'Eğer Şengal’de saldırı başlarsa bunun içerisinde kesinlikle KDP de olur'

PKK Merkez Komite üyesi Kasım Engin, görüşmenin Türkiye’nin emperyalist emellerinin üstünü örtmek için düzenlenmiş bir gezi olarak nitelendirdi.

KDP Genel Başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye’ye yaptığı ziyareti değerlendiren PKK Merkez Komite üyesi Kasım Engin, görüşmenin Türkiye’nin emperyalist emellerinin üstünü örtmek için düzenlenmiş bir gezi olarak nitelendirdi. Engin, “PKK Ortadoğu’da yeni bir yaklaşım geliştiriyor. Bu yaklaşım eğer gerçekleşirse bahsettiğimiz ‘emperyalist emellerin’ önü alınmış olur” dedi.

Türkiye ve Irak arasında yaşanan Musul krizi ve bu süreçte KDP Başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye’ye yaptığı ziyarete ilişkin PKK Merkez komite üyesi Kasım Engin ajansımızın sorularını yanıtladı.

Türkiye’nin Musul’a gönderdiği askerlerin dünya gündemini işgal ettiği bir dönemde Mesut Barzani’nin Türkiye’yi ziyaret etmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, böyle köklü ve derin bir meseleyi ifade edebilmek için tarihe bir göz atmak gerekiyor. Biliniyor 1920’lerde kararlaştırılan Misak-ı Milli sınırları vardı. Misak-i Milli sınırları içerisinde Musul ve Kerkük de vardı. Esasta Birinci Dünya Savaşı’nın bitimi ardından Mondros Ateşkesi diye bilinen ateşkese göre şöyle bir şart var: Kim nerede konumlanmışsa savaş sonrasında yani ateşkesten sonra; eğer tehlike yoksa yerinde kalacak. Saldırı tehlikesi varsa müdahale etme imkânı tanınıyor. İngilizler de bunu fırsat bilerek, sorunlar ve tehlikeyi gerekçe göstererek Musul’a girdi. Bu şekilde ikili bir durum oluştu. Bunun üzerine çok yoğun tartışmalar yaşandı. 1916’da Sykes-Picot ve öncesindeki gelişmeler yani Mondros Ateşkesi, Paris Konferansı, Londra Konferansı, Sevres Antlaşması, Kahire Antlaşması var. En sonunda bilindiği gibi Lozan antlaşması var. Lozan’la birlikte emperyalist blokun Musul ve Kerkük’ü vermek istemediği açığa çıktı. Daha yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine çok büyük baskılar oluşturarak, bir şekilde Musul ve Kerkük’ü aldılar. Ama bugün var olanı, Türkiye Cumhuriyetini de kabul ettiler. Lozan Antlaşması öncesine kadar Ege Yunanlıların, Akdeniz İtalyanların, bugün Güney Doğu Anadolu dedikleri yer yani Maraş, Antep, Urfa bir nevi Fransızların yine bir kısmı İngilizlerin denetimindeydi. Kuzey kısımlar zaten Rusların, Ermenilerin derken param parça edilmiş bir Türkiye gerçekliği vardı. Türkiye’yi kabul etme karşılığında Musul ve Kerkük’ü alarak bir anlaşma oldu. Ondan sonra Kürtlere karşı bilinen yoğun saldırılar gerçekleşti. Bu hikâye böylece sürüp bu günlere geldi…

MİSAK-I MİLLİ HEDEFLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İSTİYORLAR

Türkiye, Musul ve Kerkük’ün ellerinden alınmasını hiçbir zaman hazmetmedi. Bu durum her zaman güncelliğini bir şekilde korudu. Örneğin en son 1990’larda Özal çok açık konuştu. “Az koyup çok alma” dedi. Nasıl? Örneğin Saddam’a karşı savaşa katılalım Musul ve Kerkük’ü alalım biçiminde özetlenebilir bu görüş. Bu durum Türkiye’de siyasetle uğraşan kesimlerin beyinlerinin arkasında, öyle söyleyelim, hep bir proje, plan, hayal artık nasıl ifade edilecekse öyle kaldı. Gerçeklik budur. Siyaseten bu var. 2015’te daha doğrusu bu son aylarda yeni olaylar gelişiyor. Yeni olaylar neydi? Biliyoruz, Suriye’ye müdahale edildi. Genelde Ortadoğu’ya bir müdahale var.

En son Suriye’ye müdahale edildi. Ama ilk kez şöyle bir durum gerçekleşti; Rusya, kendilerine göre Misak-i Milli olarak belirledikleri, şimdi olmayan ama hafızalarında öyle kalan gerçekliği yıktı. Rusya, Türkiye’nin burnunun dibine kadar girip bombaladı. Yani bir nevi tüm Suriye sınırını kapattı. Cerabulus hattı kalmıştı, onu da kapatmak istiyorlar. Bu sınır kapatılırsa Türkiye’nin Ortadoğu ayağı kesilir. İkincisi ise, daha önemli olan budur, daha önce söylediğimiz hayal, proje, plan artık nasıl ifade edilecekse bunların tümü ortadan kalkıyor. Düşünün Suriye sınırı kapatılıyor, zaten Irak kapatılmış, orada Federal Kürdistan bölgesi var. O zaman bahsettikleri Misak-i Milli sınırlarının yani içlerinde gizliden yaşattıkları o hayallerin altına dinamit konuluyor. Bu günlerde bu durum çok fazla dile gelmiyor ama işin esası budur.

Rusya’nın o sınırları kapatmak istemesi, bunun için Türkmen bölgesi vb. yerleri bombalamasındaki esas amaç Türkiye’yi oradan kopartmaktır. Türkiye de bunu fark ettiği için uçağı düşürdü. Var olan o hayallerin hepsi elden gidiyor. O hayalleri biraz da olsa kurtarmak için o uçağı vurdular. Rus uçağını vurarak NATO’yu işin içine dahil ettiler. Acaba büyük bir baskı oluşturarak Ruslara geri adım attırabilir miyim düşüncesindeler. Ama öyle görülüyor ki Ruslar geri adım atmayacak. Rusların Suriye’de ısrarla devam ettirdikleri yaklaşımları bir anlamda Misak-i Milli hayaline son vermek anlamına geliyor. Musul çıkartması, acaba bu projenin bir yerinden tutabilir miyiz biçimindeki yaklaşımın sonucudur. Musul çıkartmasının anlamı geçmişte var olan Misak-i Milli hedefini, günümüzde ise gizliden yaşatılan o ruhu diri tutmak ve mümkünse pratik olarak da bunu gerçekleştirmektir.

TÜRKİYE’NİN GİZLİ EMELLERİNİN ÜSTÜNÜ ÖRTEBİLMEK İÇİN YAPILAN BİR GEZİ

Dikkat edelim, İran çok sert tepki gösterdi, Rusya çok sert tepki gösterdi, pek çok devlet tepki gösterdi. Buna rağmen Erdoğan’ın yaptığı açıklama var. ‘Askerimizi çekmiyoruz diyor.’ Bir sürü hikâye uydurdular. Musul’a gönderilen askerlere izin verildiği söylendi. Açığa çıktı ki öyle bir durum yok. Orada Şii Türkmenler var, biraz peşmerge ve biraz da Araplar var. Onları eğitmek için eğitmenler gönderilecek. Bu eğitmenlerin sayısı bellidir. 15-20 kişi olur, bilemedin 30-40 kişi olsun.

KCK’nin açıklamasında 2 bin askerden bahsediliyor. Türkiye’nin verdiği resmi rakam göre dokuz yüz asker ve 25 tank var. Bununla bağlantılı olarak tabi Barzani çok önemli bir faktördür. Tam bu süreçte Barzani’nin gidişi için her ne kadar önceden planlanmış deseler de, öyle olmadığı açığa çıkıyor. Tam Musul krizi yaşanırken gitmesi bununla bağlantılıdır. Dikkat edelim, Barzani’nin eğittiği peşmergeler var, Rojava’ya göndermek istiyor. Türkler bunu şart koşuyorlar. Diyorlar ki, Rojava’ya peşmerge geçsin. Bir anlamda AKP’yle işbirliği içinde olan Barzani’nin, Türkiye’nin gizli emellerinin üstünü örtebilmek için yaptığı bir gezi olarak değerlendirilebilinir.

Bu ziyaretin en önemli gündem maddelerinden birinin PKK olduğunu söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle öyledir. Nedeni şudur; PKK, Ortadoğu’da özelde de Kürdistan’da Kürtler için sömürge statüsünü kabul etmiyor, bu bir. İkincisi, Kürtlerinde ötesinde PKK Ortadoğu’da yeni bir yaklaşım geliştiriyor. Bu yaklaşım eğer gerçekleşirse bahsettiğimiz “emperyalist emellerin” önü alınmış olurki, kendileri bizim emperyalist emellerimiz yok diyorlar. Aslında şöyle bir gerçeklik var; AKP’nin söylediklerinin hepsinin tersini söylersek onların ne söylemek istediği daha iyi anlaşılır.

Aynı böyle ifade ettiler, bizim emperyalist emellerimiz yok dediler. PKK’nin savunduğu çizgi pratikleşirse o emeller boşa çıkacak. Sadece Kuzey Kürdistan’da sürdürülen mücadele açısından değil, PKK’nin paradigmasal yaklaşımı, demokratik ulus çizgisi açısından da ele alırsak bile tüm halkların kendi iradelerine kavuştukları, kendi iradeleriyle kendilerini ifade ettikleri demokratik konfederalizm biçimindeki yaklaşımları pratikleşirse, Türkiye’nin söz konusu emperyalist emelleri gerçekleşemez.

Dikkat edin, bugün motor güç PKK’dir. Rojava’dakiler de, başka pek çok kesimde demokratik ulus projesi “Önder Apo’nun projesidir” diyorlar. “PKK’nin projesidir” diyorlar. Bu proje gerçekleşirse, doğası gereği emperyalist emeller gerçekleşemez. O zaman bir an önce PKK’nin bu denklemden çıkarılması gerekiyor. O açıdan tabi ziyaretin bir temel nedeni PKK’dir.

İlk görüşme MİT’le yapıldı. Bu durumda askeri riskler oluşturabilir mi? Yani PKK’ye karşı olası bir sınır ötesi operasyon ya da PKK’nin Şengal’deki varlığına karşı bir müdahale olabilir mi?

Bunların hepsi mümkündür. Kuzey Kürdistan’da TC’nin yığınak yaptığına dair bilgiler var. TC’nin başında bugün akli selim düşünemeyen bir iktidar var. Dünyanın en çılgın davranışları ağırlıklı olarak böyle ortamlarda gelişir. Fevri çıkışlar böylesi ortamlarda gerçekleşiyor. Tepkisel çıkışlar böyle gerçekleşiyor. Türkiye’nin başındaki yönetimde mevcut durumda böyle bir yönetimdir. Giderek sıkışan AKP hükümeti Kürtlere karşı büyük bir saldırı konseptiyle savaş başlatmış durumda. Rojava’da, Kuzey ve Doğu’da PKK önemli bir güçtür. Güneyde ise halkın büyük bir sempatisi var. KDP bu sempatiyi kırmak için her türlü yola başvuruyor.

Türk devleti de KDP’yle işbirliği içerisinde olarak PKK’yi etkisiz kılmaya çalışıyor. TC devleti PKK’ye karşı her yerde savaşamaz. O zaman ne yapması gerekiyor? PKK’ye karşı onlar adına savaşacak bir gücü açığa çıkarması gerekiyor. Türkiye KDP’yi bu açıdan kullanmak istiyor. Bunun içinde KDP’yi, PKK’ye karşı savaştırmak için her türlü yaklaşımı sergilenmektedir. KDP’nin tümden bu noktaya geldiğini söyleyemeyiz. Çünkü KDP, Kürt kamuoyunu hesaba katmak zorundadır. Kürt toplumu eskisi gibi değil. Kürt halkı Kürtlerin kendi aralarında gelişecek bir savaşı kabul etmedikleri gibi, bu duruma ciddi bir tepkide göstermektedirler. KDP de bu tepkileri göze alamadığından Türk devletiyle ilişkilerini gizliden yürütmektedir. Şengal vb. yerlerde de ortaya çıkan durumda bunun göstergesi olmaktadır. Ve eğer Şengal’de, Musul’da saldırı başlarsa KDP-Türkiye ilişkileri gereği KDP bunun içerisinde kesinlikle yer alır.

Yani Mesut Barzani’n başkanlığının meşruiyetinin tartışıldığı ve süresinin bittiği bir dönemde KDP böyle bir çılgınlığa girişilebilir mi?

Dikkat edelim, 7 Haziran’da kaybeden bir AKP vardı. İktidarı tekrar elde etmek için korkunç saldırılar yaptılar. Kürdistan’da her gün insanları katlediliyor, hava saldırıları düzenleniyor, şehitliklere saldırıyorlar. Bunlarla da yetinmeyen hükümet, Ankara saldırısı, Suruç saldırısı gibi saldırılarla toplumun gözünü korutarak esir alamaya çalıştı. Bu sıkışmışlığın, daralmışlığın yarattığı bir ruh halidir. Şimdi benzer bir durum KDP önderliğinde Güney Kürdistan’da yaşanıyor. KDP’nin başkanı Mesut Barzani artık resmen hükümet başkanı değildir. Parlamentoda resmi olarak hükümetin ortağı da değildir ama gayri resmi bir şekilde hükümet başkanlığına el koymuştur.

Aslında tüm parlamentonun yetkilerine el koymuştur. Başka bir değimle tüm Güney Kürdistan’a el koymuştur, gayri meşrudur. Böyle bir ortamda hem Barzani ve ailesine hem de KDP’ye karşı tepkiler gelişiyor. Bu konuda da Türkiye’yle bir benzerlik söz konusudur. AKP-Erdoğan nasıl ki Türkiye’yi ele geçirme çabaları içerisindeyseler, Barzani’de aynı yaklaşımı Güney Kürdistan’da sergilemeye çalışmaktadır. Türk devleti, AKP ve Erdoğan hile ve baskılarla yüzde 50’ye yakın oy alarak emellerine ulaşmaya çalıştılar. Böyle bir yolu Barzani de Güney Kürdistan’da takip edebilir mi? Evet bu olabilir.

Güney Kürdistan’la Türkiye’nin ilişkileri sizce hangi esaslar üzerinde gelişmelidir?

Zaman zaman söylediklerimiz Kürt cephesinde yanlış anlaşılıyor. Onun için Önderliğimize karşı yer yer eleştiriler gelişti, hareketimize karşı eleştiriler gelişti, acaba bunlar Türkiye’yle uzlaşmak mı istiyorlar diye. Öyle değil ama Türkiye Ortadoğu’da büyük bir güçtür. Nüfusuyla, coğrafyasıyla, ekonomik olarak büyük bir güçtür. Onların dışında sosyal yapısıyla, entelektüel yapısıyla tarihi birikimi açısından da büyük bir güçtür. Mesela Ortadoğu’da demokrasi kültürüyle en çok haşir neşir olan yapı Türkiye’dir.

Yani hangi hususta ele alırsak alalım Türkiye, Ortadoğu’da büyük bir güçtür. Ama Ortadoğu’da bu gücün daha etkili olabilmesi için, yani ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel olarak etkili olabilmesi için öncelikle kendi iç sorunlarını çözmesi gerekiyor. Bu sorunların başında da Kürt sorunu gelmektedir. Yine ekonomik ve toplumsal sorunları vardır. Bu sorunları demokratik bir temelde çözerse bölgede güçlü bir yer edinebilir. Osmanlı’nın buralarda büyük bir mirası var.

O bakımdan demokratik kültürü özümsemiş bir Türkiye yönetimi, Ortadoğu’da çok etkili olur. Bunun tek yolu budur. Ama yok, bugün yapıldığı gibi olursa halkların hafızasında şunlar var; Kürt kıyımı var, Ermeni kıyımı var, Çerkez kıyımı var, Yunan kıyımı var, Arap kıyımı var ve Asuri kıyımı var. Bu kıyımlar hafızalarda tazedir. Türkiye devleti hegemonik yaklaşımlarını sergilerse halklarda derinlere nüfuz etmiş o ruhsal kırılmaların hepsi depreşir. Bir karşı blok olarak ortaya çıkar. Öyle olunca Türkiye nereye giderse gitsin mutlaka tepki görecektir. Bunun oluşmaması için, objektif gerçeklik budur, Türkiye’nin tekbir çaresi vardır.

O çarede demokratik ulus temelinde tüm halklara bağrını açacak, demokratik bir tarzda yaklaşım sergilemektir. Ama öncelikle kendi iç sorunlarını çözmesi gerekmektedir. Öyle olursa sadece Ortadoğu’nun büyük bir gücü olmaz, Türkiye’nin etrafında birleşen bir Ortadoğu oluşabilir. Türkiye bunu yaparsa büyük bir çıkış yapar. Eğer yapamazsa Türkiye’nin sonu da Suriye’nin sonundan çok da farklı olmayacaktır. Yemen’in hatta Mısır’ın sonundan farklı olmayacaktır.