KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, “Komutan Rubar Qamışlo Hamlesi ile elde edilen sonuç, hem DAİŞ ile Türkiye arasındaki ilişkinin bağlarının koparılmasına hem de DAİŞ’in Irak sınırından sürekli olarak Rojava üzerinde geliştirmek istediği saldırıların son bulmasına yol açtı. Bu büyük bir olaydır. Hem YPG ve YPJ hem de dört parçadaki Kürtler için çok önemli stratejik bir anlam taşıyor” dedi.
Girê Spî’de ortaya çıkan mevcut durumun Türkiye’nin kendisi için stratejik bir tehlike olarak gördüğünü belirten Altun, “Yaptığı demagojinin nedeni budur. YPG-YPJ’yi, DAİŞ ile kıyaslayarak tehlikeli olarak gösterme tespitleri öyle sıradan tespitler değildir. Bu söylemler şu anlama gelir: Türkiye’nin mevcut siyaseti Rojava Kürdistan’ında sürekli Til Abyad gibi belli alanlara ihtiyacı vardır. Eğer böyle bir alan oluşturamazsa, bu, Türkiye’nin bir bütün olarak hem Ortadoğu’dan tümden izole olması ve etkisini yitirmesi hem de Rojava üzerinden Suriye politikasının tümden iflası anlamına gelecektir” diye konuştu.
YPG-YPJ güçleri Rojava’da DAİŞ’e karşı önemli başarılar elde etti. Kürt güçleri ve ittifakları Kızwan dağı olarak bilinen Abdülaziz dağlarından sonra Girê Spî’yi özgürleştirdi. Bu başarı ‘yeni bir durum’ olarak yorumlanıyor. Bu gelişmeler Suriye’deki güç dengelerini ve Suriye savaşı sizce nasıl etkiler?
Ortadoğu’da süren savaşların ve Kürtler için de direnişin merkezi şu anda Rojava’dır. Rojava, Kürdistan’ın dört parçasında da temel bir konumdadır. Oradaki tüm gelişmeler, doğal olarak Kürdistan’ın dört parçasını çok yakından ilgilendiriyor. Kürt özgürlük mücadelesinin gelmiş olduğu düzey açısından Rojava’nın çok büyük bir değeri var. Bu anlamıyla merkezi bir rol oynuyor. Kobanê zaferinden hemen sonra YPG ve YPJ’nin başlattığı hamle oldukça önemli ve stratejik bir hamledir. Yaklaşık iki aydır devam eden bu hamle, Til Ebyad’ın düşmesi ile birlikte büyük ölçüde sonuçlandı. Belki ufak tefek bazı hedefler var ama ciddi hedefler değil.
KOMUTAN RUBAR QAMIŞLO HAMLESİNİN ASKERİ SONUÇLARI
Komutan Rubar Qamışlo Hamlesi hem Kürdistan’ın dört parçasını hem de Ortadoğu’yu etkileyecek sonuçlar çıkarması açısından stratejik bir değeri var. Bundan sonra Suriye’de gelişen savaşın ve çatışmaların buna göre yeniden ele alınıp değerlendirilmesi gerekiyor. Mevcut coğrafyanın durumuna baktığımız zaman gerçekten de gelişme çok önemli ve stratejiktir. Özellikle Kobanê’de yürütülen direnişin ve kazanılan zaferin yaratmış olduğu bir moral vardı. Bu moral üzerine geliştirilen hamle büyük bir sonuç elde etti. Başta Abdülaziz dağlarında ardından Til Ebyad’da verilen mücadele ve elde edilen başarı, hem Kürtler açısından hem de Kürtlere karşı savaşan güçler açısından oldukça önemli ve ciddi sonuçlar açığa çıkarmıştır.
EVDELEZÎZ DAĞLARI DAİŞ İÇİN STRATEJİK BİR KAYIPTIR
Abdülaziz dağlarını, bir ucu Şengal’den başlayarak Ceylanpınar’a kadar uzanan bir hat olduğunu düşünecek olursak, bu hattın Rojava tarafına düşen kısmın bütünü DAİŞ’ten temizlenmiş bir durumdadır. Yani sınır boyları olduğu gibi YPG ve YPJ güçlerinin eline geçmiştir. Bu alan, DAİŞ’in Irak’tan ve çeşitli güçlerden sürekli takviye ve destek alarak Rojava devrimine saldırdığı bir alandı. DAİŞ için bu anlamda stratejikti. Buraları elinde tutarak sürekli bir tehdit ve tehlike oluşturuyordu. Bu dağın ve çevresinin düşmesiyle DAİŞ bu pozisyonunu kesinlikle kaybetti.
Girê Spî başarısı savaşan güçleri nasıl etkiler?
İkinci önemli başarı Til Abyad başarısıdır. Yürütülen hamlenin ortaya çıkardığı oldukça önemli bir sonuçtur. Birçok gücü etkileyecek sonuçları olacaktır. Til Abyad’ı elinde bulunduran DAİŞ, kantonlar arasındaki eskiden var olan Arap kemerini muhafaza ediyordu. Ayrıca Akçakale üzerinden de esas olarak Türkiye ile geliştirmiş olduğu ilişkilerden büyük destek alıyordu. Til Abyad düşünce, DAİŞ üzerinden geliştirilmek istenen Ortadoğu politikası ve özellikle Kürtlere karşı yürütmüş olduğu savaşın temel bağlantı noktası kopmuş oldu. DAİŞ, büyük ölçüde destek kaybına uğradı.
TÜRKİYE MEVZİ KAYBETTİ
Komutan Rubar Qamışlo Hamlesi ile elde edilen sonuç, hem DAİŞ ile Türkiye arasındaki ilişkinin bağlarının koparılmasına hem de DAİŞ’in Irak sınırından sürekli olarak Rojava üzerinde geliştirmek istediği saldırıların son bulmasına yol açtı. Bu büyük bir olaydır. Hem YPG ve YPJ hem de dört parçadaki Kürtler için çok önemli stratejik bir anlam taşıyor.
En önemli sonuç ise, Kobanê ve Cizirê kantonlarının birleşmesiyle oluşturulan güç birliğinin bu alanları koruma temelinde yeni bir mevzilenme ortaya çıkarması olacaktır. Bu, şu demektir: Artık hiçbir güç bu alanda etkili olamaz, siyaset yapamaz. Bu bağlamda Türkiye siyaseti büyük bir darbe almıştır. Çünkü Türkiye, Nusra ve DAİŞ üzerinden siyaset izledi ve hem Irak’ta hem de Rojava’da temel yatırımları bu örgütlerdi. Uluslararası ilişkilerini riske sokabilecek ve ciddi toplumsal sorunlara yol açabilecek sonuçların riskini de göze alan Türk devleti, bu güçlerle stratejik bağımlılık ilişkisi geliştirdi. Bu siyasette ısrar etti.
DAİŞ ASKERİ OLARAK TÜRKİYE SİYASİ OLARAK YENİLDİ
Bundan dolayı Türk devleti şimdi önemli mevziler kaybetmiş durumda. Türkiye siyaseti yenilgi yaşadı. DAİŞ’in askeri yenilgisi Türkiye’nin de büyük ölçüde Ortadoğu’da yürütmüş olduğu politikada ciddi bir siyasi yenilgidir. Aynı şekilde Irak’ta DAİŞ ile gizli ya da açık işbirliği içerisinde olan güçler de siyasi açıdan yenilgi aldı.
IRAK VE TÜRKİYE BAĞLANTILARI KOPAN RAKKA ROLÜNÜ KAYBETTİ
DAİŞ daha çok Rakka’ya sığınmış durumdadır ama eskisi gibi Rakka’da kendi stratejik konumunu korumakta zorlanacaktır. Rakka’nın DAİŞ için bir merkez oluşturduğu biliniyor. Bu merkez hem Irak bağlantılarıyla hem Tıl Ebyad üzerinden Türkiye bağlantılarıyla bölgesel düzeyde ciddi bir yayılma potansiyeli gösteren bir özelliğe sahipti. Aynı zamanda Rakka, Kürtler üzerinde savaşın yürütüldüğü bir merkez konumundaydı. Şimdi çizdiğimiz bu tabloya göre, Rakka eskisi gibi rolünü oynayamayacaktır. Irak bağlantıları büyük ölçüde Şengal hattı üzerinden koptu. Türkiye bağlantıları Tıl Ebyad üzerinden koptu. Bu konuda stratejik değerini büyük ölçüde kaybetti. Ancak buradan yeni alanlara açılım göstermek temelinde yeni gelişmeleri beklemek gerekiyor.
Seçimden önce yaptığınız bir açıklamada Türk devletinin DAİŞ ile ilişkilerini değerlendirirken, seçimlerde eğer AKP başarılı olursa, Fırat’ın batısında bir savaşın merkezini kaydırma durumu olabilir daha doğrusu tampon bölge oluşturmayı isteyebilir demiştiniz. Ki o zaman Türkiye’nin sınır ötesi operasyon yapması gündemde olan bir konuydu. Son dönemde DAİŞ’in Afrin yakınlarında bulunan Azaz’a saldırısı söz konusu. Savaş buraya mı kayıyor?
Zaten Rakka’nın Kürt kuşatmasına alınmasından sonra DAİŞ’in büyük bir kırılmayı yaşadığını görmek gerekiyor. DAİŞ’i büyük ölçüde ayakta tutan bölgesel desteklerin en stratejik noktası olan Türkiye’den de artık bir destek alamama durumu söz konusu olacak. DAİŞ’te büyük bir kırılma var fakat DAİŞ tümden Suriye’deki iddialarından vazgeçmiş değil. En azından bölgesel güçlerin ihtiyacı olan temelde Suriye’deki varlığını korumak isteyecektir. Fakat Suriye’de mücadeleyi geliştirebilmesi için bölgesel desteklere ihtiyacı vardır. DAİŞ’i bütün bölgeden ve uluslararası ilişkilerinden soyutlayarak ona bir nitelik atfetmek doğru değildir.
DAİŞ BUNDAN SONRA NE YAPAR?
DAİŞ’i güçlü kılan esas şey uluslararası ve bölgesel ilişkileridir. Bu uluslararası ve bölgesel ilişkiler temelinde kısa sürede başarı sağladı ve özellikle de bizim yürüttüğümüz mücadele genelde Kürtlerin yürüttüğü direniş karşısında bir gerileme pozisyonu içerisine girdi. Rakka merkez pozisyonunu büyük ölçüde kaybettiyse ama Rakka hala ellerindeyse o zaman yeni alanlara ulaşması gerekiyor. Bu yeni alanlara ulaşırken de elbette öncellikle uluslararası ve bölgesel ilişkilerini koruyabilecek yeni bir strateji oluşturması gerekiyor.
Direkt bölgesel bağlantılarını kurmadan mesela Suriye’deki yönetimin merkezine yönelik saldırı pozisyonunu gerçekleştirirse başarı şansı yoktur. Rejim karşısında büyük bir zorlanma yaşayacağı kesindir. Onun için rejime ya da Kürtlere karşı yürüttüğü savaşı sürdürebilmek için bölgesel ilişki kurması gerekiyor. Bunların başında Türkiye geliyor.
Neden Azzaz?
Şunun için Azzaz. Rakka’dan hareket ederek, daha çok Cerablus ve Azaz hattı üzerinde Kilis’e uzanan hatta şu anda bir boşluk var. Eğer bu boşluk içerisine yani Fırat’ın batısına yerleşebilirse, orada yeni bir strateji oluşturarak, ama aynı zamanda da Til Abyad’ın oynamış olduğu rolü de bu alanlara oynatarak yeni hamleler içerisine girmesini beklemek gerekiyor. Gelişmeler onu gösteriyor. Özellikle Til Abyad’ta aldığı darbeden sonra Rakka’yı temel alıp Azaz’a saldırmasının bir mantığı olmalıdır. Azaz’a saldırmıştır fakat bu sadece Azaz ile sınırlı değildir. Çünkü o bölgenin pozisyonu gerçekten önemli, üzerinde durulması gereken bir konudur.
FIRAT’IN BATISINA DİKKAT!
Seçimden önce Fırat’ın batısında bir tampon bölge kurulması yönünde Türkiye’de bir tartışma vardı. Biz, AKP’nin seçimleri kazanması durumunda bir bölgesel maceraya girişebileceğini ve bir tampon bölge kurma yöneliminin içerisine girebileceği tespitinde bulunmuştuk. Bu günkü gelişmeler, tamı tamına yeni ilişkilerin, yeni güç dengelerinin ve Türkiye’nin yeni bağlantılarının ortaya çıkabileceği bir alan olma rolünü oynadığını gösteriyor. Şimdi orada yeni bir çatışma var. Boşluk var ama o boşlukta çeşitli güçler özellikle kendilerini muhalif olarak adlandıran güçler var. Bu güçler bir yandan kendi aralarında ittifak içine girerken öte yandan çatışma içerisindeler. Bu anlaşılır bir durumdur çünkü o bölge stratejik bir anlam kazanıyor. O bölgede var olan güçler öncelikle bir birleriyle çatışarak bir güç ortaya çıkarmak istiyorlar. Daha sonra ortaya çıkan güçler ve birbirleri ile ittifak temelinde bir birliğe gidip bunu Türkiye üzerinden temel bir stratejik ittifaka dönüştürerek Suriye’deki mevcut rejime ama özellikle Kürtlere karşı belli güç olarak kullanacakları netleşmiş durumdadır.
TÜRKİYE’NİN YENİ BİR TİL ABYAD’A İHTİYACI VAR
Til Abyad’ta ortaya çıkan mevcut durumu Türkiye kendisi için stratejik bir tehlike olarak görüyor. Yaptığı demagojinin nedeni budur. YPG-YPJ’yi, DAİŞ ile kıyaslayarak tehlikeli olarak gösterme tespitleri öyle sıradan tespitler değildir. Bu söylemler şu anlama gelir: Türkiye’nin mevcut siyaseti Rojava Kürdistan’ında sürekli Til Abyad gibi belli alanlara ihtiyacı vardır. Eğer böyle bir alan oluşturamazsa, bu, Türkiye’nin bir bütün olarak hem Ortadoğu’dan tümden izole olması ve etkisini yitirmesi hem de Rojava üzerinden Suriye politikasının tümden iflası anlamına gelecektir.
AZZAZ SALDIRISI TÜRKİYE YÖNLENDİRMESİDİR
Rakka’dan başlayan DAİŞ hareketliliği kesinlikle Türkiye ile bağlantılı bir harekettir. Azaz’a yönelik gelişen saldırılar büyük ölçüde Türkiye’nin yönlendirmesi ve desteklemesi ile gerçekleşiyor. DAİŞ bu dönemde en aktif çatışabileceği bir pozisyon kazanmak istiyor. Ve bu pozisyonu kazanabilirse, Türkiye’den aldığı destekle hem kantonların birleşmesini engelleyecek hem de Türkiye, adeta dünyaya açılabileceği bir kanal rolünü oynayabilecektir. Eğer yürüttüğü çatışmalarda başarılı olur ve Afrin kantonunu tasfiye eder ve İdlib ile birleşirse, rejimin dayanmış olduğu temel alanlara yönelik saldırılar geliştirmek isteyecektir. Aksi durumda rejim karşısında varlık bulamaz.
SURİYE’DE KİM NE KADAR GÜÇLÜ?
Suriye’de gerek El Nusra’nın gerek DAİŞ’in belli bir etkisi olduğu kesin ama etki alanları ne kadardır? Suriye coğrafyası için etki alanlarının stratejik anlamları var mı? Rejimin elinde bulundurduğu yerlerin stratejik anlamı nedir? Rejim Halep’i, Hamma’yı, Humus’u, Tartus’u ve Şam’ı elde tuttuğu sürece güç olmaya devam edecektir. Nusra’nın ve DAİŞ’in rejimin elinde bulundurduğu alanlara saldırarak kısa süre içinde rejimi düşürmek gibi bir gücü yoktur.
Mursi’nin geçen günlerde yaptığı ‘Esat düşebilir, herkes buna hazırlıklı olsun’ açıklamasını gerçekçi buluyor musunuz?
Benim anlattıklarım savaşın çok kısa vadede sonuçlanmayacağı üzerine bir varsayımdır. Ben öyle değerlendiriyorum. Çünkü mevcut güç dengelerine baktığımız zaman ya da Suriye’deki muhalefetin güç dengelerine baktığımız zaman yine bölgesel ve uluslararası güçlerin durumuna baktığımız zaman, bu, çok kısa bir süre içerisinde sonuçlanacak bir şey değil. Yani daha çok zaman alır. DAİŞ ve Nusra’nın beli bir alanda stratejik bir alanda konumlanmaları gerekir. Stratejik anlam şudur; bölgesel ve uluslararası desteğin ve bağlantının olduğu bir alan!
TÜRKİYE’NİN FIRAT’IN BATISINDA TAMPON BÖLGE ARZUSU
Fırat’ın batısı böyle bir rol oynayabilecek bir bölge olduğuna göre savaşın oraya kayacağını düşünmek lazım. Türkiye’nin yaptığı açıklamalar ile bu örtüşüyor. Türkiye Til Abyad’ın düşmesi ile birlikte, yaygarayı koparıp yalanla, demagojilerle gerçekleri ne kadar değiştirmek istiyorsa, DAİŞ’in de Til Abyad’ta aldığı yenilgiden hemen sonra yönünü İdlib’e vermesi hedeflerin çakışmasını ortaya çıkarıyor. Çünkü Türkiye’nin Fırat’ın batısında tampon bölge kurma arzusu hala vardır. Burası Türkiye için de DAİŞ için de stratejik bir konum arz ediyor. Eğer bölgesel ve uluslararası dengeler bir güvenlik bölgesi oluşturmaya onay vermezse o zaman fiili durumlar yaratarak bunu gerçekleştirmek isteyeceklerdir.
HEDEF AZZAZ-CERABLUS-KİLİS Mİ?
Esas mesele bu. Bundan sonra Azaz üzerinden Cerablus ve Kilis kapısına uzanan hat üzerindeki gelişmeleri izlemek lazım. Çünkü bu bölgede güç olamadıkları sürece Suriye rejimi için baskı oluşturmaları mümkün görünmüyor. Dediğim gibi, kısa sürede Suriye rejiminin düşeceğini var saymak biraz abartılı bir varsayımdır. Çünkü bölgesel ve uluslararası güçlerin çatıştığı bir merkez olmuş durumda.
SURİYE KİLİT POZİSYONDA
Neden Suriye? Ve hangi güçler neyi hedefliyor?
Suriye’deki gelişmeleri artık Suriye sınırlarıyla veya Suriye rejimi ya da muhalefetiyle ifade edemeyiz. Bölgesel güçlerin hegemonya savaşı, yine uluslararası güçlerin Ortadoğu müdahalesinin kilit rolü pozisyonu durumundadır. Bu dengeler açısından baktığımız zaman, kim kısa sürede Suriye rejimini yıkacak? Kürtler daha çok demokratik bir Suriye’nin oluşumu ekseninde hareket ediyorlar. Daha çok kendi bölgelerini ve kendilerine yönelik gelişen saldırılar temelinde kendilerini savunuyorlar. Ama bu temelde demokratik bir Suriye’nin yaratılmasının müttefik arayışı içindeler. Bu bir duruşu ifade ediyor.
El Nusra ve DAİŞ gibi güçler daha çok bölgesel ve uluslararası güçlerdir. Suriye’ye özgü değildir. Bunlar Selefi ve cihatçı eğilimlerdir. Selefi ve cihatçı eğilimlerin Suriye rejimini ele geçirmesine müsaade edileceğini beklememek gerekir.
Hem uluslararası düzeyde kurulan koalisyon güçlerini hem de bölge düzeyinde mevcut İran devleti olmak üzere değişik güçlerin Suriye’deki varlığını dikkatte aldığımız zaman, rejimin kısa sürede değişmeyeceği çok açık. İkincisi, Suriye’nin değişiminde etkili olabilecek bir güç varsa bile DAİŞ ve El Nusra dışında bunun Suriye’de yıkılan rejimin yerine kimlerin getirilebileceği konusu da en büyük tartışmalardan bir tanesidir. Bunu netleştirmeden, sorunlara doğru bir çözüm getirmeden Suriye’de rejimin hemen yıkılmasını varsaymak çok gerçekçi görünmüyor.
Arap baharı olarak adlandırılan süreçte son dört yıldır çatışmalar Suriye’de yoğunlaşmış durumda. Uluslararası güçler ve bölge güçleri nasıl bir Suriye ön görüyor sizce?
Herkesin kendisine göre bir stratejisi var. Eskiden beri hegemonyayı elinde tutan güçler vardı. Bir yandan hegemonyayı elinde tutuyorlardı ama öte yandan hegemonya çatışması sürüyordu, Ortadoğu üzerinde. Bu güçler hala varlığını sürdürüyor. Türkiye, İran ve Arap devletlerini kastediyorum. Bunlar varlığını koruyor ve Ortadoğu’daki savaşın tam içindeler. Herkes bir yanıyla kendi statükosunu korumak isterken kendi etki alanını korumak isterken, diğer yandan muhtemel bir değişim olacaksa bunun temel hegemon gücü olma gibi hesap peşindedirler. Bunu İran da yapıyor, Suudi Arabistan, Katar da yapıyor. Türkiye de yapıyor. Mümkünse mevcut Ortadoğu haritasını korumak eğer mümkün değilse değişecek bir Ortadoğu’da temel bir güç haline gelmek!
Bir de uluslararası güçlerin Ortadoğu müdahalesi var. Ortadoğu müdahalesinde genel anlamda kapitalist modernitenin içine girmiş olduğu kriz ile bağlantısı var. Modernitenin kendi krizine yeni çözüm arayışlarının bir Ortadoğu yansıması var. Bunu değişik isimlerle adlandıranlar var. İşte büyük Ortadoğu projesi şeklinde de ifade buluyor. Yani kapitalist modernite kendi krizine çözüm bulmanın yeni stratejik yaklaşımları içindedir. Ortadoğu’nun eskisi gibi gitmeyeceğini, Ortadoğu’da yeni güç, yeni siyasi rejim ve yeni coğrafi düzenlemelere ihtiyaç duyan bir müdahale stratejisi var.
HEGEMONİK STRATEJİLER ÇÖKTÜ
Fakat strateji oluşturmak ayrı bir şeydir, stratejileri hayata geçirme süreci ayrı bir şeydir. Bunu hedef olarak önüne koyan güçler Ortadoğu’da krizi patlama noktasına getirdikten sonra kendi alanında ne bir başarı elde edebiliyor ne de bir çözüm üretebiliyorlar. Uluslararası güçler de büyük Ortadoğu projesini etkili bir biçimde geliştirme başarısı gösteremediler. Başarılıymış gibi göründükleri yerde kazanımlarını başka güçlere kaptırma gibi bir durumla karşılaştılar. Ama öbür tarafta Arap devletleri de kendi eski statülerini koruyamadılar. Mevcut siyasi dengeleri de büyük ölçüde tehlikededir. Kendi pozisyonlarını nerdeyse kaybetme noktasına gelecek kadar bataklığa battılar. Türkiye’nin hali ise malum. Arap baharı ilk ortaya çıktığı zaman Ortadoğu’nun en büyük ve kalıcı gücü pozisyonunda hatta Ortadoğu’da rağbet görebilecek durumu vardı. Fakat uygulamış olduğu politikalar sonucunda girmiş olduğu bataklık onu büyük ölçüde Ortadoğu gerçekliğinden koparma noktasına getirdi.
KÜRTLER VE PKK BÖLGE GÜCÜDÜR
Kürtler ve özellikle PKK öncülüğünde gelişen mücadele ve özellikle Rojava’da gelişen direnişlerle birlikte artık yeni bir gücün ortada olduğu ve günümüzdeki gelişmelerle birlikte hem bölge düzeyinde hem de uluslararası düzeyde sempati toplayan, giderek kabul gören, ne yapmak istediği konusunda yoğunlaşılan ve onunla ilişki geliştirmek isteyen yeni bir bölge ve dünya gerçekliği ortaya çıktı. Yeni bir güç durumu ortaya çıktı. Kürtler de bu cephede bir direniş yürütüyorlar ve şu anda en etkili pozisyonda olan da zaten PKK’nin ve Önderliğin geliştirmiş olduğu paradigmadadır. PKK’nin öncülük ettiği bir mücadele ve bunun somut ifadesi olan Rojava’dır.
SUUDİ ARABİSTAN, KATAR, TÜRKİYE İTTİFAKININ KİLİT NOKTASI DAİŞ VE EL NUSRA’DIR
Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Rojava’ya yönelik DAİŞ saldırılarında ortak hareket etme durumu biliniyor. Yeni güç dengeleri içerisinde ve özellikle Til Abyad zaferinden sonra ve DAİŞ’in yenilgisi bu ittifakın çatırdamasına yol açtı mı? Bu ittifakın sürdürülebilirliği var mı?
İttifak’ın kendisi zaten sorunlu bir ittifaktır. Esas olarak Yemen’deki olaylarla bağlantılı. Suriye’de bir boşluktan faydalanarak böyle bir ittifakın imkanını ele geçirdiler ve geliştirmek istediler. Ancak gelinen aşamada ciddi bir sonuç elde edilemedi. Fakat bir ittifak düzeyi de vardır. Özellikle Yemen’deki ayaklanmaya karşı Suudi Arabistan öncülüğünde gelişen ittifakı Türkiye’nin desteklemesi ilişkileri biraz geliştirdi. Ama bunların esas ittifakı daha çok Suriye ve Rojava üzerinedir. Bu ittifakın kilit noktası da DAİŞ ve El Nusra’dır.
TÜRKİYE’NİN POLİTİKASINDA BİR DEĞİŞİKLİK YOK
DAİŞ ciddi bir yenilgi aldı ve ciddi bir kırılma yaşadı fakat Türkiye, geçmişteki politikasından vazgeçmiş değil. Hala AKP hükümetinin oluşturmuş olduğu bölge politikası ve özellikle Suriye ve Rojava politikası stratejik değerini koruyor. Til Ebyad’ın düşmesi ile birlikte içine girmiş oldukları panik ve kısa süre içinde yapmış oldukları toplantı ve yaptıkları açıklamalar, bundan kesinlikle vazgeçmediklerinin ilanıdır. Türkiye, Suriye siyasetinde ısrar edecektir. Suriye ve özellikle Rojava kantonlarını tasfiye etmek için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Çünkü bunu kendisine varlık nedeni yapmış durumdalar. Türkiye’deki mevcut rejimin varlık nedeni olarak görüyor ama aynı zamanda da burada elde edebileceği başarı ile Ortadoğu politikasında da etkili bir güç haline gelme hesapları var. Var olan zihniyetin bundan başka bir seçeneği yoktur. Geniş yelpazede ittifak yapıp başarı kazanacak bir ilişki ağı yoktur. Türkiye’nin böyle bir pozisyonu budur.
SUUDİ ARABİSTAN VE KATAR, TAKTİK DEĞİŞİKLİK YAPABİLİR
Suudi Arabistan ve Katar için de benzer şeyler söylenebilir. Her ikisi de etkili olmak istiyorlar. Yemen’de Hussi’leri dolaylı olarak İran’ı vurarak kendi varlıklarını korumak onlar için stratejik bir değer taşıyor. Aynı zamanda Ortadoğu’da oluşacak sonuçlardan kendi hegemonyalarını kurma amaçları var. Dolayısıyla bu ittifakın tümden sona ereceğini söylemek mümkün değil. Bir biçimiyle her ikisinin de bölgesel çıkarları bu düzeyde çakışıyor. Belki önümüzdeki dönemde bazı çelişkiler ortaya çıkacaktır ama günümüz pratik politikasına da aynı bakıyorlar. O zaman her iki ülke de Suriye’deki gelişmeleri ve Til Abyad’ta ortaya çıkan sonuçları yeniden değerlendirerek kendi ilişki ve ittifaklarına yeni bir biçim kazandıracaklardır. Strateji değiştirme şeklinde olmaz ama taktik değişiklikler ortaya çıkacaktır.
Suudi Arabistan ve Katar, destekledikleri güçleri Suriye rejimi ve Kürtlere karşı savaştırmak için destekleme temelinde ittifakı sürdürecektir ama unutmamak gerekir ki bu devletler birbirlerine güven duymuyorlar ve ideolojik bir birlik içerisinde değiller.
STRATEJİK DEĞİL TAKTİK İLİŞKİLER
Osmanlı bakiyesi Türkiye’nin Araplar üzerinde bir etkisi vardır. Ama Türkiye Ortadoğu’da özellikle de Arap aleminde kabul gören bir ülke değildir. Arapların ortaya çıkardığı siyasi iktidarlar zaten Osmanlı’nın ortadan kalkması ile imkan yakalamışlardır. Bu rejimler, Türkiye’yi yeni Osmanlıcılık politikasıyla kendileri için bir tehlike olarak görüyorlar. Dolayısıyla Türkiye ile ileri düzeyde stratejik bir ittifak geliştirme şansı zayıftır. Ama taktik anlamda birbirlerine ihtiyaçları vardır ve ilişkilerini sürdüreceklerdir.
İran’ın pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yakın zamana kadar hem Irak’ta hem de Suriye’de daha aktif rol üstleniyordu. Şimdi sessiz görünüyor. Bu sessizlik ne anlama geliyor? Var olan bölgesel güç dengelerinde İran denklemin neresinde?
Ortadoğu’da İran’ın pozisyonu önemli ve uzun uzun tartışmayı gerektiren bir konu. Ortadoğu’da kriz ortaya çıkıp çatışmalar başladığı andan itibaren İran işin içerisindeydi. Bir de Ortadoğu’daki hedef pozisyonundadır. Bir yanıyla mevcut Ortadoğu’daki savaşta kendi ideolojisini politik ve hegemonik güç haline getirmenin ezeli stratejisini uygulamanın arzusu içerisindeyken, diğer taraftan Ortadoğu’da egemen durumda olanların hedefi pozisyonundadır. BOP bağlamında stratejik hedeflerden birisidir. Ama bir de Kürt sorunu vardır. Ortadoğu’da en kilit rolde olan bir Kürt sorunu İran’ın da sorunudur. Kürt sorunu karşısında İran’ın tutumu da inkarcıdır. Yani Kürtlere hiçbir hak vermeyen, Kürtleri kabul etmeyen bir durumu var.
İRAN’IN BÖLGESEL HEGEMONYA STRATEJİSİ
İran; Tunus’ta, Afganistan’da, Libya’da ve Mısır’da olayların içerisine girdi. Zaman zaman Körfez ülkelerine değişik biçimlerde el atarak orada kendi lehine bazı gelişmeler sağlamak istedi ama ciddi düzeyde bir sonuç elde edemedi. Esas olarak gücünü Suriye ve Irak üzerinde korumak istedi. Çünkü Irak’ta büyük bir Şii nüfus var ve iktidarı elinde bulunduruyorlar. Suriye’de de Alevi rejimi var. Her iki ülkeyi elinde tutabilirse diğer alanları burada edinmiş olduğu güçle rahatlıkla harekete geçirebileceğinin avantajıyla kendi stratejisini oluşturdu. Taktiklerini de o temelde geliştirdi. Son dönemlerde baktığımız zaman özellikle son bir yıl içerisinde İran bir hamle yapmak istedi. Ortadoğu’da Suriye’de rejimi çok aktif savunur bir pozisyona geçerek nerdeyse rejimi ayakta tutan bir güç haline geldi. Buna mecburdu. Irak’ta Tikrit’i düşürmeyi ve Musul’a Şii milislerle ittifak temelinde ilerleme stratejisi izledi. Aynı dönemde Yemen’de Hussiler olayı patlak verdi. Bu bir İran hamlesiydi.
İRAN NEDEN BAŞARISIZ OLDU?
Çünkü bölgede var olan bütün güçler ve uluslararası güçler, böyle bir hamlede İran’ın kazanmasını istemiyorlardı. Bu Kürtler için de geçerlidir. Yani Kürtleri kabul etmeyip ret eden bir İran, Ortadoğu’da böyle bir hamle geliştirdiğinde Kürtlerin etkili olduğu alanları da savaş kapısına çevireceği kesindi. Suriye’de rejimin güçlenmesi durumunda kanton sistemini kabul edeceğini bekleyemeyiz. Yine Irak’ta da federe devletin pozisyonunun olduğu gibi kabul edeceğini düşünmemek gerekir. Kuzey’de 40 yıllık mücadelenin yarattığı değerlere yaklaşımının ne olacağı çok beli değildir.
Tikrit olayında Şiilerle İranlıların ittifakı ilerleyemedi. Tikrit’i kuşattılar ama girme başarısını gösteremediler. Uluslararası koalisyonun desteğini istediler fakat koalisyon İranlı milislerin geri çekilmesini şart koştu. İran geri adım atarak çekilmek zorunda kaldı. Operasyon böyle ilerledi. Koalisyon böylece İran’ı Irak’ta durdurdu.
İRAN’IN KÖRFEZ POLİTİKASI VE YEMEN KRİZİ
Öbür taraftan Hussilerin başlatmış olduğu ayaklanma ilk başta çok büyük başarılar elde etti. Ama bu durum, Körfez ve Yemen ile Suudi’yi kapsayan coğrafya üzerinde dikkat çekici bir duruma yol açtı. Herkes için büyük bir tehlike oluşturuyordu ve körfez ülkeleri ile Suudi kısa süre içinde bir Arap birliği oluşturma durumu içine girdiler. Burada sorun sadece Hussiler sorunu değil, aynı zamanda İran’ın geliştirmek istediği bölgesel bir politikaydı. Hedef, Hussileri durdurmak ve Hussilerin şahsında İran’ı durdurmaktı. Hussilerin çok başarılı olduğu söylenemez çünkü Türkiye’de devreye girdi ve uluslararası koalisyon da birliği destekleyerek adeta büyük bir blok oluşturdular. Bu blok karşısında İran, Hussilere dayalı Körfez politikasını hayata geçiremedi.
İran hem Irak’ta hem de Yemen’de bir duraklama yaşadı. Suriye’de de mevcut rejim kesinlikle başarı kazanamıyor. Sürekli mevzi kaybediyor ya da sürekli içten içe çürüme ile kaybetme pozisyonundadır. Bütün çabalarına ve desteklerine rağmen Suriye’de de sonuç elde edemedi.
İRAN’IN ROJAVA SİYASETİ
Rojava’da gelişen mücadelenin bir yanı İran için taktik anlamda olumlu olsa da, stratejik anlamda Kürtlerin orada mevzi kazanması benimsediği bir durum değildir. Til Abyad’taki gelişme İran açısından taktik olarak DAİŞ ve Nusra’yı geriletmek anlamında bir önem taşıyor ve rejime bir nefes aldırıyorsa da, ama İran Kürtlerin orada bir pozisyon oluşturmasını en az DAİŞ kadar kendileri açısından tehlikeli görüyorlar.
İRAN DURAKLAMA DEVRİNDE
İran’ın Ortadoğu’da bir duraklama dönemi yaşadığı tespitini yapmak gerekir. Elbette bunu değerlendirecek ve yeni hamlelerle tekrar sahneye girmek isteyecektir. Ama nerede? Önü kapalı durumda. Körfezde karşısında büyük bir blok var. Bu bloğa karşı savaş yürütmesi mümkün değil. Onun için ateşkesle bir denge kurmak istiyor. En azından Hussilerin kazandığı mevzileri korumak ve orada kendisini yeniden yapılandırma biçiminde bir mevzi koruma taktiği ile yaklaşıyor. Fakat ateşkese hala cevap verilmiş değil.
Irak’a baktığımız zaman, Irak’ta DAİŞ karşısında zafer kazanılan hiçbir yer yok. Aksine sürekli bir mevzi kaybı söz konusu. Irak’taki Şii rejimi büyük ölçüde politik olarak İran’ın yönlendirmesi altındadır. Yine bu politikanın bir devamı olarak yürütülen savaş ve ordu büyük ölçüde İran eliyle kontrol edilmektedir. Ama Irak’ın durumuna baktığımız zaman tam bir bozgun durumu vardır. Ne hükümet olabiliyor ne de istikrarlı bir siyasi rejim kurabiliyor. Kendi içinde sorunlu ve etkisiz bir haldedir. Ordu gücü oluşturamıyor ve savaşamıyor. Bu, büyük bir handikap İran için.
Suriye’deki durumda ise 2 – 3 yıldır orada çok aktif bir rol oynamanın büyük bir kırılganlığını yaşıyor. Daha çok belli alanlarda savunma pozisyonundadır. İlelebet bu pozisyonda kalamaz. Eğer Rojava’da kantonlar birleşir, YPG ve YPJ giderek daha ileri mevziler elde ederse bunun karşısında DAİŞ –El Nusra bölgesel güçler ve Türkiye’den destek alarak yeni bir hareket merkezi oluşturabilirse, bu yeni dalga karşısında Suriye’de tutunması oldukça zordur. İran’a ilişkin şu tespiti yapabilirim: Bir hamle yapmak istedi fakat çok başarılı olamadı. Bir gerileme durumu yaşıyor ve durağandır. Çıkış yapabileceği hiç bir yer yok. Irak ve Suriye’de çıkış yapamaz. Şii jeopolitiği açısından baktığımız zaman Yemen, körfez ülkeleri, Suudi akla gelir. Ama bu alanlarda da durağan bir pozisyondadır. Nerede çıkış yapacak meçhul.
KDP’Yİ KÜRT DENKLEMİNE OTURTMAK ÇOK ZOR
KDP’nin var olan güç dengelerinde nasıl bir rolü var? AKP ile girdiği siyasi ve ticari ilişkiler var. Yine Türkiye ile birlikte hareket etme durumu söz konusu. Rojava siyaseti göz önünde ve PKK’nin Güney Kürdistan’daki askeri varlığından rahatsız. KDP’yi bölgesel güç dengelerinde ve Kürt denkleminde nereye oturtuyorsunuz?
KDP’yi genel anlamıyla Kürt denklemi içine oturtmak çok zor. Başından beri geliştirmiş olduğu politikaları, ittifakları, yaşanan gelişmeler karşısındaki tutumu göz önünde bulundurulduğunda gerçekten bir Kürt oluşumunun içerisine yerleştirmek çok zor. Ortadoğu kaosu içinde KDP’yi bir Kürt oluşumunun her hangi bir yerine koymak çok zor. Her şeyden önce Rojava devrimi geliştiği zaman KDP’nin beli bir tutumu vardı. Rojava devrimini kesinlikle kabullenmeme politikası yürüttü.
KDP’yi böyle bir politikaya iten nedenler neydi?
Tabii esas olarak bunun üzerinde tartışmak gerekiyor. Genelde KDP’nin birçok uluslararası bağlantıları var. Irak’ta federe devletinin kurulması, Kürt federasyonun ortaya çıkmasında özellikle uluslararası güçlerin bölgesel bir takım güçlerin büyük desteği ile bu ortaya çıkmıştır. Fakat KDP Ortadoğu’da politika yaparken, içine düşmüş olduğu durumlar var. Özellikle Türkiye’yi temel alması, siyasi ve askeri ile ekonomik ilişkilerini daha çok Türkiye ile ilişkilenme temelinde bir siyasete yönelmesi ciddi anlamda tartışılması ve değerlendirilmesi gereken bir konudur. İkincisi Mezhebi olarak yaklaşması büyük bir sorundur. Her ne kadar adını koymasa ve dillendirmese de Sünni eksenli ve bu ittifak biçimlerine yoğunlaşan bir siyaset yürüttü. Sünni eksenli bir yaklaşım, Türkiye ile geliştirmiş olduğu ilişkiler KDP’yi adeta Kürt ekseninden kopardı. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki bütün gelişmeler karşısında onu tamamlayan ona destek veren ve onu büyüten bir güç olması gereken yerde bu özelliğini kaybetti ve Kürdistan’daki bütün gelişmeler karşısında bir tutum almama gibi bir durum geliştirdi.
KDP SEÇİMLERDE AKP’YE DESTEK VERDİ
Türkiye’ye baktığımız zaman KDP’nin bu konuda politikası bu gün de devam ediyor. Bir süre önce Türkiye ile birçok askeri anlaşmalar yaptı. Ekonomik anlaşmalar yaptılar. Siyasi ittifak içine girdiler. Bunlar o kadar köklü ve derin ittifaktır ki, adeta AKP’nin kaderi KDP’nin kaderiyle birleşti. Her hangi birisinin bir yerde kazanacağı başarı diğeri için de başarı oluyor. Bir kayıp söz konusu olduğunda diğeri için de aynı kayıp söz konusu oluyor. Eğer bugün Türkiye’de ortaya çıkan durum KDP’yi zayıflatıyorsa bu durum bununla bağlantılıdır. Çünkü girmiş olduğu ilişki böyle bir sonuç ortaya çıkarıyor. Türkiye ile girmiş olduğu ekonomik ilişkiler büyük ölçüde Türkiye’yi ekonomik krizlerden kurtarabileceği kadar Türkiye’yi finans ediyor. 40 – 50 yıllık petrol anlaşmaları var. Sınır kapılarında geliştirilen ticari ilişkiler var. Bunlara bir de Türkiye’ye çok ucuza satılan kaçak petrolü eklediğimizde ortaya çok kirli bir ilişki çıkıyor.
Doğal olarak bu kadar kirli ve birbirine bağlanmış olan bir ilişki biçimi her halde Kürtlerin ortaya çıkarmış olduğu siyasi gelişmeleri çok iyi görüp de, ondan yana tutum almasına fırsat vermeyecektir. Daha çok kendi ilişkilerini ve çıkarlarını temel alan bir politikaya yönelecektir. Öyle de yaptı. Mesela daha önce özellikle Kuzey Kürdistan’da geliştirdiğimiz mücadelede Türkiye’ye karşı geliştirdiğimiz siyasi mücadelede KDP’nin almış aldığı bir pozisyon vardı. Barzani’nin gidip Erdoğan ile görüşmesi, Neçirvan’ın gidip Erdoğan ile görüşmesi ve hatta şov yapacak düzeyde bir takım kesimleri de yanına alarak daha çok AKP’nin Kürtler üzerinde var olan hegemonyasını meşrulaştıran ve Kürtlere de AKP’nin çok iyi olduğu mesajını veren bir durum yaratmak istediler. O süreçte birçok anlaşmaya imza attılar. Bu anlaşmaların sonucunda son seçimde de ortaya çıkan sonuçlara baktığımız zaman burada bunun ne kadar devam ettiğini gördük. Seçimlerin stratejik değerine karşın, AKP’nin seçimi kazanması halinde yol açacağı sonuçlar açık açık söylenmesine rağmen sürekli AKP’yi destekledi ve Kürtlerin AKP’ye oy vermesi için alttan alta bu yönlü çalışma yürüttü. Hatta bazı iddialara göre bunun için çok büyük bir meblağ ödedi.
KDP ROJAVA’YA DÜŞMANLIK YAPTI
Söylentileri de dikkate aldığımızda tam da bizim stratejik bir dönem de Kürtler için büyük bir başarı hatta AKP’nin güçlenerek Kürtlere yönelik geliştireceği saldırıları durdurmanın bir hamlesi olarak düşündüğümüz bu seçim sürecinde AKP’nin yanında yer alması bir Kürt politikasının herhangi bir yerine oturtmaktan çok Kürtleri yok etmek isteyen AKP’nin politikasına oturtmak çok daha gerçekçi olabilir. Bu anlamıyla çok kötü bir rol oynadı. Diğer taraftan baktığımız zaman Rojava devrimine yaklaşımı da öyledir. Hepsini yeniden, yeniden değerlendirmeye gerek yok. Rojava’da o kadar büyük bir mücadele verildiği halde bu mücadele tüm dünyayı etkilediği halde bütün devrimci, demokrat, liberal ve hatta birçok iktidarı uluslararası ve bölgesel gücü etkilediği halde ve herkes burada ortaya çıkmış siyasi duruma göre yeniden bir ilişkilenmenin arayışı içine girdiği yerde KDP Rojava devrimine en büyük düşmanlığı yapma pozisyonunda oldu.
Niye böyle yaptı?
Uluslararası koalisyondan tutalım, bölgedeki birçok güce kadar yine uluslararası kamuoyuna bir sivil toplum örgütlerine, sistem karşıtı hareketlere baktığımız zaman herkes Kobanê direnişi ve devrimini büyük ölçüde büyük bir coşku ve kahramanlık olduğunu söylüyor. Bunu Pentagon da söylüyor, Amerika da söylüyor. Bunu herkes söylüyor. Bu noktaya gelindiğinde aynı konsept içinde hareket eden bir güç nasıl yaklaşmalı? Birincil derecede sahiplenmesi gereken bir pozisyon durumunda olması gerekiyor. Ama bakıyoruz Rojava devrimi karşısındaki pozisyonu çok tehlikeli. Hatta en etkili bir biçimde, KDP en yetkili kişilerin ağzından Rojava’daki devrime “Devrim değildir” biçiminde değerlendirme yaptı. Bu basit bir şey değildir.
Bir Kürt yapısı Rojava’daki devrimi bu şekilde değerlendiriyorsa bu durumda onu bir Kürt denklemi içinde görmek de mümkün olmaz. KDP sadece bu tespitlerle yetinmedi bu tespitlere göre de bir pratik uygulama içine girdi. Hatırlayalım, Rojava’da en günlük ihtiyaçların geçişini dahi engelledi, ambargo uyguladı. En büyük desteği vermesi gereken Güney Kürdistan parçasıyken, KDP adeta Rojava devrimi yokluk ve yoksulluk içinde çökertmeye çalıştı.
Bu ambargoyu uygulamada ısrar etti. Bütün geliş gidişler durdu ve halk büyük bir sıkıntı içine girdi. Arkasından hendek kazarak adeta Rojava’yı hendekler ile bir kuşatmaya alıp DAİŞ’e peşkeş çekmeye çalıştı.
KDP’nin mevcut durumda bu politikasını değiştirdiğini söyleyebilir miyiz?
Hayır, şu an da aynı politikasında ısrar ediyor.
Neden? Bununla neyi amaçlıyor?
Bu politikasında ısrar etmenin iki temel nedeni vardır. Bir; Türkiye ile girmiş olduğu kirli ilişkilerden dolayıdır. Bunu çok iyi görmemiz gerekiyor. İkincisi ise gelişen özgürlük mücadelesini kendisi açısından bir iktidar kaybı olarak görmesinden kaynaklıdır. Çünkü böyle büyük bir gelişme Irak’ta eskisi gibi KDP ve KDP’de etkili olan ailelerin varlığına tehlike oluşturuyor. En azından kendileri böyle düşünüyor. Ve bu anlayış olduğundan kendi dışında her hangi bir gücün oluşmasını engellemek, ilişkiler kurmasını engellemek yaratılan zaferleri de ters yüz ederek Kürtler üzerinde etkili olmasını engellemek istiyor. İşte bu politika bu gün de devam ediyor. Fakat buna rağmen, Til Ebyad’ın düşmesi, Evdilêziz dağlarının ele geçmesi ve Şengal hattının YPG ve YPJ’nin eline geçmesi muazzam bir başarıdır. Bu aynı zamanda Güney Kürdistan ile Rojava’nın birleşmesi demektir. Ortadaki sınırda Kürtler dışında başka kimse yok. Bunu büyük bir heyecanla, büyük bir coşku ile karşılaması gerekiyor. Bunu kesinlikle kutlaması gerekiyor. Ama bakıyoruz sanki Evdilaziz dağlarının, Til Ebyad’ın Kürtlerin eline geçmesi onlar için büyük bir yenilgiymiş gibi büyük bir moral düşüklüğü ile karşılıyorlar. Yani bir türlü o başarıları sahiplenme ve o başarıları kutlamanın küçük bir açıklamasını yapma ihtiyacı bile duyulmuyor. Hatta oradaki zaferi küçük göstermek için şöyle açıklamalar yapıyorlar; Til Ebyad’ta DAİŞ taktiksel geri çekilme yaptı. Yani stratejik bir yenilgi almadı ya da YPG orda savaşarak başarı kazanmadı, DAİŞ taktik bir geri çekilme yaşadı” diyerek bunu Rudaw ile dillendirdiler. Bu DAİŞ’in aldığı büyük bir yenilginin üstünü örterek siyasal ve psikolojik olarak DAİŞ’in üstünlüğünü savunmak anlamına geliyor. Bunlar basit şeyler değil.
Bunlar neden böyle bir şey söyleme, ya da böyle bir algı yaratma ihtiyacı duyuyor?
Bu tabi stratejileri gereğidir. Rojava’da ciddi hamleler ve başarılar gösteriliyor. Ancak bunlar bu başarıyı görerek yerine, PKK ile, YPG ve YPJ ile ilişkilerini koparma amaçlı yaptırımlar uyguluyorlar. Gidiş gelişleri engellemek, hareket alanını sınırlandırmak ve benzeri birçok ihtiyacın karşılanmasını engellemek için yaptırım uyguluyor ve sürekli bir gerginlik politikasını esas alarak adeta Kürtlerin kazanımlarını yeniden kaybettirmeyi amaçlıyorlar.
HDP’nin seçim başarısını nasıl karşıladılar?
Açıkçası HDP’nin barajı aşması çok hoşlarına gitmedi. Bunu açık söylediler. Barajın aşıldığı gün Rudaw üzerinden ‘HDP yüzde 13 alarak barajı aşacağına AKP yüzde 50 oy alsaydı daha iyi olurdu’ diye yetkili ağızlardan açıklama yaptılar.
HDP’nin Türkiye’de kazanmış olduğu zafere alternatif olarak AKP’nin daha iyi olduğunu söylemek onun ne kadar Kürt olduğunu gösterir. Yine Evdilaziz dağları ve Til Ebyad’ta kazanılan zafer karşısında bu kadar moral bozukluğu içerisinde olmak adeta “Neden yenilmediniz” şeklinde bir ruh halini yansıtıyor.
Bu rahatsızlığın nedeni ne sizce?
Bu Türkiye ile olan ilişkilerinden kaynaklanıyor. Çünkü KDP ve AKP kaderlerini birbirlerine bağlamış durumdalar. KDP, AKP’de yaşanacak bir gerilemenin kendisi içinde bir gerileme olacağının çok iyi bilincindedir.
Peki KDP bundan sonra nasıl bir siyaset izler?
Bu mevcut pozisyon, yani ortaya çıkan mevcut duruma göre, yeni bir siyasi değerlendirme yapıp, siyaset değişimine gidecek ve gerçek Kürt zemini dediğimiz o zemine oturacak. Kaldı ki biz her zaman bunun olması için ısrarcı olduk. Sadece KDP değil, tüm Kürtlerin buna denk doğru bir pozisyon alması önemli ve gereklidir. Ya buna göre doğru bir pozisyon alacak ya da kendi çıkarları temelinde düşmanlık yapmaya devam edecektir. Çünkü HDP’nin barajı aşması büyük ölçüde AKP’nin çöküş sürecini başlattı. AKP tek başına iktidar olma şansını kaybetti. Eğer bu erken seçimle yaşanırsa, AKP’nin daha büyük kaybedeceği bir durumla karşı karşıyayız.
Şimdiye kadar yapılan anlaşmalar, kurulan askeri, siyasi, ekonomik ittifaklar Türkiye’de yeni siyasal yelpazenin neresine oturtulacak?
AKP çökerse yerine farklı siyasi oluşumlar ortaya çıkarsa KDP’nin yapmış olduğu bütün kirli ittifaklar, anlaşmalar Türkiye üzerinden, Kürdistan üzerinden uygulanmaz bir hale gelecektir. Bu KDP için büyük bir sorundur. Onun için de AKP karşısında başarı kazanmak onun yenilgisi haline geliyor. Bu durum onları sıkıştırıyor, öfkelendiriyor. Ayrıca o kadar çaba sarf etmesine rağmen Kürdistan’da AKP’ye oy bulmaya çalışmasına rağmen hiçbir sonuç alamadı. Tam tersine Kürdistan boydan boya maviye boyandı. Halk üzerinde büyük ölçüde etkisi kırıldı. Çünkü çok açık bir durum var ortada. Hayati bir siyasi dönemde geçiyoruz. Herkesin üzerine düşen rolü oynamaya çalıştığı, başarıya katkı sunmaya çalıştığı, özgürlüğe yürümek istediği yerde o daha çok AKP’nin Kürtleri, PKK’yi, Önderliğin tasfiye etme istemine taraf bir pozisyonda olması her halde aklı başında olan bir Kürt tarafından kabul edilemez. Kendisi dışında, çıkarlarını kendisi ile odakladığı çevreler dışında ya da PKK düşmanlığı temelinde hareket etmek dışında hiçbir kaygısı olmayanların dışında çevresinde hiç kimseyi bırakamayacak düzeyde bir yalnızlaşma sürecine girdi. Ve bu yalnızlaşma sürecinde şimdi basit istihbarat oyunlarıyla, ayak oyunlarıyla provokatif yaklaşımlar ile adeta bir çatışma ortamına sürüklemek istiyor.
Bunda çok daha fazla ısrar etmek körlüktür. Kürdistan’ın dört parçası ayaklanmış durumdadır. Ve dört parçasında büyük bir özgürlük hareketi ortaya çıkmıştır. Halk büyük bir özgürlük anlayışıyla hareket ediyor. Böyle bir dönemde böyle basit ayak oyunlarıyla sonuç almak mümkün değildir. Kürdistan’ın dört parçası bir bütünü teşkil eder. Her ne kadar arasında sınırlar olsa da, şu an da hem dört parçada yürütülen mücadele ile bütün hareketleri birlikte hareket etmeye zorluyor hem de herhangi bir parçada gelişebilecek bir başarı genel değerleri büyüten bir pozisyondadır. Böyle baktığımız zaman KDP’nin güney’deki mevcut zenginlikleri mevcut siyasal değerleri toplumsal değerleri tek başına kullanmasında ısrar etmek hakkına sahip değildir.
KDP ARTIK KÜRDİSTAN’I KİMSEYE PEŞKEŞ ÇEKMEZ
Bütün bunlar Kürdistan özgürlük mücadelesinin değerleridirler. KDP’nin kendi malı değiller. Sürekli Kürdistan’daki zenginlikleri en sıradan basit sağa sola peşkeş çekerek kendisi ve çevresini palazlandırarak yaşamasını artık kimse kabul etmiyor. Bütün zenginlikler Kürtlerindir. Ve Kürtler kendi zenginliklerine sahip çıkacaktır. İstediğin gibi kendinle götürüp kendi çıkarların temelinde sağa sola peşkeş çekemezsin. Artık kimse KDP’nin Kürdistan’ın zenginliklerini sağa sola peşkeş çekmesine izin vermeyecektir. Ne buna PKK hareketi müsaade eder nede ortaya çıkmış özgürlük potansiyeli buna müsaade edecektir. Zaten telaşı da buradan kaynaklanıyor. Onun için de elinde tutmuş olduğu medya ile özellikle böyle yalan makinası gibi çalışarak, sürekli değerleri kötüleyen sürekli gelişmeleri kötüleyen sürekli hareketimizi kötüleyen bir pozisyonda büyük bir özel savaş propagandası içine girerek kesinlikle bir sonuç elde edemeyecektir.
GELİŞMELER KİMİN NE OLDUĞUNU DEŞİFRE ETTİ
Onun için KDP’yi Kürt hareketlerinin bir yerinde görmek yerine, onun daha çok bölgesel ilişkileri temelinde bakmak gerekiyor. Türkiye cephesinden bakmak gerekiyor. Suudi Arabistan- Katar cephesinden bakmak gerekiyor. Ama uluslararası ilişkilerinde de büyük ölçüde büyük bir kırılmanın yaşandığını da görmüştür. Ve bunu da görüyor. Çünkü gelişmeler kimin ne olduğunu ortaya çıkardı. Kimin kaç kuruş ettiği ortaya çıktı. Bundan sonra herkes kendi çıkarlarını düşündüğü zaman çıkarlarını kiminle yürüteceği muhasebesini yaparken, eskisi gibi herkesi yönlendirerek bir PKK karşıtı pozisyonda tutması artık mümkün değil. Artık Kürt siyasetini belirleyen temel güç değil. Artık bölge diplomasisini Kürtler adına yürüten temel güç değildir. İstediği zaman Kürtlerin kazanımlarını sağa sola peşkeş çekip kendi çıkarlarını koruyacak bir durumda değildir.
KDP YAPILAN CEPHANE YARDIMINI AKİBETİNİ AÇIKLAMALI
Şunu görmek lazım, gerçekten yaptıkları kabul edilir gibi değildir. Bu gün Kürtlerin geliştirmiş olduğu bir özgürlük mücadelesi var ve birçok uluslararası destek geliyor. 10 ülkeden büyük bir silah ve cephane Kürtlere gönderildi. Bunların tümü kime geldi? Bunların tümü KDP’ye geldi. KDP elinde tutuyor. Güney Kürdistan’da başka bir güç elinde değil. Bunları kendi tekelinde tutuyor. Genelde Kürtlere gönderilmiş bir destek KDP elinde doğru dağıtılması gerekirken, bunun yerine bunları alıp depolayarak, kendi çıkarları temelinde koruyor. Ama öbür taraftan bakıyorsun, bu destek oranında bir savaş var mı? Güney Kürdistan’da birçok alanda DAİŞ ile 50 metrelik mesafelerde karşılıklı mevzilendikleri halde DAİŞ ile tek bir kurşun sıkmış değildir. İleriye doğru yürümüyor.
KDP ŞENGAL’DE GÜÇLERİMİZİN SAVAŞMASINI ENGELLİYOR
KDP Şengal’de güçlerimizin ilerlemesini engelliyor. Şengal’in durumu belidir. Ama Şengal’de oturmuş herhangi bir atılım yapmıyor. Orda bizim güçlerimiz atılım yapmak istediği zaman da bunlar engelliyor.
O zaman bunların sorgulanması gerekir. Buna hakkı yok. Bütün o uluslararası desteği alıp yiyeceksin, Kürdistan petrolünü varili 80 dolarlık petrolü 25 – 30 dolara Türkiye’ye satacaksın, bu yetmiyormuş gibi kaçak petrol pompalayacaksın. Türkiye’yi ekonomik krizlerden kurtarıp orda elde ettiği zenginliğin üzerine oturacaksın. Kürdistan’ın dört parçasında özgürlük mücadelesi de buna göz yumacak. Bu konuda Kürt halkı hak talep etmeyecek. Bu mümkün değil artık. Bunu görmesi gerekiyor. Ve günlük olarak uygulamış olduğu taktiklerle de bunu artık götüremez
‘TİL EBYAD YENİ BİR DÖNEM AÇMIŞTIR’
Yani şu yolu bu yolu kesmek, şuradaki sevkiyatı durdurmak, şuradaki bir destek ve yardımlaşmayı kesmek ya da bunları kendi egemenliği altına almak, bunlarla başkaları üzerinde baskı oluşturma dönemi geçti. KDP’nin şunu anlaması lazım: Til Ebyad ile Türkiye’deki seçimler Kürtler açısından yeni bir dönemdir. Büyük bir siyasi gelişmenin kırılma noktasıdır. Kürtler ve özellikle PKK başta olmak üzere YPG-YPJ ve dört parçadaki Kürtler bütün bu gelişmeleri çok iyi değerlendirerek bundan sonra yönünü nereye çevireceklerini çok iyi hesaplayacaklar. Burada kazanılan başarıların yol açmış olduğu siyasal imkanlar ve diplomatik imkanlar vardır. Bu imkanları artık kendi tekeline geçirmesini kimse kabullenemez. Buna fırsat verilmeyecektir. Yapacağı şudur; tüm basitliklerinden vazgeçmek, bir Kürt ekseni içinde kendisine yer almaksa bu yer her zaman vardır.
BİRLİĞE GELMEYEN KAYBEDER
Başından beri özellikle de önderliğimizin söylediği bir Kürt oluşumunun zorunludur. Buna gelmeyen herkes kaybeder. Kendisini ve çıkarını esas alan herkes kaybeder ve bu gün bu sonuç ortaya çıkmıştır. Kim kazanmıştır? Gerçekten birliği esas alan kapsayıcılığı esas alan, özgürlüğü esas alan, kendi içerisinde demokratik siyaseti esas alan PKK paradigması kazanmış, önderlik paradigması kazanmış, KDP’nin çıkarcı politikaları adeta Türkiye’deki mevcut iktidarla birlikte yıkılmayla karşı karşıya gelmiştir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın demokratik Ortadoğu perspektifi ve öngördüğü çözüm modeli çokça tartışılan bir konu. Hareketinizin Ortadoğu’ya ve Kürdistan’a yönelik hedefleri bağlamında demokratik ulus çözümü yaklaşımı var. Rojava devrimi bu bağlamda nasıl bir öneme sahip?
Eğer Kürdistan’ın dört parçasında Kürtler bu kadar bölgesel ve uluslararası düzeyde kısa bir sürede etkili bir hale geldiyse, bunu kesinlikle Önderliğin paradigması çerçevesinde ve ideolojik yaklaşımı ile anlamak gerekiyor. Yürütülen mücadele sadece bir askeri gücün başarısı değildir. Yürütülen savaş ve onun ortaya çıkardığı sonuçlar esas olarak paradigmanın ideolojik yaklaşımı ile bağlantılıdır. Esas başarı odur. Böyle bakmak gerekiyor.
Ortadoğu’daki güçler neden başarısız kalıyor? Bölgedeki güçler neden çözümsüz kalıyorlar? Birincisi eskiden beri bir Ortadoğu coğrafyası vardı. Birinci dünya savaşından bu yana çizilmiş bir Ortadoğu haritası var. Bu haritaya baktığımız zaman daha çok halkları bölme temelinde, parçalamak ve bölme temelinde bir siyasi harita çizilmiş. Arapları 22 devlete bölmek, Kürtleri dört parçaya bölüp yok saymak. Türkiye’yi büyük bir güç olarak inşasına katkı sunmak, İran’ın bir hegemonik güç olarak inşasına destek sunmak gibi bir durum var. Bu tabloya baktığımız da hep bölmeyi ve parçalamayı görüyoruz. Suni sınırlar çizerek bölge halkının tarihsel olarak gerçekliği ile uyuşmayan bir sınır dayatması ortaya çıktı. Bu sınırlar içerisinde ulus devlet oluşumu dünya sisteminin bir parçası haline getirildi.
SİSTEMİN ORTADOĞU’DA ÇÖZÜM PERSPEKTİFİ YOKTUR
Böyle bir durumun ta başından beri tutmayacağı kesindi. Çünkü Ortadoğu’nun tarihi gerçekliği bunu kaldıracak gibi değildir. Ulus devlet tarihini araştırın böyle suni sınırlarla bölünmüş devlet yapılarını görmezsiniz. Bu parçalanmayı geliştiren birinci dünya savaşı sonrası gelişen sistemdir. Uluslararası güçler ulus devletlere dayalı suni sınırlar yaratmaktan vazgeçmedikleri sürece Ortadoğu’da yeni ve demokratik bir sistem yaratamayacaklardır. Bu mevcut durumun açılması için köklü bir sistem değişikliği ile çözmek gerekir. Ancak dediğimiz gibi, mevcut dünya düzeni Ortadoğu’ya istikrar getirebilecek bir politik yaklaşıma sahip değildir. Bu güçler kendi çıkarları temelinde bir uzlaşma ve denge yaratmanın ötesine geçmiyorlar.
Kapitalist modernite tıkanmış durumdadır. Yeni bir oryantalizm inşasını geliştirmek istiyorlar ama geliştirdiği çözümler ise kesinlikle bu tıkanıklığı aşamaz. Batı oryantalizmi ile Ortadoğu sorunları çözülemez. Ya da uluslararası tekellerin günlük çıkarlarına göre şekillenmiş bir Ortadoğu yaratmakta mümkün değildir. Onun için uluslararası güçlerin Ortadoğu’ya müdahalesi çok ciddi sonuçlar ile karşılaşacak ve istediklerini istediği gibi yapma sonucunu kolay kolay elde edemeyeceklerdir.
Bölge güçleri de küresel güçlerle benzer sorunları yaşıyorlar. Her şeyden önce dinsel ve mezhepsel yaklaşımların büyük bir çelişki içindeler. Museviler, Hıristiyanlar ve İslam’ın kendi içerisinde değişik mezhep çelişkileri var. Bu zihniyet bir yanıyla oryantalizm tarafından körüklenirken, diğer taraftan ulus devlete iktidarları bunu zinde tutuyor. Bunlar bu ısrarlarından vazgeçmiyorlar. Günümüzde Ortadoğu krizini çözmekten ziyade Ortadoğu’ya egemen olma, hegemonyalarına alma kavgası veriyorlar. Her taraftan büyük bir katliam ve kırım dayatılıyor.
Türkiye, İran, Arap devletlerinin politikaları dinsel, mezhepsel perspektiflidir. Bu yaklaşım sürdükçe bölgedeki kaosu derinleştireceklerdir. İkincisi bütün zenginlikleri kendi tekellerinde birleştirerek toplumu korkunç derecede yoksullaştırıyorlar. Ahlaki dejenere ederek toplumsal bölünme yaratıyorlar. Bu politikadan bir sonuç çıkmaz.
Bu durumda önderliğimizin paradigmasını bölge açısından önemini doğru anlamak gerekir. Açıkçası bu başta çok anlaşılmadı, ancak günümüzde açığa çıkan sonuçlar bu paradigmanın gerçekten bir çözüm gücü olabileceği açıkça görülmeye başlandı. Çünkü Ortadoğu’daki aşırı bölünme ve parçalanmaya karşı duruyor, bunu reddediyor. Dinsel, etnik tüm farklılıkların bir aradalığını esas alıyor. Bu temel ilke herkesin varlık olmasına meşruiyet sağlıyor.
Türkiye, Til Ebyad’da “etnik temizlik” demagojisi yaptı, ancak kimseyi inandıramadı. Büyük bedellerle oluşturulan Rojava’daki kantonlarda herkes kendisini özgürce ifade edebiliyor, yönetime katılabiliyor. Bu en zor savaş koşullarına rağmen gelişiyor. Ekonomi politikasını kara, pazara ve tekele dayalı olmak yerine, halkın ihtiyaçları üzerinden geliştiriyor. Bütün bu gelişmeleri üzerindeki ekonomik ambargoya rağmen geliştiriyor. Bu gelişme Rojava’yla sınırlı kalmıyor. Giderek bölgeye de etki yapıyor, örnek oluşturuyor. Sistem karşıtı hareketler STÖ’ler, akademisyenler ve çeşitli kesimler gidip oradaki sistemi görme ihtiyacı hissediyorsa bu aynı zamanda halkların neye ihtiyaç duyduklarını da göstermiş oluyor.
İşte bugün eğer ezilen halklar, mazlumlar kendi kurtuluşlarını, özgürlüklerini PKK hareketinde görüyorlarsa bu PKK ideolojisinden kaynaklıdır. Çünkü bu ideoloji farklılıklara eşit ve özgürce yaşama, ifade etme, ekonomik olarak örgütleme şansı sunuyor.
Rojava’da bunun imkanı ortaya çıkmıştır. Bu paradigmayı benimseyen hareketler büyük gelişme sağlamaktadırlar. Türkiye’de ve Kürdistan’ın dört parçasında bu paradigma halklar arasında çığ gibi bir gelişme ivmesi yakalamıştır. Türkiye seçimlerinde halkların, devrimci, demokrat, liberal ve birçok kesimin seçimde HDP çatısı altında birleşerek ortaya çıkardıkları sonuç da bu paradigmanın eseridir.