Suriye’de Osmanlı’nın kanlı tarihi hala halkların hafızalarında

Türk devleti, günümüzde Suriye özelinde Osmanlıcılığı güncelleyerek Ortadoğu’ya yaymaya çalışırken bölge halklarının hafızasında ise Osmanlı’nın o kanlı yüzü hala tazeliğini koruyor.

2010 yılında başlayan Arap Baharı’ndan rol çalmaya kalkışan ve Neo Osmanlıcılık hayallerine soyunan Türk devleti, Suriye iç savaşının başladığı günden itibaren, cihatçı selefi örgütler aracılığı ile ülke topraklarında vekalet savaşına girişti.

Türk devleti, sahaya sürdüğü DAİŞ-Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yenilince bu kez 2016’dan itibaren katliamcı ecdadının izinden Suriye’yi işgal saldırılarına çeteleri ile fiili olarak başladı.

Türk devleti ‘Fırat Kalkanı’ adıyla 24 Ağustos 2016’da Suriye’nin Cerablus- Ezaz-El Bab’ı kentlerini adına vekalet savaşı yürüten DAİŞ çetelerinden anlaşmalı olarak teslim alarak işgale başladı.

İşgalin ilk adımına başladığı 24 Ağustos’un tarih ve mekan olarak; Türk devletinde ayrı bir anlamı vardı.

Neo Osmanlıların işgale giriştiği bu tarih Osmanlı devletinin Suriye’ye girişini sağlayan Mercidabık Savaşı’nın 500’üncü yılına denk geliyordu.

24 Ağustos 1516'da Osmanlı İmparatorluğu ile Memlûk Devleti arasında El Bab ile Ezaz arasında bulunan Dabık ovasında (Şehba bölgesi) gerçekleşen Mercidabık Savaşı’nda Memlüklüler yenildi ve Osmanlı bölgeye doğudan ve batıdan hakim oldu.

Şehba aynı zamanda Osmanlı devleti için Halep, Şam, Filistin, Mısır ve Mexrîb ve bütün Arap Yarımadası için kilit bir önemdeydi.

Dabık savaşı ardından Ortadoğu ve Kuzey Afrika kapılarının Osmanlı’ya açılmasından sonra Akdeniz Bulgaristan’dan Mısır ve Libya’ya kadar Osmanlı devletinin egemenliğine girdi.

Osmanlı devleti bölgede 400 yıl süren hakimiyeti boyunca halklara büyük kıyım uyguladı. Ağır vergi yükü ve çocuklarının askere alınmasına karşı duran halkların kafasından Osmanlı’nın kılıcı eksik olmadı. Soykırım, etnik temizlik, demografik değişiklik dahil birçok barbarlığa imza attı. Tarihçiler de Osmanlı dönemini halklar ve inançların belleğinde kıyım tarihi olarak anar.

Osmanlı’nın Mısır, Suriye ve Lübnan’da Arap halkına yönelik katliam ve soykırımları konusunda geniş araştırmalar yapan Ezher Üniversitesi Profesörü Hisên Fozî, şu değerlendirmeyi yapar: “Osmanlı Sultanlığı’nın 1516’da bölgeyi işgal etmesiyle birlikte, adım adım gittikleri her yerde katliam yapıp talan ettiler.”

Arap ve Fransız arşivlerinde de Osmanlı’nın bölgede yaptığı katliamlara ilişkin çok sayıda belge mevcuttur. Neo Osmanlı hayalleri ile Suriye’yi yeniden işgal etmeye çalışan Türk devletinin atalarının halklara ve inançlara yönelik katliamlarından bazılarını hatırlayalım:

NUSAYRİ KATLİAMLARI

1516/1517: Halep-Tilel

Mercidabık savaşında Memlüklüleri yenen Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim, Halep’i kuşattı ve işgal etti.

Halep’in işgal edilmesinden sonra kentte bulunan 40 bin Arap-Alevi-Nusayri, Memlüklülere destek verdikleri gerekçesiyle Hemedan Meydanı’nda toplanarak kılıçtan geçirildi.

Katliamın gerçekleştiği gün tarih kitaplarına “Büyük Cami Katliamı” olarak geçti.

Günümüzde Halep’te Tilel adında bir semt bulunuyor. Bu semt adını öldürülen Alevilerin kafalarının toplandığı yere verilen isimden alıyor.

Arap tarihçi Hisên El-Buraqî bu katliamda katledilenlerin 24 bininin kadın, çocuk, yaşlı olduğunu belirtir.

Strasbourg Kütüphanesi’nde Osmanlının emirlerini yerine getiren bir komutanın Yavuz Sultan Selim’e gönderdiği şu mesaj yer alıyor: “Emirlerinizi yerine getirdik. Elimize geçen bütün Nusayrileri öldürdük. Bir tekini bile sağ bırakmadık. Nusayrilere ait hiçbir yer yok artık ve Nusayriler Osmanlı topraklarında yaşayamaz.”

Tarihçi Faik Bulut; Ortadoğu’nun Solan Renkleri kitabında döneme ilişkin şunları belirtir: “O zamanın Osmanlı siyaset dilinde batı Suriye kıyı şeridi dağlarına kaçan Arap Alevilere ‘sürek’ adını takmışlardı ki, sürgün edilenler, sürülenler (sürek avı: Atlıların avını önüne katarak kovalaması olayı yöre halkı arasında Arapça Sûrâk/Sevarik diye bilinir) anlamına geliyordu. Bu sürek avı, Osmanlı’nın son iki yüz yılında Arap Alevilerini kuşatma ve tecrit politikasına dönüştü. Örneğin Aleviler (diğer adıyla Nusayriler) dağdan şehre inemiyorlardı.”

Osmanlı’nın Nusayri ve Şîa katliamları sadece bununla da sınırlı kalmadı. Tarihçi Ebdullrezaq El-Husnî, “Nîzhet El-Ixwan Fî Weqiat Beled Qetîl ve Atşan” adlı kitabında Suriye ve Irak’ta Osmanlı devleti tarafından gerçekleştirilen 7 ayrı Nusayri ve Şia katliamından bahseder.

Tarihçi Faik Bulut, Nusayrilerin katledilmesinin ardından Yavuz Selim’in Halep ve çevresine 500 binden fazla Türkmen boyunu getirip yerleştirerek, demografik değişim yaptığını anlatır.

Devlet geleneği talan ve işgal üzerine kurulu olan Osmanlı devleti tıpkı bugün işgal ettiği yerlerde halkın malına göz diktiği gibi o günde göz diktiği görülüyor. 1549 tarihli Şam-Halep Vilayetleri Kanunnamesi’nde; halkın ürettiği hayvancılık ile tarıma dair her şeyden yüksek miktarlarda vergi alınması talimatı verilir. Belgeye göre vergi vermeyen halkın ise katli vacip kılınmıştır.

TÜRKMEN KATLİAMI

1559: Selluriye

Suriye’deki Türkmen nüfusu, Osmanlı Sultanı Yavuz Selim’in Nusayri katliamından sonra bölgeye getirip yerleştirdiklerinden oluşur. Ancak Osmanlı tarafından Türkleştirme politikası ile bölgeye getirilen Türkmenler de Osmanlının gazabına uğramıştır.

Bugünkü Suriye-Lübnan sınırında bulunan Baalbek’e yerleştirilen Selluriye Türkmen boyları, Osmanlı vergi memurlarının hayvan ve tahıllarına el koyması üzerine isyan başlattı. İsyanı bastırması için Halep Beylerbeyi’nde büyük bir ordu hazırlandı.

Tarihe Selluriye Türkmen katliamı olarak geçen, Osmanlı seferinde bölgedeki Türkmenlerin büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi, mallarına el konuldu.

SUNNİ ARAP KABİLELERE YÖNELİK KATLİAMLAR

1559: Şam

Temel geçim kaynağı hayvancılık olan Arap kabileler, 1559’da Osmanlı Valisi’nin baskıları sonrası Şam’da isyan başlatır. Osmanlı arşivlerine göre dönemin valisinin emri ile isyana katılan Şam’ın ileri gelen birçok ailesinin mallarına el konuldu. Aile üyeleri kılıçtan geçirildi. Buna ilişkin Osmanlı’nın Suriye arşivinde şeyhülislam emriyle katledilmeleri caizdir yönünde fetva yazıldığı mevcut.

1565: Hama

1565’da Halep Vilayeti Beylerbeyi’nin emri ile Araplara yönelik katliam gerçekleştirildi. Hama’da Osmanlı’ya haraç vermeyen Arap kabileleri kıyımdan geçirildi. Osmanlı belgelerinde de yer alan bu kıyımdan geçirilen Arap kabilelerinin Aşârne ve Benî Ziyad olduğu belirtilir. Bu kıyımdan yaklaşık 2 bin kişinin katledildiği tahmin ediliyor.

1607: Kuyucu Murat Paşa’nın Suriye’deki katliamları

Osmanlı’nın kan ve talanla yürüttüğü politikaların uygulayıcılarından biridir Kuyucu Murat Paşa. Osmanlı’nın devşirme sisteminin ürünü olan Murat Paşa, kanlı şahsiyetlerden biri olarak tarihe geçmiştir.

Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’daki katliamları ve insanları boğup kuyuya atması nedeniyle ‘kuyucu’ unvanını almıştı. Aslen Bosnalı olan Murat Paşa, Anadolu’da Osmanlı’nın zulmüne karşı başlayan Celali isyanlarını bastırmakla Osmanlı sarayı tarafından görevlendirilmişti.

1607’de Suriye’nin Halep ve İdlib bölgesinde Celalilerin bir kolundan olan Canboladoğlu, bölge halkının da rahatsız olduğu Osmanlı devletinin otoritesini tanımadığını belirten bir ferman yayınlayarak, hanedanlığını ilan etti.

Osmanlı’nın talan ve zulmünden bıkmış olan halk, Canboladoğlu’na yoğunca destek verdi. Halep, Şam, İdlib ve Hatay’dan halk akın akın Canboladoğlu’nun ordusuna katıldı. Osmanlı Sarayı tarafından görevlendirilen Kuyucu Murat Paşa komutanındaki ordu ile Canboladoğlu’nun öncülüğündeki halk ordusu, bugünkü İdlib-Hatay sınırında bulunan Nur Dağları silsilesindeki Belen geçidinde karşı karşıya geldi.

Kanlı geçen savaşın ardından Canboladoğlu’nu esir alan Kuyucu Murat Paşa, İdlib ve Halep’e yöneldi ve binlerce insanı kılıçtan geçirdi. Döneme dair araştırma yapan tarihçiler, Osmanlı ordusunun geçtiği bütün yerleşim yerlerinde sağ insan bırakmadığından bahseder.

1775-76: Cezzar (kasap-kan dökücü) Paşa dönemi

Osmanlı devletinin Arap halkına yönelik en kanlı katliamlarına imza atan ikinci paşası ise Cezzar Ahmet Paşa’dır. Katliamcılığından dolayı ona ‘Cezzar’ yani ‘kasap’ ünvanı verilmesiyle övünmüştür.

Tarihçi Faik Bulut, Cezzar Paşa’nın işlediği katliamları şöyle anlatır: “Şam Valisi Osman Paşa’nın yaveri olan Cezzar Ahmed, o sıralar Zahir Ömer, Zeydan ve Şahap gibi yörenin köklü ailelerinin Osmanlı’nın zulmüne başkaldırması üzerine, 1775-76 yılında ayaklanmayı bastırma görevini üstlendi. 1775’te isyanın öncüsü Zahir Ömer’i öldürdükten sonra vezirlik rütbesiyle Sayda Valiliği’ne getirildi. Boşnaklar, Arnavutlar ve Kuzey Afrikalılardan teşkil ettiği Memlüklerle (Kölemenler) devşirme bir ordu kuran Cezzar bölgedeki Arap-Bedevi aşiretlerin üzerine acımasız yöntemlerle gitti.”

Cezzar Paşa’nın bu dönemde binlerce Bedevi’yi katlettiği ve mallarına el koyduğu birçok Arap kaynağında yer alır.

1829: Halep-Şehba

1829’da Halep-Şehba arasında öncülüğünü Battal ve Ömer isimli bir Arap ve bir Kürt savaşçının yaptığı, Osmanlı’ya asker vermemek için başlatılan bir isyandan söz edilir. Osmanlı tarih kitaplarında da yer alan bu isyan da Şehba’ya çekilerek, Osmanlıya asker vermeyen bin kişilik grubun Diyarbakır Vilayetinden gönderilen askerlere karşı direndikleri ve katledildikleri anlatılıyor.

1831: Şam

1831’de Şam-Beyrut arasında Arap aşiretlere yönelik büyük bir kıyım gerçekleştirildi. Yüksek vergi ve asker alımına karşı çıkan aşiretlerin hedef alındığı saldırılara karşı halk direniş başlattı. Bu direniş sırasında Şam Valisi Selim Paşa isyancılar tarafından öldürüldü.

Ardından Halep, Amed ve Şam vilayetlerinden gönderilen askerler acımasız yöntemlerle halkın üzerine gitti. Sayıları tam bilinmemekle birlikte Fransız ve Arapça kaynaklara göre binlerce kişinin Osmanlılar tarafından kıyımdan geçirildi. İsyanın ardından katliamdan kaçanlar ise İdlib’in Han Şeyhun kasabasına sığındı ve Osmanlı’nın bu kasabayı kuşatması ile aileleri ile katledildiler.

DÜRZİ KATLİAMLARI

1860-1861: Cebel-i Lübnan-Şam

Ortadoğu’da Suriye ve Lübnan topraklarında yaşayan iki halk Maruni Hristiyanlar ile Durziler arasında Osmanlı idaresindeki Cebel Lübnan’da 1860 yılında çatışmalar başladı.

Toplumsal çelişkileri olan iki farklı inanç arasında tarihsel olarak çatışmalar vardı.

Ancak Osmanlı’nın vergi ve idari sisteminin halkları rahatsız etmesi ve Avrupalı devletlerin çelişkileri derinleştirmesiyle iki halk arasında başlayan çatışmalar zamanla Suriye ve Lübnan’da etkili olmaya başladı.

Durziler, Lübnan’ın idaresinin kendilerine verilmesini istiyordu. Marunilerde aynı şekilde yerel idarenin kendilerine teslim edilmesini talep ediyordu.

İki halk arasında başlayan çatışmalarda Osmanlı batılı devletlerle ortak hareket ederek Durzilere yöneldi. Osmanlı devleti İstanbul’dan Fuat Paşa adıyla bir idarecisini bölgede görevlendirdi.

Halep ve Şam’da bu süreçte Durzi halkına yönelik cadı avı başlatıldı. Durzilerin mallarına el konuldu. Önde gelen şahsiyetlerden 101 kişi idam edildi.

Devamında Suriye’ye yansıyan olaylar sırasında sayıları bilinmemekle birlikte çok sayıda Durzi katledildi.

Tarihe Osmanlı’nın Durzi katliamı olarak geçen olaylar 1861 yılında Osmanlı Paşasının idam edilmesiyle sona erdi.

1909-1910: Havran

Durzilere yönelik ikinci katliam ise tarihe Havran Dürzi İsyanı olarak geçti. Suriye’nin Havran bölgesinde yaşayan Dürziler 1909'da Osmanlı’nın asker alma sistemi ve yüksek vergilendirme politikalarına karşı durdu. El-Atras ailesi öncülüğünde gelişen isyan Osmanlı tarafından kanla bastırıldı.

Dürzilerin lideri Yahya El-Atras ve Zukan El-Atras'ın liderliğindeki Durzi köylüler ile Osmanlı askerleri arasında uzun süre çatışmalar yaşandı. Bazı kaynaklara göre; 10 binden fazla Durzi katledildi. İsyana öncülük edenler idam edildi.

Osmanlı’nın saldırı ve katliamlarıyla Durzilerin hayatta kalabilenlerinin büyük çoğunluğu Havran bölgesinden sürgün edildi.

HIRİSTİYANLARA YÖNELİK KATLİAMLAR

Osmanlı devleti bölgeye hakim olduktan sonra Suriye’de Sünnilik ve Türklük dışından etnik kimlik inanç ve mezhepleri idari sisteminde dışladı.

1566’da İstanbul’da padişah mührü ile bölgeye gönderilen Şam-Halep Vilayet Kanunnameleriyle Sunnilik dışındaki inançların devlet idaresinde görev alması yasaklandı.

Aynı zamanda gayr-i Müslim halklara ek vergiler getirildi. Bu durum 1850’den sonra Osmanlı’nın zayıflaması ve batılı devletlerin baskıları ile azaltıldı.

Gayr-i Müslimlere yönelik ek vergilerin batılı devletlerin baskısı ile kaldırılmasıyla bu kez Müslüman ve Hristiyanlar arasında çatışma Osmanlı devleti idarecilerinin eliyle körüklendi.

1850: Bâbü’n-Neyreb

1850’de Halep'in Bâbü’n-Neyreb Mahallesi'nde Osmanlı yeniçerilerinin teşviki ile gayrı Müslimlere yönelik büyük bir katliam gerçekleştirildi.

2 gün süren saldırılarda aralarında Süryani Patriği Peter VII. Jarweh'in de bulunduğu binlerce kişi yaşamanı yitirdi.

20’inci yüzyılın başından itibaren ‘Hasta adam’ diye tabir edilen Osmanlı devleti için çöküş süreci başlamıştı. Bu süreçte milliyetçilik akımları zirveye çıktı.

Osmanlı Devleti egemenliği altında tuttuğu halkların bağımsızlık veya ademi merkeziyetçi bir yönetim isteyecekleri korkusuyla bölgede soykırım yapmaya, katliamdan geçirip Türkleştirmeye başladı.

Tarihi, halkların kıyım tarihi olan Osmanlı’nın son döneminde bu rolü ırkçı-milliyetçi hareket iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Partisi üstlendi.

Osmanlı devleti Fransız Burjuva Devrimi ardından, devlet yapılanmasında merkeziyetçi belirli düzenlemelere gitti. Islahat ve Tazminat fermanlarıyla birlikte Meclis-i Mebusan kuruldu.

1876 yılında ilan edilen Kânûn-ı Esâsi, (Osmanlı Devleti'nin ilk ve son anayasası) 1877 - 78 Osmanlı Rus savaşında Padişah Abdülhamit tarafından askıya alındı.

Yeşilköy’e kadar gelen Rus ordusu karşısında fazla varlık gösteremeyen Osmanlı İmparatorluğu savaşta yenilen taraf oldu. Padişah Abdülhamid’in Osmanlı – Rus savaşını bahane ederek meclisi süresiz fesh etti.

Abdulhamit 33 yıl Osmanlı’yı baskı altında yöneterek iktidarını sürdürdü. İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimleri Enver, Talat ve Cemal Paşa komutasında, tarihe Bab-ı Ali Baskını olarak geçen kanlı bir darbeyle hükümeti devirerek yönetime el koydu.

1908’de Meclis-i Mebusan yeniden açıldı. Batıda eğitim alan dönemin Ermeni, Kürt ve farklı halklardan şahsiyetleri de partinin içinde ve dahi mecliste yer aldı.

Hıristiyanlık inancına mensup halkların 1912 Balkan Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından Afrika ve Arabistan’da da Arap ve diğer halkların isyanları; Osmanlı İmparatorluğu’nu, Mezopotamya’da, Trakya ve Anadolu’ya sıkıştırdı.

İçinde bulunduğu bunalımı ve yenilgiyi 1914’ün Temmuz’unda başlayan Birinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilerek atlatmaya çalışan Osmanlı, 1912- 14 yılları arasında Ege, Trakya ve Kuzey Kürdistan’da Hıristiyan halklara karşı saldırı ve katliamları yoğunlaştırdı.

Enver, Talat ve Cemal paşalar, Almanya’nın yanında Osmanlı’yı savaşa soktu ve adım adım etnik soykırıma başladı.

1914: SÊFO ASÛRÎ-SÜRYANİ VE KELDANİ SOYKIRIMI

İttihat ve Terakki’nin ilk soykırımı Anadolu’nun kadim halklarında Hristiyan inancına mensup Asuri-Süryani-Keldanilere yönelik yapıldı. 1914 yılında itibaren başlayan soykırıma Sêfo yani Süryanice kılıç ismi verildi. Çünkü Asuri ve Süryaniler kılıçtan geçirildiler. Bu katliamda da yüzbinlerce Asuri ve Süryani katledildi ve sürüldü.

Soykırımın yoğun olarak yaşandığı yerlerde, 1915 yılı öncesindeki Süryani nüfusu ise şöyleydi: Hakkâri 153 bin, Sivas, 25 bin, Harput 5 bin, Diyarbakır, 60 bin, Van 98 bin, Bitlis 15 bin, Mardin (Turabdin) 200 bin, Botan 5 bin, Siirt 5 bin Urfa 5 bin.

İttihat Terakki’nin fermanı ve Enver ve Talat Paşaların emri ile bu kentlerde yaşayan Asuri-Süryaniler kılıçtan geçirildi.

Saldırılarda Hamidiye Alayları’nda yer alan Osmanlı ordusuna bağlı kimi Kürt işbirlikçiler de yer aldı.

1914-1920 yılları arasında Kuzey Mezopotamya ve kısmen Güneydoğu Anadolu'daki Asuri nüfusu Osmanlı birlikleri tarafından zorla göç ettirildi ve öldürüldü.

Bu dönemde katledilen Süryani-Asuri sayısı tarihi kayıtlarda 500 bin olarak ifade ediliyor.

1914’te başlayan Seyfo 1920’ye kadar aralıklarla devam etti.

Katliamdan kaçan Süryanilerin izini süren Osmanlı ve devamındaki Türk devleti, Süryanilerin peşini yıllarca Suriye’de de bırakmadı. Fransa ile yapılan anlaşma ile Süryaniler Türk devleti sınırının 30 km aşağısına sürgün edildi.

1915: ERMENİ SOYKIRIMI

Ermeni Hristiyanlar, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki birçok farklı etnik gruptan biriydi. Ermeni halkına yönelik aslında 1894’den 1915’e kadar sistemli bir soykırım yapıldı. Adana’da 1894 ile 1896 yılları arasında en az 80.000 Ermeni katledildi, mallarına el konuldu.

Asıl büyük soykırımın yapıldığı tarih ise 1915’ti. Tarihe Ermeni aydınların sürgün edildiği 24 Nisan 1915 olarak geçen Ermeni Soykırımından 1 buçuk milyon insan soykırıma uğratıldı.

Ermeni Soykırımı’nda rol alan asıl aktör ise İttihat ve Terakki’nin başındaki Enver ve Talat Paşalardı.

Asıl amaç Anadolu’yu Türkleştirmekti ancak görünürde Ermeniler’in özerklik sistemi istemeleri bahane edildi.

Dönemin İçişleri Bakanı sıfatıyla Talat Paşa’nın imzasıyla Ermenilerin göçertilmesine yönelik ferman çıkarıldı.

Çıkarılan fermanda Anadolu’dan 2 milyona yakın Ermeni’nin sürgün edileceği yazıyordu. Ermeni köyleri kasabaları evleri basıldı.

Kadın, çocuk, erkek, genç yaşlı insanlar kurşuna dizildi derelere atıldı. Ulaşabilenler için sürgün yeri bugünkü Suriye topraklarıydı.

Bağımsız tarihçilerin araştırmalarına göre bir buçuk milyona yakın Ermeni katledildi. Kalanlar ise Dêra Zor çöllerine çok az sayıda yetişebildi.

Osmanlı zabitleri Serêkaniyê ve Hesekê hattında yollarda aç susuz canını kurtaran bu insanları katletmeye devam etti. Dêra Zor’a çöle yetişebilenlerin sayısı 200 bini geçmiyordu.

Çölden cebrî yürüyüşler sırasında hayatta kalan yaşını almış erkekler, kadınlar ve çocuklardan oluşan konvoylar yerel yetkililerin, göçebe çetelerin, suç çetelerinin ve sivillerin keyfi saldırılarına maruz kaldı.

Osmanlı rejimi, öldürülen ya da sürülen Ermenilerin mal varlıklarını kamulaştırmak suretiyle savaş zamanındaki pozisyonunu sağlamlaştırmaya ve Anadolu’nun “Türkleştirilmesi”ni finanse etmeye çalıştı.

33 ARAP AYDININ İDAM EDİLMESİ

1916: Cemal Paşa nam-ı diyar Seffah (kan dökücü)

Suriye topraklarında 4 asır boyunca Osmanlı devletinin zulmüne uğramayan inanç ve kimlik kalmadı.

20’inci yüzyılın başlarında gücü zayıflayan ve çöküş döneminde olan Osmanlı sömürgesi altındaki halkları kırıma uğratarak ayakta kalmaya çalıştı.

Tıpkı bugün Türk devletinin yapmaya çalıştığına benzer şekilde kendini ayakta tutmanın bir yöntemi olarak halkların kanı ile beslenerek varlığını sürdürmeye çalıştı.

İşte bu halklardan biri de Suriyeli Araplardı. Birinci Dünya Savaşı’nda yenilginin yaklaşmasıyla bütün cephelerde gerileyen Osmanlı dağılmaya yaklaşmıştı.

Bulgarlar, Yunanlılar, Arnavutlar başta olmak üzere Balkanlardaki halklar direnişle bağımsızlıklarını ilan etti. Mezopotamya’nın kadim halkları Ermeni ve Süryaniler ise soykırıma uğratılmıştı.

Geriye Osmanlı bakiyesi olarak Kürtler ve Araplar kalmıştı. Tüm dünyayı etkisi altına alan bağımsızlıkçı fikirlerden etkilenen Arap gençleri Suriye, Mısır ve Lübnan’da dernekler kurarak, halklarının bağımsızlığı ile ilgili tartışmalar yürütüyordu.

Fransız İhtilali’nden etkilenen Arap aydınlar 1912’de Cemiyet-u Suriyet-ul Arabiye’yi (Suriye Arap Derneği) kurdular.

O dönemde Şam Eyaleti’ni yöneten kişi, İttihat ve Terakki’nin bir diğer eli kanlı paşası Cemal’di.

Enver ve Talat Paşalar Kuzey Kürdistan’dan başlayarak, Hristiyan halkları soykırıma uğratırken, Birinci Dünya Savaşı sırasında Dördüncü Ordu Kumandanı olan Cemal Paşa ise Araplara yönelik katliamlarda aktif rol aldı.

Kendisi, İttihat ve Terakki Partisi’nin (veya Cemiyeti) üçlü (Enver, Talat ve Cemal) paşasından biriydi.

1916’da Arap aydınların kurduğu dernek ve benzeri yerler Cemal Paşa’nın emri ile kapatıldı. Bu dönem Suriye Arap Derneği’nin hazırladığı bir bildiride şunlar yazıyordu: “Memleketimizden Türk (Osmanlı) musibetinden, en hakir ve zelil (aşağılık) milletlerin görmediği o harap edici sülâlenin zulmünden ve yola çıkmasından kurtulabilmiş bir ay, hatta bir gün bile geçmemiş olduğunu görürsünüz. Tarihimizde bunların zulümlerini kaydetmeyen bir sayfa bile bulamayacaksanız… Arap çocuklarını birbirine kırdıran ve kendilerine kendi elleriyle yuvalarını söndürtenin Talat ve arkadaşı (Cemal Paşa) olduğunu işitmediniz mi?”

Arap halkını Osmanlı zulmüne karşı başkaldırıya çağıran bu bildirinin ele geçmesiyle Cemal Paşa tarafından 33 Arap aydını tutuklandı.

Aralarında Osmanlı parlamentosunda milletvekili, gazeteci ve yazarlarında olduğu 33 kişi günümüzde Lübnan sınırları içinde kalan Aley’de göstermelik bir mahkemede yargılandı ve idama mahkum edildi.

33 Arap aydını 6 Mayıs 1916’da Şam şehrinin Merce ile Beyrut’un Burc meydanlarında kurulan darağaçlarında idam edildi.

6 Mayıs Suriye ve Lübnan başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde ‘Şehitler Günü’ olarak anılıyor. Şam’ın o dönem adı Merce Meydanı olan aydınların idam edildiği meydan ise ‘Şehitler Meydanı’ olarak değiştirildi.

Aynı dönemde idam edilen 33 kişinin ailelerinin de içinde bulunduğu binlerce kişi ise Suriye’den sürgün edildi.

Tarihçi Murat Bardakçı Arap kaynakları Cemal Paşa’nın adını 1915-1916 yılları arasında Suriye ve Lübnan’da Arap halkına yönelik yaptığı katliamlar nedeniyle ‘Seffah’ yani kan dökücü olarak anıldığını söyler.