Bajar’ın dördüncü albümü çıktı

Bundan 10 yıl önce “Fırat Suyu Marmara’ya karışıyor” diye yola çıkan Bajar, dördüncü albümü “Altüst/Ser û Bin” ile sevenleriyle buluştu.

Bajar’ın son albümü “Altüst/Ser û Bin” Kürtçe, Türkçe şarkılarla yine kentlerin alt kısımlarında yaşayan insanların hikâyelerini ve umutlarını anlatıyor…

İstanbul’da korkutan bir depremin ardından buluştuğumuz grubun solisti Vedat Yıldırım ile Altüst’ü konuştuk.

Bajar 10. yılında. Bu zaman zarfına dört de albüm sığdırdı. Sizin açınızdan nasıl geçti bu 10 yıl?

Dört tane oldu ama biz albümler dışında çok fazla single da yayınladık. 10 yıl önce çıkış noktamız metropollere gelen yoğun göçün izlerini takip etmekti. Kürt illerinden buraya çok büyük bir göç vardı. Zaten Bajar da şehir demek. Burada iki halk arasında yoğun bir karşılaşma oldu. Bunun ortaya çıkardığı şeyin peşinden gittik. Göç bitmedi, daha sonra Suriyeliler geldi, Afganlılar ya da örneğin Türki cumhuriyetler aynı şekilde. Mesela İstanbul'daki hizmet sektöründe onlar ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Suriyeliler ise ne yazık ki hizmet sektörünün bile çok dışında. Biz bu görünmeyen, konuşulmayan karşılaşmaların şarkılarını ve türkülerini yapmaya çalıştık. Hayat nasıl değiştiyse, şehirler nasıl geliştiyse biz de o şekilde geliştik ve değiştik. Bu sadece İstanbul için geçerli de değil. Türkiye'deki birçok metropolde yani karşılaşmanın olabildiği birçok yerde bu değişimler yaşandı. O yüzden bizim müziğimiz bu karşılaşmanın ortaya çıkardığı melezliğin sesi oldu.

İlk albümde “Fırat suyu Marmara’ya karışıyor” dediniz. Bu karşılaşmalar, beraberinde karışımı da getirdi mi?

Karıştı mı? Bizce karıştı (gülüyor), yani aslına bakarsan Marmara'ya, Ege'ye de karışıyor. İnsanlar bir arada yaşıyorlar bir şekilde. Mesela Ege'ye gittiğimde artık eskiden istenmeyen Kürtler şimdi esnaf olmuşlar, oraya karışmışlar. Artık sadece inşaat işçisi ya da otellerde çalışanlar değiller. Bu defa ne yazık ki düşman Suriyeliler olmuş.

Düşman hep bir şekilde oluyor…

Evet, yaratılıyor. Fırat suyu karıştı ama nasıl karıştığına da bakmak lazım. Hala İstanbul'da Kürtçe kursları açılsın mı açılmasın mı, diye konuşuluyor. Bir yol alınıyor alınmasına ama bir şekilde gerisin geriye dönülüyor alınan yollar. Kendi evinizde yaşayın, evinizde Kürtçe konuşun, konserinizi bir köşede verin anlayışı var. Sizin vergilerinizi alırız ama biz sizi Kültür Bakanlığı’nın ya da belediyelerin etkinliğine çıkarmayız, diyen bir durum var ortada. Evet, bu sadece Kürtler için de değil, Aleviler kendilerini ne kadar ifade edebiliyorlar ya da diğer halklar?

Buna rağmen müzikler, besteler birbirine çok karışmış. Ben mesela Tük müziği ya da Kürt müziği denilmesine karşıyım. Türkçe ya da Kürtçe müzik denebilir. Çünkü yüzyıllardır bu topraklarda müziğin sözü de tınısı da iç içe geçmiş, sadece dili değişmiş. Kardeş Türküler’den de bunu biliyorum, çünkü bizzat bu işi yapıyoruz ama tutturmuşlar etnik müzik. Etnik müzik nedir? Ulus devlet olanların müziği için mesela “Türk müziği, Alman müziği” deniliyor ama devletleşmemiş halklarınki etnik müzik! Kapitalizm de bunu destekliyor zaten. Örneğimiz en son grubun müziğini itunes’a yüklemeye çalışırken “Kürtçe -Türkçe rock” yazmaya çalışıyoruz fakat Kürtçe seçeneği yok.

Bu albümdeki şarkılara gelecek olursak, neler var Altüst/ Ser û Bin’de?

Biz en başından beri hep insan hikâyeleri anlatmaya çalıştık. Örneğin 20 yıl önce yaşandı olay ama daha yeni kâğıda döküldü. Misal ben 30 senedir İstanbul'dayım, yıllardır yüzlerce hikâye biriktirdim. Örneğin “İstanbul” diye bir şarkımız var, “İstanbul'un dibinde neler var, ne hayatlar” diyor. Çünkü yanından gelip geçtiğimiz sokaklarda, birbirinden farklı onlarca yaşam akıp gidiyor. Yıllar önce midye yapmayı kafama taktım. Kendim yapacaktım. Taksim’e gittim, almak için Tarlabaşı’na gönderdiler. Orada bir midye atölyesiydi gittiğim yer. Daracık merdivenlerden aşağıya iniyorsun, kötü bir koku, midyeler tepe tepe yığılmış. Küçücük çocuklar orada çalışıyor. Kaç saat çalışıyorlar, kaç yaşındalar bilmiyorum. Bu oradan çıkan bir hikâyeydi. “Xwedêneda” şarkısı da bir fotoğrafın öyküsünü anlatıyor.

Hangi fotoğraf?

Hani Êzîdî kadınlar DAİŞ’in elinde kurtulduğunda çekilmiş bir fotoğraf vardı. Kadınlar üzerindeki siyah çarşafı sıyırıyordu, altında da rengarenk, gökkuşağı gibi bir elbise çıkıyordu. Bunu anlatıyor şarkı. Amed’e yazdığımız bir şarkı var, şehrin iki halini anlatıyor; bir yanda merhametini, diğer yandan damarına bastığında verdiği tepkiyi… İlk kez şairlerin şiirlerinden beste yaptık. Bence çok zor bir iş. Sezai Sarıoğlu’nun “Terennüm” adlı şiiri. Onunla zaman zaman sahneye birlikte çıkıyorduk, oralardan aşina olduğum bir şiirdi.

Ahmed Arif de var sanırım?

Evet, onun da çok eski bir şiir var. Özdemir Asaf'ın bir şiiri vardı, Babamın Kanatları filmine müzik yapmıştık, orada geçiyordu “Saçların” şiiri. Daha önce bir müziğimiz de vardı o müzikle şiiri bir araya getirdik.

Albümün adı olan Altüst, birçok şeyi hatırlatıyor. Altüst olan şehirler ya da yakın zamanda yaşadığımız deprem korkusu. Albümde karşılığı nedir?

Biz iki anlamlı kullandık; bir taraftan altta kalan bir hayat, diğer taraftan üste akan başka bir hayat. Alttakiler üsttekilerin cefasını çekiyor ama diğer yandan bir altüst etme var ki bu iyi anlamda da olabilir. Gün gelir alttakiler üste de çıkabilir. Albüm kapağı Hakan Keleş’in bir eseri, bunu gördük ve zaten bizim aradığımız şey olduğunu düşündük. Yıkıntıların arasında küçük çocuk bir dozerle oyun oynuyor. Hayat bir şekilde devam eder, o çocuk oyuncağını bir şekilde bulur. Bu anlamda umut veren bir manası da olduğunu düşünüyorum…

Bu albümde Kardeş Türküler’e yakın bir sound var sanki?

Öyle mi? O zaman gelenekle bağımız daha da güçlenmiş demek ki. Bana olumlu bir şey gibi geldi yorumun. Çünkü bu demek oluyor ki biz daha da özgünleşiyoruz. Yani özgünleştik demiyorum ama özgünleşme düşüncesindeyiz. Dünyadaki bütün müzikler zaten gelenekten yola çıkmıştır; reggie, blues… Evet, biz rock tabanlı çıktık ama rock sonuçta bir şekilde dışavurum. Niye Sadece 4-4’lük bir ritim çalayım ki benim geleneğimde binlerce ritim var.

Bajar olarak seyirci ile buluşmanız nasıl oluyor. Albüm ilk olarak dijital platformlarda çıktı. Peki ya konserler?

Bizim kendi dinleyicimizle kurduğumuz bir dünya var zaten. Türkiye’de kamusal alan, genelde ‘devlet’ olarak algılanıyor ve oralar da tutulmuş durumda. Bizim için belediye festivalleri ya da benzeri şeyler çok sınırlı, üniversitelere gidemiyoruz artık. Örneğin ODTÜ’ye eskiden çok fazla giderdik, artık gidemiyoruz. Batı’daki belediyelerle de çok zor. En son Cizre'de festival yapıldı, oraya gittik ama zaten kayyumlar yüzünden bölgedeki bütün festivaller iptal edildi. Onların dışında “bağımsız rock” festivalleri oluyor ama onlar da Kürtçeye yer vermiyor. Türkçe çalıp Türkçe oynuyorlar. İngilizce falan belki ama Kürtçe yok…