'Önderlik AKP politikalarını boşa çıkaracak direniş içerisinde'

PKK Zindan Komite Üyesi Piro Dersim: Önderliğe yaklaşım tüm Kürtlere yaklaşımdır. Dolayısıyla sadece bir tecrit olarak ele alamayız. Önder Apo şu anda İmralı’da AKP’nin tüm politikalarını boşa çıkaracak bir duruşun, bir direnişin içerisindedir.

PKK Zindan Komite Üyesi Piro Dersim, son dönemde zindanlarda yaşanan hak ihlalleri, baskı ve işkence uygulamalarını, bunun yaşanan savaşla bağlantısını Dengê Welat radyosuna değerlendirdi.

İmralı’da gösterilen direnişin büyüklüğüne dikkat çeken Dersim, “Şunu hepimizin çok iyi bilmesi gerekiyor; asıl mücadele İmralı’dadır, asıl savaş İmralı’da yürütülüyor. Türk devleti uyguladığı tüm konseptleri ilkin İmralı’da devreye koyuyor. Tecrit de bunun bir parçasıdır. Ne zaman ki Türk devleti Kürt sorunu konusunda imha ve soykırım kararı aldıysa bunun ilk ve en temel yansıması İmralı’daki baskıyı arttırmak, tecridi arttırmak, katı bir tecrit uygulaması yapmaktır. Esasta bu şimdiki bir sorun değildir. Uzun süredir Önderliğimiz üzerinde bir tecrit yürütülüyor. Bu kış yapılan direnişlerle bu tecrit biraz delindi, biraz gedik açıldı. Bu anlamda direniş karşısında devlet de zor durumda kalmıştı. Biraz rahat nefes almak için Önderliğimizle kısmi birkaç kez görüşme yaptırıldı. Ama değişen bir mantık ve mentalite yok. Halen yürürlükte olan uygulama Kürtlere yönelik soykırım ve imha politikasıdır. Dolayısıyla bunun ilk yansıması da yine Önder Apo üzerinde, İmralı’da tecrit uygulamasıyla ortaya çıkıyor. Her şeyden önce bunu bilmek gerekiyor. Önder Apo da diyor; en büyük savaş burada yürütülüyor. Gerçekten de orada yürütülüyor” dedi.

‘ÖNDERLİĞE YAKLAŞIM KÜRT SORUNUNA YAKLAŞIMDIR’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yaklaşımın Kürt sorununa yaklaşım olduğunu dile getiren Piro Dersim şöyle konuştu:

“Önderliğe yaklaşım tüm Kürtlere yaklaşımdır. Dolayısıyla sadece bir tecrit olarak ele alamayız. Kürt sorununa yaklaşım olarak bakmak gerekiyor. Düşmanın bundan sonraki politikalarını anlamak açısından ele almak gerekiyor. Yoksa sadece tecrit bile çok büyük bir şeydir. Önderliktir, bir halkın Önderliğidir, Önderliğimizdir. Ona karşı bile her şeyimizle direniriz. Ama sadece Önderliğimizin dış dünyadan kopartılması değil, aynı zamanda Kürt sorununa yönelik yaklaşımlarının bir göstergesidir İmralı tecridi. Bu tarzda ele almak gerekiyor. İnsan şunu söyleyebilir; AKP-Bahçeli-Perinçek-Ağar ki kontr-gerilla lideridir Kürt halkına yönelik soykırım ve imha konusunda bir araya gelmişler. Tam dörtlü çetedir. Çünkü bunların hiçbir tanesinin devlet mantığıyla, şu ile, bu ile bir alakası yoktur. Her biri bir çete yapılanması gibidir. Bu dörtlü çetenin ortaklaştığı tek nokta Kürtlerin imhasıdır, soykırımdan geçirilmesidir. Bunun dışındaki tüm noktalarda çelişkilidirler. Ama Kürtlerin imhası, Özgürlük Hareketi’nin imhası, tasfiye edilmesi, Kürtlerin soykırımdan geçirilmesi noktasında bu dörtlü yan yana gelmiş. Yani bir savaş cephesidir. Bu savaş cephesi biraz da Erdoğan’ı esir almış, teslim almış. İnsan şunu çok rahatlıkla belirtebilir; 2016’daki 15 Temmuz darbesi başarılıydı. Herkes başarısız olduğunu söylüyor, öyle değildi, başarılıydı. Belki Fethullahçılar bu işten zarar gördüler, ama esasta işin içinde Ergenekoncular vardı, MHP vardı, kontr-gerilla vardı, Ağar şahsında ve bunlar Erdoğan’ı esir aldılar, teslim aldılar.”

Erdoğan’ın bir fonksiyonunun olmadığını söyleyen Piro Dersim devamla şunları dile getirdi:

“Devleti esas yöneten kontr-gerilladır Ağar şahsında, Perinçek şahsında Avrasyacı Ergenekonculardır, Bahçeli şahsında MHP’lilerdir. Erdoğan’ın mentalitesi de aynıdır. Erdoğan da aynı şekilde milliyetçi, şovenist, soykırımdan yana olan bir kişiliktir. Ama çok fazla da iradesi yoktur. Bu üçlü ekip tarafından istenildiği şekilde kullanılıyor. Bunu bu şekilde ortaya koymak gerekir. Bu ekibin Kürt soykırımına karşı yaklaşımı da soykırımdır. Bunu artık gizlemiyorlar da, çok açıktan yapıyorlar. En son Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler’deki konuşmasını seyrettiğimizde çok rahatlıkla görüyoruz ki Kürt halkının imha edilmesi, soykırımdan geçirilmesini adamlar çok doğal bir şey olarak görüyorlar, kendi hakları olarak görüyorlar. Yani tüm Rojava Kürdistan’ını sanki orada kimse yaşamıyormuş, sanki orada tek bir Allah’ın kulu yok, sanki boş bir arazidir. İşte şurayı güvenlikli bölge yapalım, buraya iki milyon mülteci getirelim diyor. Yani bu bile onların Kürtlere yönelik yaklaşımının imhacı, soykırımcı, katliamcı olduğunun en açık göstergesidir.

Bakur’da da görülüyor, soykırım operasyonları devam ediyor, tutuklamalar devam ediyor. Dağlarda Kıran-1-2-3 artık her gün bir kıran operasyonuyla yürütülüyor bu baskı politikaları. Aynı şekilde legal siyaset alanına dönük ciddi baskılar var. Belediyelere el konuluyor, kimi aileler yönlendiriliyor. Legal demokratik alan terörize edilmeye çalışılıyor, farklı noktalara çekilmeye çalışılıyor. Topyekûn bir saldırıdır. Başur’da da aynı şekildedir. Başur’da da Başur’daki kimi kesimlerle yaptığı ittifak sonucu, aldığı destekler sonucu Xakurkê, Xeftanin, hatta Medya Savunma Alanları’nın bir bütününe yönelik çok ciddi saldırılar geliştiriliyor. Yani yapabilecekleri her şeyi yapıyorlar. O tarzda ele almak gerekiyor.”

‘İMHAYA KARŞI FEDAİCE BİR DİRENİŞ VAR’

Kürtlerin ve Özgürlük hareketinin tasfiyesi için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını belirten Dersim, “Siyasal, diplomatik, askeri, teknik vb. her şeyi kullanarak, devreye koyarak bunu yapıyorlar. Aynı şekilde Rojava’ya yönelik de böyledir. Ama şu noktayı da iyi görmek gerekiyor; karşılarında imha olmayı bekleyen, imhaya boynunu uzatan bir Kürt yok. Karşılarında direnen bir Kürt var. Tüm bu saldırılar gelişiyor ama karşılarında da fedaice bir direniş var. Gerillanın Bakurê Kurdistan’da, Medya Savunma Alanları’nda fedaice bir direnişi var. Rojava’da halkımızın fedaice bir duruşu var. Her türlü işgale karşı, her türlü bedeli göze alarak Rojava topraklarını savunmaya dönük ciddi hazırlıkları var, ciddi bir duruş var. Aynı şekilde Bakur’da o kadar baskı, şiddet, işkence ve soykırım operasyonlarına rağmen halk direniyor. Avrupa’da halk direniyor. Maxmur’da, Şengal’de insanlarımız direniyor, cezaevlerindeki arkadaşlarımız direniyor” diye konuştu.

‘ÖNDER APO AKP’NİN TÜM POLİTİKALARINI BOŞA ÇIKARACAK BİR DİRENİŞ İÇERİSİNDEDİR’

Önder Abdullah Öcalan’ın İmralı’da büyük bir direniş içerisinde olduğunu de vurgulayan Dersim, şöyle konuştu:

“Önder Apo şu anda İmralı’da AKP’nin tüm politikalarını boşa çıkaracak bir duruşun içerisindedir, bir direnişin içerisindedir. Dolayısıyla bu politika boşa çıkacak bir politikadır. Bu politikanın hayat bulması, başarıya ulaşması mümkün değildir. Bu anlamda AKP de, dörtlü çete ve savaş cepheleri kaybetmeye mahkumdur. Yeter ki biraz daha mücadeleyi yükseltelim, yeter ki bu noktada daha yaratıcı taktikler kullanalım. Halkımızdaki ve Özgürlük Hareketimiz’deki bu direniş ve fedai ruhu olduğu müddetçe hiç kimse 20 yüzyıldaki gibi Kürtleri farklı bir noktaya götürme gibi bir durumları olamaz. 21. Yüzyıl Kürtlerin statü kazanacağı bir yüzyıldır, olacaktır da bu. Hiçbir şey bunun önüne geçmeyecektir. Kürtlerin mevcut duruşu, bilinci ve yaklaşımı buna yöneliktir. Direniş çizgisidir. Şu anda Türkiye’de de dörtlü çeteye karşı temel direniş noktası Kürtlerdir. Kürtlerin dışında Kürtlerin etrafında olan bazı kesimler direniyor. Bu kadar aralarındaki çelişkiye rağmen bir araya geliyorlarsa aslında bu Özgürlük Hareketi’nin etkinliğinin bir göstergesidir, güçlülüğünün bir göstergesidir. Gittikçe zafere doğru yürüyen, başarıya giden çizgisinin bir göstergesidir. Bu tarzda anlamak gerekiyor.”

‘TÜRK BASINININ YÜZDE 90’I YALAN, İZLENMEMELİ’

Türk özel savaş medyasının muazzam bir psikolojik savaş yürüttüğünü belirten Piro Dersim,  “Şu anda Hareketimize dönük, mücadelemize dönük verilen haberlerin yüzde 90’ı yalandır, psikolojik amaçlıdır. Türk televizyonlarına baktığında adeta her şey bitmiş, her şey tasfiye olmuş. Öyle bir şey yok. Ortada PKK’nin en güçlü olduğu bir durum var. PKK’nin artık başarıya giden, zafer ve sonuca giden bir durumu var. Ama bu oldukça çarpıtılıyor. Bu şekilde insanların psikolojisiyle oynanmak isteniyor. Umutsuzluk yaratılmak isteniyor. Fakat buna düşmemek gerekiyor. Buradan arkadaşlarımıza da, halkımıza da, bizi dinleyenlere de çağrımız şudur; kesinlikle Türk basınına itibar edilmemelidir. Bu konuda özgür basın vardır, özgür basının verdiği haberler vardır. Bunlar esas alınmalı, bunlardır doğru olan. Öbür türlüsü tümden yalandır. Biz buradayız. Her gün buraya ilişkin bir şeyler söyleniyor. Yok taş üstünde taş kalmadı, burada şöyle oldu, böyle oldu. Öyle şeyler yok yani. Tamam, gelip vuruyorlar, hava operasyonları yapılıyor, kimi yerlerde karadan girmeye çalışıyorlar” şeklinde konuştu.

‘TÜRK DEVLETİ BAŞUR’A GİRDİĞİNE BİN PİŞMAN’

Tüm psikolojik savaşa rağmen gerillanın da etkili eylem yaptığını söyleyen PKK Zindan Komite Üyesi Piro Dersim, devamla şu hususlara dikkat çekti:

“Gerilla da etkili vuruyor. Türk devleti belki de Başûrê Kurdistan’a girdiğine bin pişmandır. Xakurkê’de de, Heftanin’de de öyledir. Gerillanın eylem yapmadığı gün yoktur. Çok etkili de eylemler yapılıyor. Zagros hattında etkili eylemler yapılıyor. Kimi iç eyaletlerde etkili eylemler yapılıyor. Bu anlamda muazzam ve fedai bir direniş vardır. Buna karşı, her türlü tekniğe rağmen muazzam bir direniş vardır. Aynı şekilde Özgürlük Hareketi saflarında muazzam bir moral var, coşku var. Artık giderek mücadeleyi başarıya götürmenin inancı ve umudu var. Bu anlamda Türk özel savaşı kamuoyu ve halkımıza yönelik Türkiye toplumuna yönelik muazzam bir psikolojik savaş yürütüyor. Buna gelmemek gerekiyor. Herkesin kendi cephesinden bu psikolojik savaşa karşı bir propaganda ve ajitasyon faaliyeti yürütmesi gerekiyor. Yani kimin ne kadar gücü varsa. Cezaevindeyse ailesine karşı bunu yapmalı, dışarıdaysa komşusuna karşı bunu yapmalıdır. Onun dışında da Türk basını izlenmemelidir. Çünkü baştan sona kadar yalan haberlerle doludur. İzleniyorsa da itibar edilmemelidir.”

‘TOPYEKÛN SAVAŞ ZİNDANLARDA DA YANSIMASINI BULUYOR’

Kürt’e karşı soykırım ve imha kararı olan bir hükümetin ya da bir devletin içerdeki tutsaklara yönelik yaklaşımının da o temelde olacağını söyleyen Dersim, “Dışardaki soykırım ve imha politikası içeriye baskı, işkence ve zulüm olarak yansıyacak. Onu bilmek gerekiyor. Dışarıda savaş tırmandıkça, baskı tırmandıkça doğal olarak içerde de aynı şekilde baskı da, işkence de tırmanacak. Tutsaklara karşı çok ciddi insan hakları ihlalleri olacak, keyfi uygulamalar olacak. Şu anda da yaşanan biraz budur. İçeriye yönelik yaklaşımı belirleyen dışardaki politikadır. Bunu bilmek gerekiyor; dışardaki politikadan bağımsız değildir. O yüzden cezaevindeki her arkadaşımız şunu bilmeli; kendileri üzerinde baskı arttığı zaman dışarda bunun on katı vardır. Dışardaki politikanın içeriye yansımasıdır. Böyle ele almak gerekiyor yoksa sadece zindanlara yönelik bir baskı politikası değildir. Topyekûn bir yaklaşımdır. Bu topyekûn saldırının zindan ayağı da baskı, işkence, keyfi uygulama biçimindedir. O tarzda ele alınırsa düşman uygulamaları, yaklaşımları ve cezaevi politikaları daha iyi ve rahat çözümlenir. Daha geniş perspektifte ele alınır. Yoksa sadece kendi zindanları, kendi zindan koşulları şeklinde ele alırlarsa bu arkadaşları daraltır ve zorlar. O anlamda böyle daha geniş ele almak gerekiyor. Dikkat edilirse zindana yönelik baskı ve zulüm politikaları ne zaman arttı? 2015’ten beri arttı. Dışarda özyönetim direnişlerinin olduğu, şehirlerin yakılıp yıkıldığı, insanların yakılıp katledildiği bir ortamdı. Onun dışında da yüzlerce, binlerce insanın tutuklandığı, işkenceden geçirildiği bir süreçti. Bu süreç zindanlara da baskı, işkence, keyfi uygulamalar şeklinde yansıdı. Günümüze kadar da derinleşerek geldi” diye belirtti.

Piro Dersim, değerlendirmelerine şöyle devam etti:

“Şu anda içerdeki yoldaşlarımızın çok zor koşullarda olduğunu biliyoruz. Ve bu zor koşullara karşı muazzam bir direniş yürütüyorlar. Bu direnişleri takdire şayandır. Ancak şöyle bir yaklaşım içerisinde olmamak gerekiyor; çok kısa vadeli olaylara bakmamak gerekiyor. Sadece zindan koşulları üzerinden bakmamak gerekiyor. Daha çok genel mücadele üzerinden olaylara bakmak gerekiyor. Türk devletinin genel mücadeleye yaklaşımının bir sonucu olarak olaya bakmak gerekiyor. Arkadaşlarımız şunu bilmelidir; orada gösterdikleri direniş ve duruşla bu devletin bir konseptini boşa çıkarıyorlar. Çünkü bu devlet kimisini dışarıda katlederek, kimisini içeriye alıp iradesini kırmaya çalışarak kendi politikasını yürütüyor. Dolayısıyla irade göstermek, duruş ve tavır göstermek, kendi duruşunu korumak bu devletin konseptini boşa çıkarmaktır.”

‘ZİNDANDAKİ ARKADAŞLAR DIŞARIDAKİ MÜCADELEYE ÇOK ŞEY KATABİLİR’

“İçerdeki arkadaşlarımızın mücadeleye katkıları da çoktur, olmalıdır da” diyen Piro Dersim, “Birçok cepheden mücadeleye katkıları olmalıdır. Bu noktada kendi görev ve sorumluluklarını iyi bilmeliler. Görev ve sorumlulukları sadece zindanda kalmak, zindanda düşmanın dayatmalarını kabul etmemek biçiminde olmamalıdır. Her şeyden önce kitlesel tutuklamaların olduğu bir süreçtir. Birçok insan, toplumun birçok kesiminden arkadaşlar götürülüyor. Bu arkadaşlarla ilgilenmek, bunları eğitmek, bilinçlendirmek, kararlaştırmak, mücadeleye sevk etmek en temel görevlerden bir tanesidir. Arkadaşlarımızın mücadeleye vereceği en büyük katkılardan birisi budur.

İkincisi arkadaşlarımız ailelerini örgütleyebilir ve mücadeleye sevk edebilirler. Mesela şöyle bir çelişkili durum var. Cezaevinden çıkan arkadaşlarımızın büyük bir çoğunluğu aile derneklerinden şikayetçidir. Sorunlarını çözmediğinden, kendilerine fazla sahip çıkmadığından şikayetçidir. Ama kime şikayet ediyorlar. Arkadaşlar ailelerini örgütlesinler ve bu kurumlara sevk etsinler. Kendi aileleri bu işi yapmalıdır. Yani arkadaşlar kendi yapmadıklarından şikayetçidirler. Böyle çelişkili bir durum var. Dolayısıyla en temel görevlerden bir tanesi de aileleri örgütlemek ve mücadeleye, aile derneklerine sevk etmek, o aile derneklerini işlevsel kılmak, kendi ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir örgütlülüğü aileler arasında oluşturmak cezaevlerindeki arkadaşlarımızın temel görevidir” ifadelerini kullandı.

Her cezaevinin bulunduğu yerin umut kaynağı olması gerektiğini belirten Dersim, “Düşman muazzam bir psikolojik savaşla halkta umutsuzluk yaratmaya çalışıyor. Ama şimdi her ilde de cezaevi vardır. Yüzlerce, binlerce insan oraya ziyarete gidiyor. O insanlar üzerinden dışarıya yönelik düşmanın özel savaş politikalarını boşa çıkarabilecek muazzam bir propaganda ajitasyon çalışması yürütülebilir. O anlamda zindanlar gerçekten umut kaynağı olmalıdır. Bizim tarihimizde vardır. Eskiden de böyleydi. Birçok yerde halka umut veren, ruh ve can veren zindanlardı. Bu yeniden yapılmalıdır. Arkadaşlarımız bunu kendilerine görev bilmelidir. Dışardaki mücadeleyle birleşmelidir. Yoğunlaşma şu olmalıdır; ben dışardaki mücadeleye daha fazla nasıl katkı yapabilirim? Eğer yoğunlaşma bu olursa gerçekten yapabilecek epey katkı vardır” dedi.

Dersim devamla şunları dile getirdi: “Demokratik moderniteyi Bakur, Rojava, Başur’da inşa etmeye çalışıyoruz. Demokratik modernitenin en temel şeyi zihniyettir. Bu zihniyeti oluşturacak yazımsal çalışmalar, edebi çalışmalar olmalıdır. Araştırma ve incelemeler olmalıdır. Zindandaki arkadaşlarımızın bunu yapma koşulları vardır. Ben hiç yapılmıyor demiyorum. Arkadaşlar yapıyorlar, kimi ürünler de ortaya çıkıyor. Bu anlamda çok kötü de değil arkadaşların durumu ama halen az ve yetersizdir. 25-26-27 yıldır cezaevinde olan arkadaşlarımız var. Muazzam bir zindan deneyimi, muazzam bir zindan birikimi var bu arkadaşlarda. Bunu çok ciddi ürünlere dönüştürebilirler. Bu anlamda dışardaki birçok boşluğu zindandaki arkadaşlar doldurabilirler. Bu kendi önlerine bir görev olarak koyabilirler.”

‘HER TÜRLÜ DİRENİŞE HAZIR OLMAK GEREKİYOR’

Her türlü direnişe hazır olmak gerektiğini belirten Dersim şunları vurguladı:

“Dışarda ve gözaltılarda arkadaşlarımıza ajanlığı dayatıyorlar. Yine zindanlara getirdiklerinde de bağımsızlaştırmaya çalışıyorlar. Yani dışarda iyi kötü yurtsever konumda olan insanları bir şekilde bağımsızlaştırarak ya da ajanlaştırarak mücadeleden düşürmeye çalışıyorlar. Bunlara yönelik arkadaşlarımızın arayışı olmalıdır. Gerçekten şöyle bir yaklaşım içerisinde olmamız lazım; ne kadar çok kişiyi bu düşmanın elinden kurtarabiliriz? Ne kadar çok insanı o bağımsızlardan kurtarabiliriz? Öyle geniş bir perspektifle bakmak gerekiyor. Böyle çok dar, kaba, düz yaklaşımlar doğru değildir. Düşman tek bir insanımızı düşürmek için yapmadığı bir şey kalmıyor ama biz de onu kazanmak için her şeyi yapmalıyız. Bu noktada gerekli esneklik, ilgilenme olmalı, yaratıcı yol ve yöntemler hayata geçirilmelidir. Mesela legal demokratik alandan gelen arkadaşlar var. Şunu bilmek gerekiyor, bu arkadaşlarla öyle bir ilgilenmeliyiz ki bu arkadaşlar dışarı çıktığında daha güçlü bir şekilde bu mücadeleye sahip çıkmalıdır. Kendi mücadelelerini yürütmeliler. Aynı şekilde ya da daha da gerilemiş bir biçimde çıkarlarsa bu kötüdür. Gerektiğinde fedai tarzda her türlü direnişe hazır olmak gerekiyor. Bunun en açık göstergesi geçen kış başlatılan “tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim” hamlesidir. Bu tür eylemler önümüzdeki süreçte de arkadaşların önüne çıkabilir. Zindandaki her yoldaşımız da bu tür eylemlere fedai tarzda katılımı olacak şekilde kendisini hazırlamalıdır. Yanındaki arkadaş ile ilgilenme, aileyi örgütleme, dışarıyı besleyecek yazımsal çalışmalar yapma, bu anlamda düşman psikolojik savaşını boşa çıkarma arkadaşlarımızın temel görevi olmalıdır. Bu şekilde genel mücadeleyle birleşmeli, ona epey katkı sunabilmeliler. Kendilerini bu konumda görmeliler. Yoksa zindana girdik, düşmanın dayatmalarını kabul etmiyoruz, o zaman tamamdır direniyoruz biçimindeki yaklaşım doğru değildir. Bir militanın yaklaşımı da olmamalıdır.”

 HASTA TUTSAKLARI YETERİNCE GÜNDEMLEŞTİREMEİYORUZ

Hasta tutsaklara ilişkin de konuşan Piro Dersim şunlara dikkat çekti:

“Kürt halkının da, Özgürlük Hareketi’nin de, Türkiye toplumunun da kanayan yarasıdır. Neredeyse her gün zindanlardan ölüm haberi geliyor. Şunu da çok iyi biliyoruz; birçok arkadaşımız hastadır. Hatta ölümcül düzeyde olan yüzlerce arkadaşımız var. Normalde bu devletin faşist yasalarında bile ölümcül düzeyde hasta olan tutsaklara verilen raporlarla bırakılma imkanı vardır. Ama söz konusu olan Kürt oldu mu, PKK’li oldu mu, Özgürlük Mücadelesi oldu mu bu faşist yasalar bile uygulanmıyor. Bunu iyi görmek gerekiyor. Şu anda devletin yaklaşımı biraz da odur. Kendi faşist, dar, anti-demokratik yasalarını bile uygulamıyor. Onun bile çok ötesinde, çok açık bir biçimde insanlık suçu işleniyor. Yani ölümcül düzeyde olan bir insanı cezaevinde ölüme terk etmek, onun tedavisini yaptırmamak, tedavi yapabileceği koşulları oluşturmamak, salıvermemek dünyanın hiçbir yeri ve ülkesinde yoktur. Ama Türkler, söz konusu Kürtler, Özgürlük Mücadelesi olunca reva gördükleri budur. Bir nokta bu. Hem devletin böyle bir yaklaşımı var.

Biz hasta arkadaşlarımızı yeterince gündemleştirmiyoruz. Sadece devletin yaklaşımı üzerinden değerlendirmemek gerekiyor. Bir devlet vardır, ama bir de bir kamuoyu vardır, bir de sivil toplum vardır. Sivil toplum devletin bu insanlık suçu olarak kabul ettiğimiz yaklaşımını boşa çıkarmalıdır, bu konuda bir gündem, bir kamuoyu oluşturmalıdır. Mesela dikkat edilirse çok ciddi bir kamuoyu oluşturulmuyor. Çok cılız sesler çıkıyor. Hiç çıkmıyor demiyoruz. Arada bir kimi açıklamalar vb. oluyor ama bunlar sınırlı kalıyor. Bu konuda kendimizi de sorgulamamız gerekiyor. Sivil toplum örgütleri bu konuda kendilerini sorgulamalıdır. Hasta tutsaklara ne kadar sahip çıkıyorlar? Tek tek bireyler düzeyinde bir şey var ama böyle sivil toplum örgütlerinin bir araya geldiği, çeşitli eylem ve etkinliklerle bunu kamuoyuna duyurdukları bir yaklaşım yok. Aynı şekilde aile dernekleri bu konuda kendi görevlerini yerine getirmiyor. Aynı şekilde cezaevindeki arkadaşlarımız da kendi görevlerini yerine getirmiyor. Bu konuda gerektiği zaman açıklamalar yapma, gerektiği zaman bilgilendirmeler yapma, kamuoyuna yönelik makaleler yazmak, mektuplar yazmak… Birçok yol ve yöntem denenebilir.

Bu durum kabul edilmiş. Öyle olmaması gerekiyor. Yaklaşım nasıl olmalı? İki noktaya dikkat etmek gerekiyor; hasta olan arkadaşlarımızın hastalığını gündem yapmamaları gerekiyor, çünkü onu oraya düşman atmış, düşmana karşı bir direniş ve tavır içerisindedir. Doğru olan yaklaşım budur. Hatta o konuda avukatlar son görüşmede Önderliğin sağlığını sorduğunda savaşta sağlık sorulmaz demişti. İnsanın kendisine yaklaşımı bu olmalıdır. Ama onun dışındaki arkadaşların bunu gündemleştirmeye çalışması gerekiyor. Ama sivil toplum örgütleri, ama aile dernekleri, ama cezaevindeki arkadaşlarımız yanlarında hasta olan arkadaşların sesi olmalılar. Bu noktada bir kamuoyu oluşturma noktasında üzerine düşeni yapmalılar. O konuda eksiklikler var. Bizde de eksiklikler var. Biz de yeterince bu arkadaşlarımızı takip etmedik, kamuoyu oluşturma noktasında yetersiz kalıyoruz. O konuda basınımız yetersiz kalıyor. Hiç işlenmiyor demiyoruz. Basında zaman zaman işleniyor ama yeterli işlenmiyor, gündem yaratacak tarzda işlenmiyor. Tüm bu faktörler aslında o kanayan yaranın halen kanamasına neden oluyor. O anlamda sadece devletin yaklaşımı ile açıklamamak gerekiyor.”

‘ZİNDAN ŞEHİTLERİNİ YAZIP ANLATMAK EN TEMEL GÖREV’

PKK Zindan Komite Üyesi Piro Dersim zindanda şehit düşenlere ilişkin de şunları söyledi:

“Gerçekten şehit yoldaşlarımıza sahip çıkmak gerekiyor. Şehit düşen her arkadaşımızı kamuoyuna mal etmek gerekiyor. Şehit düşen her arkadaşımızı anlatmak gerekiyor, yazmak gerekiyor. O konuda da bir duyarsızlık var. Bu vesileyle zindanlarda direnerek şehit düşen yoldaşlarımızın ailelerine baş sağlığı diliyorum. Ama şunu da biliyoruz; şehit yoldaşlarımıza yönelik çok ciddi yetersizliklerimiz var. Bu konuda zindandaki arkadaşlarımız kendi görevlerini yerine getirmeliler. Şehit arkadaşlar unutulmamalıdır. Her arkadaş yanında şehit düşen arkadaşları anlatmalıdır, yazmalıdır, bunu ilgili yere ulaştırmalıdır. Bu bizim temel görevimizdir. Bu arkadaşlarımız, Özgürlük Hareketimizin hak ettikleri yeri almalıdırlar. Orada yazılmalıdırlar. Bu arkadaşlarımızın duruşu fedaidir. Hasta bir arkadaşımızın zindan koşullarında onurlu duruşu fedaidir. Şehadeti fedaicedir. Bunu bilmek gerekiyor. Fedailik yaklaşımımız bu olmalıdır. Sıradan bir ölüm gibi yaklaşım olmamalıdır. Mesela arkadaşlarımız şehit düşüyor, doğru düzgün açıklama dahi yapılmıyor. O konuda duyarlı olmak gerekiyor. Hangi zindanda arkadaşımız şehit düşmüşse o zindandaki arkadaşlar açıklama yapmalıdır. Yazmalı, çizmeli, gerekli yere ulaştırmalıdır. Herkes o şehidi tanımalıdır. O şehidin mücadele içindeki duruşunu tanımalıdır. O şehit bu mücadeleye güç katmalıdır. Biz bunları yapmazsak olmaz.

En temel talep ve istemim şudur; her arkadaş kendi yanında şehit düşen arkadaşı yazmalıdır. Ona ilişkin çalışma yapmalıdır. Bu arkadaşlarımızın boynunun borcudur. Bunu böyle bilmek gerekiyor. İçerde şehit düşen arkadaşlarımızın doğru dürüst kayıtları tutulmuyor. Zindan albümü yapmaya çalıştık ama 90’dan bu yana şehit düşen arkadaşlara ulaşamadık. Net bir rakam ve veri yok. Hiçbir yerde yok. O yüzden bu arkadaşlara ilişkin bir çalışma yapamıyorsun. 12 Eylül 1980’de şehit düşen arkadaşların bile kayıtları var. Çok net; 48 arkadaşımız şehit düşmüş 1980-1990 arası. Biz bu arkadaşlara ilişkin albüm çalışması yapabildik. Düşünün! 12 Eylül koşullarında şehit düşen arkadaşlarımızın kayıtları var, ama 90’dan sonrası yoktur. Bu hepimizin eksikliğidir. Böyle bir hafıza, bir kayıt oluşturulmamış. Böyle doğru bir yaklaşım geliştirilmemiş. Bu yüzden her arkadaş 90’dan bu yana yanında şehit düşen arkadaşları yazmalıdır. Şehitlerimize karşı duyarsızlık doğru değildir, kabul edilemez, edilmemelidir. Hiçbir arkadaşımız bunu kendisine yakıştırmamalıdır. Bugüne kadar ciddi yetersizlikler içinde olduk. Ama bundan sonraki süreçte bu eksikliklerden kurtulmak gerekiyor. Doğru bir çizgide olmak gerekir.”

‘ŞEHİTLERLE DOĞRU BAĞI OLANLAR HER ZORLUĞU AŞAR’

Şunu insan çok rahatlıkla söyleyebilir; şehitlere karşı doğru bir konumda olan her insan her türlü zorluğu yener. Eğer biz şu anda kimi koşullardan, kimi yaklaşımlardan kaynaklı zorluklar yaşıyorsak bu şehitlere karşısındaki yetersizliklerimizden kaynaklıdır. Bu yetersizliklerimizi aşabilirsek, doğru temelde temel değerlerimize yaklaşırsak ki bu değerler Önderliğimiz, şehitlerimiz ve halkımızdır her türlü zorlukla başa çıkabiliriz. Hiçbir zorluk bizi daraltmaz, hiçbir zorluk bizi zorlamaz. Eğer zorlanıyorsak temel noktalarda sorunumuz var. O temelde ele almak gerekiyor. Biz kendimiz de bunun özeleştirisini veriyoruz.”

‘HEPİMİZ ÖNDER APO’NUN ÇİZDİĞİ DİRENİŞ ÇİZGİSİNİ ESAS ALMALIYIZ’

Zindanlarda yapılan bireysel eylemlere de dikkat çeken Dersim, “Son yaşananlardan sonra zindanlarda halen bireysel eylemlerin oluyor olmasına anlam veremiyoruz. Bilindiği gibi 2017’de de zindanlar açlık grevine girmişti. O zaman da kimi bireysel çıkışlar yapılmıştı. Bunu doğru bulmadığımızı o zaman da belirtmiştik. Halen bunun devam ediyor olması yanlış bir yaklaşımdır. O her şeyden önce belirtmek gerekiyor. Kesinlikle şu anda koşullardan kaynaklı bireysel eylem içerisinde olan tüm arkadaşlarımız, uzun süreli kimi eylemsellik içinde olan arkadaşlarımız bu eylemlerini bırakmalıdırlar. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Hatta basından takip ettik biz de, bir arkadaşımız ağzını dikerek açlık grevine başlamış. Gerçekten şaşırarak izliyoruz. Arkadaşlar niye böyle yaklaşımlar içerisine giriyor çok anlam veremiyoruz. Bu noktada şu tarzda net olmak gerekiyor; kendi koşulları için arkadaşlar bireysel eylemlere girmemelidirler. Bizim direniş hattımız bellidir. Özgürlük Mücadelesinde Önder Apo zindandaki yoldaşlara çok net bir direniş çizgisi belirlemiştir. Hepimizin esas alması gereken odur” dedi.

Piro Dersim değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“Önder Apo’nun çizdiği bu direniş çizgisi nedir? Birincisi; Önder Apo ‘moral, direniş’ dedi. Nedir moral manevi direniş? Bir insanın kendisiyle mücadelesidir. Kendi nefsiyle mücadelesidir. Kendi bireysel arzu, istem yaklaşımlarıyla mücadelesidir. Zayıflıklarıyla mücadelesidir. Güçsüzlükleri ile mücadelesidir. Kendisini güçlendirme, iradeleştirme mücadelesidir. Manevi ve moral direniş dediği odur. Zihinsel ve düşünsel olarak insanın kendisini yetkinleştirme direnişidir. Bu anlamda her şeyin odağına bunu koymak gerekiyor. Direniş mantığımızın odağında moral manevi direnişimiz olmalıdır. Bu da insanın kendisiyle, kendi nefsiyle mücadelesidir. Bu anlamda yetkinleşmesidir, militanlaşmasıdır, bu anlamda kadrolaşmasıdır, PKK’lileşmesidir, partileşmesidir. Mantık bu olmalıdır.

İkincisi; dışardaki mücadeleyle bütünleşmek gerekir ve mücadeleye katkı sunmaları gerekir. Gerektiğinde fedaice, örgütlü bir tarzda, uzun süreli açlık grevlerinden tutalım daha değişik eylem biçimlerine kadar girebilmeliyiz. Gerektiğinde de aile örgütlenmesidir, yazımsal çalışmalarla dışarının mücadelesini beslemeliyiz. Direniş politikamızın ikinci noktası, ayağı budur. Birinci ayak kendisiyle mücadeledir, ikinci ayakta mücadeleyle bütünleşmedir. Üçüncü ayak da şudur; düşman içerde koşulları daraltıyor. İnsan onurunu kıracak, zedeleyecek yaklaşımlara giriyor, kimi şeyleri dayatıyor. Bunları kabul etmemek gerekiyor. Bu konudaki yaklaşımımız da fiili direniştir. Arkadaşlarımız düşmanın bu Türkiye hiçbir dayatmalarını kabul etmeyecekler. İnsani olmayan hiçbir yaklaşımını kabul etmemelidirler. Ama bunun için ölüm orucuna girmelerine gerek yok. Genel mücadeleye yönelikse örgütlü bir biçimde bu tarz eylemler yapılabilir. Ama zindan koşullarına ilişkin ise bu tarz eylemler doğru değildir. Arkadaşlar, Önderliğimiz şu anda fiili direniyor. Hiçbirimizin koşulları Önderlik kadar kötü değildir. Hiçbir cezaevinin koşulları İmralı kadar kötü değildir. Günlük olarak Önderliğimiz fiili olarak direniyor, düşmanın hiçbir dayatmasını kabul etmiyor. Ama arkadaşlar gibi de böyle eylemsellikler içine girmiyor. Buna karşı bildiği tarzda, kendi duruşunu ortaya koyuyor. Bizim de temel yaklaşımımız o olmalıdır. Şimdi koşullar biraz zor oldu mu arkadaşlar hemen uzun süreli açlık grevi eylemine giriyorlar. Bu eskiden vardı. Fakat ilk günden itibaren Hareketimiz bunu onaylamadı. Birinci Zindan Direniş Konferansı(ZDK) kararları ortadadır. Önderlik birinci ZDK’de bunları eleştiriyor. Hatta koşullara yönelik yaklaşımını maddi yaklaşım olarak ortaya koyuyor. 3. ZDK kararları var. Bu konuda 3. ZDK kararları çok nettir ve somuttur. Koşullara ilişkin kısa süreli eylemler, fiili eylemler olabilir ama uzun süreli eylemler olmamalıdır. Oturmuş bir gelenek var. Ama hala tek tük de olsa çıkıyor.

‘BİREYSEL EYLEMLER YERİNE ÖRGÜTLÜ DİRENİŞ’

Kaldı ki şöyle bir yaklaşım olmalıdır. Bireysel eylemsellikler sonuç almaz. Yapılacaksa bir şey örgütlü yapılmalıdır, birlikte yapılmalıdır, ortak yapılmalıdır. Önder Apo o koşullarda direniyorsa her arkadaşımız direnmelidir. Kaldı ki düşmandan ne bekleyebiliriz ki biz? Düşmandır, bunu yapıyor. Dışarda bodrumlarda yüzlerce arkadaşımızı yakan bu düşmandır. Rojava’yı boydan boya işgal edip oraya mültecileri yerleştirmeyi planlayan bu düşmandır. Bahçeli’den ne beklenebilir? Perinçek, Ağar’dan ne beklenebilir?

Yargı paketleriyle kimi beklentiler yaratmaya çalışıyorlar. Kesinlikle bir beklenti içerisinde olunmamalıdır. Cezaevindeki her arkadaşımız bu konuda net olmalıdır. Mevcut klik, mevcut cephe savaş cephesidir, imha ve soykırım cephesidir. Bu cepheden Kürde yararlı hiçbir şey çıkmaz. Arkadaşlarımız beklenti içerisinde olmamalı. Düşman bunu bilinçli yapıyor. Bir yandan baskı kurarak, bir yandan zor uygulayarak arkadaşları baskı altında tutmak istiyor. Diğer yandan beklenti yaratıyor. Bu şekilde arkadaşları cezaevinin iç sorunlarıyla sınırlı tutmak istiyor. Dedik ya esas görevi dışardaki mücadeleyle bütünleşmek, oraya katkı sunmaktır. Düşman arkadaşları ondan alıkoymak istiyor. O yüzden böyle zorluyor. Arkadaşlarımız da buna takılmamalıdır. Cezaevindeki dayatmalara karşı, zor koşullara karşı fiili direniş esastır ama arkadaşlarımız gündem de yapmamalıdır. Arkadaşlarımızın gündemi Özgürlük Mücadelesi olmalıdır.”

HALKA İMHA DAYATILIYOR, BOŞA ÇIKARTACAĞIZ

PKK Zindan Komite Üyesi Piro Dersim değerlendirmesini şu sözlerle sürdürdü:

“Bu halka imha dayatılıyor. Biz ya bu imhayı boşa çıkartacağız, ya da imha olacağız. Bu kadar nettir. Önderlik bir görüşmesinde ‘kendinizi büyük bir tehlikeye hazırlayın’ diyordu. Büyük tehlike budur. Halkımız imha ve soykırıma tabi tutulmak isteniyor. Bu bir söylem değildir. Adamların somut planlamaları var elimizde. En son ki çöktürme planının somut bilgileri var. Kürdü nasıl imha edecek? Çok net diyor. Diyor; ‘15-20 bin arası öldürülecek. 5-10 bini zindanlara atılacak. 150-200 bini göçertilecek. Şu şu şehirler geri dönüşü olmayacak şekilde yakılıp yıkılacak.’ Bu kadar net ve somut belgeler var ortada. İmha ve soykırım dayatılıyor. Bu böyle farazi, siyasal bir söylem olarak ortaya konulmuyor. Büyük tehlike budur. Kürt bu dönemde direnerek bir statüye ulaşmak zorundadır. Tarih de bize bunu emrediyor. Ya bu süreçte bunu başaracağız ya da başaramayacağız ve soykırıma uğrayacağız. Bu kadar net, somut ve büyük bir tehlike ortada iken bizim halen düşmanın yapmak istediği oyuna gelerek cezaevinin iç sorunlarıyla kendimizi katmamız, bu anlamda dışardaki mücadeleden kopmamız, dışarıya gereken güç ve desteği vermememiz doğru değildir. O yüzden doğru değildir diyoruz. Yoksa şöyle bir yaklaşımımız yok; arkadaşlarımız zorluk içinde yaşasın. Yok! Biz istiyoruz ki arkadaşlarımız çok iyi koşullarda yaşasın, çok insani koşullarda yaşasınlar. Çok demokratik ve hukuki koşullarda yaşasınlar. Ama karşımızda böyle bir devlet yok. Karşımızda böyle bir yapılanma yok. Karşımızda tamamen faşist, soykırımcı, ırkçı, Kürtlere soykırım ve imha dışında bir şey düşünmeyen, kendi varlığını bunun üzerinden sürdüren bir çete yapılanması var.

Mesela Kürt sorunu çözülürse Bahçeli’ye ne ihtiyaç var Türkiye’de, mesela Bahçeli ne konuşacak? Diyelim ki Kürt sorunu çözüldü, Kürt sorunu ortadan kalktı Bahçeli ne diyecek? Konuşacak kelimesi bile yoktur. Perinçek ne konuşacak? Konuşacak kelimesi bile yoktur. Mehmet Ağar’ın konuşacak bir kelimesi yoktur. Bu dörtlü çetenin amacı budur. Kürtleri imha etmek onların varlık nedenidir. Bunlar Kürtleri soykırımdan geçirerek var oluyorlar, kendilerini yaşatmaya çalışıyorlar. O yüzden arkadaşlarımız bunu çok daha canlı görmeliler. Bu konuda dar ve yüzeysel yaklaşımlar var. İşte direniriz koşulları düzeltiriz denilemez. Direniriz mücadeleyi başarıya götürürüz doğru olandır. Öyle direneceğiz. Koşullarımız iyi olsa ne olacak, olmazsa ne olacak? Bu halk soykırıma uğradıktan sonra bizim koşullarımızın ne önemi var? Bir de halka soykırım dayatan bir devlet senin koşullarını rahat etmez. Ondan beklenti içinde olmak, bu tarz yaklaşımlara girmek doğru değildir. Hatta insan şunu rahatlıkla söyleyebilir; koşullar için bu kadar uzun süreli eylemlere girmek beklentidir. Bu devletten beklentidir. Biraz zorlarsak devlet zorlanır, koşullarımız rahatlar. Öyle bir şey yok yani. Bu devletin politikası imha ve soykırım olduğu sürece öyle bir esneme yoktur. Ne zaman ki imha ve soykırımdan vazgeçerse ki Önderlik de şöyle söylüyor; bu devlet Kürtlerle baş edemeyecek duruma gelse, başka çaresi olmazsa ancak o zaman Kürtlerle demokratik çözüme gidebilir. Ancak o zaman arkadaşların durumu esneyebilir, düzelebilir.”

‘ZİNDAN DİRENİŞÇİLERİ  APOCU MİLİTAN DURUŞU SERGİLEYECEKTİR’

Piro Dersim değerlendirmesi şu ifadelerle son buldu:

“Fakat böylesi koşullar olmadığı müddetçe, bu kadar savaşın keskin dayatıldığı koşullarda arkadaşlarımızın bu yaklaşımları doğru değildir. Bireysel eylemsellikler doğru değildir. Şu anda eylemde olan arkadaşlarımıza çağrımız odur ki; bu eylemsellikleri derhal bıraksınlar! Bu yaklaşım doğru da değildir. Fiili direnişi arkadaşlar esas alacaklar. Fiili olarak her türlü uygulamaya karşı direnecekler. Dışardaki mücadele ile bütünleşecekler. Önder Apo’nun çizgisinde, manevi direnişle kendilerini kararlaştıracaklar, militanlaştıracaklar, bir PKK’li Apocu militan duruşu sergileyecekler. Bizim zindanda direniş hattımız budur. Bunun dışındaki her türlü yaklaşım mücadeleye çok fazla katkı sunmaz, arkadaşlarımıza katkı sunmaz, onlara zarar verir. Yaklaşım olarak da çok doğru bir yaklaşım değildir.”