DBP Eşbaşkanları: 14 Temmuz Kürt halkının yeniden dirilişidir

DBP Eşbaşkanları Saliha Aydeniz ve Keskin Bayındır, "Büyük ölüm orucu katliamlardan geçirilmek istenilen bir halkın yeniden dirilişini ve büyük bir direnişin ortaya çıkmasını sağladı" diye konuştu.

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden sonra Kürdistan ve Türkiyeli devrimciler zindanlara atılmıştı. Bu zindanlarından başında da Diyarbakır 5 Nolu Askeri Hapishanesi geliyordu. Söz konusu hapishane, kötü koşulları ve çeşitli işkenceler bakımından dünyanın ilk 10 hapishanesi arasında yer almıştı. 5 Nolu'ya özel olarak atanan darbeci askerlerden Binbaşı Esat Oktay Yıldıran, tüm tutsaklara dayattığı kötü muamele ve işkencelerle 'İşkenceci şef' olarak tarihe geçmişti.

İşkenceci Oktay'ın uygulamalarına karşı PKK'liler ölüm oruçları ve fedai eylemleri ile karşı koydu. Nitekim ortaya konan direniş ile işkence ablukası kırılmıştı. Mazlum Doğan, Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner'in eylemleri; Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek'in ölüm orucu direnişleri o günden bugüne ışık tutan nitelikteydi.

Her ne kadar üzerinden onlarca yıl geçmiş olsa da 12 Eylül'deki uygulamalar bugün AKP iktidarı şahsında devam ediyor. İşkenceler, katliamlar, tutuklamalar, gözaltılar ve köpekli saldırılar... Buna karşı demokratik kitle örgütlerinin ve Kürt siyasal hareketinin de direnişi devam ediyor.

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eşbaşkanları Saliha Aydeniz ve Keskin Bayındır, tarihten günümüze miras kalan Kürtlerin direniş kültürleri ve Türk devletinin baskıcı, işkenceci ve yok etmeye dönük politikalarına ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı.

14 Temmuz Kürt halkı ve Türkiye halkları için ne ifade ediyor?

Saliha Aydeniz: Bazı tarihler halkların belleğine kazınmıştır. Var olmanın anahtarıdırlar. Halklar için umudun ve aydınlığın başlangıcıdırlar. Sevincin dile gelmesidirler. Kürdistan ve Türkiyeli devrimcileri için de 14 Temmuz bu tarihi momentlerden biridir. Türkiye devrimcilerinden Kemal Pir ve Kürt halkının yiğit evlatlarından Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek şahsında bir halkın kaderinin baş aşağı edilmesidir. 12 Eylül cuntacılarının Diyarbakır zindanlarında uyguladıkları insanlık dışı uygulamaların ayyuka çıktığı bir dönemde, işkencelerle kişilerin başta kendilerine sonra ise yaşadığı değerlere ihanet etmesinin dayatıldığı böyle koşullarda 'ya teslim ol ya öl' anlayışına karşı kendi bedenlerini ölüme yatırarak ancak bu zulmü bastırmışlardır.

O dönemin koşullarına iyi bakmak lazım. Her tarihi olay kendi döneminin koşullarında değerlendirilmek zorundadır. O dönemde insanlar tutuklu oldukları halde mahkemelerde savunma bile yapamıyorlardı. Cezaevleri işkencehanelere dönüşmüştü. Böylesi insanlık dışı uygulamaların olduğu bir dönemde onlarca kişi zindanlarda gördükleri işkencelerden dolayı sakat kalmış ve yaşamlarını yitirmişlerdir. Karanlık çağın dayatıldığı böylesi bir alanda nefes almak için, aydınlığa varmak için direnişler gerçekleşmiştir.

Bu zulüm uygulamalarına karşı direnişler gelişmiştir. Aslında Kürtler için yakın geçmiş mitleri olarak gördüğümüz kahramanlık destanları yazılmıştır. Bir avuç insan bedenlerini ölüme yatırarak yeniden dirilmenin ve faşizmi geriletmenin sembolü olmuşlardır. İşte 14 Temmuz’da bu sembol günlerdendir. Ölüm orucunu kahramanlık destanına dönüştürenler ise 14 Temmuz 1982’de ölüm orucunu başlatan Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’tir.

Darbe zihniyetinin 14 Temmuz'a giden yolda Kürtlere ve Türkiye halklarına dayattığı koşullar neydi?

Keskin Bayındır: Osmanlı sonrasında halklar bahçesi olan topraklar tüm halklar yok sayılarak tek ulus, tek bayrak ve tek din altında mezarlığa çevrilmek istenmiştir. Bunun üzerine ortaya çıkan muhalif hareketler ve isyanlar bastırılmış; sürgünlerle, cezalarla, baskılarla engellenmek istenmiştir. Kürt ayaklanmaları kanla bastırılmış ve Ağrı İsyanı sonrasında 'Muhayyel Kürdistan Burada Metfundur' diyerek Kürt halkına reva görülen uygulama böylece tescillenmiştir. Ağrı Dağı Kürtlerin ve Kürdistan’ın mezarı olarak tasvir edilmiştir. Böylesi bir süreçten geçen Kürtler 1968 kuşağının verdiği umutla yeniden örgütlenmiştir.

Bu örgütlenme 1980 darbesiyle yeniden betonlar dökülüp mezara gömülmek istenmiştir. Bu defa Ağrı Dağı'nın da yedi kat altına gömülerek bir daha dirilmemesi sağlanmak istenmiştir. 12 Eylül faşizmin karanlığını tüm ülkeye yaydıkları gibi zindanlarda da bir yaşam biçimi haline getirmek istemişlerdir. Kişiliklerinden uzaklaştırarak, kimliğine ve kendilerine düşman bir gelecek yaratmak istemişlerdir.

O dönemin cuntacı generalleri 'Kürt yoktur, karda yürürken çıkardıkları kart kurt seslerinden dolayı Kürt denilen ama aslında dağ Türkleri olan bu kesimlere gerçek kimlikleri kavratılacaktır' diyerek faşizm ötesi işkencelerle Kürt halkı ve gençleri yok edilmek istenmiştir. Böylesi zulüm cenderesinde olunduğu bir dönemde, yaprağın bile izin almadan kımıldamaya cesaret edemediği zindanlar, Kürt direnişçilerin çığlıklarıyla yankılanıyordu.

Faşizmin zafer nidaları ülkenin dört bir yanına egemen kılınmaya çalışılmaktadır. 1920’lerden sonra yapamadıklarını 1980 darbesiyle yapmak istiyorlardı. O dönemin koşullarına baktığımızda 80 darbesi öncesi umutlanan Türkiye ve Kürt halkı faşist cunta ile umutları yok edilmek istenmektedir. Bunu da yapmak için tüm insanlık dışı uygulamalar, işkenceler, baskı ve zor aygıtları uygulanmaktadır. Metis ve Ulucanla’rda Türkiye devrimcileri, Amed’de ise Kürt devrimci ve muhalifleri sindirilmek istenmektedir. Kendi kimliklerinin inkarı istenmekte, İslamcı bir Türk kimliği dayatılmak istenmektedir. Zindanlarda insani ihtiyaçlarını bile karşılamaktan uzak devrimcilerin umutları kırılmak istenmektedir.

14 Temmuz büyük ölüm orucunun Kürtler üzerinde bıraktığı etkileri ve günümüzdeki sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Saliha Aydeniz: 14 Temmuz büyük ölüm orucu katliamlardan geçirilmek istenilen bir halkın yeniden dirilişini ve büyük bir direnişin ortaya çıkmasını sağladı. O dönem yok edildiği iddia edilen bir halkın, Türkiyeli ve Kürt devrimcilerin direnişi ile yeniden tarih sahnesine çıkmasını ifade etmektedir. Çünkü o günkü direnişin bugüne yansımalarına bakınca bunu anlayabiliriz. Bugün Rojava’daki kadın devrimi aslında o dönemin direnişinin bugüne yansımalarıdır.

Her isyan sonrasında yok ettik dedikleri Kürt halkının 14 Temmuz büyük ölüm orucu direnişi ile bir daha yok edilemeyeceğinin dile gelişidir. 14 Temmuz Kürtler için sıradan bir gün değildir. Sıradan rakamların yan yana gelmesi hiç değildir. Pratikleri ile o dönem devrimcilerinin bugüne bıraktığı mirasa sahip çıkan Kürt halkı bugün dünya halkları arasındaki yerini almış bulunmaktadır.

Keskin Bayındır: 1982’den günümüze neler değişti? Öncelikle o dönemi anlamak lazım. O dönemi anlamadan bugünü kurmak ve bugün başarı elde etmek kolay olmayacaktır. O dönem halklar mezarlığına çevrilmek istenilen Anadolu ve Mezopotamya topraklarında güller bahçesi yeşertmek için yola çıkanların zindanlarda işkencelerden geçirilmesi ve kendisini inkar etmesi üzerine kurulan bir kurgu vardı.

Dışarıda ise itaatkar bir nesil yaratılmak istenmektedir. 12 Eylül cunta rejimi ile zorlu bir süreç başladı. Aslında o döneme ait birçok kitap yazıldı. Filmler yayınlandı. Ama o dönemi yaşamış insanlarla bir araya gelindiğinde, yaşanılanların filmler ve kitaplarla anlatılamayacak kadar zulümkar olduğunu görmekteyiz. Yani kitapların bile anlatamadığı zulmü yaşayanlar bizlere daha güzel bir dünya bırakmak için yaşamlarını feda etmişlerdir. O fedakarlıklar üzerinden bugünlere gelebildik. Asimilasyona karşı direndik. Soykırım uygulamalarına karşı ayakta kalabildik. Evet bugünlere gelirken geçmişte çok büyük bedeller ödendi. Bugün nasıl dersek güllük gülistanlık mı? Hayır yine zulüm devam ediyor. Yine soykırım uygulanmak isteniyor.

Bugün geçmişimizden aldığımız güç ile ayakta durabiliyoruz. Çünkü Şêx Said ile Dağkapı’da darağacına asılan, Alişer ve Zarife ile ihanet sarmalına boğulmak istenilen, Seyid Rıza ile diz çöktürmek istenilen ve Ağrı isyanıyla Ağrı’nın tepesine gömülmek istenilen Kürt halkı bugün yine soykırımcı politikalarla yok edilmek isteniyor. Geçmişimizden aldığımız güç ile tüm bu uygulamaları boşa çıkarabileceğimizi biliyoruz artık. 12 Eylül faşizmin bile yok edemediği bu inancı bugün asla yok edemeyeceklerinin gururunu yaşıyoruz.

Mevcut iktidar son dönem uygulamaları ile Kürtlere ve muhalif kesimlere aynı süreci mi yaşatmak istiyor? Bu baskılardan çıkış yolu var mı? Yoksa 1980 darbesi ile elde edilmek istenenler bugün mü elde edilmek isteniyor?

Saliha Aydeniz: Mevcut iktidar aslında 12 Eylül faşizmin daha üst aşamasına geçmek istiyor. Uygulamalarıyla daha ötesine gitmek istiyor. Düşünemeyen, sorgulamayan, şükreden ve itaat eden bir nesil yaratmak istiyor. Bunun içinde daha önceleri çok fazla denenmiş yol ve yöntemleri yeniden denemektedirler. Tabi bu defa teknolojiyi de arkalarına alarak bu yöntemleri daha da geliştirip büyütmüşler.

Eskiden hukuk ve adalet yine yoktu ama en azından kılıfına uydurulmak ve bu şekilde sürdürülmek istenmekteydi. Fakat şimdiki dönemde artık kılıf bile aranmıyor. Minareyi değil camileri bir bütün olarak çalmaktadırlar ve kılıf bile hazırlamak ihtiyacı duymamaktadırlar. 18 yıl önce iktidara geldiklerinde demokrasiden ve özgürlüklerden bahsedenler bugün demokrasinin ruhuna Fatiha okumaktadırlar.

Keskin Bayındır: Basın açıklamasının bile yasaklandığı, sosyal medyadan korkulduğu böylesi bir dönemde her ne kadar umutsuzluk aşılanıp, gri bulutlarla susturduk sizleri, artık itaat zamanı deseler de Kürt ve Türkiye halkları olarak bir araya gelip faşizmi yenebiliriz. Faşizmin sesten korkar, cesaretten korkar. Bizler de gençler, kadınlar, halklar olarak direnişi örgütleyerek tüm bu saldırılar karşısında durabiliriz. Varlığımıza saldırılar artıyor. Sadece içeride değil, dışarıda da bu saldırılar hız kazanmaktadır.

Tüm bunlar bizleri umutsuzluğa düşürmemelidir. Çünkü 14 Temmuz 1982 karanlığın koyulaştığı bir anın aydınlığa dönüştürülmesiydi. İşte bizler bu direnişçi geçmişimizden alacağımız güç ve kararlılıkla, nasıl 12 Eylül faşist darbesini aştıysak, bugün de bu tek adam rejimini aşabiliriz. Türkiye devrimci halklarıyla ve Kürt halkıyla tüm bu zorlukların üstesinden gelebileceğimize inanıyoruz. Bu inanç ve kararlıkla 14 Temmuz ölüm orucu direnişçilerini saygı ve minnetle anıyoruz.