‘Sabırsızlık Zamanı’ çocukları…

İki yoksul çocuğun zenginlere ait bir sitesindeki havuzda yüzme isteğini anlatan, Aydın Orak’ın yönettiği “Sabırsızlık Zamanı” filmi, çocukların gözünden sınıfsal ayrımın keskinliğini ortaya koyuyor.

Amed’in yoksul semtlerinde yaşayan Mirhat ve Mirza kardeşler, lüks bir sitedeki havuzda yüzebilmek için oradaki güvenlikle kıyasıya bir yarışa girer. Güvenlik görevlisi de tıpkı kendileri gibi o yoksul semtte yaşamaktadır ama görevi gereği çocukların içeri girmesine asla müsaade etmez. Her gün babalarının kendilerine verdiği kelimelerin anlamını öğrenmeye çalışan, sınıfta öğretmenleri “hadi espri yapın da gülelim” diye ayağa kaldırdığında “Sudan korksaydık havuza girmezdik” gibi cümleler kuran iki kardeşin hayal,i sadece sitenin değil toplumsal sınıfların da duvarına çarpıyor.

İki küçük çocuğun basit bir hayali üzerinden sınıfsal ayrımını konu alan Yönetmen Aydın Orak, Sabırsızlık Zamanı filmini anlatırken: “Küçük Prens kitabında bir cümlede diyordu ki, ‘Şu büyüklere her şeyi tek tek açıklamak gerekir hep.’ Asıl olarak büyüklerin bazı şeyleri çocuklardan anlaması ve öğrenmesi lazım” diyor.

Film 18 kasım'dan itibaren sinemalarda gösterime girecek.

Amed’de yoksul bir semtte yaşayıp daha lüks olan bir sitedeki havuza girmeye çalışan iki çocuğun gözünden yoksulluk ve sınıfsal bir ayrıma dikkat çekiyorsunuz Sabırsızlık Zamanı’nda. İki çocuğun gözünden anlattığınız bu hikâyeden hareketle çocukların bu ayrımı yapıp yapamadıklarına dair ne düşünüyorsunuz?

Hikâyenin çoğu benim açımdan otobiyografik. Referans olarak benim, yani Nusaybin'de geçen çocukluğumdan. Çocuklar yoksulluğun içerisinde doğdukları için sınıfsal bir bilince sahip değiller bence, çünkü daha üst sınıfla daha sonra karşılaşıyorlar. Fakat Kürt coğrafyasında yaşayan çocukların bilinç düzeyi bence daha farklı bir yerde duruyor. Çünkü hem ekonomik hem de politik olarak daha sert koşullarda yaşayan çocukların gelişim düzeyleri daha farklı aşamada oluyor bence. Daha entelektüel olabiliyor.

Örneğin filmde de iki çocuk babalarının kendilerinden istediği kelimelerin anlamını öğreniyor sürekli. Ben gerçek hayatta da o coğrafyada, o kelimeleri kullanan çocuklar gördüm. Haliyle filmdeki o çocukların “bilinçli, entelektüel” durumu, o bölgede yaşayan birçok çocuktan aldığım, görüp yazdığım bir şeydi. Mesela çocukların havuzun bekçisine “İdealist misin, materyalist misin?” diye sorduğu bir sahne var. Hem öyle bir yaş grubunda bu soruyu soran biriyle hem de “Kafatasımı değiştirmem gerekiyor çünkü çok şey düşünüyorum” diyen bir çocukla da karşılaştım. Bunların hepsi o yaş grubunda, o bölgedeki çocuklardan aldığım, birebir karşılaştığım durumlardı.

Ama bir çatışma olduğunun farkındalar…

Evet. O yüzden o sınıfsal çatışmayı çocukların çok basit bir isteğiyle, yani havuza girme isteğiyle vermek istedim. Sınıfsal bilinçte değiller belki ama sonuç itibarıyla şunun farkındalar: Fakirler ve zenginler var.  Ama bizim tabirimizle, sınıfsal bir meselenin bilincinde değiller elbette.

Peki, filmin adı nereden geliyor?

Filmin adının niye “havuz” olmadığını soruyorlar genelde. Çünkü havuz orada sadece bir gönderme, bir metafor, bir sembol. Onun üzerinden bir sınıfsal çalışmayı anlatıyoruz.

Sabırsızlık Zamanı ise Sovyet yazar Yuri Trifonov’un bir kitabının adı. Bir şeylerin fokurdaması, ayaklanması için sabırsızlanıp olması gerektiğine inandığım için bu ismi seçtim. Çocukların o havuza girme istekleri, arzuları, giderek depreşiyor, giderek daha takıntılı bir hal alıyor. Aslında baştan beri sabırsız olmaları gerektiğini düşündüğüm için “Sabırsızlık Zamanı” çocuklar,ı diyorum ben onlara.

Sinemada büyüme hikâyeleri çok işlenir ama siz burada büyüme evresi olan ergenliği değil, çocukluk evresini anlatıyorsunuz. Mirza ve Mirhat hala birer çocuk ve bazı şeyleri keşfediyorlar. Babalarının onlardan her gün bir kelimenin anlamını öğrenimlerini istemesi gibi. Peki, coğrafyanın etkisinden bahsettiniz fakat daha da açarsak bu keşifte ya da öğrenme sürecinde çevre ne kadar etkili?

O coğrafyada yaşayan çocuklar ya da yetişkinler, örneğin Karadeniz'de yaşayanların günlük yaşamlarında her zaman çok da duymadığı şu kelimeleri çok sık duyuyor: İnsan hakları, demokrasi vb. Birebir sohbetlerde, haberlerde, gündelik yaşamın akışında duyuyorlar. Çünkü Kürt coğrafyası politize olmuş bir yer. Yıllardır orada yaşanan bir çatışma var. Doğal olarak bunun yetişkinlerde de, çocuklarda da bir karşılığı oluyor.

Elbette filmde çocukların öğrenme sürecinde baba faktörünün de, idealist öğretmenin de bir etkisi var. Ama filmde de ikizlerden sadece bir tanesi bu bilgileri sünger gibi emiyor. Diğeri öyle değil, onun daha farklı bir dünyası var. Çevresel faktörlerin çocuklarda büyük etkisi var bence. Örneğin filmde yoksulluğun dışında bir çatışma durumu var. Film, direkt çatışmayı Kürt meselesi üzerinden anlatmıyor ama sonuç itibarıyla veriyor. Tabii ki Diyarbakır'da geçen bir hikâye ve ister istemez çocuklar çarşıda yürürken bir polis aracını, bir akrebi vs. görüyorlar.

Okul müdürünün de sürekli olarak “Buranın koşulları malum” ya da çocuklar boş derste Kürtçe şarkı söyleyince “Hadi herkesin bildiği bir şey söyleyelim” deyip İstiklal Marşı okutması gibi mi?

Evet, aynen öyle. Bizim ilkokul, ortaokulda derslerimizin yarısından fazlası boştu ve tıpkı öyle bir müdür, aynı öyle bir öğretmen sürekli bir şeyler anlatırdı, sırf boş dersler dolsun diye. Bölgede yaşanan eğitim sistemi de böyle bir sistem. Her ne kadar Kürtçe serbest konuşuluyor olsa da sonuç itibarıyla okullarda ana dil özgürlüğü, ana dil eğitimi, anadilde türkü, şarkı, bir şey söylemek bugünkü koşullarda bile kabul gören bir şey değil. Orada müdürün yaptığı gibi direkt yasak demiyorlar ama geçiştiriyorlar ve başka bir şeye evriliyor.

Çocuklar her yere “Neden zenginler gerçek havuza giriyor da biz naylon havuza giriyoruz” yazıyor. Matematik derslerinde de sürekli bir havuz problemi sorusu duyuluyor filmde. Peki, hangi havuz problemi daha çözülebilir?

Matematikteki daha kolay çözülebilir. Çünkü bu çok da kolay çözülebilir bir şey değil sanırım. Sadece Türkiye'de değil, sadece Diyarbakır'da değil bütün dünyada sınıfsal dengeler bin yıldır böyle devam ediyor. Bin yıl daha devam edecek gibi de geliyor bana...

Bana öyle geliyor ki biz yetişkinler sınıfsız bir hayat, sınırsız bir dünya, sınırsız bir tavır sergileyen çocuklardan belki biraz ders alırız. Küçük Prens kitabında bir cümlede diyordu ki, “Şu büyüklere her şeyi tek tek açıklamak gerekir hep.” Asıl olarak büyüklerin bazı şeyleri çocuklardan anlaması ve öğrenmesi lazım. Çocuklar dünyaya gelince sınır nedir bilmezler, çizgi nedir bilmezler, sınıfsal durum nedir bilmezler. Çizgisiz, sınıfsız ve sınırsız bir dünyaya doğarlar ama büyükler onlara sınırlar çizer, duvarlar örerler. Bu filmi biraz da çocuklardan öğrenme umuduyla yaptım…