AKP faşizminin topyekûn özel savaş saldırıları ve buna karşı Kürt halkının demokratik öz yönetim direnişi devam ediyor. Silvan’dan sonra Nusaybin’de de çatışmalı durum on dört günü buldu. On dört günlük kuşatma, sokağa çıkma yasağı ve tanklı-toplu saldırıya karşı Nusaybin halkı da kahramanca direndi. Sonucu bir Nusaybinli kadının şu sözleri özetledi: Biz Kürdüz, başımız diktir! Demek ki faşist AKP yönetimi bu halka Kürt olduğu için saldırıyor. Demek ki AKP faşizmi Kürtlere baş eğdirmek istiyor. AKP Yönetimi bunları reddetse de, mevcut saldırıları Kürtler böyle algılıyor ve bu temelde de direniyor.
Tabi çatışmalı durum Nusaybin ile de sona ermemiş bulunuyor. Daha Nusaybin savaşı devam ederken gündeme Derik çatışması da giriyor. Ve ardından gündeme Suriçi çatışması geliyor. Yani içinde Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin de katledildiği çatışma. Derik çatışması sona ermiş olsa da, Suriçi çatışması hala devam ediyor. Buna dayanarak AKP Yönetimi, güpegündüz polis tarafından gerçekleştirilen Tahir Elçi katliamını gizlemeye ve “Faili meçhul” hale getirmeye çalışıyor. Hatta eğer fırsat bulursa “PKK yaptı” demek bile istiyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları bu durumu net bir biçimde gösteriyor.
Öyle anlaşılıyor ki, en azından bu kış sürecinde mevcut çatışmalı durum devam edecek. Hatta daha uzun süreye yayılma ihtimali de var. AKP Yönetimi zaten 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısı kararı temelinde böyle sert bir çatışmaya kendini hazırlamıştı. Kürtler ise 2010-2012 savaşının aksine bu sefer yeni bir çizgi tutturmayı başardılar. Hem demokratik öz yönetim ilanlarında bulunarak direnişin siyasal amacını bu biçimde net ve somut hale getirdiler, hem de savaşı ovaya ve şehre yayıp gece-gündüz yürütülür kılarak savaşan halk gerçekliğine belli oranda ulaştılar.
Bütün eksik ve hatalarına rağmen, mevcut olanın devrimci halk savaşına daha yakın olduğu rahatlıkla söylenebilir. Fakat tarz ve taktikte daha yaratıcı olmaları gerekiyor. Direnişe halkı daha çok katmaları, halkı eğitme ve örgütleme faaliyetlerini yaygın olarak yürütmeleri, halk direnişinin tarz ve taktiğinde daha esnek, yaratıcı ve çok yönlü olmayı becermeleri gerekiyor. Halkın direnişe her düzeydeki katılımına önem vermeleri, hatta kırdaki gerilla hareketliliğine benzer bir biçimde halkın da gerektiğinde mücadele alanları içerisinde hareketli olmasını bizzat örgütlemeleri gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Newroz’dan sonra başlattığı ve AKP Yönetiminin ise 24 Temmuz’dan itibaren askeri şiddetini artırdığı mevcut topyekûn özel savaş saldırısının amacının imha ve tasfiye olduğu, Kürt halkının zorla sindirilip susturularak boyun eğdirilmek istendiği açıktır. Silvan duvarlarına yazılan “Türk isen övün, değil isen itaat et” sözü her şeyi izah etmektedir. Saldırıların her durumdaki halkı hedeflemesi ve en son Tahir Elçi katliamına vardırılması bu gerçeği açıkça göstermektedir. Kürt direnişini Irak, Suriye ve Türkiye’den tecrit etmek, Kuzey Kürdistan’da kuşatarak topyekûn saldırı ile ezmek hedeflenmektedir. Yani “Srilanka Modeli” denen plan uygulanmaktadır.
Sorun ortaya böyle konunca, çatışmalı durumun diyalogdan müzakereye geçememe soncunda gündeme geldiği açıkça görülmektedir. Örneğin diyalogu yürüten Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile en son görüşme tarihi olan 5 Nisan’dan bu yana bugün tam sekiz ay geçmiş bulunmaktadır. Sekiz aydır İmralı’da çok ağır bir tecrit ve psikolojik baskı uygulanmaktadır. HDP yöneticilerinin de ifade ettikleri gibi, tüm çatışmaların altında işte bu tecrit ve baskı vardır. Buna rağmen, bazı işbirlikçi Kürtler tarafından zaman zaman “Öcalan ile devlet görüşüyor” açıklamasının yapılması tamamen topyekûn savaş planı gereği olmaktadır. Bu temelde Kürt toplumu ve demokratik güçler yanıltılarak faşizme karşı direniş zayıflatılmak istenmektedir.
Psikolojik savaş görevlisi bazı çevreler durumu farklı göstermeye çalışsalar da, gerçek tamı tamına böyledir. TC Devleti ve AKP Hükümeti oldukça bilinçli ve planlı hareket etmekte ve ne yaptığını bilerek davranmaktadır. 2015 yılı ilkbaharında devlet ve AKP’nin önüne şu ikilem net olarak konmuştur: Ya demokratik siyaset temelinde Kürt sorununu çözecek ve demokratikleşmeyi geliştireceksiniz, ya da şiddetle ezerek bu sorunu ortadan kaldıracaksınız! TC ulus-devletçiliği şoven milliyetçi ve Kürt inkarcısı olduğu için ikinci yolu seçti. AKP de zihniyeti gereği buna yakın olması ve iktidarda kalmanın yolunun buradan geçtiğini değerlendirmesi sonucu aynı çizgiyi benimsedi. A
Böylece yeni bir AKP-Devlet birleşmesi ortaya çıktı. 7 Haziran genel seçiminde HDP’nin aldığı sonuç ve Türkiye’de demokratik siyasetin etkili olma ihtimalinin belirginleşmesi ise, bu birleşmeyi daha da genişletti ve hızlandırdı. Demokratik Türkiye’ye karşı olan iç ve dış tüm faşist güçler AKP iktidarında birleşerek Kürt direnişini ezme görevi temelinde AKP’ye yeni bir şans verdi. NATO’nun desteği ve CHP ile MHP’nin koltuk değnekliğinde AKP 1 Kasım sivil faşist darbesini düzenleyerek iktidarı gasp etmeyi başardı. Yani demokrasi karşısında beyaz, kara ve yeşil faşizm birleşerek mevcut sonucu ortaya çıkardı.
Dolayısıyla AKP seçimi kazanan değil, faşizm tarafından Kürt direnişini ezmek üzere görevlendirilen bir güçtür. İktidarda kalması bu görevi başarmasına bağlıdır. Kendine verilmiş zaman azdır. Bu nedenle tüm gücü seferber ederek Kürt direnişini ezmeye çalışıyor ve buna devam da edecektir. Bu gerçeği herkesin çok iyi görmesi ve AKP saldırılarını doğru değerlendirmesi gerekir. Mevcut saldırıları eskiyle kıyaslamak veya Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı gibi hendek ve barikatlara bağlamak ciddi bir yanılgıdır. Bu durum ancak muzaffer bir anti-faşist direnişle ortadan kaldırılabilir.
Kürt halkı geliştirdiği demokratik öz yönetim direnişiyle böyle bir çizgi tutturmuştur. Bu çok önemli bir durum ve mevzi tutmadır. Dikkat edilirse birkaç mahallede veya bir kasabada halkın geliştirdiği direniş, devletin tüm gücünü seferber eden AKP Hükümetini başarısız ve çaresiz kılmakta ve adeta çılgına çevirmektedir. Bu temelde Tayyip Erdoğan ve AKP yönetiminin işlediği insanlık suçları, daha şimdiden Saddam Hüseyin’i de Beşar Esad’ı da aşmış durumdadır. Elbet bir gün bu yaptıklarının hesabını vereceklerdir.
Bu açıdan bakınca Kürt halk direnişinin daha şimdiden zafer kazandığını insan söyleyebilir. Bazı teslimiyetçilerin ve pasifistlerin grev kırıcılıklarına rağmen gerçek durum böyledir. Direnişin zafere götürdüğü Cizre’de, Yüksekova’da, Silvan’da, Varto’da, Suriçi’nde, Nusaybin’de, Silopi’de, Derik’te açıkça görülmektedir. Kürt halkı ve özgürlük güçleri gerçekten harikalar yaratmakta ve geliştirdikleri yeni direniş tarzına tamamen adapte olmuş gözükmektedir. Dolayısıyla bundan sonra daha az hata yapacaklar ve daha etkili savaşacaklardır. Bu denli savaşan ve bu kadar şehit veren bir halk elbette AKP faşizmine teslim olmayacaktır. Tayyip Erdoğan’ın “Yerle yeksan eden” zulmü, sadece kendi suçunu ve günahını büyütecektir.
Tabi Kürt direnişinin başarılı olabilmesi için, yürüttüğü direnişi daha etkili ve yaratıcı geliştirmekle birlikte, AKP’nin Irak ve Suriye politikalarını boşa çıkarabilmesi ve özellikle direnişi Türkiye’ye yayarak tüm demokratik güçleri AKP faşizmine karşı direnişe seferber edebilmesi gerekir. Bu da daha geniş bir ittifak politikasına ihtiyaç duymaktadır. Hem mevcut politik-askeri durum ve hem de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Savunmalarda ortaya koyduğu çizgi daha geniş bir politika izlemeyi gerektirmektedir. Bu konuda milliyetçi-devletçi çizginin “Az olsun benim olsun” yaklaşımını tümden aşarak, demokratik modernite çizgisinin “Çok olsun hepimizin olsun” yaklaşımını esas alma ve uygulama zorunluluğu vardır.
Kürt direnişinin ve siyasetinin bu temelde gelişimi AKP faşizmini yenilgiye uğratma umutlarını daha da artırmaktadır. Teslimiyetin ihanete, pasifizmin yenilgiye, direnişin ise zafere götürdüğü gerçeği Kürdistan’da bir kez daha kanıtlanacaktır. Bu temelde Tahir Elçi şahsında mevcut direnişin tüm kahraman şehitlerini saygıyla anıyor, barikatlarda ve hendeklerde harikalar yaratan Kürt gençlerini ve kadınlarını selamlayıp başarılar diliyoruz!
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA