Amed: Eşbaşkanlıktan vazgeçmeyiz

KJK yöneticilerinden Koçerîn Amed, birçok şeyden geri adım atılabileceğini, dönemsel olarak değişebileceğini ama eşbaşkanlık sisteminden geri adım atılamayacağını ve vazgeçilmeyeceğini söyledi.

HDP’li üç büyükşehir belediyesinin gasp edilerek, eşbaşkanların yerine devlet memurlarının kayyum olarak atanmasını, Kürt halkına karşı sürdürülen soykırım siyaseti kapsamında görmek gerektiğini belirten KJK yöneticilerinden Koçerîn Amed, şunları altını çizdi: “Bu saldırılara karşı varlığımıza sahip çıkarak direnmek en temel hakkımızdır. Tüm canlılar gibi biz de bizim olanı korumak için direnmeliyiz. Bu evrenin yasasıdır. Tüm kadınlar olarak tarihimize, toprağımıza, irademize, kazanımlarımıza, mevzilerimize bugün her zamankinden daha fazla sahip çıkmak zorundayız.”

KJK yöneticilerinden Koçerîn Amed, ANF’nin sorularını yanıtladı.

AKP-MHP faşizmi, 19 Ağustos’ta üç HDP’li büyükşehir belediyesini neden gasp etti?

AKP-MHP faşizmi, demagoji, yalan ve devlet içinde ele geçirdiği zor aygıtlarıyla ayakta kalan bir yürütme gücüdür. Faşist rejim, meşruluğunu yitirdi. Her taraftan su alan bir gemiye benziyor. Zor aygıtları ve saldırganlıkla ömrünü uzatmaya çalışıyor. Bu faşist iktidar, Kürt halkına, demokrasi güçlerine ve elbette kadın özgürlüğüne karşı beslediği kin ve nefretle soykırım politikası uyguluyor. HDP’li üç büyükşehir belediyesinin 19 Ağustos’ta gasp edilmesi de bu çerçevededir. 5 yıldır açıktan süren Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme programını başarıya ulaştıramadı. AKP-MHP ittifakı, başarılı olsaydı halkın belediyelerine karşı bu kadar pervasız saldırı içinde olmazdı. Büyük darbeler aldı;

* DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in öncülüğünde başlatılan açlık grevi eylemi ile birlikte zindanlardaki direnişin toplumu nasıl sarstığını, ayağa kaldırdığını, değerlere sahip çıkar hale getirdiğini gördük. 8 yıl sonra Öcalan’ı avukatlarıyla görüştürmek zorunda kaldılar.

* 31 Mart yerel seçimlerinde Türkiye’de AKP’ye kaybettirme, Kürdistan’da ise gasp edilen belediyeleri kazanma stratejisiyle büyük bir başarıya imza atıldı. 

* AKP-MHP’ye ölümcül bir darbe de 23 Haziran’da İstanbul seçimlerinde vuruldu. 

Dolayısıyla 19 Ağustos’taki darbe, Kürt toplumu ve Özgürlük Hareketi üzerinde 17 yıldır örtülü, son 5 yıldır çok açıktan yürütülen soykırım politikalarında başarısız kalmasına duyulan öfkenin sonucudur. Yaşadığı ağır yenilgilerin intikamını alma hırsıyla Kürt halkının tüm değer ve kazanımlarına büyük bir öfke içinde saldırıyor. Siyaseten kazanamadığını zorbalıkla gasp etmeye çalışıyor. Elbette bütün bunları faşizmi kurumsallaştırmak için de yapıyor. Kazanılan belediyelere sömürge valilerini atayıp halkın iradesine saldırarak kırmak, teslim almak istiyor. Halkın kendi kimliğine, onuruna, tarihine, emeğine, toprağına, suyuna, havasına sahip çıkmasının önüne geçmeyi de hedefliyor.

Bu üç büyükşehir belediyesinin gasp için seçilmesiyle savaş arasındaki bağlantıyı biraz daha izah edebilir misiniz?

Kürdistan gibi yok sayılan bir ülkenin varlığını savunan; kimliği yok sayılan, katliam ve soykırımın her çeşidiyle karşı karşıya kalan Kürt halkının özgürlüğü için Türk devletine karşı duran gerilla imha edilmek isteniyor. Gerilla en temel özgürlük ve demokrasi gücüdür. Yine tüm insanlığa, ezilen halklara, emekçilere, yoksullara, kadınlara umut olan Rojava Devrimi’ne karşı savaş yürütüyor. Başûrê Kurdistan’da hem fiili işgal savaşı yapıyor hem de kendini tanımlamaya çalışan Kürtlüğe saldırıyor. Bakurê Kurdistan ise savaşın merkezi konumunda. AKP-MHP faşizmi, Kürdistan’ı tamamen işgal ederek iktidarını sürdürmek istiyor. 

* Amed, Kürdistan’ın merkezi ve aynı zamanda kalbidir. İşgal edip karakol haline getirerek, teslim almak istiyor. Biliyor ki; Amed’i tümden teslim almadan Kürdistan’da etkili olamaz, Rojava’ya yönelemez. 

* Mardin, yurtseverliğin kalesidir, bu kaleyi yıkmadan saldırsa bile Kürt halkının elde ettiği hiçbir kazanımı tasfiye edemez. 

* Van, Kürdistan’ın tüm güzelliğini bedeninde toplayan, tarihin derinliklerinden gelen soylu bir direniş damarıdır, bu damarı koparmadan bu mücadeleyi durduramaz. 

Tüm bu yaşananları soykırım saldırıları kapsamında ele almak gerekir. Kürt halkının tarihte yaratılan tüm değerlerine ve günümüzde elde edilen tüm kazanımlarına bir saldırıdır. Sadece ‘seçimlerle belediyeleri aldık, bu elde ettiğimiz hakkımızdır, elimizden alınıyor’ diye bakmamak gerekir. Bu saldırılar AKP’nin Kürdistan’da yürüttüğü soykırım politikalarının bir sonucu olarak görülmelidir.

Eğer böyle görülecekse buna karşı ne yapılmalı?

Bu saldırılara karşı varlığımıza sahip çıkarak direnmek en temel hakkımızdır. Tüm canlılar gibi biz de bizim olanı korumak için direnmeli, savunmalıyız. Bu evrenin yasasıdır. Anaların stranlarla söylediği gibi belediyeler Kürtlerin evidir. Kürtlerin emek ve çabası; mücadelelerinin karşılığıdır. Biz de halk olarak toplumsal yaşamımıza ve varlığımıza sahip çıkma temelinde ele alıyoruz. Bu, sadece sistem içinde siyaset yapma meselesi değildir. Şimdiye kadar açığa çıkan tüm değerleri korumak ve savunmak, Kürt Kadın Hareketi olarak bizim de sorumluluğumuzdadır. Bu mücadelenin garantör gücü kadın öncülüğüdür. Bu temelde tüm kadınlar olarak tarihimize, toprağımıza, irademize, kazanımlarımıza, mevzilerimize bugün her zamankinden daha fazla sahip çıkma zamanıdır.

Belediyelerin gasp edilmesine gösterilen bahanelerden biri de eşbaşkanlık sistemidir. Kadın Hareketi olarak uzun bir süredir eşbaşkanlık sistemini uyguluyorsunuz. Bu sistemi neden hedef alıyorlar?

Kadınların elde ettiği haklar, uzun soluklu mücadele ve büyük bedellerin sonucudur. Buna rağmen kadınların toplumsal cinsiyetçi siyaset ve sosyal ilişkileri dönüştürmede aldığı mesafeler hala çok yetersizdir. Bu nedenle var olan sistemler içinde kadınlar hala arka plana itilmeye çalışılıyor, siyaset ve toplum yaşamındaki yerleri ya inkar ediliyor ya da gasp ediliyor. Kadınların farklılıklarına dayalı bir eşitliğini esas alan bir dünya sisteminin hala çok uzağındayız. Geleneksel roller adeta bir kader gibi kadın varlığına dayatılıyor, bunun sürdürülmesi isteniyor. Tüm bunlara rağmen başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere kadının politik alanda var olma mücadelesi gerçekten görkemlidir ve devam ediyor. Birkaç ülke dışında bu hakları tanımayan uluslar yok gibidir, ancak hukuki eşitliğin pratikte yansıması neredeyse yok denecek kadar azdır. İktidarlar erkek karakterlidir, meclislerde kadınlar azınlıktır, yerel yönetimlerde ancak örnek gösterilecek sayıda kadın yer almaktadır. Dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan kadınların siyasal alana katılımı engellenmektedir. Bu, devletlerin politikası olarak böyledir.

Kürt Kadın Hareketi olarak siyasi alanda var olma mücadelesinde yalnız olmadığımızı ve en az insanlık tarihi kadar büyük ve derin bir direniş mirasına sahip olduğumuzu biliyoruz. Bu mirası sahipleniyoruz. Bununla birlikte erkek egemenlikli iktidar sistemlerine karşı aralıksız ve amansız bir mücadeleyi sürdürme iddia ve kararlılığını taşıyoruz.

Türkiye’de AKP-MHP faşizmi tam bir erkek egemen zihniyetle hareket etmektedir. Kadınlara ait oldukları yer her gün şiddet gördükleri aile ilişkileri gösterilmekte, varlıkları doğurdukları çocuk sayısına göre değer kazanmaktadır. Kadın günahla özdeş görüldüğü için ne kadar az toplumsal alana çıkarsa o kadar rahat edildiği düşünülmektedir. 

Erkek egemenliğini her yönüyle kurumsallaştırarak kadını faşizmin güdümünde konumlandıran bir siyasi iktidar karşısında demokratik siyaset çizgisinde var olma, iradelerini açığa çıkarma, görünür olma mücadelesi yürütülüyor. Kürt Kadın Hareketi olmazsa ne Meclis’te ne de siyasette kadın yüzünü görüp sözünü duyacaktık. Bugün bu coğrafyada kadın siyaset dahil bir çok alanda yer alıyorsa Kürt Kadın Hareketi’nin verdiği mücadeleye bağlı olarak gelişiyor.

Kürt Kadın Hareketi olarak eşbaşkanlık sisteminin tam uygulanmasının mücadelesini veriyoruz. Kadınlar, bin yıllarca dört duvar arasına kapatıldı. Kadınların karar, söz söyleme, iradesini belirleme ve temsil etme hakkı elinden alındı. Kadınlar neden siyaset yapamasınlar? Neden ülke ve halkın geleceğini belirleyen konularda karar sahibi olmasınlar? Neden eşit düzeyde temsil edilmesinler? Kürt Özgür Kadın Hareketi olarak şunu çok iyi biliyoruz; kadınlar siyaset yapıp politika oluşturmadan başta kendi yaşamları olmak üzere toplum yaşamı hakkında söz söyleyip pratik geliştirmeden özgür olamazlar. Politikleşmeden uzak durarak ya da itilmişliğini normalleştirerek kendileri hakkında alınan tüm kararları onaylayıp iradesizliğini sürdürmüş oluyor. Özgürlük ile politika arasında çok sıkı bir ilişki vardır. İradeleşmenin politikayla ilişkisi vardır. O açıdan eşbaşkanlık sistemi bizim ve kadınların ‘mor çizgisidir’. Bununla tümden kazanmış olmuyoruz ama kazanmak için siyasi alanda kadın varlığının gerekli olduğunu da biliyoruz. Bunun içerisinde kadınların kendini eğitmesi, bilinçlendirmesi, güçlendirmesi, kendi renginde siyaset yapması gerekiyor.

Amed başta olmak üzere kayyumların protesto edildiği kentlerde ‘eşbaşkanlık bizim mor çizgimizdir’ şeklinde savunuluyor. Buradaki tavizsiz duruşunu nedeni nedir?

Amed’de kadınların ‘eşbaşkanlık bizim mor çizgimizdir’ demesi çok yerindedir. Belki birçok şeyden geri adım atılabilir, dönemsel olarak değişebilir ama eşbaşkanlık sisteminden geri adım atılamaz. Siyaseti, sadece iktidar olarak görenler için belki çok şey ifade etmiyor olabilir ama bizim için siyaset, iktidar değil özgürleşme alanıdır. O yüzden bu alanda var olmak bizim için vazgeçilmezdir. Şimdi ısrarla kafası sadece iktidara, gaspa, talana, el koymaya, bir yerlerde yer edinmeye çalışan AKP-MHP gibi siyasi eğilimler bunun bir iktidar paylaşımı, bir koltuk kavgası, imkan paylaşımı gibi lanse etmeye çalışıyor. Bu, önemsizmiş gibi gösterme çabasıdır. Devletin, erkek aklının küçümsediği, önemsizleştirdiği her şeye kadınlar sahip çıkmalıdır. Esasta toplum yararına, hizmetine olan en anlamlı ve en değerli çalışmadır. Eşbaşkanlığa kadınlar olarak sahip çıkmamızın nedeni özgürlükle bağını kurmamızla ilgilidir. Bu yüzden bu sistem bizim için vazgeçilmezdir.

Klasik, devlet partilerinde özellikle AKP-MHP gibi muhafazakar partilerde kadının yeri evdir, çocuk doğurmak, büyütmektir. Kadına yaklaşımı tamamen cinsiyetçidir. Kadın denildiğinde akla kadınla erkeğin geleneksel birleşmesi gelir. Kadınla özgürce, yoldaşça yaşanabileceğini; siyaset, felsefe yapılabileceğini savunuyoruz. O anlamıyla eşbaşkanlık sistemi kadın-erkek eşitliğinin bir alanıdır. Erkeğe de yeni bir yaşam alanı açıyor, yeni bir bakış alanı açıyor. Cinsiyetçi temelde üremenin, çoğalmanın dışında, iktidarcılıktan uzak yepyeni bir alan açıyor. O açıdan erkeği de özgürleştiriyor. Geri geleneksel ilişki ağından koparıyor. Kadının değer kazandığı bir siyasal sistem, aynı zamanda erkeğin de anlam kazanmasıdır. Kadın ne kadar anlamsızsa erkek de o kadar anlamsızdır, o kadar geridir, kendi yaşam güdülerine mahkum edilmiştir. Anlamlı kadının yaşamı da kuracağı dünya da anlamlı olur.

Eşbaşkanlık sistemi Türkiye’de başta HDP olmak üzere bir çok partide var, uygulanıyor, uzun süreli bir mücadeleden sonra kabul edilmiş, işleyen bir sistemdir. Peki neden yerel yönetimlerde eşbaşkanlık sistemine karşı çıkılıyor? 

Çünkü yerel yönetimler devletle toplum arasındaki halkadır. Yerel yönetimler, hangi siyasi anlayış ve zihniyetle yönetiliyorsa doğrudan topluma sirayet ediyor. Toplumla günlük temas halinde olan bir alandır. Aslında ulus devletlerde merkezi yönetimler, kendisini yerel idareler üzerinden etkili kılmaya çalışıyor. 

Kürt halkı olarak yerele dayalı doğrudan siyaseti esas alıyoruz. Kürdistan topraklarında merkezi, tekçi, eril, erkek egemenlikli siyasi anlayışın aşıldığını; halkçı, demokratik, kadın özgürlüğüne/eşitliğine dayanan bir anlayışın toplumu dönüştürdüğünü; toplumun da buna güvendiğini, arkasından gittiğini gören iktidar, işte buna ama esasında demokratik topluma saldırıyor. Eşbaşkanlık sistemine saldırırken kadın üzerinden, kadının siyasetteki temsili üzerinden saldırdığı şey toplumun demokratikleşme, politikleşme, özgürleşme, kendileşme arayışıdır. 

Eşbaşakanlık sistemine saldırması, tekçi erkek egemenlikli bir zihniyete sahip olmasıyla da ilgilidir. Mentalitesi, ortak/birlikte yönetim, yürütme iradesi gösterebileceğini kaldıramıyor. Kadının siyaset alanında en önemli kazanımlarından biri olan eşbaşkanlık sistemini terörize ederek saldırıyor, ortadan kaldırmak istiyor.

19 Ağustos’tan itibaren belediyeler etrafından gelişen direnişte kadınlar hep öndedir. Kürt kadını neden bu düzeyde direnişe sahip çıkıyor?

Gerçekten de kadınlar, ‘kadınlar geliyor sömürge valileri kaçacak’ şiarıyla her yerde direniş ve eylem içindedir. Bu büyük bir mücadeledir ve mutlak başarıya olan inancın duruşudur. Bu duruş ve irade karşısında kaçınılmaz son görünüyor; faşizm kaybedecek, kadınlar kazanacaktır. Gerçekten her yerde kadınlar öndedir. Kadınlar direnişi bu düzeyde sahipleniyor, çünkü ortaya çıkan tüm kazanımlarda, atılan her adımda büyük bir kadın emeği vardır. Kadınlar, bugün her zamandan daha yoğun kendi emeklerine, geleceklerine, varlıklarına sahip çıkıyor.

Kürt toplumunda kadın; yaşam, yurtseverlik, toprak, sevgi, emek, başkaldırı, direniş demektir, boyun eğmeme, itaat etmeme demektir. Faşizm de özel savaş sistemiyle Kürdistan kadınına dönük saldırı içindedir. Saldırılar ne olursa olsun Kürdistan’da baskın ve etkili olan kadın gerçekliği, Sakine Cansızlar, Sema Yüceler, Beritanlar ve Delaller’in direniş ruhu ve çizgisiyle yoğrulmuştur. Kürt kadınını bu onurlu gerçeklikten, kimlikten koparmak sanıldığı gibi mümkün değil. Her şeyden önce Önderliğinin inandığı, güvendiği ve devrimci direnişi emanet ettiği bir kadın özü vardır. Yanlış yapabilir, hataya düşebilir ama onu var eden değerlerinden kopamaz. Kürt kadınları, genç kızları içinde yetiştiği mücadele geleneğine her zaman bağlı kalmasını bilmiş, sahip çıkmıştır. Şimdiye kadar hep böyle oldu, bundan sonra da böyle olacaktır.

Peki bu darbe ve saldırılara karşı geliştirilen toplumsal tepkiyi, eylemleri yeterli buluyor musunuz?

Bugün polisi, askeri, korucusu, jandarması, istihbaratçısı, kontrgerillası, yani tüm savaş aparatlarını Kürdistan’a yığmış; silah zoruyla varlığını korumaya çalışan bir devlet var. Kürdistan’daki devlet zorunun şiddetinin boyutlarını, bir anamızın etrafına bile yüzlerce polisi salmalarında görüyoruz. Bugün de  bir direniş, tepki var ama yeterli olduğunu belirtemeyiz. Bugün Kürdistan ve Türkiye’de ayağa kalkmak, direnişi geliştirmek için hem çok neden var hem de alan. Sadece belediyeler etrafında değil, Türk devletin erkek egemenlikli politikaları yaşamın her alanında isyan ettirecek düzeydedir. Tepkisini ortaya koyan belli bir kadın gerçekliği var fakat bunun tüm toplumsal kesimlere yayılması gerekiyor. Her kesimden kadın direnişi sahiplenerek içinde yer almalı. Söz konusu Kürdistan olduğunda kadının sürekli bir ayaklanma halinde, hep örgütlü, yaptığı her şeyi toplumsallaştırması şarttır. Çünkü varlığı-yokluğu tartışılan cins olmanın ötesinde tüm toplumsal değerleri imha tehdidi altındadır. Cins ve ulus olarak savaş içindedir. Bunun için kıyısında köşesinde değil, direnişin kendisi olmalılar. Bu faşist soykırımcı devlete olan öfkemizi, beddualarımızı yüreğimizde tutmamalıyız. Sokağa çıkmalı, bir araya gelmeli, güçlü birlikler halinde, yüz binler olarak haykırmalıyız. Kadınların var olan tepkilerini açığa çıkarmada, örgütlenmede yetersizlikler yaşanıyor.

Kürt Kadın Hareketi olarak ‘değişim ve özgürlük için sen de ayağa kalk’ hamlesini başlatmıştınız. Bu saldırılar hamlenin ilanının bir ay sonrasına denk geldi. Sizce ikisi arasında bir bağlantı var mı?

Bu hamle, Türkiye ve Kürdistan’daki toplumsal sorunlara ve çözümlerine yoğunlaşan bir hamledir. Ekonomik sorunlardan tutalım ekolojik sorunlara, sosyal krizlerden kültürel inkarcılığa kadar bir çözüm hamlesi olarak gelişti. 19 Temmuz’da başlatıldı. Özellikle başta kadın sorunu olma üzere tüm toplumsal sorunlara dönük bir program çıkardılar. Bu, faşist iktidarı korkuttu. Faşizm, kadınların örgütlenmesinden, bilinçlenmesinden, ayağa kalkmasından korkar, çünkü faşizmle kadınlar arasında uzlaşmaz bir düşmanlık var. Asla ikisini bir araya getiremezsiniz. Soykırımcı sömürgeci siyaseti geliştirmeye tümüyle odaklanmış, savaş ile yatıp kalkan bir faşist iktidarın, kadınların örgütlenerek hamlesel çıkış içine girdiği bir süreci görmezden gelmesi beklenemez. O anlamıyla yapılan saldırıları birbirinden kopuk düşünmemek, bir konsept dahilinde olduğunu bilmek gerekir. Aynı zamanda verilen her mücadeleyi başarısızlığa uğratmak için sürekli bir saldırı olacaktır. Bu temelde değerlendirdiğimizde bağlantı kurabiliriz.

Kürt kadınları ve dostları bu bağlantıyı gördüler o temelde saldırılara karşı direnişi sahiplendiler. Bizim açımızdan hamle ve direniş birleşmiştir, süreç bütünlüklüdür. Daha etkili toplumsal eylemselliklerle bu devam etmelidir. Her sözümüz ve eylemimiz, kadın renginde ve kadın vurgusuyla olmalıdır. 

Son günlerde örgütlediği bazı kadınlara, HDP İl binası önünde eylem yaptırıyor. Ne yapmaya çalışıyor, neyi amaçlıyor?

Bu analar, özel savaş tarafından özel olarak yönlendiriliyor. Bununla birçok şeyi birlikte hedefliyorlar;

* HDP’yi PKK ile ortak, aynı göstermek.

* Barış Anaları’nın etkisini kırmak.

Kürt toplumu bilir ki; özgürlük mücadelesine katılanlar ne öyle katılırlar ne de öyle dönerler. Baskı, izin, zor ve kandırmayla katılmazlar. Kürt toplumunun en fedakar, en cesur ve yiğit evlatları, gemilerini yakarak özgür Kürdistan için gelirler. Analık gibi kutsal bir duyguyu soykırımcı sömürgeci devletin kullanmasına izin vermeyelim ve çocuklarımızın ülke ve özgürlük için yapacakları tercihlerde onların yanında duralım. Şimdiye kadar onurlu bir nesil yetiştirmeyi bilen Kürt analarının emeklerine bu temelde sahip çıkacaklarına inanıyoruz.

Soykırımcı sömürgecilikle mücadele etmeyen her genç, her evlat düşmanın özel savaş çarkları içinde eritiliyor, öğütülüyor, yok ediliyor. Fiziki olarak yaşıyor ama kendine, kültürüne yabancılaşıyor. Kürdistan’ın yiğit analarının evlatlarına sahip çıkarak mücadele etmeyi, düşmana karşı durmayı, toplumsal ahlakı, yiğitliği aşılayacaklarına inanıyoruz.