Savaşa gerekçe üretmek - Erdal Er

"Bu savaş Türkiye’nin değil, Erdoğan’ın savaşdır. O zaman bu kanlı savaşı önlemek Kürdistan ve Türkiye’de yaşayan halkların, inançların boynunun borucu olmalıdır."

23 Mart 2014 tarihinde Suriye uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinden sonra Türk Dışişleri Bakanlığı’nda savaş toplantısı yapılmıştı.

Toplantıya  dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler katılmıştı.

 Bu toplantıda, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Rojava ve Suriye’yi işgal etmek ve savaş gerekçesinin oluşturulması için şunları söylemişti:

 "…Gerekirse Suriye'ye dört adam gönderirim. Türkiye'ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim…" 

Bu sözler korkunç. Hele devletin ağzından çıkınca tam bir felaket. Ancak çok da sürpriz değil bizim için çünkü Türkiye tarihi benzer örneklerle doludur.

Devlet belirlediği hedeflerine ulaşmak için pek çok katliam ve siyasi cinayet işlemiştir. Bunun en açıklayıcı örneği 1955’te Rumlara uygulanan kırımdır.

 6-7 Eylül 1955 tarihinde Rumlara karşı düzenlenen katliam için de önceden benzer bir gerekçe yaratılmıştı.

O tarihler de DP yanlısı İstanbul Express gazetesi “Selanik’te Atamızın evi bombalandı” manşetiyle çıkmış ve Rumlara yönelik saldırıların fitili ateşlenmişti.

Eylül, 1995 katliamını örgütleyen isimlerden biri olan Kıbrıs Türk’tür Derneği  Genel Sekreteri Kamil Önal: ’Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahsur görmüyoruz’’ diye yazacaktı.

Sonuç olarak 16 kişi öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı ve on binlerce insan doğup-büyüdüğü topraklarından sürüldü.

Gerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarihi, gerek bugün söylenen ‘gerekçe üretiriz’ sözü düşünüldüğünde, Kobanê’deki sivil katliamın arkasındaki gücün kim olduğu ortaya çıkıyor. Bunun böyle olmadığını kanıtlayan güçlü veri yok ancak tersinden kanıtlayan pek çok veri var.

Her şeyden önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin Rojava’yı işgal etme planı yaptığı artık kesin. 

Gıre Spi'nin özgürleşip, YPG-YPJ güçlerinin denetimine geçmesinden sonra Ankara'da peş peşe 6 güvenlik zirvesin yapılmasının başka açıklayıcı bir tarafı yok. Yıllardır derin işbirliği yaptığı DAİŞ’ten rahatsızlık duymayan Erdoğan ve Davutoğlu hükümeti nedense YPG’nin varlığından rahatsızlık duyuyorlar.

17-18 Haziran 2015 tarihinde Genelkurmay, MİT, Başbakanlık ve son olarak Erdoğan'ın Sarayı'nda yapılan Rojava zirvesinde Kobanê kantonu ile Afrin kantonunun birleşmesini engellemek amacıyla ordunun Suriye'ye girmesi planlandığı yüksek sesle konuşuluyor.

 Express gazetesinin rolünü üstlenen Yeni Şafak, Türkiye, Akşam, Star, Sabah, Takvim, Güneş, Milliyet gibi gazeteler ve Erdoğan’ın TV kanaları kamuoyunu savaşa hazırlamak için çaresizce didinip duruyorlar ancak nafile.

Bir merkezden hazırlanan haberler aynı anda tüm yayın organında aynı dil, içerik ve şiddete çıkması tesadüf değil.

Savaş çığırtkanlığında sınır tanımayan AKP medyası, 28 Haziran 2015 tarihinde attığı manşetlerde asıl amacını açıklamış oldu.  

Yeni Şafak gazetesi ''TSK Suriye'ye giriyor!'' manşetiyle işgal planının detaylarını açıklarken, Milliyet ve Akşam gazeteleri ise ordunun "ayak sürümediğini" harekete geçmek için hazır olduğunu öne sürdü. 

Star gazetesi ise işgalin gerekçelerini yaratmak için ''Türkmenlere Kürt Tehciri'' manşetiyle savaşa giden yolun kanlı taşlarını döşemiş bulunuyor. 

Uluslararası tepkiden çekinen Türkiye; işgal planının gerçek amacının saklanması için ise dış ve iç kamuoyunun 'İŞİD'e karşı mücadele etmekte kararlıyız' propagandası yapacak. Siz bunu 'İŞİD'e destek vermeye kararlıyız' diye okuyun çünkü doğrusu budur.

Bugün,Kemal Önal’ın ruhunu taşıyan Yeni Şafak yayın yönetmeni Türk Akıncı gelenekten gelen İbrahim Karagül  24 Haziran 2015 tarihli ‘’Aydın Doğan’ın Kürt Kuşağı ile ne ilgisi var!’’ başlıklı yazısında özet olarak şunları söylüyordu.

‘’Türkiye güneyimizde şekillenen tampon bölgeye acilen müdahale etmelidir.’’

AKP medyası ve yazarlarının unuttuğu ya da bizim bilmediğimizi sandıkları bir gerçek var; Türkiye 2011 yılından bugüne kadar Rojava ve Suriye’de zaten ‘’vekalet savaşı’’ sürdürüyor. Dört yılın sonunda ‘’vekalet savaşı’’nda başarılı olamayan Erdoğan ve yandaşları bu defa orduyu doğrudan Rojava’ya sokarak amacına ulaşmak istiyor.

Bunun bir kaç sebebi var. AKP hükümeti 2011 yılında Rojava stratejisini ‘’Kürtler statü elde etmesin, hak sahibi olmasın’’ üzerine kurdu. Bu strateji gereği olarak DAİŞ, El Nusra gibi yapılarla iş tutuyor. Her ne kadar Erdoğan ‘‘hiç kimse bizi DAİŞ’le aynı parantez içinde gösteremez’’ dese de, o parantez içine çoktan girdiği malumun ilanı.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan 29 Haziran 2015 tarihinde ANF’ye verdiği mulakatta  bu konuda şunları söylüyordu:

'Erdoğan, ‘’hiç kimse bizi DAİŞ’le aynı parantez içinde gösteremez’ diyor ve gösterenlere de küfrediyor. Tamam da sen kendi kendini DAİŞ’le aynı parantez içine koymuşsun. Kimse seni koymamış. Çünkü Türkiye’yi DAİŞ’le aynı kefeye koyan kendisidir; başkası değil. AKP’nin Kürt karşıtlığı, Rojava düşmanlığı, Türkiye’yi bu biçimde dünyanın en vahşi, çağ dışı, faşist örgütüyle aynı parantez içine koymuştur. Elbette ki Türkiye halklarının geleceği böylece karartılıyor; Türkiye lekeleniyor ama bunun sorumlusu Erdoğan ve AKP hükümetidir. Bu bir iftira değildir. Somut olarak bu son katliama Türkiye’den gelen grupların da dahil oldukları yönünde bulgular var.’’

Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın ‘Rojava ulusal güvenliğimizi tehdit ediyor’ sözü, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ‘PYD sabrımızı sınamasın,’ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘’müsade etmeyiz’’,  ‘’sessiz kalmayız’’ tehdit dolu açıklamaları Rojava stratejinin resmi ilanını oluşturuyor. 

Bu stratejinin sonucu olarak seçim öncesi yeniden alevlenen Rojava’ya saldırı planı, seçim sonrası Erdoğan’ın estirdiği rüzgarın hızıyla giderek yayılıyor ve kontrol altına alınamaz alanlara yayılıyor.

Beli ki Erdoğan ile Türkiye’nin çıkarları uyuşmuyor ve makas giderek açılıyor. Erdoğan siyasi geleceğini ancak bir savaşla kurtarabileceğini umuyor olmalı ki, yeni hükümet kurulmadan; yaptırım gücü, meşruiyeti kalmamış istifa etmiş Davutoğlu hükümeti gitmeden savaşa girmek istiyor. Yangından mal kaçırır misali bu aceleciliğin sebebi halen Sünni dünyasının Sultanı, başkan olma rüyası ve Rojava düşmanlığından vaz geçmediğini gösteriyor.

Erdoğan, Türkiye’yi savaşa sokarak, başkasının kanı üzerinden başarılı bir kahramanlık hikayesi oluşturup, ülkeyi seçime götürerek, yeniden tek başına AKP iktidarı çıkarmak istiyor. Hatta seçim için 15 Kasım 2015 tarihini telaffuz ettiği de artık bir sır değil. 1974 yılında benzer bir durumu Bülent Ecevit de yapmıştı. Fakat unuttuğu bir şey var; şartlar 1974 yılı olmadığı gibi, Rojava da Kıbrıs değil.

Erdoğan’ın  aklında tutması gereken bir diğer gerçek daha var; PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan’ın;  ‘’Eğer onlar Rojava’ya müdahale ederlerse biz de onlara müdahale ederiz’’ sözüdür. Olsası bir saldırı Kürdistan’ın tamamına yapılmış sayılacak ve büyük bir savaş başlayacaktır. O zaman da ortada ne sınır kalır ne de Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı kalır.

Yeniden başa dönersek;  hiç bir veriye dayanmadığı halde 'YPG etnik temizlik yapıyor, Türkmenleri esir alıyor'  propagandası Rojava’nın işgaline bir gerekçe mi yapılmak isteniyor?

Kobanê'deki sivil katliam: ''Gerekirse Suriye'ye dört adam gönderirim. Türkiye'ye 8 füze attırıp savaş çıkartırım'' konseptinin bir devamı mıdır?  

Galiba mesele şu; ‘’Mevzubahis olan Erdoğan ve yandaşlarının çıkarlarıysa, gerisi teferruattır…’’

Bu savaş Türkiye’nin değil, Erdoğan’ın savaşdır. O zaman bu kanlı savaşı önlemek Kürdistan ve  Türkiye’de yaşayan halkların, inançların boynunun borucu olmalıdır.