Anormal olan yaşam kabul edilemez...-Mustafa Karasu

Kürt halkının öz yönetim direnişleri kahramanca sürmektedir. Türk devletinin tüm saldırılarına rağmen halk kırk yıllık mücadelenin derin bilinciyle direnmektedir.

Kürt halkının öz yönetim direnişleri kahramanca sürmektedir. Türk devletinin tüm saldırılarına rağmen halk kırk yıllık mücadelenin derin bilinciyle direnmektedir. Devletin her türlü savaş araçlarıyla saldırmasına rağmen sonuç alamaması, halkın gücüyle ilgilidir. Kürt halkının “PKK halktır, halk burada” söylemi gerçek anlamıyla pratikleşmiştir. Halk PKK’nin yenilmezlik çizgisini kendi direnişinde somutlaştırmıştır. 

Ancak bu büyük direnişe hakkı yeterince verilmemektedir. Böyle bir halk direnişi Ortadoğu’da az görülmüştür. Gerçek bir demokratikleşme direnişidir. Onlarca yıldır süren demokratik devrimin gerçek bir demokratikleşme hamlesiyle taçlanmasıdır. Ortadoğu’da gericiliğin kalesi haline gelen Türk devletine karşı direniş, tüm Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi mücadelesidir. Türk devleti Kürtler yararlanmasın diye tüm Ortadoğu’da her türlü demokratikleşme adımına karşı çıkmaktadır. Kürt karşıtlığı Türk devletini gericiliğin merkezi haline getirmiştir. Ortadoğu’da despot iktidarların dağıldığı, halkların yeni arayışlara girdiği bir dönemde Türk devleti gerçek yüzünü göstermiştir. Suriye’deki ve Irak’taki politikaları bunun en somut ifadesidir. 

Türk devleti mevcut Ortadoğu siyasi ortamında Kürt sorununu çözerek değil de Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni ezerek kendisine yer bulmak istediği bir politikaya yönelmiştir. Kürtlerin Bakur’da, Başûr’da ve Rojava’da güçlendiğini düşünerek Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezme kararı almıştır. 7 Haziran öncesi kontrollü bir gerilim politikası izlenirken, seçim sonrası şiddetli bir savaş devreye konulmuştur. Asayişi sağlama adı altında Kürt halkının iradesi kırılıp tümden teslim alınmak istenmiştir. 7 Haziran seçim sonuçları kabul edilmeyip, 12 Eylül gibi bir siyasi darbe yapılıp Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi ezilmek istenince, Kürt halkı öz yönetim hamlesi başlatmıştır. 

Kürt halkı ya direnecekti ya da asayişi sağlama uygulamalarıyla teslim alınacaktı. Asayişi sağlama söylemleri 30 Ekim MGK’da alınan savaş kararından sonra sürekli dillendirilmiştir. İşte Kürt halkının direnişi bu politikaya karşı bir cevap olmuştur. Kürt Özgürlük Hareketi 10 Ekim’de tek taraflı çatışmasızlık ilan etmesine rağmen Türk devleti savaşta ısrar edeceğini açıklamıştır. İşte Kürt halkı böyle bir politikaya karşı direnişe geçmiştir. Kürt sorununda çözüm politikası olmayan Türk devleti tabii ki saldıracaktı. Nitekim her gün pervasızca saldırmaktadır. 

Türk devletinin karakteri düşünülünce saldırıların tahripkar olacağı açıktır. Nitekim şehirleri yakıp yıkmakta, evlere saldırmakta, sivilleri pervasızca katletmektedir. Direniş ve devrim dönemlerinde normal yaşam sürdürmek mümkün değildir. Güçlünün barışı denilen Roma Barışı kabul edilmeyeceğine göre; direnişin, özgürlük hamlesinin bedeli olacaktır. Kürt halkı da kırk yıldır bu bedeli ödemektedir. Çünkü Türk devleti zalim, sömürgeci bir devlettir. 90 yıldır Kürt halkını nasıl sindirmek istediyse şimdi de benzer politika izlemektedir. Kürt halkı bu politikaya teslim olmayacağına göre, bu direniş ve ödenecek bedeller kaçınılmazdır.

Türk devletinin saldırıları sonucu tabii ki ticari yaşam etkilenecektir. Esnaf etkilenmektedir. Etkilenmeyeceğini düşünmek, Türk devletinin karakterini ve Kürt direnişinin zorluğunu anlamamaktır. Türk devletinin kültürel soykırımı kabul edilmeyeceğine göre direniş her türlü bedel göze alınarak yapılacaktır. Her gün gençler yaşamlarını verirken, gerilla ağır bedeller verirken bu direnişin esnafa da bazı bedeller ödetmesi anlaşılır bir durumdur. 1990’lı yıllarda da esnaflar, orta sınıf denilen kesimler, aydınlar, hatta varlıklı Kürtler de özgür ve demokratik yaşam uğruna büyük bedeller ödemişlerdir. Varlığın anayasal güvenceye alınması, Kürt dilinin ve kültürünün tanınması, anadilde eğitimin sağlanması, kendi kendini yönetme isteğinden vazgeçilmeyeceğine göre, toplumdan her kesim fedakarlıklar yapacaktır. Fedakarlık yapılmadan özgür ve demokratik yaşam sağlanamayacağına göre, özgür ve demokratik yaşam isteyenler, özgür bir halk ve özgür ülke için bu fedakarlığı yapacaklardır. 

Yaşam özgürse anlamlıdır. Ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyet özgür yaşam koşullarında anlamlıdır. Türk devleti boyun eğmeyi dayatırken, anlamı olmayan bu yaşamı dayatırken, bu yaşamı özgürlüğe değiştirmek mümkün değildir. Bu açıdan normal yaşam bozulacaktır. Biz zaten Türk devletinin dayattığı bu yaşamı normal görmüyoruz. Türk devletinin politikalarını kabul edecek yaşam anormal bir yaşamdır. Kürt halkının öz yönetim direnişi, anormal, kabul edilmeyecek yaşamı reddedip insanlık için normal ve doğru olan yaşamı yaratmak için yapılmaktadır. Bozulan bir yaşam varsa kültürel soykırımcı sömürgecilik altındaki anormal, kabul edilmeyecek bir yaşamdır. Bu açıdan yaşamlarımız bozuldu demek anlamsızdır. Bunu Türk devlet yetkilileri söylemektedirler. Türk devleti zaten bizim öngördüğümüz siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamı kabul edin dayatması yapmaktadır. Buna karşı direnişi düzen bozma olarak değerlendirmektedir. 

Türk devleti, benim dediğim yaşamı kabul etmezseniz size bu yaşamı zehir ederim dayatması yapmaktadır. Bu kadar ağır saldırı kimin yaşam bozucu ve düşman olduğunu göstermektedir. Türk devletinin saldırılarından direnişi sorumlu tutmak, dünyaya, her şeye tersinden bakmaktır. Türk devletinin bu zalim politikasına karşı yürütülen direniş kutsal görüleceğine, Türk devletinin politikalarına karşı direnildi, bunlar oldu demek, köleliği içselleştirmek anlamına gelir. Diyarbakır 5 Nolu zindanında PKK’li tutsaklar direndiğinde, bazı beyni ve ruhu teslim olmuş tutsaklar işkencelerden direnişçileri sorumlu tutuyorlardı. Şimdi de Türk devletinin ağır saldırıları ve katliamlarından direnişçileri sorumlu tutan çarpık düşünce ve ruhlular görülmektedir. 

Şeyh Sait ve arkadaşlarının idam edildiği dönemde de, 1937-38’de de Türk devleti asayişi sağlama adına o katliamları ve idamları yapmıştı. Şimdi de AKP hükümeti her gün asayişi sağlamaktan söz etmektedir. Kürtlerin hakkı, hukuku, varlığı, kimliği, dili ve kendi kendini yönetmesinden söz edilmemektedir. Asayişi sağlama adı altında boyun eğdirme dayatılmaktadır. Zaten başbakan her yerde “kültürel soykırımcı sömürgeciliği hakimi kılana kadar bu savaş sürecektir” vaazında bulunmaktadır. Ahmet Davutoğlu’nun sözünü başka türlü anlamak, Türk devlet gerçeğine ve amaçlarına göz yummaktır.

Herkes Türk devlet gerçeğini görmelidir. Hiç kimse kendini kandırmamalıdır. Türk devleti Kürt halkının varlığını kabul etmemektedir. Kürt sorununun çözümünü dayatan özgürlük güçlerini ezmek istemektedir. Tek gerçek budur. Bunun dışındaki her yaklaşım kendini kandırmaktır. Kürt halkı bir dönem daha büyük bir direniş içinde olacaktır. Birkaç yıllık nispi çatışmasızlık dönemi de bir mücadele dönemiydi. O döneme göre değerlendirme yapmak, yeni dönem gerçeğini görmemek olur. O dönem 30 Ekim 2014 Milli Güvenlik Kurulu kararıyla son bulmuştur. Dolmabahçe Mutabakatı’nın reddedilmesi bunun resmi ilanıydı. Bugün hala önceki dönemdeymişiz gibi hareket etmek, Türk devletinin yeni dönem politikasına boyun eğmek olur. Çünkü teslimiyet ve tasfiye dayatılmaktadır. İşte buna karşı durma vardır. Bu direnişin tabii ki bedelleri olmaktadır. Türk devlet gerçeğinde özgür ve demokratik yaşama başka türlü kavuşmak mümkün değildir. Amiyane deyimle gülü seven dikenine katlanır. 

Kürt halkı son kırk yılı çok şiddetli mücadele dönemi olmak üzere 90 yıldır direnmektedir. Ağır bedeller ödemiştir. Bu bedellerin yüzüstü bırakılması; anlamlı hale getirilmemesi düşünülemez. Hiç kimse ‘’Rahatımız bozuluyor, bu direnişten vazgeçin’’ diyemez. Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi Kürt sorununu demokratik siyasal yollardan çözmeyi tercih etmiştir. Bu yönlü çok büyük fedakarlıklar yapılmıştır. Ancak Türk devletinin bir çözüm zihniyeti ve iradesi olmadığından bu çabalar boşa çıkarılmıştır. Bunu görmemek, Önder Apo ve Özgürlük Hareketi’nin çabalarını ve fedakarlığını görmezlikten gelmektir.

Öz yönetim direnişi, kırk yıllık mücadelenin demokratik özerklikle taçlandırılması için yürütülmektedir. Türk devletinin inkarcı politikasına karşı Kürt’ün kendi kimliği, dili ve kültürüyle kendi özgür yaşamını kurma seçeneği pratikleştirmektedir. Kürt halkına teslimiyet dayatılmış, Kürt halkı da öz yönetim hamlesiyle cevap vermiştir. Biz Kürt kimliğinin ve anadilde eğitimin kabul edilmediği ve Kürt’ün kendi kendini yönetmediği bir yaşamı kabul edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Bu sorunun cevabının verilmesi ve herkesin tutumunu buna göre alması gerekmektedir.