Acıyı bal eylemek-Mustafa Karasu
...Özgürlüğe göre yaşamak Kürdistan’da savaş koşullarına göre yaşamaktır. Acıyı bal eylemek başka türlü mümkün değildir...
...Özgürlüğe göre yaşamak Kürdistan’da savaş koşullarına göre yaşamaktır. Acıyı bal eylemek başka türlü mümkün değildir...
Rojava Devrimi, özellikle Kobanê Direnişi gösterdi ki, Ortadoğu gerçekliği ve kültürel soykırımcı sistemin koşullarında Kürtler savaşan halk gerçekliğine ulaşmadan özgür ve demokratik yaşama kavuşamazlar. Yine 1990’lı yıllarda Türk devletinin Kürtlere karşı uyguladığı kirli savaş dikkate alındığında Kürtlerin özgür ve demokratik yaşama kavuşması için nelere katlanması gerektiği ortaya çıkmıştır. Cizre Botan’da özyönetime karşı saldırılar da özgür ve demokratik yaşama kavuşmak için savaşan halk gerçekliğine ulaşmak, buna göre örgütlenmek ve hazırlanmak gerektiğini bir daha gözler önüne sermiştir. Türk devleti söz konusu olduğunda savaşan halk gerçekliğine göre örgütlenmemek; Türk devletini tanımamak, özgür ve demokratik yaşamda ısrarlı olmamaktır. Hem özgür ve demokratik yaşam istiyoruz denilecek, hem de özgür ve demokratik yaşam zahmetsiz gelsin denilecek! Bu yaklaşım özgür ve demokratik yaşamdan da hiçbir şey anlamamaktır.
Özgür ve demokratik yaşam zor ve zahmetli kazanıldığı için değerlidir. Devletçi, sömürücü dünyada kimse özgür ve demokratik yaşamı kolay kazanamaz. Hele hele ulus-devletçi zihniyetin hakim olduğu yerlerde farklı etnik ve dinsel topluluklar kolay özgürlük kazanmamışlardır. Türk devletinin hala temel stratejisi Kürtleri fiziki yolla, baskılarla, psikolojik ve özel savaşla, asimilasyonla ve binbir yolla kültürel soykırıma uğratmaksa, Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmekse, savaşan halk gerçekliğine ulaşmadan ulusal varlığı korumak bile mümkün değildir.
Bakurê Kurdîstan’da özyönetim hamlesi yapıldıktan sonra bazı kesimlerde özgürlük ruhunun zayıflamış olduğunu gördük. Sanki Kürdistan’da gelişen kapitalizmin yarattığı tüketim toplumu ve konformist eğilimler özgürlük ve demokrasi değerlerini zayıflatmış; değersizlik kültürünü ortaya çıkarmıştır. Kürt halkı demokratik siyasal çözüm çabaları reddedilince, 7 Haziran seçimleri yok sayılınca, Özgürlük Hareketi’ne imha saldırıları başlatılınca demokratik özerklik hamlesi yaptı. Türk devleti özerklik ilan eden yerlere çok sert saldırılarla yöneldi. Bu durum karşısında Türk devletiyle çatışmalar arttı. Bu ortamda Türkiye ve Kürdistan’da siyasal ortam sertleşip yaşamda sıkıntılar ortaya çıkınca bazı çevreler “Bu durum da nereden çıktı” diyerek ah-of etmeye başladılar. Öyle ki, Türk devletinin inkarcı politikaları, diyalog sonucu ortaya çıkan ve müzakereyi öngören Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddetmesi, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürüttüğü imha saldırıları sanki yokmuş gibi halkın özyönetim ilanlarını suçlayan tutumlar görüldü. Açıkça Türk devletinin politikaları karşısında teslim olun, direnmeyin biçiminde yaklaşımlar gösterildi.
Sanki direnmesiz, mücadelesiz özgürlük kazanılırmış gibi ruh halleri ortaya konuldu. Onlarca yıllık mücadele gerçeği anlaşılmadan, Türk devletiyle nasıl mücadele edilir, nasıl sonuç alınır sorularını düşünmeden; Kürt Özgürlük Hareketi’nin yıllardır büyük çaba, yaratıcılık, fedakarlık ve sabırla yürüttüğü mücadele gerçeği görülmeden; sanki başka hiçbir mücadele yöntemi denememiş gibi imha saldırıları karşısında halk özyönetimilan edince “böyle yapılmamalıydı” gibi mırıldanmalar ortaya çıktı.
Kürt sorununda en sabırlı ve makul yaklaşımlar ortaya koyan bir önderliğe 6 aydır tecrit uygulanıyor, ama bunun ne anlama geldiği düşünülmüyor. Bir halkın önderine uygulanan ağır tecride bu kadar yüzeysel yaklaşanlar tabii ki siyasal durumu ve Kürt halkının buna karşı tutumunu anlayamazlar. Kürt halkı yıllarca Önder Apo’ya yaklaşım savaş ve barış gerekçesidir derken, sübjektif bir düşünceyi ortaya koymuyordu. Sadece kendi tutum ve niyetini ortaya koymuyordu. Türk devleti ancak yumuşatıldığı ya da yumuşamaya zorlandığı zaman Önderlikle görüşme yaptırıyor; Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaş yürüttüğü zaman ise ağır tecrit uyguluyor. Bu çerçeveden bakıldığında 6 aylık tecrit ise savaşın başlatılmasının en somut ifadesidir. Bunu anlamamak ve bunun gereklerine göre davranmamak olsa olsa Türk devletinin özel savaşından ve psikolojik savaş propagandalarından etkilenmek anlamına gelir.
Türk devleti hala inkarcıdır. Kürt halkının ulusal varlığını kabul etmemiştir. 1990’lı yıllardaki devlet politikası değişmemiştir. Sadece mücadele karşısında bazı konularda esnemek zorunda kalmıştır. Bunu da Kürtlere karşı mücadeleyi yeni koşullarda yürütmek için yapmıştır. Yoksa özgürlükçü ve demokratik bir zihniyete kavuştuğu için değil. Kuşkusuz mücadele ve yürütülen politikalar devlette ve toplumda kısmi yumuşamalar ve çözüm zemini ortaya çıkarmıştır. Bu tabii ki önemli gelişmedir. Ancak hala Türk devlet politikasında bir kırılma yaşanmamıştır. Bu nedenle Kürtler mücadeleyi geliştirdiği ve çözüm için sıkıştırdığı her dönemde bir saldırı yapıp Kürt’ün gücünü kırarak bu çözüm dayatmasından kurtulmaya çalışmaktadır. Kürt sorununda çözüm zihniyeti, iradesi, politikası ortaya koymadığı müddetçe bu tutum tekrarlanacaktır.
Bu durum da her seferinde sert bir mücadeleyi ortaya çıkarmaktadır. Bir savaş durumu gelişmektedir. Türk devletinin karakteri de dikkate alındığında halkımız açısından da tüm Kürtler açısından da ciddi zorluklar ortaya çıkmaktadır. Bu durum Kürdistan’da özgür ve demokratik yaşama kavuşma mücadelesinin kanunudur. Bu kanuna göre yaşamadan, buna göre hareket etmeden özgür ve demokratik yaşam kazanılamaz. Nasıl ki doğanın kanunları varsa; her coğrafyanın, her toplumsal mücadelenin, siyasal mücadelenin kanunları da vardır. Kürdistan’da özgür yaşamın kanunu, zor koşullara karşı durmak, dayanmak, mücadele etmek ve başarmaktır. Kürdistan’da böyle bir mücadele tarzını benimsemeyenler nerede yaşadığını bilmeyenlerdir. Zahmetsiz, direnmesiz ve yaşamlar ortaya konulmadan bu mücadelenin geliştirileceği ve başarıya götürüleceğini sananlar varsa onlar hem kendini hem de başkalarını kandırıyorlardır.
Kürdistan’da savaşan halk gerçeğine ulaşmadan bırakalım özgürlüğü, nefes bile alınamaz. Bu nedenle direnmeyi zayıflatacak, direnmeye gerek olmadığını söyleyecek her yaklaşım yanlıştır. Kürdistan gerçekliğinden habersiz olmaktır. Önder Apo her fırsatta Kürt halkına da Kürt Özgürlük Hareketi’ne de “Savaşan halk gerçekliği yaratmalısınız; savaşan halk gerçekliğine ulaşmadan, yaşamlar buna göre düzenlenmeden hiçbir şey yapamazsınız” demiştir. Kürdistan’da yaşamanın kanunu Mazlum Doğan’ın dediği gibi direnmektir. Yani “Direnmek Yaşamaktır.” Kemal Pir gibi yaşam uğruna ölünecek kadar sevilmiyorsa; yani uğruna ölünecek bir yaşam mücadelesi verilmiyorsa orada yaşam belirtisi yoktur; orada ölüme yatılmıştır.
Önder Apo bin defa, yüz binlerce gerilla yaratılmalıdır, demiştir. Sadece Bakur’da değil, Rojava’da, Başur’da ve Rojhilat’ta on binlerce gerilla yaratılmasını istemiştir. Kürt gençliğinin önüne bu hedefi koymuştur. Gençliği direnişe geçmeyen ve direnmeyen bir halk ölü bir halktır. Bir toplumun yaşam belirtisi olup olmadığına, Kürtler gibi halklar söz konusu olduğunda gençlerinin direnişçi olup olmadığına bakılır. Hatta o halkın özgür ve demokratik yaşamı kazanıp kazanamayacağı konusunda da sadece buna bakılır. Bu açıdan gençliği direnişe çağırmak özgürlükçülüktür. Gençliği pasifize eden her yaklaşım ise Kürtleri ölüme yatırmaktır. Bu açıdan savaşan halk gerçekliği yaratmak, Kürdistan’da özgür yaşam kanunudur. Özgür yaşam kanununun tarzı da Amed zindanlarında yaratılmıştır. O da zor koşullarda direnip başarmanın tarzıdır. Herkes de Kürdistan devriminin bu tarzına uymak zorundadır. Tabii ki özgür ve demokratik yaşam arzulanıyorsa! Özgür ve demokratik yaşamı arzulamak da yetmez, herkes bunu arzular. Önemli olan, bunun gereklerini hakkıyla yerine getirmektir.
Halk bir özyönetim hamlesi yapmıştır. Bunun sıkıntıları ve zorlukları olacaktır. Nitekim olmaktadır. Ancak bu, özgür ve demokratik yaşama ulaşmanın gereğidir. Eğer Kürtler varlığını koruyacaksa, özgür olacaklarsa bundan kaçınamazlar. Bundan kaçındıkları zaman niyetleri ne olursa olsun, kültürel soykırımcı Türk devletinin özel savaş politikalarına kendini yatırmış olurlar. Bu nedenle özgür ve demokratik yaşam istiyorsak sabah, öğlen, akşam Önder Apo’nun öngördüğü savaşan halk gerçeğine ulaşmak, bunun savaş ekonomisi, bunun siyasal yaşamı, bunun kültürel yaşamı için çalışmak gerekir. Özgürlüğe göre yaşamak Kürdistan’da savaş koşullarına göre yaşamaktır. Acıyı bal eylemek başka türlü mümkün değildir.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA GAZETESİ