarla karşılaşıyorlar. Bu zorlukların ucu ölüme kadar gidiyor. Tabiri caizse bu ‘90’lara dönüş’ diyorlar. Biz 90’lardan çok uzak değiliz. O zamanlar özgür basın çalışanları yaptıkları işten yani insanlara gerçekleri aktarmaktan dolayı katledilerek susturuluyorlardı, bugün de bir şekilde özgür basın çalışanlarının seslerini kısmaya, susturmaya çalışıyorlar.

TUTUKLU 32 GAZETECİNİN 14’Ü ÖZGÜR BASIN EMEKÇİSİ

Türkiye genelinde tutuklu olan 32 gazeteciden 14’ü özgür basın emekçisi. Son süreçte gündemleşen Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması basın özgürlüğü çerçevesinde ele alınabilecek durumlardan sadece biri. Tutuklu gazetecilerin neredeyse yarısı özgür basın emekçisi bu yüzden basın özgürlüğünü değerlendirirken ağırlıklı olarak Kürt basını ve özgür basın üzerinden değerlendirme yapmak gerekiyor diye düşünüyorum.

MANİPÜLASYON İÇİN EMEK HARCIYORLAR

Merkez medyanın sadece manipülasyon için emek harcadığına vurgu yapan Daş, “Basın tarihinden bu yana merkez ya da havuz medya diyebileceğimiz medyanın özünde sürekli bir manipülasyon vardı. Ama geldiğimiz noktada bu durum akıl almaz boyutlara ulaştı. Artık bir haberi manipüle etmekten ziyade fotomontaj üzerinden çok basit bir manipülasyon durumu söz konusu. Bu durum havuz medyasının içine düştüğü rezaleti gösteriyor. Havuz medyasının özgür basının üzerinde olduğu tek alan ekonomik alandır. Onun dışında gazetecilik etiğinden ya da emeğinden söz edemeyiz. Dediğim gibi en iyi yaptıkları şey manipülasyon çünkü bunun için çalışıyorlar. Bir emekten söz edilecekse tırnak içinde söylüyorum yedi yirmi dört bir manipülasyon için emek harcıyor bunda haklarını yemeyelim. Ama diğer açıdan gazetecilik anlamında, topluma bilgi vermek anlamında zerre kadar bir çabaları yok.