Özgür Hukukçular Derneği (ÖHD), MYK üyesi Özgür Erol, Kürt kentlerine yönelik devlet saldırılarını 'insanlık suçu' olarak tanımladı. Devletin Silvan'da hayatı cehenneme çevirme taktiği uyguladığına dikkat çekti.
SEDAT SUR
AMED
Cumartesi, 14 Kasım 2015, 13:00
Özgür Hukukçular Derneği (ÖHD), MYK üyesi Özgür Erol, Kürt kentlerine yönelik devlet saldırılarını 'insanlık suçu' olarak tanımladı. Devletin Silvan'da hayatı cehenneme çevirme taktiği uyguladığına dikkat çeken avukat Erol, 90'ları tamamen aşan bir saldırı konsepti olduğunu söyledi. Saldırıların herhangi bir hukuk literatürüne denk düşmediğini belirten Erol, herhangi bir hukuk uygulanmadığının altını çizdi.
Yaşanan devlet saldırıları ve sokağa çıkma yasağına karşı ÖHD üyesi avukatlar ile birlikte Silvan'a gelen ÖHD MYK Üyesi avukat Özgür Erol, Silvan'da yaşanan devlet saldırısı ve bunun hukuki boyutuna ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı.
'YAŞAMI CEHENNEME ÇEVİRME TAKTİĞİ UYGULANIYOR'
Öncelikle Silvan'daki ilk izlenimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Daha girdiğimiz andan itibaren gözlemlediğimiz yoğun bir çatışma hali, yoğun bir müdahale hali gösterdi ki burada hiçbir olağan hukuk hali devrede değildir. İnsanların zaten bütün temel hak ve özgürlükleri askıya alınmış durumda, bunun haricinde, yasalarda belirlenen belirli müdahale tiplerinin hiçbiri uygulanmıyor, uyarı ve benzeri yöntemler tamamen bir kenara bırakılmış direkt müdahale ediliyor.
Size yönelik de böyle bir saldırı oldu...
Evet. Açıkçası halkın burada maruz kaldığının yanında çok da öne çıkarılması gerektiğini düşünmüyorum ama burada halkın kimi etkinliklerle protestosunu dile getirme yöntemlerine karşı bu doğrudan müdahale ateşli silahlarla gerçekleştiriliyor ki yaşamı bir nevi cehenneme çevirme taktiğini burada bire bir görüyoruz.
'90'LARI AŞAN BİR DURUM'
Bu saldırıların anlamı nedir, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürtlerin mevcut siyasal ve hukuki sistem içerisindeki yerleri oldukça tehlikeli bir noktaya sürüklenmiş durumda. Türkiye'deki mevcut saldırı konsepti, kesinlikle Ortadoğu'nun genelinde yürüyen savaş konseptinden bağımsız görünmüyor.
En tehlikeli olan da bu. Geçmişte de Türkiye'nin oldukça kirli savaş dönemlerini yaşadığı oldu, bugün sık sık 90'lara mı dönüyoruz söylemi kullanılıyor. 90'lara da tanıklık etmiş bir insan olarak söylemeliyim ki; bugün ki durum 90'ları aşan bir durumdur. Daha farklı bir konsept, daha farklı bir gerçeklik söz konusudur, özellikle Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı kentlerin topyekun, bir kent olarak, bir sosyal mekan olarak, bir siyasal mekan olarak hedef alındığı bir dönemden geçiyoruz.
'BURADA UYGULANAN BİR HUKUK YOK'
Bir hukukçu olarak size göre, burada hangi hukuk uygulanıyor?
Aslında hangi hukuk uygulanıyor sorusu önemli. Çünkü bunu oturtabileceğiniz herhangi olağan bir hukuk alanı yok. Hiçbir olağan hukuk rejiminde belirli bölgeler, hele ki böyle bütün bir kent gibi bu kadar genel ve yaygın bölgeler bir bütün olarak sokağa çıkma yasağının ilan edildiği, askeri ve kolluk güçlerinin denetimine terkedilmiş, müdahalesine terkedilmiş, bütün temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı bir rejime dönüştürülemez.
Buna benzer uygulamalar, olağanüstü, sıkıyönetim rejimlerinde ortaya çıkabilir.
Türkiye de son dört ayda ortaya çıkan saldırı tamamen yasanın arkasından dolaşan bir yöntem, yasal olmayan bir yöntem, böylesine bir yetkileri olmadığı halde, sokağa çıkma yasağı ilan etme yetkisi valilere verilmiş, özel güvenlik bölgesi ilan etme adı altında, böyle bir hukuku boşa çıkartma tekniği ile anayasal haklar ihlal ediliyor. Tamamen idari bir karar ile anayasa ihlal ediliyor. Fakat bu konuda anayasa mahkemesine yapılan başvurular da reddedildi. Bir bütün olarak söylersek; Kürt kentlerinin bir hukuk rejimi içerisinde tamamen bir hukuksuzluk adası olarak, hukukun askıya alındığı adalar olarak oluşturulmaya başlandığını söyleyebiliriz.
Kentleri bu şekilde kuşatarak 'terörle mücadele' ettiğinizi iddia edemezsiniz. Çünkü kentleri kuşattığınız zaman, işte Varto, Silvan, Cizre, Silopi, Nusaybin, Sur örneğinde ortaya çıktı ki; mesele kendi içerisinde çok ağır olan öldürme ve yaralama fiillerini aşan bir hal alıyor, bu kentteki sosyal yaşamın tamamı hedef haline geliyor, bu kentteki nüfusun tamamı hedef haline geliyor. Kürtlerin yaşadığı bu durumu 'hak ihlali' kavramı ile açıklayamıyoruz. Tek başına uluslararası sözleşmeler de geçen 'yaşam hakkı ihlali' ya da 'seyahat özgürlüğü' ihlali bunları tanımlamaya yetmiyor. Hem ölümlerin çokluğu hem de ölümler ve yaralanmaların dışında, sivil ölüm ve yaralanmaların dışında mağduriyet kapsamının genişliği bir bütün olarak insanlığa karşı bir suç halini ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla olağan standart bir hukuk rejiminde yeri yok.
Bu uygulamalar savaş suçu olarak ele alınabilir mi, sorumluları savaş suçu kapsamında yargılanabilir mi?
Bir ihlal hali bu kadar yaygın, bu kadar kitlesel ve sürekli uygulanmaya başlandığı andan itibaren, artık ihlal niteliğinin üzerine çıkar. Artık bundan itibaren insanlığa karşı suç, ya da savaş suçu kavramları işin içine girmeye başlar. Böylesi bir durum burada açıkça yaşanıyor, özellikle son dört ay da, demin saydığımız, Varto'dan başlayan ve Silvan'a kadar uzanan, yarı belki Nusaybin'de karşılaşacağımız tüm bu rejimlerde, tüm bu pratiklerden karşımıza çıkan uygulamalara 'insanlığa karşı suç', 'savaş suçu' ismi verilebilir.
Çünkü tekil kişilere işlenen bir suç olmaktan çıkmış, bütün bir kent ve kent nüfusuna karşı bir suça dönüşmüş.
'KÜRTLERİN ÖZ YÖNETİM TALEBİ MEŞRU VE HAKLIDIR'
Kürt halkının özerklik hakkının bu düzeyde kanlı bir saldırı ile bastırılmak istenmesi konusunda neler söyleyeceksiniz?
Özerklik meselesi, uluslararası siyasetin de, ulusal siyasetin de hem anayasal, hem yürütme hem de yasama düzeyinde tartışılabilir sistemlerinden biridir. Bu tamamen siyasi ve idari bir talep ve irade içerir, ortaya koyar. Böylesi bir uygulama sistemini, böylesi bir yönetim sistemi konusunda halkın belli bir kesiminin bir talebi varsa ki var; bunu tartışmak yerine bunu kriminalize etmek, dünyanın her yerinde uygulanmakta olan bir yönetim sistemini de kriminalize etmek anlamına gelir. Bugün ülkeyi yönetenler, rahatlıkla parlamenter sistem yerine başkanlık sistemini tartışıyorlar ve hatta fiiliyatta uyguluyorlar ve hatta 'Türkiye'de yönetim sistemi fiilen değişmiştir' diyorlar da, devletin birliği ve bütünlüğüne karşı bir fiil gelişmiyorsa ki gelişmez; her türlü siyasi sistem tartışmaya açıktır, Kürtlerin bu yönlü talepleri neden kriminalize edilsin ki , Dünya da bundan daha saçma bir mesele olabilir mi? Kaldı ki öz yönetim dünya da tartışılan ve uygulanan bir yönetim biçimidir.