Aryen: Ortadoğu kapitalistler tarafından teslim alınmak isteniyor

Aryen: Özellikle Ortadoğu merkezli yürütülen savaşın amacı, kültürel, toplumsal, tarihsel geçmişi ve toplamında özgürlük değerleriyle önemli bir birikime sahip olan Ortadoğu’yu kapitalist kültür tarafından teslim almaktır.

2017 yılını değerlendiren KJK Koordinasyonu üyesi Şafak Aryen, “Ilımlı İslam’dan faşist milliyetçi yapılanmaya kayan Erdoğan çete devleti bölgesel düzeyde Kürt halkına her türlü karşıtlığı geliştirmekte, bunu en fazla da Kuzey Kürdistan’da uygulamaktadır” dedi.

2017 yılının özelde kadın, genelde halkların mücadelesi açısından nasıl ele alıyorsunuz?

21. yüzyıl itibarı ile yaşanan siyasi, askeri, ekonomik, toplumsal gelişmelere bakıldığında dünyadaki hegemonik güçlerin, halkların ve kadınların özgürlük mücadelelerine karşı egemenliklerini sürdürme, yaşanan krizlerin sonuçlarının yeniden toplumsal güçlere mal etme yaklaşımı içinde oldukları görülmektedir. Kapitalist modernite güçleri, kadınların özgürlüğüne ve bunun toplumları etkileme düzeyine karşı büyük bir savaş açmış durumdadır. Çünkü insanlık insanın insanla, insanın doğayla, erkeğin kadınla yaşadığı eşitsizliklerden kaynaklanan temel çelişkileri çözme ihtiyacıyla büyük bir arayış içerisindedir. Ataerkil sistemin son iki yüz yılda kendi egemenliğini daha da güçlendirme aracı olan ulus-devlet modeli, evlilik kurumu, savaşları, ekoloji- ekonomi karşıtı yaşam modelleri ile tüm insanlık için tam bir bunalım kaynağı haline gelmiştir. Toplumsal cinsiyetçiliğin, milliyetçiliğin, dinciliğin, bilimin devlet ve iktidar güçleri tarafından kullanılış biçimi, insanlığı maddi ve manevi olarak bitişin eşiğine getirmiştir. Toplumsal yaşamlar özünde çeşitliliği, zenginliği ve farklılıkları içerir. Erkek egemen sistem tahakkümcü, sömürgen, kadını köleleştiren, yaşamı tek tipleştiren zihniyet ve yaklaşımlarını baskı ve zora dayalı olarak sürekli geliştirmek istemektedir.

Bu yaklaşımlara dayalı olarak 2017 yılı boyunca 3. Dünya Savaşı olarak tanımlanan ve temelinde cinsiyetçilik, dincilik ve milliyetçiliğin politik araç ve argümanlarını yoğun kullanan bir güçler savaşına tanıklık ettik. Dünya sisteminde yaşanan kaos ve bunu aşma mücadelesi Ortadoğu merkezli yoğunlaşırken, yürütülen savaş giderek büyük devletlerin vekaleten sürdürdükleri bir süreç olmaktan çıkmaya doğru seyir izlemekte ve bu devletlerin direk kendi aralarında yürüttükleri bir çatışmaya dönüşmektedir. Kapitalist modernitenin yaşadığı tıkanmayı erkek ve iktidar lehine aşmak ve bu nedenle 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana oluşturulan sistemi yeniden dizayn etmek amacıyla 1990’larla başlayan süreç, Ortadoğu merkezli yıkım savaşlarıyla siyasal, askeri, kültürel, ekonomik saldırı ve çöküntülerin yoğunlaştığı bir duruma yol açmıştır. Hegemonik güçlerin yöntem olarak geliştirdiği krizi krizle çözme, aslında sorunun görünürlüğünü başkalaştırma, yüzeyden çözüyormuş gibi görünürken, özde sorunu daha fazla derinleştirme yaklaşımından başka bir şey değildir. Bu nedenle haritaların her an değiştiği, büyük göçler ve politik nüfus kaydırmasıyla demografyalara müdahale edildiği, kültürel, ekonomik, askeri işgallerin yoğun olarak geliştirildiği ve sürekli yeni çatışma zeminlerinin yaratıldığı bir savaş sürecidir söz konusu olan.

Özellikle Ortadoğu merkezli yürütülen bu savaşın amacı, kültürel, toplumsal, tarihsel geçmişi ve toplamında özgürlük değerleriyle önemli bir birikime sahip olan Ortadoğu’yu kapitalist kültür tarafından teslim almaktır. Ortadoğu her zaman tarihi coğrafyası, kültürü nedeniyle çok stratejik bir rol oynamıştır. Bugün Kürdistan, Irak, Suriye, İran ve Türkiye’de yaşanan askeri-siyasi gelişmeler bununla bağlantılıdır. Hegemonik güçler, stratejik Ortadoğu coğrafyasında hegemonyalarını geliştirerek dünya üzerinde de bir hakimiyet savaşımı yürütmektedir. Bunun karşısında bölge ulus devletleri kendi varlıklarını korumak amacıyla iç dinamiklere dayalı demokratikleşme eğilimi göstermektense, mevcut ortam içinde bölgesel sorunları derinleştirecek politikalar izlemekte, başta kadınların ve halkların özgürlüğü olmak üzere tüm özgürlükler alanını daraltmakta, bastırmakta ve milliyetçi yapılanmalarını faşizme vardırmaktadırlar. Bu nedenle hem uluslararası hegemonik güçler hem de bölge statükocu-faşist ulus devlet yapılanmaları mevcut yıkım ve çözümsüzlükte derinleşmenin gerçek nedeni ve tarafları durumundadırlar. Üçüncü dünya savaşının en önemli tarafı haline gelen ve 21. Yy’ın çözüme açık karakteri gereği halklar ve kadınlar adına özgürlük sistemini hedefleyen, Reber Apo öncülüğünde demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigmaya dayalı gelişen özgürlük hareketi ve mücadelesidir. Kürdistan merkezli gelişen 3. Dünya Savaşı içerisinde Reber Apo öncülüğünde gelişen hareket ve giderek halkların mücadele cephesi demokratik ulus ve konfederal örgütlenme perspektifiyle, erkek egemenlikli iktidarcı yapılanmalar karşısında en büyük alternatif olarak şekillenmektedir. Bu nedenle Reber Apo uluslararası konseptle esaret altına alındığı gibi, şu an da İmralı’da uluslararası güçlerin hukukunu belirlediği ağırlaştırmış tecrit ve işkence sistemi altında tutulmaktadır. Uluslararası ve bölgesel güçler karşıt çelişki ve pozisyonlar içinde olsalar da temelde bu konuda ortaklaşmakta ve ortak politika belirlenmektedir.

Türkiye ve Kürdistan’daki kadının geldiği düzeyi nasıl ele alıyorsunuz. Özellikle günümüzde değerlendiğimizde Ilımlı İslam’dan faşist milliyetçi bir yapılanmaya kayış söz konusu?

Bu nedenle başta Türkiye olmak üzere bölgesel devletlerin evrildiği faşizm en fazla da Kürdistan, Kürt halkı ve kadınları üzerinde uygulanmaktadır. Ilımlı İslam’dan faşist milliyetçi yapılanmaya kayan Erdoğan çete devleti bölgesel düzeyde Kürt halkına her türlü karşıtlığı geliştirmekte, bunu en fazla da Kuzey Kürdistan’da uygulamaktadır. Bu uygulamaların ilk elden hedefi kadın özgürlük mücadelesinin kazanımlarının gaspı olmuştur. Kadın düşmanlığı bu soykırım siyasetinin özünü oluşturmaktadır. Faşist Erdoğan iktidarının eş başkanlık sistemine saldırması, kadına dair kurum ve kuruluşların Kürdistan’da kapatılması, belediyelere kayyum atanması, yani yerel yönetimleri gasp etmesi, kadın daire başkanlıklarına erkeklerin getirilmesi, kadına yönelik şiddetin çok fazla artması, yasa ve anayasalarda kadına karşı şiddet, tecavüz cezalarının hafifletilme girişimleri, kızların küçük yaşta evlenmeleri ve çok eşliliğin yolunu açacak müftülerin nikah kıydırabileceklerine ilişkin yasanın geliştirilmesi, kadın sözcülüğünün hükümetin aile bakanlığında kullanılmaması, binlerce kadının siyasal nedenlerle cezaevlerine kapatılması, siyasi parti ve belediye eş başkanlarının, milletvekillerinin tutuklanması, cezaevlerinde kadınlara yapılan işkenceler, tek tip uygulamalar, ana dille yasak getirilmesi, göçertmeler, fuhuş ve uyuşturucunun özellikle Kürdistan’da yaygınlaştırılmak istenmesi, şehirlerin yakılıp yıkılması bu politikaların uygulanış biçimi olmaktadır. Kadınlar, özünde DAİŞ politikalarına benzer uygulamalar içinde tutularak eve kapatılmak istenmekte ve kadınların yaşamda mutlak erkek egemenliği düzeneği içinde yer almaları için özel politikalar geliştirilmektedir. En son Londra merkezli bir kuruluşun yaptığı araştırmaya göre Dünya üzerinde 2017 yılı itibariyle tutuklu kadın sayısı 714.00 civarına ulaşmış.

Kadına yönelik sadece devlet değil, toplumdan baskı da yoğun bir şekilde artış gösterdi. Ancak devlet baskısının en üst seviyeye ulaştığı bir dönem geçirdik. Bu Kürdistanlı ve Türkiyeli kadınlar için benzer bir paralellikte yaşandı. Bu durumu nasıl ele alıyorsunuz?

Sadece resmi kaynaklara dayandırılan bu oran bile şunu ortaya koymaktadır; kadınların tutuklanması iki katı bir artış göstermiştir. Yine bu artışın en fazla olduğu ülkelerin başında da Türkiye’nin olduğu belirtilmiştir. Erdoğan tarafından son günlerde “Teröristler 15 çocuk yapıyor, bizim kadınlarımız da o kadar çocuk doğurmalıdır” söylemi Kürt halkını terörize ettiği gibi, varlığını zürriyete dayandıran, iktidarını insan sayısıyla çoğaltan ve kadını üreme makinasından ibaret ele alan erkekliğin dört dörtlük ifadesidir. Bu söylem cinsiyetçidir, milliyetçidir, faşisttir, erkekçedir. Erdoğan çete devleti dinsel argümanlara dayalı kendini ifade eden, özünde İslami özü katleden DAİŞ vb. çete yapılanmalarının uygulamalarından direk sorumludur ki kadına karşı ülke içi siyaseti de buna göre belirlemiştir.

Suriye’de savaş ve yıkım en fazla da kadını hedeflemektedir. Bu anlamda göçertmelerle ülkesinden ayrılan kadınların özelde Türkiye’de, genelde dünyada her türlü saldırıya açık hale gelmeleri, tecavüz, taciz saldırılarının yanı sıra ucuz iş gücü ve fuhuş sektörünün merkezinde savaş göçmeni kadınların olması bu nedenledir. DAİŞ sistemli kadın kırımını en üst düzeyde uygulayan en faşist-erkeklik kurumlaşması olma gerçeğini ifadelendirmektedir. İran Şia-İslam modeliyle kadını cenderede tutmaya devam etmekte, bölgede uyguladığı mezhepsel savaş politikasıyla en fazla kadınlara saldırmaktadır. Son olarak Güney Kürdistan’a Heşti Şabî’nin geliştirdiği işgal hareketinde kadınlar hedeflenmiş, Duzxurmato’da tecavüzler yaşanmış ve binlerce kişi göç ettirilerek yerlerinden sürülmüşlerdir. Bu durumun birinci dereceden sorumlusu İran’dır. Yıl içi yaşanan durumlardan cinsiyetçi, milliyetçi ve dinci politikalarla şekillenen kadına yönelik saldırı ve katliamlar yüzlerce örneklendirilebilir. Türkiye’de ve bölgede din ve mezhep adına yürütülen katliamların en fazla da kadına yönelik geliştirilmesi bir tesadüf değildir. 21. yüzyılda cins çelişkisinin çözüm dayatması kadar, Kürdistan kadın özgürlük mücadelesi öncülüğünde kadınların en çok sisteme direnen ve mücadele eden bir pozisyon kazanmaları bu saldırıların temel nedenidir. Dolayısıyla saldırıların erkek egemenlikli, iktidarcı zihniyete dayalı ideolojik nedenleri ortadadır. Kendisine alternatif olabilecek gelişim alanlarına sert yönelmekte ve sistem kendini buna dayalı yeniden yapılandırmak istemektedir.

Alternatif çözüm yöntemlerinden hangisi 2017’ye damgasını vurdu?

Kuşkusuz Reber Apo’nun ideolojik kaynaklığında şekillenen demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigmaya dayalı halkların demokratik ulus yapılanması ve özerk yapılara dayalı konfederal örgütlenmesi halkların ve kadınların özgürlük çizgisi olarak 2017’ye damgasını vurmuştur. Bu anlamda Kürdistan merkezli, Ortadoğu çapında yürütülen mücadele, halkların ve kadınların özgür geleceğini yapılandıracak imkan ve örgütlenme ağına kavuşmuş durumdadır. Yani erkek karekterli hegemonik güçler karşısında yürütülen mücadele Varlığını koruma, Özgürlüğünü öz iradeye dayalı sağlama perspektifiyle ciddi bir gelişim imkanına kavuşmuştur. Ortadoğu halklarını ve kadınlarını DAİŞ vahşeti karşısında savunan özgürlük güçleri, bu çete oluşumu önemli oranda yenilgiye uğratmış, buna öncülük eden kadın güçleri DAİŞ’in geliştirdiği kadın katliamına başarıyla cevap vermiştir.

Bu anlamda son olarak Reqa’nın özgürleştirilmesi ve buna YPJ güçlerinin yanı sıra Şengal kadın savunma güçlerinin de katılması ve bu başarıya öncülük etmesi, tüm saldırılar karşısında kadının varlığını korumanın ve özgürlüğünü sağlamanın en güçlü örneği olmuştur. Şengal’den kaçırılan, köle pazarlarında satılan, tecavüz edilen, katledilen kadınların hesabı öz savunma temelinde örgütlülükle sorulmuştur. Türk devlet faşizminin bütün amansız saldırılarına, halkı korkutarak, örgütsüz bırakarak teslim alma çabasına rağmen 8 Mart etkinliklerinde kadınlar bu saldırılara cevap vererek, korku çemberini yarıp, yıl boyunca direnişi kuzey Kürdistan ve Türkiye’ye yaydılar. Aynı şekilde İran devletinin bütün baskıcı uygulamalarına rağmen başta Önderliğin özgürlüğü olmak üzere, rejime muhalefet eden ve yer yer Bane’de olduğu gibi rejime başkaldırı niteliği kazanan halk hareketlerine kadınının öncülüğü mal olmuştur.

Güney Kürdistan hükümeti ve siyasi partilerin ulusal örgütlülük karşısında direnen ve Güney parçasını işbirlikçi siyasetle peş keş çeken politikaları karşısında KJK öncülüğünde gelişen ulusal kadın çalıştayı kadın özgürlüğü ve Özgür Kürt kimliğinin ifadesi anlamında iyi bir somutlaşma örneği olmuştur. YJA STAR öncülüğünde gelişen kadın gerilla mücadelesi Ortadoğu çapında etkili olmuş, bu anlamda diğer halklardan kadınların katılımlarıyla bölgesel çapta ciddi bir kadın özgürlük dalgası oluşmuştur. Bu anlamda Türkiye sol kadın örgütleriyle oluşturulan KBDH, -Kadıların Birleşik Devrimci Hareketi- erkek egemenliği ve faşist devlet yapılanması karşısında sosyalist kadınların birleşik cephesi olarak ciddi bir mücadele düzeyi ortaya çıkarmıştır. YPJ öncülüğünde Rojava Kürdistan’da geliştirilen kadının öz savunma çalıştayı on altı savunma örgütünün katılımıyla tarihsel bir nitelik kazanmış, erkek egemenlikli sistem ve kurumlaşmaları karşısında ciddi bir duruşu, hesap sormayı ifadelendirmiştir. Yine demokratik ulus olmanın niteliğiyle oluşturulan Demokratik Suriye Konfederasyonunun oluşumu hem kadınlar, hem halklar adına egemenlikli sisteme karşı alternatif gelişimin deneyimi ve girişimi olmaktadır. Bu anlamda özellikle Arap kadınlarının hem milliyetçi-cinsiyetçi devlet şiddeti, hem de DAİŞ vahşeti karşısında direniş ve özgürlük talebi yoğun bir şekilde dışa vurmakta ve kadın özgürlük hareketi çevresinde örgütlenme çalışması hızla büyümektedir.

Peki bütün bu gelişmeleri değerlendirdiğimizde kadının konfederal örgütlenmeye dahil olma boyutu nasıl? Yeterli mi, yoksa daha fazla neler yapmak gerekiyor?

Tüm bu gelişmeler devrimsel niteliktedir. Demokratik konfederal sisteme kadının eşit temsiliyet temelinde katılımı, tüm kadınların geleceği adına devlet karşıtı yapılanan genel sistem içerisinde öz irade ve kararıyla katılım ve geleceğini örgütlülük itibariyle garantileme, özgürlük ve eşitlik ikilisini somut ifadeye kavuşturma anlamında dünya da bir ilktir. Yıl itibariyle yaşanan gelişmelerden de anlaşılacağı gibi kadın özgürlük eğilimi ve bu eğilim çerçevesinde örgütlenen hareketler somutunda kadınlar bu savaşta sadece mağdur değil, aynı zamanda bir taraftır. Bu anlamda etkisiz, erkek egemenlikli ve devlet kaynaklı şiddete boynu bükük, çaresizce katlanan, katledilen, her türlü uygulamaya irade dışında razı olan, yani mecbur bırakılan bir pozisyonu aşacak imkan ve araçlara sahiptir. Dolayısıyla 21. yüzyılın kadın özgürlüğü lehine şekillendirilmesi, kadın özgürlüğü ve halklar özgürlüğünün demokratik konfederal sistem çerçevesinde örgütlendirilmesi tamamen kadınların kendini örgütleme, mücadele etme ve sonuç alma düzeyiyle orantılı gelişecektir. Yani kadınlar kendi geleceklerini belirleme hakkına kavuşmuşlardır. Bu hakkın nasıl örgütlendirileceği ve ne elde edileceği izlenecek yol ve uygulanacak yöntemlerle orantılıdır. Kadınların PAJK öncülüğünde öncelikli olarak ideolojik açıdan erkek egemenlikli zihniyet ve yapılanmalar karşısında mücadele etmesi önemlidir. Bu anlamda kimlik tanımı, geleneksel-köle kadın çözümlemesi, erkeği ve kurumlaşmalarını doğru tanımlama, dolayısıyla liberalizmin yanıltıcı özgürlük tanımlarının tuzağına düşmeme ve örgütlü olmanın bilincini geliştirme kadınların özgür geleceğini kazanmasının temel ayağıdır. Bununla birlikte elbette örgütlenme gerekliliği hem Kürt kadınları hem de bölge kadınları açısından elzemdir. Örgütlülük hem yaşamın talep ve doğrular çerçevesinde ortak bir ifadeye kavuşması, hem de mücadele ederken en güçlü mücadele aracının oluşturulması anlamına gelir.

Rêber Apo’nun da belirttiği gibi “Örgütsüz kadın kaybetmeye mahkumdur”. Sistem mücadelesinin kadınlar lehine sonuçlanması açısından kaybetmeye yol açan örgütsüzlüğün giderilmesi ve örgütlü mücadelenin yükseltilmesi önümüzdeki dönemin kazanma yöntemidir. Hem mücadele gücü oluşturma hem de eşit temsiliyet ilkesiyle demokratik uluslaşmanın özerk-konfederal yapılanması içinde yer alma kadınların özgürlüğünü garantileyecek, ulus devlet yapılanmalarını etkisizleştirecek en önemli yöntemdir. Bu anlamda KJK sistem örgütlenmesi bir modeldir ve kadınların özgür geleceği açısından uygulanması, örgütlenmesi olmazsa olmaz niteliktedir. Yine dönemin karakteri itibariyle aile içi şiddetten devlet şiddetine kadar tüm saldırılar karşısında kadınlar olarak öz savunma bilincimizi ve örgütlülüğümüzü yükseltmek en temel yıl perspektifimizdir.

Yoğun bir saldırının yaşandığı bir yıl geçirdik. Kadınların bu saldırılara karşı ne yapması gerekiyor?

Savaş çok yakıcı, yok edici bir gerçekliktir. Bu savaşın kaynağı erkek egemenlikli, iktidarcı zihniyet ve kurumlaşmalarıdır. Dolayısıyla bu savaşın hedefinde kadınlar vardır. Bu savaşta kadınlar özgürlükleri adına bir taraflarsa, kendilerini savunmak durumundadırlar. Dolayısıyla savunmanın en önemli ayağı öz savunma örgütlülüğüdür. Şengal’den saçından sürüklenerek kaçırılan kadınlar, köle pazarlarında satılan kadınlar, kocası, sevgilisi, aşireti, örf adeti tarafından öldürülen kadınlar, fuhuşa mahkum edilen kadınlar, devletin siyasal şiddetine maruz bırakılan kadınlar, cezaevlerine kapatılan kadınlar, peçenin arkasına hapsedilen kadınlar, tek başına dışarıya çıkma hakkı olmayan kadınlar, çocuk yaşta evlendirilen, bir mal gibi berdele kurban verilen kadınlar, fakirliğe mahkum edilmiş, yok pahasına çalışan kadınlar, sol cephenin tıkanmasını aşma arayışında olan kadınlar, feminizmin sistem içileşen boyutlarını aşmış ve gerçek feminist duruş göstermek isteyen kadınlar, kimliği, dili yasaklanmış kadınlar öz savunmasını geliştirerek erkek egemenliğinden ve her türlü şiddetin kaynağından ve uygulayanından hesap sormak durumundadır. Bu nedenle hem fiziksel yaşam hakkımız hem kadınlar olarak var olma ve özgür yaşama hakkımız çerçevesinde kendimizi güç haline getirmek ve mücadele etmek durumundayız.

Dolayısıyla özgürlük adına her türlü gerekçeyle bu yelpaze içinde yer almak ve öz irademizi örgütlemek anlamına gelen kendimizi savunmayı bilmek ve bu bilinci örgütlemek her kadının hem hakkı, hem görevidir. Şehit Nalin Muş arkadaşımız YJA STAR adına katıldığı, YPJ’nin öncülük ettiği Savunma çalıştayında şunu belirtmiştir: “Dünyanın neresinde olursa olsun kadınlara dönük bir saldırı geliştiğinde hiçbir bir erkeğin ve devletin sınırını tanımayacağız ve onları savunmaya gideceğiz…” Şehit Nalin bu sözleriyle gerçek bir kadın özgürlükçüsü olmanın en iyi örneğini oluştururken, kadın sorununun erkeğin ve devletin belirlediği sınırları aşarak çözülmesini ve kadın özgürlük mücadelesinin evrenselliği kadar karşılıklı sorumluluk gerektiren boyutlarını çok sade ve kararlı bir şekilde ortaya koymaktadır. Nalin arkadaş şahsında yıl itibariyle şehit düşen özgür kadınları saygıyla anarken, özgürlüğün nasıl elde edileceğine yönelik yıl perspektifini bu sözlere dayandırmak son derece yerinde ve gerçekçi olacaktır. Özgürleşmek isteyen kadınlar kendilerini savunmayı bilmek ve bu bilinci örgütlülüğe dönüştürerek, tüm kadınların özgürlüğünden sorumlu bir yaklaşımla kendini ele almak ve mücadele cephesinde yer almak durumundadır.

Yıl itibariyle geliştirilen çalışmalar ve bu çalışmalarda sağlanan kararlaşmalar tüm kadınlar açısından tarihsel nitelik taşımaktadır. Bu anlamda yıl içinde gerçekleştirilen KJK kurultayı, tartışma düzeyi ve kararlaşmaları 21. yüzyılı kadın yüzyılı yapma iddiasını taşımış ve bunun için gerekli yol ve yöntemleri, mücadele perspektifini belirlemiştir. Kuşkusuz hem Kürt kadınları hem de bölge kadınları açısından bu kurultayın en önemli kararlaşmalarından birisi Rêber Apo’nun özgürlüğüdür. Gelinen noktada devrimsel nitelik kazanan kadın özgürlük mücadelesinin gelişimi esas olarak Rêber Apo’nun hem ideolojik yaklaşımına hem pratik ön açıcılığına dayalıdır. Kadınlar bu yaklaşıma olumlu cevap vererek, bölgesel bir güç haline gelerek sistem mücadelesinde taraf olacak bir nitelik kazandılar. Paradigmasal yaklaşım kadın özgürlüğünü önceleyen, stratejik ele alan, toplumsal örgütlülüğün temel ayağı olarak tanımlayan bir içeriğe sahiptir. Bu paradigmanın kaynağı Rêber Apo’dur. Dolayısıyla varlığımızı öz kimliğimiz temelinde tanımlamak ve korumak, özgürlüğümüzü sağlamak ve savunmak öncelikli olarak Rêber Apo’nun fiziksel özgürlüğünü gerektirir. Bu nedenle Kurultay’da da belirlendiği gibi Rêber Apo’nun fiziksel özgürlüğünü sağlamaya ve faşizmi kesin yenilgiye uğratmaya yönelik geliştirilecek çok yönlü hamlenin geliştirilmesi sadece Kürt kadınlarının değil, tüm bölge kadınlarının temel sorumluluğudur. Dolayısıyla bilinçlenen, örgütlenen, kendini savunma gücü ve örgütlülüğünü geliştiren her kadın bu cephede yer almak ve hamleyi yükselterek erkek egemenlikli sistemden hesap sormak ve onları yenilgiye uğratmak durumundadır. Rêber Apo“Önce kadınları vurun” diyen bir zihniyet ve politika karşısında “Önce kadınları kurtarın” diyerek erkek egemenlikli zihniyetin temsilcileri olan hegemonik güçlere meydan okumuş ve onlara karşı kadın özgürlüğü adına muazzam bir mücadele yürütmüştür. İmralı işkence sistemi bir yönüyle bu nedenle oluşturulmuştur.

Dolayısıyla o sistemi yerle bir etme sorumluluğumuz vardır. Kadınlar olarak yüzümüz özgürlüğe dönmüş, ellerimiz birbirine kenetlenmiş olarak örgütlülüğün gücünü açığa çıkarmış, yüreğimiz tüm geleneksel duygulardan arınarak ret-kabul ayrıştırmasıyla gerçek duyguları taşır bir vaziyette, ayaklarımız durmadan ileriye yürüyen bir dinamizmle hareket ederse 2019 ve devamla gelecek yıllar kadının muazzam özgürlük gelişimi karşısında selama duracaktır. Kendi tarihimizi kendimiz yazıyor, bu anlamda geleceğimizin sorumluluğunu üstleniyoruz. Gerçekten özgürlüğe ihtiyaç duyan ve geleneksel köle kadına tavır koyan her kadın kendinden başlayarak tüm kadınların geleceğinin sorumluluğunu üstlenmeyi en temel ilkesi haline getirir. Bu ilkenin her kadının inancı ve uygulama ölçüsü olacağı bilinciyle daha fazla bilinç, daha fazla cesaret, daha fazla örgütlülük, daha fazla mücadele, daha fazla sevgi gücünün birleşimi herkes adına özgürlük getirir demek, erkek devletle mücadele edecek, onu yenecek gücü yakalamak demektir. Toplamında belirtilmesi gereken şudur; şiddetin araçlarını sorgulamak yetmez, şiddetin kaynağını kurutmak iktidarı yenmek ve özgürlük imkanını yakalamak anlamına gelecektir