Çaresizliğin öfkesi İmralı'ya yöneldi -Hüseyin Ali
Ne zaman Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında zorlansalar İmralı’da Kürt Halk Önderi'ne yönelik saldırı yürütüyorlar. Önder Apo'ya yaklaşım Türk devletinin barometresi oluyor...
Ne zaman Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında zorlansalar İmralı’da Kürt Halk Önderi'ne yönelik saldırı yürütüyorlar. Önder Apo'ya yaklaşım Türk devletinin barometresi oluyor...
Kürt Halk Önderi ile 5 Nisan’dan beri hiçbir görüşme yapılmıyor. Ne ailesi, ne avukatları, ne de herhangi bir kişi İmralı’ya gidebiliyor. Tam bir ağır tecrit uygulanıyor. 17 yıldır ne zaman Kürt halkına yönelik bir saldırı başlatılmışsa bunun ilk uygulaması İmralı’da görülüyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı yürütülen son savaş ilk başta Kürt Halk Önderi'ne yönelik uygulanan tecritle başlatılmıştır. 2014’te alınan topyekun savaş kararı 5 Nisan’da İmralı’da uygulanan tecritle pratiğe sokulmuş, 7 Haziran sonrası ise şiddetlendirilmiştir.
Alınan haberlere göre İmralı’da bulunan diğer beş tutsaktan ikisi Silivri’ye sürgün edilmiştir. Diğer üç tutsaktan da Kürt Halk Önderi'nden olduğu gibi haber alınamıyor. İmralı’daki yapılan bu sürgün Kürt Halk Önderi'ne karşı gösterilen bir tutum oluyor. İmralı’daki psikolojik baskıyı ve savaşı şiddetle böyle yürütüyorlar. Kürt halkının Sûr’da, Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de, Gever’de, Kerboran’da, Şırnak’ta ve diğer Kürt illeri ve ilçelerinde gösterilen direnişin intikamını İmralı’dan alıyorlar. Sen bu halkı talepli kıldın, sen bu halkı bilinçlendirdin, direnişçi kıldın, sen bu halkı bu hale getirdin diye bu önderlikten intikam almak istiyorlar. Ne zaman Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında zorlansalar İmralı’da Kürt Halk Önderi'ne yönelik saldırı yürütüyorlar. Önder Apo'ya yaklaşım Türk devletinin barometresi oluyor. Önder Apo da bu saldırılar çerçevesinde dışarıdaki mücadelenin düzeyini öğreniyor.
Dünyada ya da Türkiye'de görülmüş şey midir, 27 Temmuz 2011 tarihinden beri Kürt Halk Önderi avukatlarıyla görüştürülmüyor. Bu, her bakımdan suçtur. Ne uluslararası hukukta, ne de Türkiye hukukunda böyle bir tecride cevaz vardır. Bu, açıkça keyfilik, kişiye özel hukukun uygulanmasıdır. Dünyada kişiye özel böyle bir hukukun uygulandığı görülmemiştir. Belki eski çağlarda görülmüştür ancak 21. yüzyılda böyle bir şey hiçbir yerde akla bile getirilemez. Hem bir halkın önderine bu düzeyde bir baskı uygulanacak, hem de o halkın sorunu çözülecek, bu mümkün değildir. Çünkü bir halkın önderine yaklaşım o halka yaklaşımdır. Bir halka nasıl yaklaşıldığı öğrenilmek isteniyorsa o halkın önderine, siyasi iradesine nasıl yaklaşıldığına bakılmalıdır. Kürt Halk Önderi'ne nasıl yaklaşıldığı da ortadadır.
Kürt Halk Önderi'nin ailesiyle de bir yıldır görüşme yaptırılmıyor. Ne avukat görüşmesi, ne aile görüşmesi! Hiçbir uluslararası kuruluş da buna tepki göstermiyor. Ondan sonra da Türkiye BM’ye, Avrupa Birliği'ne, Avrupa Konseyi'ne bağlı ve uluslararası sözleşmelere imza atmış bir ülke olarak görülüyor. Sıra Kürtlere geldiğinde hiçbir vicdan, ahlak ve hukuk ilkesi dikkate alınmıyor. Kürtler dünyadaki diğer halklar ve toplumlar gibi ele alınmıyor. Siyasi çıkarlar gereği Kürtler üzerinde uygulanan zulüm ve baskıya sessiz kalınıyor. Kürt halkı üzerinde uygulanan zulüm ve baskıya karşı sessizlik neyse, bugün Kürt halkı üzerinde uygulanan baskı, zulüm ve katliam karşısında gösterilen kahredici suskunluk da aynı şeydir.
Kürt Halk Önderi 12-13 yıl İmralı’da tek kişilik bir cezaevinde kapalı bir hücrede tek başına kaldı. Sonradan uluslararası bazı kurumların itirazıyla beş hükümlü İmralı’ya götürüldü. Bu hükümlüler başka cezaevlerine gönderilip yerlerine yenileri getirilmişti. İmralı’da görüşmeler müzakereye evrilirse bu hükümlüler aynı zamanda Kürt Halk Önderi'ne sekreterlik yapacaktı. Hem bu hükümlülerle İmralı’daki tecrit bir düzeyde kalkmış olacak, hem de İmralı’daki görüşmelerde Kürt Halk Önderi'ne yardımcı olacaklardı. Bu sürgün hem tecridi ağırlaştırma, hem de dışarıda yürüttükleri savaşı İmralı’ya taşıma anlamına gelmektedir.
Kürt Halk Önderi, Kürt halkının baş müzakerecisidir. Zaten Kürt halkı bizim siyasi irademiz demiştir. Türkiye kamuoyu da en makul muhatabın Kürt Halk Önderi olduğunu bilmektedir. Öyle ki bugün ağır tecrit uygulayan ve savaşı başlatan AKP'nin yandaşı basın da defalarca Kürt Halk Önderi'nin en makul muhatap ve çözümde en temel aktör olduğunu dile getirmiştir. Bu şu anlama gelmektedir; bu önderlikle görüşmeler müzakereye evrilmemiş ve çözüme götürülmemişse hiç kimse ve hiçbir kurum da müzakere yapıp çözüme götüremez. Bu kesindir. Eğer bu önderlik üzerinde ağır baskı varsa bu, Türk devletinin bir çözüm politikası olmadığını, şiddetle, zorla, savaşla sindirmek ile sonuç almak istediğini gösterir. Zaten İmralı’daki uygulamalar da Sûr, Cizre, Silopi başta olmak üzere Kürt şehirlerinde, ilçelerinde ve mahallelerinde uygulanan zulüm de bunu kanıtlamaktadır.
Savaş, Kürt Halk Önderi'ne uygulanan tecritle pratiğe konmuştur ve savaş da ancak orada sonlandırılabilir. Bunun dışındaki her beklenti kendini kandırmadır ve boş beklentidir.
Kürt sorununda artık çözüm adımı atılmadan bu savaş bitmeyecektir. Kürt halkının ortaya koyduğu öz yönetim iradesi tanınmadan bu savaş bitmeyecektir. Bu savaşı sürdüren her hükümet bitmek durumunda kalacaktır. Kim bu halkı sindireceğini sanıyorsa 1970’li yıllar öncesinde kalmıştır demektir. PKK imkansızlıkların, zorlukların zirvede olduğu bir zamanda tarih sahnesine çıkmıştır. Zorlukların, imkansızlıkların olduğu yerde PKK vardır. PKK'nin devrimciliği bu noktada başlar. Kolayı başkaları da yapabilir. Zoru başarma ise PKK'nin ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin misyonudur. Kürt Özgürlük Mücadelesi kırk yıldır nasıl ki zorlukları aşa aşa bugüne geldiyse, bundan sonra da zorlukları aşa aşa ilerleyecektir. Zayıf, güçsüz olduğu zamanlarda ezilemeyen bu hareket bugün hiçbir biçimde ezilemez. PKK'nin, Kürt Özgürlük Hareketi'nin zor koşullarda mücadele edip başarmasının tarzı yine pratikleşecek ve kazanan yine Kürt halkı olacaktır.
Hiç kimse bu devlet ve hükümeti aşağıdan alarak, bunların insafına sığınarak ya da bunların insafa geleceğini sanarak hiçbir yol alamaz. Bu devlete ve hükümete karşı ancak mücadele edilerek, direnilerek özgür ve demokratik yaşam kazanılabilir. Bu gerçekliği görmeyenler kendini kandırmaktan başka bir iş yapmazlar.
Şunu vurgulamalıyız ki, Kürt Halk Önderi'ne bu dönemde ağır tecrit uygulanması ise kaybetmiş olmanın ilanıdır.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA