Siz hiç annenizden utandınız mı!

Yazar Haydar Işık'ın son romanı "Xecê'nin Dersim Kefareti'ni okuduktan sonra aklımdan "Siz hiç annenizden utandınız mı!" sorusu gitmedi...

Evet; siz hiç sizi doğuran, emziren, büyüten, masallar anlatan, başınızı okşayan, bir yeriniz incinse de incinmese de sızısını hemen hisseden annenizden utandınız mı? Siz hiç siyatiği tutan, tansiyonu çıkan, başı ağrıyan anneniz ile bir doktor arasında tercümanlık yaptınız mı? Annenizin ezik, sizin ise annenizin ezikliğini görüp ağlamaklı olan bir ruh halini yaşamışlığınız var mı? Siz hiç annenizin sabah güneş doğmazdan önce kalkıp göğe dönüp; "Ya Xızır, ya Homeda Haq, sifte car û cirane de, ju kosede ke ma di!" Türkçesi ile "Ya Hızır, ya bu dünyanın sahibi önce konu komşuya, bir köşede de bize!" duasını gizlice izleyip; onu belleğinize kazıyıp ama unutmak zorunda kaldınız mı!

Sizin hiç devlet okullarında "okuyup" "büyük adam" olduğunuzu sandığınız zaman; "aman anne bizim kim olduğumuzu kimseye söyleme dediğiniz, annenizi, ülkenizi, dilinizi, şarkılarınızı gizlediğiniz oldu mu allah aşkına!

Ya da siz hiç evde konuştuğunuz dilin sokakta başkalaştığını, okul diye gittiğiniz yerde korkudan suskunlaşıp, evde konuştuğunuz anadiliniz ve ana inancınızda dualar edip, başka bir dille hayallerinizi yazmaya çalışıp, sizin olmayan inancın duaları ile tanrıya yakarır gibi öğretmeninize yakarıp "geçer not" almak için kendinizle boğuştunuz mu?

Siz hiç doğduğunuz köyün, kasabanın, kentin ve ülkenin adının başkalaşırken, kendiniz olmaktan çıkmış olduğunuz duygusunu yaşadınız mı? Siz şarkılarınızın, dualarınızın, doğduğunuz toprakların size yasaklandığı için göremediğiniz bir geçmişiniz oldu mu?

Sizin hiç evleriniz ve adlarınız "tehlikeli" diye işaretlendi mi? İlk kontrollerde gözaltına alınıp, doğduğunuz toprakların ve ülkenin işgali gibi bedeniniz ve ruhunuz işgal edildi mi? Yaşlarınız büyütülüp, küçültülüp sabaha karşı Buğday Meydanı'nda dar ağaçlarına çekildiniz mi? 1978'in Aralık ayının ortasındaki Maraş'taki gibi çoluk çocuğunuz süngülenip, evleriniz yakıldı mı sizin? Siz hiç deyişler söylemek, şiirler okumak, semah dönmek için gittiğiniz bir kentin otelinde cayır cayır yakıldınız mı, 2 Temmuz 1993'te Sivas Madımak'taki gibi... Sizin hiç ibadet mekanlarınız, kahvehaneleriniz, eviniz, sokaklarınız kurşunlandı mı 12 Mart 1995'te Gazi Mahallesi'nde olanlar gibi!..

Ve siz yaşadığınız bütün bunları uzun yıllar susarak kendinizden, çocuklarınızdan "devlet korkusu" ile hiç gizleyerek yaşamaya çalıştınız mı? Siz acılarınızı ağıtlarınıza gömüp, işaret parmağınızı dudaklarınızın üzerine koyup "oğlum-kızım sus!" diyen anne ve babaların acısını bilir misiniz!..

Aralık ayının ortalarında bu kadar çok soru ile bir kitap yazısına giriş yapmak gerçekten zor... Bütün bu soruların kendisi ve yanıtlarını tekrar tekrar hatırlamamızı sağlayan iki kitap var. Bütün bu soruları hayatının bir döneminde yaşayan, yaşayanlara tanıklık eden ve onun acısını bağrında tutup; sürgünlerde gezdiren yazar Haydar Işık'ın iki kitabı. Birinci kitap SatırArası yayınlarından çıkan "AREVİK; Dersim Tertelesinde Bir Ermeni Kızı", ikinci kitap ise Lis yayınlarından çıkan "Xecê'nin Dersim Kefareti".

Arevik; bir soykırımdan kurtulduğunu sanıp başka bir soykırımın içinde yaşamış Arevik adlı bir Ermeni kızın romanı.  Dersim Tertelesi içinde kalan Arevik'in gözü ile iki soykırımın insanın, toplumun ve coğrafyanın ruhunda yaşattığı duygunun sade bir anlatımı var. Tehcir, tenkil ve tedip'in sadece toplumsal politik yanı ile değil, insanın yaşamı üzerinden sahicilikle okuruna sunuyor Haydar Işık. Arevik'te bir coğrafyanın ve toplumun nasıl halkların ortak değeri olduğunu gösteren Işık; 1915'te Türk devletinin Ermeni Soykırımı'na gönderme yaparken; yine aynı zihniyetin 1937-38'de Dersim'de kendisini nasıl dışa vurduğunu gösteriyor. Ve en önemlisi de Haydar Işık; acıları yarıştırmadan, kimseyi aklamadan ahlaki ve vicdani bir değer ölçüsü ile Ermenilere yapılan zulmün ortaklarını da romandaki kahramanlarına anlattırıyor. Arevik ise, bir masumiyetin bütün görkemini roman boyunca bizlere gösteriyor.

Haydar Işık; "Xecê'nin Dersim Kefareti" adlı son romanında ise "Dersim'in Kayıp Kızlarını" konu edinmiş. 1937-38 Dersim Tertelesi'nde soykırımın kıyısında kalan ve Türk sömürgeciliğinin kıyımcıları tarafından alınıp götürülen yüzlerce kız çocuğundan birinin hikayesi Xecê'nin Dersim Kefareti...

Dersim'de insanları kurşuna dizen, evlerini yıkan, insanları sürgüne gönderen bir askeri komutanın, savaş ganimeti diye kendisine aldığı Xecê'nin Hatice adını alarak önce askere hizmetçi, sonra askerin kendi eşi haline getiriliyor. Ve Xecê, Dersim'in otantik kız çocuğu olarak girdiği Tertele'nin içinde hizmetçi, asker eşi ve iki Türk çocuğunun annesi oluyor.

Romanın her sayfasında, Xecê'nin dönüşümü anlatılırken; içinde tuttuğu "Dersim sırrı"nın sönmeyen bir ateş olarak göğerdiğini görüyorsunuz. Askerin ölümünden sonra, gittiği Avrupa'da çocuklarına annelik yaparken bir vesile ile kendi geçmişine, ana topraklarına, kendi xızırına dönüşü gerçekleşiyor. Hatice ana, Xecê olduğunu ve Dersim sırrını yüreğinden, belleğinden çıkarıp on yıllar sonra çocuklarına fısıldayınca "Türk" olarak yetişen çocukları; önce annelerinden utanır, sonra korkar ve sonra kendilerini bulmaya çalışırlar. Xecê ise artık kendi ana topraklarına dönerek kendisini yeniden yaratır. Bütün bu süreçler içinde devletin zulmü ile başkalaştırılmak, yok edilmek istenen bir toplumun kendini yeniden yarattığı süreçleri hatıralarıyla, tarihsel gerçeklikle sentezleyerek anlatıyor Haydar Işık. Dersim'de başlayan Xecê'nin serüveni, İzmir'in konaklarından Almanya'nın Münih kentine oradan da Dersim'e uzuyor.

Romanda oluşan temel karakterler etrafında Dersim'in Tertele ile yok edilmesi, başkalaştırılması ve buna karşı kendi özkimliğini yeniden inşa etmesi, anne ve çocuklarının etrafındaki öykülerle yeniden yaratılıyor. Basit bir dil, sade bir anlatım ama dehşet içeren duygu sağanağı ile siz romanı okursunuz. Gözlerinizden yaşlar akar, etrafınıza bakarsınız. Geçmiş ile geleceğin, ana ile oğulun bu kadar iç içe geçen duygusunun bir ülkenin duygusu olduğunu görürsünüz.

Xızır'ın duaları ile eksiğinizi giderip, itikat ve ikrarınızla ana topraklarınıza dönürken; kendi benliğinizi yeniden yeniden inşa edersiniz. Dersim Tertelesi'nin başladığı 1937 yılının 1 Eylül'nde doğan Haydar Işık'ın, doğal yaşamında edindiği gözlemleri, yaşanmışlığı, öğrendiği, farklı dünyaların içinden kendisini yitirmeden ülkesine, ana topraklarına bağlığını istikrarlı sürdüren bir yaşamı yaşayan biri olarak bu romanı daha da anlamlı kılıyor.

İlerleyen yaşına, geçirdiği ağır sağlık sorunlarına rağmen ana toprakları Kürdistan ülkesinin Dersim kentinin toplumsallığından hiç kopmayan; bu kimliğini Alevi, Ezidi, İslam, Materyalist, Hristiyan gibi farklı Kürdistani inançlar, kimliklerle harmanlayan bir yazar Haydar Işık. Bütün yaşamını Kürdistani özgürlüğün sömürgeciliğine öfke ile geçirmiş biri. Bu bilinç ve çabası ile Kürtler için Selahaddin Eyyubi'yi, Dersim'li Memik Ağa'yı, Şerkoy'dan Sultan Selahaddin'e, Mülteci Munzur'a, Arevik'e, Xecê'nin Dersim Kefareti'ne kadar bütün kitaplarını yazarken; genç nesillere kendi köklerini gösteriyor.  Zaman zaman öfkesi yazılarına yansır Haydar Işık'ın. Ama soykırımlar yaşamış, soykırımlar tehlikesi içinde olan bir toplumun sağlam bir tarih bilincine sahip olması için çabalarını hep sürdürdü Haydar Işık. Münih'te hasta yatağında ziyaret ettimizde bile, bu çabasını hiç eksiltmeden ülkesinin sevgisini kalbinde taşıyarak sorular sorup durur. Kürtlere, Kürdistani topluluklara karşı sorumluluğunu her koşul altında sürdürmenin kararlılığında yaşama uğraşına devam ediyor Haydar Işık.