Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakın tarihte bir ‘gizli belge’-M. Bayrak

Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakın tarihte bir ‘gizli belge’-M. Bayrak

‘Milli Mücadele’ çerçevesinde belirlenen ve kabul gören Türkler’le Kürtler’in yaşadıkları toprakları esas alan Misak-ı Milli sınırlarının, 1921-22 yıllarında Ýngiliz ve Fransızlarla varılan gizli anlaşmalar çerçevesinde ihmal ve ihlal edilmesi; Kürt entellektüel çevrelerinde bir düş kırıklıðı yaratmış ve bu, halkı Kürd Ýstiklal Komitesi’ni (Azadiya Kurdistan Cemiyeti) kurmaya itmişti.

Kimi, henüz ilk Meclis’te milletvekili olan Komite üyeleri, bir yandan Kemalist eliti uyarırken; bir yandan da başta Sovyet misyonu olmak üzere Batılılar nezdinde, toprak bütünlüklerini korumaya ve haklarını güvenceye baðlamaya çalışıyorlardı.

Sözgelimi, bunlardan Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, 1925’teki idamından sadece iki yıl önce 6 Mart 1923’te Ankara’daki Millet Meclisi’nde şunları söylüyor ve bu konuşma ayakta alkışlanıyordu: “Türk’le Kürt teşrik-i mesai ederek yaşamazlarsa, ikisi için akibet yoktur. Bu nedenle, herhangi biri, diðerine ihanet ederse, ikisi için de akibet yoktur…“

Meclis’teki milletvekillerinin ya da 1923’ten sonra, kimi Suriye’ye olmak üzere ülke dışına çıkan Kürt aydınlanma hareketi öncülerinin uyarına raðmen, Lozan Anlaşması bilinen şekliyle baðıtlanmış ve o günden itibaren Kürt sorunu gibi ölümcül devasa bir soruna da kapı açılmıştır.

Sonraki dokümanlardan da anlıyoruz ki, Kemalist yönetim, Türk topraklarını kurtarma karşılıðı, Kürtler’i –moda deyimle- ‘ülkesi ve milletiyle’ dörde bölmüş ve Türkiye, Ýran, Irak ve Suriye’de dört ayrı Kürt sorunu yaratmıştır.

Öte yandan, öyle görünüyor ki, yaptıðı anlaşmaya raðmen özellikle Irak’ın kuzey bölgesinde yani Güney Kürdistan’da Kürtler’i, Ýngiliz yönetimine karşı kışkırtan Türk yönetimi; Fransız yönetimindeki Suriye’de de boş durmamış ve gerek Hatay’ın Türkiye’ye baðlanması, gerekse 1946’da baðımsızlıðını kazanan Sünni-Arap yönetimindeki Suriye ile Baasçı-Arap yönetimindeki Suriye üzerinde etkinliðini saðlamak için çeşitli gizli yöntemlere başvurmuştur.

Milli Mücadele yıllarında Fransa ile yapılan gizli anlaşmanın Kürddaðı Kürtleri arasında yarattıðı yankı ve tepki, bir ‘Mutalebat’ (Uyarılar ve Ýstekler Dilekçesi) ekseninde gündeme getirilmişti (Bkz. Kürt Tarihi, Sayı:3/2012). Kemalist yönetimin, Fransız yönetimindeki yeni Suriye oluşumu karşısında da boş durmadıðı ve bu topraklara bir ajan göndererek, Türkiye yanlısı güç toplamak amacıyla 1930’lu yıllardan itibaren Nakşibendi tarikatı ekseninde bir Mürid Hareketi oluşturduðunu da biliyoruz (Bkz. Sever Işık: Kürt Daðı’nda Esrarengiz Bir Nakşi Şeyhi/ Ýbrahim Halil Soðukoðlu ve Mürit Hareketi; Kürt Tarihi, Sayı:3/ 2012).

Belki, bunlardan daha da önemlisi, Kemalist yönetimin iki ülke arasında muallakta kalan ve halkının çoðunluðu Nusayri olan Hatay bölgesini Türkiye’ye baðlamak için; 1925’ten itibaren yönetim için Kürtler ve Aleviler hakkında ‘etno-politik inceleme raporları’ hazırlayan Prof. Hasan Reşit Tankut’a bu defa ‘Nusayriler ve Nusayrilik Hakkında’ konulu bir rapor- kitap hazırlatıp 1938’de Türkçe, Arapça ve Fransızca yayımlamasıdır.

Hatay, Türkiye’ye baðlanmadan kısa süre önce Ankara’da Ulus Matbaası’nda basılan ve bölgeye daðıtılan kitap; sözde Nusayriler’i ‘antropolojik, historik, etnolojik’ açıdan, Nusayriliði de çeşitli kültleriyle inceleyen güdümlü bir çalışmadır. Kitapta, tüm Anadolu ve Kürdistan Alevileri’nin ‘Horasan kökenli Türkler’ olarak sunulması gibi; Nusayri Araplar da ‘Horasan’dan gelme Türkler’ olarak anlatılıyor. Zaten, kitabın ‘netice ve bugünkü kutlu söz’ başlıklı sonuç bölümü birçok şeyi anlatmaya yetiyor:

“Anlaşılıyor ki, Alevilik çok eskidir. Ve Aleviler ister Hatay’da ister Anadolu’da olsun; hem gövde yapısı, hem tarih, hem itikat bakımından Türktürler. Kemalist Türkiye’deki ırki ve sosyolojik millet tesisinin mefhumu Türk tarih ve Türk dil tezleriyle aydınlanmış ve saptanmış bulunuyor. Vicdani inançlara gelince, onlar da yeni Türk rejiminin layisiyesi içinde, ışıða ve hakikate dayanan realitesini kazandı. Hurafeleri gömdüðümüz çukurlara zıddiyetlerin laşesini de doldurduk, şimdi Türkler için bir nizam vardır: Biribirini sevmek ve hepimizin vicdanını dolduran ve doyuran bir tek kutlu söz vardır: Atatürk” (Age,s.64).

Zaten, kendisi de özgeçmişine ilişkin belgelerde; “Hatay davamızı anlatmak amacıyla, Atatürk’ün isteði üzerine Nusayriler ve Nusayrilik adında bir kitap neşrettim; bu kitap hemen Arapça ve Fransızca’ya çevrildi, çok tutuldu ve arandı” diyerek, kitabın amacını ortaya koyuyor.

RESMÝ SÖYLEMDE ÝNKARCI GÝZLÝ PLANDA KABULCÜ

Hasan Reşit Tankut, 1891 Maraş- Elbistan doðumludur. Eski hassa subayı olan babası Reşid Bey, henüz teðmenken Şam’a sürülmüş ve orada kolera salgınından ölmüş. Hasan Reşit’in çocukluðu Cebelu’d-Duruz’da (Dürziler Daðı) askerler ve yerli halk Dürziler arasında geçmiş. Tankut, 1909 yılında Şam Ýdadesi’ni (Lise) bitirdikten sonra Ýstanbul’da Hukuk ve Siyasal Bilimler eðitimi yapmış. I. Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılmış ve bir Alman Kurmay Subayının refakatine verilmiş. Bu Alman subayıyla birlikte Fırat nehrinin kaynaðından Baðdat’a kadar gitmiş. Bu aşamada yanlarında ünlü Alman doðubilimci Prof. Theodor Nöldeke de bulunmaktadır. (Tankut’un, çocukluk yıllarında öksüz kaldıðında, birkaç yıl süreyle Elbistan’ın bir Alevi Kürt köyünde barındırıldıðı ve daha sonra eðitime gittiðini biliyoruz)

Türkçe’nin yanısıra Arapça, Ýngilizce ve Almanca bilen Hasan Reşit Tankut’un; ‘Milli Mücadele’ yıllarında da Kemalistler’in yanında görev yaptıðı ve daha sonra da maiyet memurluðu (kaymakamlık öncesi), kaymakamlık, Ýstanbul Emniyet Müdür Yardımcılıðı gibi görevlerde bulunduðunu biliyoruz.

Kemalist tek parti rejimi döneminde Tankut; IV. dönem Muş, V, VI, VII, VIII. dönem Maraş, IX. dönem Hatay ve XI. dönem Mardin mebusluðu yapar. Ancak, bizim açımızdan en önemli görevi, 1925 Kürt Ýsyanının bastırılmasından sonra tam yetkiyle atandıðı Şark Ýlleri Asayiş Müşavirliði görevidir. 1927’den başlayarak da aynı zamanda Türk Ocakları Genel Enspektörü’dür.

Zamanın Dahiliye Vekaletinin emriyle Diyarbekir Valiliðince kendisine verilen resmi bir belgede; kendisinin Örfi Ýdare ve Umumi Müfettişlik bölgesine giren “…merkezi Diyarbekir olmak üzere Diyarbekir, Urfa, Mardin, Hakkari, Van, Bitlis, Siirt, Elaziz, Malatya vilayetlerinin Asayiş Müşaviri” olduðu; kendisinin her yerde serbestçe dolaşacaðı gibi, gerek resmi kişilerin gerekse aşiret reislerinin kendisine her türlü yardımı yapmakla yükümlü oldukları bildirilmektedir.

Bizzat Atatürk’ün seçmesiyle milletvekili olan Tankut, yine onun talimatıyla Dil ve Tarih- Coðrafya Fakültesi Profesörlüðü’ne atanır. Resmi tarih ve kültür anlayışının kurumlaşmasında önemli görevler üstlenir. Meşhur “Güneş- Dil Teorisi” bunların başında gelir. Arşivinden çıkan Kürtler’e, Aleviler’e ve diðer etno-dinsel kimliklere ilişkin birçok gizli raporunu yayımladıðım Prof.Tankut; resmi söylemde “red ve inkarcı” gizli planda “itirafçı ve kabulcü” bir yöntem izler ki, bu, açık ve gizli hemen tüm Kemalist literatüre damgasını vurur.

NUSAYRÝLER’E ÝLÝŞKÝN GÝZLÝ RAPOR

Hasan Reşit Tankut’un, ilgi ve görev alanlarından biri de Nusayriler’dir. Nitekim, Atatürk’ün isteði üzerine Hatay meselesi çerçevesinde hazırladıðı üstteki çalışma, bildiðimiz kadarıyla Cumhuriyet döneminde yayımlanan ilk kitap çalışmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Hatay’ın 1938’de doðrudan Türkiye’ye baðlanmasında, diðer politikaların yanısa bu kitap da etkili olmuştur.

Daha sonraki süreçte de dönemsel olarak Tankut’a başvurulduðu anlaşılmaktadır. Keza, özelde Hatay, genelde Suriye, 1938’den sonra da Türkiye- Suriye ekseninde bir sorun olmaya devam ettiði için, aynı uzman kişi yani Hasan Reşit Tankut; Suriye’nin baðımsızlıðını almasından sonra da politika üretmeye devam etmektedir.

O dönemde Suriye yönetiminde Sünni çoðunluk bulunmaktadır ve Suriye’nin yumuşak karnı Nusayri-Aleviler’dir. Bu nedenle, hem Hatay’ın Nusayri-Alevi aðırlıklı olması, hem de buranın tabii uzantısı niteliðindeki Lazkiye’nin önemli bir Alevi merkezi olması dolayısıyla, Türkiye’den yütürülecek politikanın hedefi bu kitledir. Şimdiki Türk yöneticileri ise, düne kadar gizli ya da açık işbirliði yaptıkları Baas yönetimini bu kez Nusayrilik’le suçlayıp, Sünni Arap ve Türkler’in safında yer almaktadırlar. Yani, şimdiki Başbakan’ın eski lideri Recai Kutan’ın “bir çeşit sapık Alevilik olan Nusayrilik” dediði kesimin karşısında…

Arşivinden satın aldıðım birçok gizli raporunu daha önce Kürdoloji Belgeleri-I (1994) adlı eserimde yayımladıðım Tankut’un, 1947 tarihli bu gizli raporunu o tarihte yayımlamamış, ancak bir özetine 1998 tarihli bir köşe yazımda yer vermiştim (Bkz. Türkiye- Suriye Ekseninde Kürt Sorunu ve Bir Belge, Hevi gaz. Sayı:102/ 1998). O günkü yazımı da şöyle noktalamıştım:

“Ýşte, Türkiye- Suriye ilişkilerine tutulmuş küçük bir ayna… Keşke iddia edildiði gibi Türkiye modern, laik ve demokratik bir ülke olarak hem içiyle, hem de dış komşularıyla barışık olsa da; Türk’ü, Kürd’ü, Arab’ı ve Alevisi, Sünnisiyle bu gerilimi ve çelişkileri yaşamasaydık…“

Aynı yıl içinde aynı yerde yayımlanan bir yazım da, “Tellerin Arkasında Bayramlaşma” başlıðını taşıyordu. Burada da, yaklaşık 900 kilometrelik ve büyük bölümü mayınlarla ve tellerle çevrili bu sınırın Kürt sakin ve maðdurlarının dramına tanıklık eden Ahmed Arif’in bir şiirine yer veriyordum:

Kirveyiz, kardeşiz, kanla baðlıyız

Karşıyaka köyleri ve obalarıyla

Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu.

Komşuyuz yaka yakaya

Birbirine kavuşur tavuklarımız

Bilmezlikten deðil,

Fıkaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz

Budur katlimize sebep suçumuz,

Gayrı eşkıyaya çıkar adımız

Kaçakçıya

Soyguncuya

Hayına…

GÝZLÝ SURÝYE RAPORU (1947)

Daha önce tümünü yayımlamadıðım bu raporu, son önemli gelişmeler ışıðında bilince çıkarmak gerekli hale geldi. Ýşte, Suriye’nin baðımsızlıðını almasından bir yıl sonra, 24 Şubat 1947’de kaleme alınan gizli rapor:

Ankara:24.II.1947

“Suriye Alevilerini Suriye Hükumetine karşı bir varlık ve benlik davasına kaldırmak imkan içindedir. Çünkü:

1- Aleviler, Sünni Araplar’dan nefret ederler.

Not: Lübnan Cumhuriyetinin Hıristiyanlık dolayısıyla Arap birliðine yabancı kalması, Ürdün gerisi Krallıðının büyük Suriye davası, Suriye politika adamlarını son zamanlarda dar çerçeveli bir Ýslamlık politikasına sevketti. Bu adamlar halkı memnun etmek için Araplıkta olduðu kadar Şeriatçı Müslümanlıkta da taassup göstermeðe başladılar, bu yüzden Alevilerin Sünni Araplara karşı duydukları nefret günden güne artmaktadır.

2- Bu unsurun başlıca bir kısmı tartışmadan, uðraşmadan ve savaşmadan hoşlanır. Silahlı saldırma ve savunmaya alışıktır.

Not: Son zamanlarda Ali Mürşid’in yakalanması sırasında kanlı savunma ve çarpışmalar oldu. Şimdi sinmiş durumda olanlar ilk fırsatta yine ayaklanabilir.

3- 21 Mart 1920’de Fransız mandası altında bir hükumete sahip olmuşlardır. 14 Nisan 1930’da bir Anayasa kazanmış, vakit vakit silahlı, silahsız ihtilal komitaları kurmuş ve kanlı maceralara girmişlerdir.(Şeyh Salih Ýsyanı gibi).

4- Caferi mezhebe ve onun fıkhına baðlı oldukları için Şeriye mahkemelerinin hükümlerinden olaðanüstü bir azap duyarlar.

5- Mezhep bakımından birbirine zıt partileri bulunmakla beraber Alevilik ana davasında söz birliðine varabilecek yarım milyonluk bir kütledirler.

6- Ýhtilalcileri barındıracak ve cesaretlendirecek kadar sarp daðları, dereleri ve deniz kıyıları vardır. Daraldıkları ve pek bunaldıkları zaman kara ve deniz yoluyla Türk topraklarına, Kıbrıs’a kaçmaları kolaydır.

Böyle bir hareketi canlandırmak için biri vadeli diðeri vadesiz iki usul kullanılabilir.

Vadeli usulda: Gazete, kitap ve dini söylevler, vaız ve dualar başlıca amillerdir. Açık olarak dövizler, anblemler, bilimsel yazılar, gizli olarak da kötüleme, karalama ve hor gösterme bu memlekette ayrılma isteðini başka memleketlerde olduðundan daha kuvvetli olarak geliştirir. Bu usulde zaman ve sabır egemendir.

Türkiye içinde eski hars komitaları yeniden canlandırılmalıdır. Bu komitalar esas çalışmayı maskelemeye de yarar.

Vadesiz usulde; kestirme ve çabuk hareket şarttır. Bunun için;

Suriye Alevilerinden birkaç idealcinin Türk sınırları içinde (Lazkiye baðımsızlıðı) adına bir kurtuluş komitası kurmaları gerekir. Bu komita Suriye’deki Alevi topraklarında en kısa bir zamanda teşkilata başlayacaktır. (Teşkilatın şekli ve çalışma metodları kendilerine öðretilir).

Komitanın Suriye topraklarında (Beyrut, Trablusşam gibi) Gazeteleri, sözcüleri bulunur. Bunlar şehirlerde çalışır. Köyler için Alevi Şeyhleri bugün de bin yıl önceki kadar müessir ve hakimdir. Fakat en etkili yayın Suriye Daðında yapılacak olandır. Lazkiyeli birkaç kişinin mesela, Ýskenderun veya Gaziantep’de Arap diliyle bir gazete veya bir dergi çıkarması önemlidir. Bu gazete veya dergi günlük duruma göre ya açıktan veya gizli olarak Alevi topraklarına sürülür. Bu şekil güçleşirse birer formalık broşürler çıkarılır. Türkiye içinde başlıca birkaç Türk gazetesi Suriye Aleviliði davasına sütunlar ayırmalıdır.

Bu komitanın Türkiye hesabına en önemli başarısı Alevi topraklarında mitingler yaptırmasıyla başlar. Her hangi bir seçimde Suriye hükumetine karşıt bir etki yapabildikleri gün önemleri duyulmaða başlar.

Amaçları sırasıyla, manda idaresi zamanındakine benzer bir muhtariyet, bir anayasa, bir kamutay, özel bir yasama ve yargılama hakkı, özel bir hükumet hatta baðımsız bir devlettir.

Komita, Suriye Alevilerine kendilerini ve haklarını koruyacak biricik devletin Türkiye olduðunu telkin edecek, modern ve layık anlayışıyla bu memlekette vicdan, inanç ve düşünme hürriyetinin kemal derecesine varmış olduðunu anlatacaktır. Bu komitanın yayınları tarafımızdan tertiplenir ve kontrol edilir.

Not: Bu teşkilatın en kesin bir şekilde uðraşacaðı kuvvetlerden birisi (El- Usbetü’l- Amelü’l- Kavmi) derneðidir. Bu dernek vaktiyle Ýtalyan Faşist sistemine göre kurulmuş ve onlar tarafından desteklenmişti. Suriye’de (Aleviler de içinde) Arap birliðini amaçlayan bu derneðin bugün Lazkiye’de sancak davasını gütmekte olduðunu sanıyoruz.

Bu işleri bizim hesabımıza biri Başkan, ikisi yardımcı olmak üzere üç kişilik bir merkez heyeti idare eder. Bunların çok küçük bir bürosu vardır. Hesap işlerini ya Dışişleri yaÝçişleri bakanlıðından bir mutemet görür. Kendileri paraya el sürmezler.

Merkez Heyeti gerekli görürse Suriye ve Lübnan’da kontrol yapar ve yaptırır.

Merkez Heyetinin hükumetle teması yalnız Başbakan’ladır. Dış ve Ýçişleri bakanlıkları kendilerine bilgi toplamak ve vermek yardımını esirgemezler. Zamanla Aleviler’den bize kaçma ve sıðınma olursa, böylelerinin muhtaç olanlarına para yardımı yapılır.

Merkez Heyetinin kararlı bir binası yoktur. Lüzum görürse hudut üzerinde bir şehirde de çalışabilir.

Bu iş için sayısı belli, derhal ve kolayca sarfedilebilir bir yıllık ödenek ayrılması zaruridir.“

Kaynak: Kürt Tarihi Dergisi