GÖRÜNTÜLÜ

‘Anayasa demokratik esaslara göre hazırlanmalı’

Tevgera Azadi Eşbaşkanı Şilan Şakir, “Anayasa demokratik esaslara göre hazırlanmalı, herkes içinde görmeli” dedi.

“Anayasa demokratik esaslara göre hazırlanmalı, herkes içinde görmeli” diyen Tevgera Azadi Eşbaşkanı Şilan Şakir, Güney Kürdistan'da başkanlık üzerinden yürütülen tartışmalar suni gündem olduğunu ve asıl amacın iktidar pastasından pay kapmak olduğunu söyledi.

Siyasetin Güney Kürdistan'da siyasi, toplumsal ve ekonomik sorunlara çözüm geliştirmemesinden kaynaklı gençlerin ülkelerinden kaçtıklarını belirten, Şakir, “Mesrur ile Neçirvan Barzani’nin PKK karşıtı açıklamaları, bölgesel ve küresel güçlerin Kürdistan'ı bölen politikalarına hizmet ediyor. Bu politikaların bir an önce terk edilerek, ulusal birlik siyasetinin herkesçe esas alınması gerekiyor” dedi.

Güney Kürdistan'da anayasa yapım süreci yaşanıyor. Bu yönlü yoğun tartışmalar var. Siz hazırlık sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz Tevgera Azadi olarak daha önce anayasaya ilişkin projemizi hazırlık komisyonuna sunmuştuk. Oldukça olumlu da karşılık bulmuştu. Ancak, anayasa tüm herkesi ilgilendiren bir şey. Burada tüm tarafların mutabık olacağı bir metin hazırlamak gerekir.

Ancak mevcut durumda partilerin yaklaşımı maalesef kendi iktidarlarına hizmet edecek bir anayasa hazırlama yönünde. Açıkçası, anayasa bir şekilde siyasi partiler arası iktidar çekişmelerine kurban ediliyor.

Nasıl yani?

Örneğin, KDP şimdi diğer partilerle görüşme trafiği başlatmış durumda. YNK aynı şekilde bir görüşme trafiği başlatmış. Ama herkes uzlaşı olsun diyor. Peki, bunun esasları neler olacak? Eğer eskiden olduğu gibi partilerin kendi çıkarları temelinde üstten anlaşmalarıyla olacak bir şey ise, bu siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne hizmet etmez. Bunun adı uzlaşma da olmaz. Bu parlamentodaki 5 partinin bir araya gelerek kendi çıkarları temelinde anlaşmaları olur. Toplumun ve siyasetin demokratikleşmesine hizmet etmez.

Bizim görebildiğimiz kadarıyla kimse gerçekten demokratik ve özgürlükçü bir anayasa için, demokratik ve özgürlükçü bir siyaset ve toplum için çaba harcamıyor ve bu tehlikelidir. Kimse iktidarını kaybetmek istemiyor ve işte asıl sorun da buradan başlıyor. Hazırlık sürecinde bu net bir şekilde ortaya çıktı. Oysa sorun bir toplumun, halkın geleceğidir. Bu anayasa bu topluma uygulanacak. Peki, bu nasıl olacak? İşte sorun buradan başlıyor.

Siz anayasa için seçilen komisyonun oluşumunu, çalışma şeklini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce anayasa için yeterli mi?

Aslında daha baştan hazırlık komisyonunun sadece parlamentonda olan partilerden oluşmasıyla yanlışlık başladı. Bu; toplumu da, parlamentodaki azınlıkları da rahatsız etti.

Anayasayı iktidar sahipleri yazarlarsa ne kadar demokratik olur. Şimdi durum budur. Örneğin uzmanlar bu komisyona dahil edilmedi.

Böyle bir anayasanın demokratik olabileceğinden söz etmek mümkün mü?

Hayır değildir. Yanlış bir espriyle hazırlanmış bir komisyonun doğru ve demokratik bir anayasa hazırlamasını beklemek nafiledir. Zaten eleştirimiz de bunadır.

Bir de çok kısa bir süreye sığdırıldı. Gerekli çalışmaları yürütmek için komisyona yeterince imkan da tanınmadı. Anayasa hazırlamak her hangi bir konuda makale yazmaya benzemez ki. Dolayısıyla çok yönlü ele alınması, alt yapısının doğru hazırlanması gerekirdi.

Komisyonun siyasi partilerin baskısı altında olduğu söyleniyor. Katılıyor musunuz?

Evet, böyle eleştiriler gündeme geliyor. Komisyonun kesinlikle özgürce çalışması gerekir. Ama böyle değil, her taraftan siyasi partilerin, iktidar güçlerinin baskısı altındalar. Herkes kendi iktidarına hizmet edecek bir anayasa hazırlamak için direkt ya da dolaylı olarak komisyonu baskı altına alıyor.

Parlamentoda yer alan partilerin de arasında önemli bir uzlaşı olduğundan söz etmek mümkün değil. Bu basına da yansıyor. Sizce bu çelişkiler nereden kaynaklanıyor, anayasa da uzlaşamadıkları hususlar neler oluyor sizce?

Bence temel çelişki noktası kendi aralarındaki iktidarı paylaşma kavgasıdır. Çünkü her biri iktidar pastasından büyük payı alma peşinde. Kimisi ekonomik, kimisi güvenlik vs. hususları tekeline almaya çalışıyor ve dolayısıyla anlaşamıyorlar. Yoksa bunun toplumun geleceğini düşünen, onun kaygısını gütme üzerinden geliştiğinden söz etmek mümkün değil. Çelişki noktası kesinlikle bu değildir.

Şimdi dikkat edelim güney Kürdistan'da ekonomiden, siyasete kadar bir kriz durumu yaşanıyor. Toplum ciddi bir baskı altında. Gençler ülkesini terk edip yurt dışına kaçıyor ama bir gün partiler çıkıp bu krizlerini ana nedenlerini ortaya koymadılar. Çözüm yollarını bulalım diye sorunların gerçek kaynağına inmeye çalışmadılar.

Sivil toplum özgürce örgütlenemiyor. İşsizlik had safhada, bölgeye hiçbir yatırım yapılmıyor, ama kimse de bu sorunlara dokunmuyor. Nedenlerini sorgulamıyor. Fakat herkes her gün başkan kim olacak diye açıklama yapabiliyor. Gündemini tümüyle buna kilitleyebiliyor. Bu da Kürdistan bölgesinin yönetim sistemi açısından kuşkusuz önemli fakat bütün sorun kimin başkan olacağı değildir. Zaten bu konuda da anlaşamıyorlar.

Başkanlık konusunda çelişki konusu nedir?

Mesut Barzani bir dönem uzatmalı bu görevi sürdürdü. Ama KDP bir dönem daha bu görevi sürdürmesini istiyor, hatta dayatıyor. Oysa yasalar gereği kesinlikle bırakması gerekir. Biz Tevgera Azadi olarak sorunu kişiyle ele almıyoruz. Başkan kim olursa olsun, seçimle tarzı nasıl olursa olsun, yasada belirtilen ölçülere göre hareket etmek zorundadır. Eğer demokratik bir toplum ve siyaset yaratılacaksa böyle olur. Yoksa sizin anayasa yapmanızın bir anlamı kalmaz. O zaman zaten diktatörlük sistemini kurmuş olursunuz.

KDP Güney Kürdistan ve Ortadoğu’nun oldukça hassas bir süreçten geçtiğini dolayısıyla Mesut Barzani’nin görev süresinin bu geçiş döneminde uzatılmasını istiyor. Sizce yerinde bir gerekçe mi? Başkanlık görevini yürütecek başka kimse bulunamaz mı?

Kesinlikle yerinde bir gerekçe değildir. Bu görevi yürütecek çok sayıda siyasetçi var. Doğrusu bu değildir. Doğrusu KDP iktidarı kimseye kaptırmak istemediğinden bu tür gerekçeleri öne sürüyor. Eğer Güney Kürdistan bugün bu kadar krizli bir duruma gelmişse siyasi ve ekonomik olarak bunda bu başkanın büyük etkisi vardır. O zaman nasıl oluyor da bu krizli süreçte başkanlık süresi devam etsin, hassas bir süreç deniliyor? Hal böyleyken bir daha seçilmesi daha kötü bir durum yaratmaz mı? Kesinlikle yaratacaktır.

Kürdistan bölgesinde parlamenter sistem mi başkanlık sistemi mi olsun tartışmaları yapılıyor. Hareket olarak siz nasıl bir sistem ön görüyorsunuz?

Sistem olarak nasıl bir sistemi ön gördüğümüzü önceki bölümde söylemiştim. Ama mevcut durumda var olan sistemin parlamenter sistem olmasından yanayız. Başkanın da parlamentoda seçilmesi ve yetkilerinin kısıtlanması gerekir. Çünkü zaten parlamenterler halk tarafından seçiliyor, halkın iradesini temsil ediyor. Dolayısıyla siz bu tür hakları ya da daha doğru tanımla görevleri parlamentoya vererek parlamentoyu işlevsel kılmış olursunuz. Başkan seçilecek kişi de parti üyeliğini bırakmalı, tarafsız olmalıdır.

Hatta biz komisyona sunduğumuz önerimizde başkanın erkek olması durumunda yardımcılarının kadın olmasını, başkanın kadın olması durumunda ise yardımcılarının erkek olmasını istedik. Bu kadının da siyasette, toplum yönetiminde eşit haklara sahip olmasını sağlayacaktır.

Anayasa şeriat esaslarına göre mi laiklik esaslarına göre mi olsun tartışmaları yapılıyor. Sizce anayasa hangi esaslara göre olmalı?

Demokratik esaslara göre olmalı. Herkesin özgürce kendisini ifade edebileceği, kültürünü, inancını, dilini, farklılığını bir başkasının özgürlüğünü kısıtlamadan özgürce yaşayabileceği esaslar temel alınmalı. Demokratik bir anayasa böyle olmalı.

Şeriat esasına göre olmasının ne gibi sakıncaları var?

Şeriat esaslarına göre anayasa yaptığınız zaman İslam inancı dışında kalanlar ne olacak? Çünkü farklı inançlar da var. İslami esasları koyduğunuz zaman direkt diğerlerini inkar etmiş, yok saymış olmuyor musunuz? Ya da tersinden başka bir inancı esas alırsanız, örneğin Müslümanların haklarını gasp etmiş olmuyor musunuz?

Biz hareket olarak komisyona sunduğumuz anayasa projesinde, tüm inançlara saygılı ve eşit mesafede demokratik kriterlerin esas alınmasını önerdik. Kaldı ki böyle bir tartışmanın kendisi suni bir tartışmadır. Bugün sadece bir din ya da mezhep eksenli sistemlerin gerçekten de toplumların, farklılıkların barış içinde özgürce bir arada yaşamasını sağlayamadıklarını, aksine çatışma nedeni olduklarını görüyoruz. Kaldı ki bu tür yöntemler yüzyıllardır deneniyor ve sonuç değişmiyor. Bundan sonra da böyle bir şey sorunların çözümü olmayacaktır. Aksine yeni sorunların kaynağı olacaktır. Kaldı ki tartışması bile Güney Kürdistan'da parçalı duruşları doğurdu.

Bir de son zamanlarda Güney Kürdistan'da binlerce genç kaçak yollardan yurt dışına çıkıyor. İnsanların kendi ülkelerinden bu şekilde kaçışlarının sebebi ne sizce?

23 yıldır Güney Kürdistan bir statü kazanmış durumda. Ancak şimdiye kadar gençliğe bir gelecek hazırlayacak bir politika uygulanmadı. Siyasi partiler bu yönlü çeşitli vaatlerde bulundular, ancak gençlerin istihdamını sağlayacak bir siyaset geliştirilmedi. Siyasi, toplumsal, ekonomik sorunlar çözülmedi.

İşsizlik bölgemizde had safhada. Üniversite öğrencileri mezun olduktan sonra üretime katılacak bir alan bulamıyor. Yine tabi siyasetin, iktidarın inanılmaz düzeyde birey ve toplumu iradesizleştirme, baskılama durumu var. İnsanlar kendilerini ifade edebilecekleri bir alan bulamıyorlar. Ekonomik olarak bir gelecek kuramıyorlar. Böyle olunca yurt dışına kaçıyorlar. Kendilerini ifade edebilecekleri bir yer arıyorlar. Aidiyet hissi gittikçe iktidarın uygulamalarıyla ortadan kaldırılıyor. Böyle olunca gençler ülkelerini bırakıp kaçıyor.

Peki, kaçış bir çözüm mü?

Hayır, kesinlikle değil. Gittikleri ülkelerde o gençler asimile edilecekler. Ekonomik olarak yine sömürülecekler. İrade olamayacaklar. Onun için bu gençlere çağrım kendi ülkelerini terk etmesinler. Yaşadıkları tıkanmaların nedenlerini sorgulamaya, anlamaya çalışsınlar. Örgütlensinler, örgütlenerek kendi ülkelerinde değişim gücü olmaya çalışsınlar. Ancak örgütlenerek, eyleme geçerek irade sahibi olabilir, siyasal ve toplumsal düzenin değişiminde güç sahibi olabilirler. Kendi ülkesinden kaçış kurtuluş değil, bitiştir. Gençlerin bunu bilmesi gerekir. Kendi ülkelerini kime bırakıp kaçtıklarını bir an için de olsa düşünmeleri gerekir. Bence böyle yapsalar kesinlikle çözümü kaçışta değil, örgütlenerek sisteme karşı mücadele de olduğunu göreceklerdir.

Bundan iki hafta önce Mesrur Barzani Al-Monitor dergisine verdiği bir röportajda ardında da Neçirvan Barzani de yaptığı bir açıklama da PKK’nin Güney Kürdistan'da misafir olduğunu, yabancı bir güç olduğunu söyledi ve çıkmalarını istediler. Neler söyleyeceksiniz, bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi Kürtler ulus devletler yüz yıldır Kürdistan'ı bölmüş, parçalara ayırmışlar. Kürtler ancak bu dönemde biraz kimliklerini kabul ettirme, statülerini kazanma aşamasına gelmişler. Kürt sorunu şimdi dünya gündemine gelmiş bulunmaktadır.

Kürtler bu dönemde iç birliklerini oluşturmanın mücadelesini yürütürken içten bazı kesimler bu çabayı sürekli boşa çıkarmaya, sonuçsuz bırakmaya çabalıyor. Bunun başını da KDP çekiyor. KDP kendisini, Kürdistan'ı parçalayan bölgesel ve küresel güçlerin etkisinden çıkaramıyor ya da çıkarmıyor. Bu güçlere bağımlı var oluş tarzı işte sonuçta böyle açıklamalar yapmalarına, daha doğrusu böylesi bir zihniyete sahip olmalarına neden oluyor.

Biz bu tür yaklaşımları kesinlikle ret ediyoruz. Bu tür yaklaşımlar kesinlikle Kürtlerin geleceğine zarar verir. Örneğin Mesrur Barzani, Kandil’i dahi Irak toprakları olarak görüyor. Oysa burası Kürdistan bölgesi. Bu belirleme bile Kürdistan'ı nasıl gördüklerini açıkça ortaya koyuyor.

Bu açıklamalar Güney Kürdistan toplumunda, siyaset arenasında nasıl bir tepki buldu?

Bazı kesimler tepki gösterdi kuşkusuz. Ancak bence siyasi çevrelerin buna tepkisi çok utangaçça ve çok cılız oldu. Daha net tavır alınmalıydı. Siyasi şahsiyetler düzeyinde tepkiler gelişti, ancak partiler düzeyinde bir tepki gelişmedi. Bu da zımni olarak bu açıklamaya destek anlamına gelir.

Halk nezdinde ciddi bir tepki var. Kimse bu politikayı artık kabul etmiyor. Çünkü PKK sadece savaş alanlarında değil, toplumun gönlünde yerini almış. Halk kabul etmiş, bağrına basmış. Dolayısıyla PKK’ye bu tür yaklaşımları kabul etmiyor. Kaldı ki, Güney Kürdistan'dan binlerce genç PKK saflarına katılmış, mücadele de yaşamını yitirmiş. Dolayısıyla Güney Kürdistan toplumunun bu karşıtlık temelindeki siyaseti kabul etmesi mümkün değildir.

Bir de, Güney Kürdistan'ın her yerinde DAİŞ çetelerine karşı görkemli direniş sergileyen, şehit veren bir örgütü misafir görmek mantıklı bir açıklama değildir. Ve tabi burada Kürt halkının çıkarını gözeten değil, Kürdistan'ı parçalayan güçlerin siyasetlerine hizmet eden bir durum vardır. Umarım yakın zamanda bu tür yanlış siyasetler terk edilir ve ulusal birlik için tüm güçler bir araya gelir.