İş kanunları kadınları korumaya yeterli değil

Çalışma yaşamının erkek egemen bir alan olduğuna dikkat çeken Avukat Selay Dağsuyu, iş kanunlarının kadınları korumaya yeterli olmadığını vurguladı.

Son yıllarda iş alanlarında kadınların ölüm oranlarının artması, taciz ve mobinge maruz kalmaları, kadınların hem iş, hem de yaşam güvencesinin olmadığını adeta gözler önüne serdi. Kadın işçiler öldüklerinde bile SGK verilerinde görünmüyor. Mevsimlik tarım işçileri SGK verilerinde yer almıyor. Ücretsiz aile işçiliği, ev eksenli üretim, bakıcılık gibi kadın istihdamının yoğun olduğu alanlar da yine verilerde yer verilmeyen çalışma biçimleri. Bunların yanı sıra ev emekçisi kadınlar bu istihdam raporlarında yer bile almıyorlar.

Yakın zamanda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin (İSİG)açıkladığı raporda yılın ilk üç ayında 392 işçinin iş cinayetlerinde öldüğü, kadın işçi cinayetlerinin ise raporda neredeyse hiç yer almadığı anlaşıldı. İSİG’in raporuna göre yılın ilk ayında ölen işçilerden 25’i kadın.

‘ÖLEN KADINLARIN YÜZDE 75’İ SENDİKASIZ’

Ölen kadın işçilerden yüzde 75’i sendikasız ya da kayıt dışı çalıştırılıyorlar. Kadın iş cinayetlerinin yarısı trafik ve servis kazaları sebebiyle yaşanıyor. Trafik ve servis kazaları başta tarım olmak üzere güvencesiz işlerdeki en önemli iş cinayeti sebeplerinden birisi. Bu sebeple yaşanan iş cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin ağırlıklı kısmı kamyon, traktör ya da minibüslerle tarlalara taşınan tarım işçisi kadınlar. Yine bu verilerin içerisine işe giderken uğradıkları eş ya da herhangi bir saldırı sonucu ölen kadınların verileri de dahil edilmemektedir.

Çalışma yaşamının erkek egemen bir alandan oluştuğuna dikkat çeken Avukat Selay Dağsuyu, kadınların yaklaşık 3’te 2’sinin çalışma yaşamının dışında kalmasının bir ekonomik şiddet biçimi olduğunu belirterek, "İşverenlerin yüzde 90’ı erkek, yani işyerlerini erkekler yönetiyor ve bir şiddet aktörü olarak erkek işverenler öne çıkıyor! Çalışma yaşamında şiddetin öncelikli ve ağırlıklı mağduru kadınlar. İşyerinde kadına yönelik şiddet; ayrımcılık, fiziksel şiddet, sözel şiddet, duygusal şiddet, cinsel şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet ve mobbing şeklinde karşımıza çıkıyor" dedi.

‘TÜRKİYE’DE İŞ ALANLARINDA DA KADINA YÖNELİK ŞİDDET ORANI YÜKSEK’

"Kadın emekçiler, işyerlerinde, işverenlerin, çalışma arkadaşlarının ve üçüncü kişilerin şiddetine maruz kalabiliyor" diyen Dağsuyu şunları belirtti: "Uluslararası araştırmalar, kadınların çalışma yaşamları içinde bir tür şiddet ya da tacize uğrama sıklığının yüzde 40 ila 90 arasında değiştiğini gösteriyor.

Avrupa Birliği’nde kadınların yüzde 40-50’si işyerinde kendi istekleri dışında cinsel yakınlaşma, fiziksel temas veya cinsel tacizin farklı biçimleriyle karşı karşıya kalıyor. Türkiye’de yapılan sınırlı sayıda araştırma, çalışma yaşamında kadına yönelik şiddetin oldukça yüksek düzeyde olduğunu gözler önüne seriyor. Buradan şu sonucu çıkarmak da yerinde: Mevcut yasalar kadınları her alanda olduğu gibi iş alanında da pek koruyamıyor."

‘İŞVERENİN İŞÇİYİ GÖZETME BORCU VAR’

Anayasada işçiyi de, işvereni de gözetecek yasaların aslında var olduğunu ama bunların her zaman yeterli olamadığını savunan Av. Selay Dağsuyu, "İş hukukunun temel unsurlarından biri de “İşverenin işçiyi gözetme borcu”dur. İşveren hiçbir biçimde şiddet uygulamamakla ve kadın işçiyi idarecilerin, yöneticilerin, çalışma arkadaşlarının ve üçüncü kişilerinin şiddetine karşı korumakla yükümlüdür.

İşveren hem İş Yasası, hem Borçlar Kanunu, hem de İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu uyarınca gerekli her türlü önlemi almakla yükümlüdür. Borçlar Kanunu’nun 417. maddesinde bu konuda çok açık bir hüküm var. ‘İşveren hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla yükümlüdür. Özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür" dedi.

'MÜCADELE ETMEYE HAZIRIZ'

İşverenin fiziksel, psikolojik, cinsel şiddet veya mobbingin yaşanmasını engellemekle yükümlü olduğunu vurgulayan Dağsuyu, bu gibi olası bir şiddet durumunda gerekli şikayet mekanizmalarını işletmek ve gerekli müdahalelerde bulunmakla; işveren, işçinin daha fazla zarar görmemesi ve bir daha benzer olayların ortaya çıkmaması için gerekli önlemleri almakla yükümlü olduğunu söyledi.

Dağsuyu, "Çalışma yaşamında cinsiyet veya gebelik nedeniyle yapılan ayrımcılığın bizatihi kendisi bir şiddet biçimidir. Çalışma yaşamında kadına yönelik şiddete karşı haklarımız var. Ancak bu hakların yeterli olduğunu söylemek çok güçtür. Bu durum Türkiye’ye özgü de değil. Bu yüzden Dünyanın dört bir yanında sendikalar ve küresel sendikalar, Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) çalışma yaşamında şiddet ile ilgili özel bir sözleşme onaylaması için kampanyalar yürütüyorlar.

Sonuç olarak bir yandan mevcut hakları kullanırken bir yandan da çalışma yaşamında şiddete ilişkin olarak hem ülke düzeyinde hem uluslararası düzeyde özel düzenlemeler yapılması için mücadele etmekte yarar var. Biz kadın avukatlar, kız kardeşlerimiz için el ele bu mücadeleyi vermeye hazırız" diye konuştu.