Sağlık emekçileri şiddete karşı ‘grev’ diyecek
Sağlık emekçileri şiddete karşı ‘grev’ diyecek
Sağlık emekçileri şiddete karşı ‘grev’ diyecek
Sosyal güvencesi olanın da sağlıkta "parası kadar hizmet" gördüğü Türkiye’de, 10 yılda hasta sayısı 4 kat artarken sağlık alanındaki hizmetin niteliği de bir o kadar düştü. Yaşanan bu sürecin getirdiği yük ve sömürüyle sağlık emekçileri, geçtiğimiz yıl öldürülen Dr. Ersin Arslan'ın ölüm yıldönümü olan 17 Nisan'da çalışma koşulları, sistemin ticarileştirilmesi ve şiddete karşı bir gün hizmet üretmeyerek, greve gidecek.
Neo-liberal, sermaye yanlısı ve ticarileştirme politikalarıyla beslenen sorunların dağ gibi yığıldığı sağlık alanı bunca cendereyle kuşatılan şiddet altında 7-13 Nisan Sağlık Haftası’nı karşıladı. Ancak sembolik bir anlam taşımaktan öte geçmeyen bu tür günler ve haftalar sağlık emekçileri ve sağlık-sosyal hizmet alan halk nezdinde pek bir kıymet de taşımaz hale gelmiş durumda. SES Genel Başkanı Çetin Erdolu, 30 yıldır sürdürülen ancak AKP’nin hükümet olmasıyla hızlandırılan sağlık hizmetini, eğitimi, sosyal hizmeti ticarileştiren, piyasalaştıran neo-liberal politikaların sürdüğünü belirtti.
SOSYAL GÜVENCESİ OLANDAN DA KATKI PAYI ALINIYOR
Sağlık alanında da 2002’den itibaren hızla piyasalaştırma, ticarileştirme ve özelleştirmenin önünü açacak düzenlemelerin tamamlanmış olması gibi bir sürecin izlendiğini dile getiren Erdolu, “Sonuçları itibariyle ikiye ayırarak irdelemek lazım. Birincisi hastalar, sağlık hizmetine ulaşmak isteyenler açısından. Aşama şudur; randevu almaktan başlayarak muayenene, acil servise başvurmaya, reçete yazımından eczaneye kadar her aşamada değişik oranlarda katkı, katılım payı ve ilave ücret var. Geldiğimiz aşamada şu anda insanların aldıkları sağlık hizmetinin maliyeti üzerinden hesapladığımızda neredeyse yarısı artık cepten alınıyor. 100 liralık bir sağlık hizmetinin 43 lirasının kişinin cebinden ödendiğini tespit ettik. Güvencesi olan için bunlar. Çünkü genel sağlık sigortası primi, muayene için randevu alma, muayene katkı payı, laboratuvar, röntgen tetkikleri için verilen ilave ücretler, alınan ilaçların eczane temini sırasında çalışanların yüzde 20, emeklilerin yüzde 10 katkı, katılım payı dışında her reçeteye ne kadar ilaç olursa olsun, sabit olan 3 lira ama eğer üç kalemden fazla varsa her kalem için bir lira reçete katkı payı alınıyor. Ayrıca protezler için üç katına varacak ilave ücretlerin alınması şeklinde bir yük getiriyor” diye konuştu.
İNSANLAR 4 KAT DAHA FAZLA HASTANEYE GİDER OLDU
Sağlık hizmetinin ticari, kâr edilmesi gereken bir hizmet olarak algılanır ve bu şekilde bir biçime getirmek üzere bir takım düzenlemeler yapılıyorsa, doğal olarak oraya müşteri çekmenin bir takım yollarının sağlanması gerektiğini ifade eden Erdolu, “Yani eğer hastaneler işletme haline getirilmişse kâr edilmesi isteniyorsa oraya başvuran sayısını artırmaya yönelik bir takım düzenlemeler yapmak lazım. AKP’nin başından beri hastanelere başvurmayı teşvik eden, doktora başvurmayı kışkırtan ve bunun sonucunda hastanelerde müthiş bir yığılmaya neden olan süreç yaşanıyor. Ancak muayene katkı ve katılım payıyla ifade ettiğim cepten ödemelerin bir kısmının acil servislerde alınmamasındandır ki, acil servislerde müthiş bir yığılma var genel anlamda ülkede. 2003 yılında Türkiye’de bir kişinin bir yılda herhangi bir sağlık kuruluşuna başvurma sayısı iki iken şu anda sekize çıkmış durumda. Bir insan yılda sekiz kez doktora gider olmuştur” dedi.
HİZMETİN NİTELİĞİ DÜŞTÜ
Bunun sebeplerinin hizmetin ticarileşmesi, hastanelerin işletmeye dönüştürülmesi, hastaların müşteri olarak görülmesi ve dolayısıyla üstünden kâr edilerek daha fazla başvurunun teşvik edilmesi olduğunun altını çizen Erdolu, bunun en çok da seçim dönemindeki reklamlar sırasında bir takım ifadeler kullanılarak, açıklamalar yapılarak kışkırtıldığını vurguladı. “Sonuç olarak şöyle bir noktaya geldik; acil servislerde müthiş yığılmalar var” diyen Erdolu, “Polikliniklerde 100-150 hastanın bir doktor tarafından bakılması durumu var. İddia edildiği gibi sağlık hizmetinin niteliğinde bir artış ya da hizmete ulaşmada rahatlama yok. Hizmete ulaşmada eskiden çok büyük engeller vardı. En önemli engel parasal engel. Katkı katılım payı ve ilave ücret. İkincisi sağlık hizmetinin niteliğindeki düşüşe bağlı olarak insanların, istedikleri ölçüde sağlık hizmetine erişiminin önündeki engel” ifadelerinde bulundu.
BAKANIN MÜJDESİ HASTALARIN DAHA FAZLA PARA ÖDEMESİ
En son Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun 14 Mart’a ilişkin “müjde vereceğim” sözlerini hatırlatan Erdolu, şunları söyledi: “O müjde de üniversite öğretim üyelerine muayene olacaklara saat beşten sonra muayene olabilecekleri yolunun önünü açma. Bu öğretim üyelerine ve hekimlere müjde. Hizmet alanlara düşen pay nedir? Onlara da üniversite hastanelerinde SGK’nin bir kişinin muayene için verdiği miktarın ayrıca hastadan alınması durumunu getirdi. Bu da 55 liradır. Siz üniversite öğretim üyesine muayene olmak isterseniz SGK 55 lira veriyorsa siz de aynı oranda para vereceksiniz. O öğretim üyesinin istediği laboratuvar, röntgen, tetkiklere verilecek ücretleri de ekleyin. Bakanın müjdesi aslında insanların cebinden daha fazla para vermek zorunluluğunu getirecek müjdedir. Buna ne kadar müjde deniyorsa.”
HASTA YÜKÜ ARTTI ÇALIŞAN YANDI
Hizmet alanlar için gelinen noktanın parası olanın sağlık hizmetine eriştiği olmayanın erişemediği şeklinde formüle eden Erdolu, bunun çalışanlara yansımasını ise şöyle sıraladı: “2003 ile 2012 yılları arasında sağlık kuruluşlarına artış dört kat arttı. Bunun anlamı sağlık çalışanlarının yükü dört kat arttı. Bu yıllar arasında sağlık emekçisi sayısında hizmet veren sayısında bu oranda artış var mı, hayır. Dört kat hasta artışı var ama hizmeti veren hekim, hemşire, ebe, sağlık memuru, sağlık teknisyeni, fizyoterapist, taşeron sağlık hizmeti veren çalışanın artışı yüzde 10 bile değil. Dolayısıyla burada sağlık emekçileri şu an da müthiş ağırlaştırılmış iş yükü altında. Neredeyse angarya diyebileceğimiz ölçülere varan çalışma yükü altındadır. Bir diğeri sağlık hizmetinin işletmeleştirilmesi üzerinden yani sağlık hizmetinin kâr getiren hizmet olduğu düşüncesi üzerinden yapılan yönetim biçimleri yoluyla da şöyle bir şeyle karşı karşıya sağlık emekçileri; kâr etmek istiyorsanız maliyeti düşürmeniz lazım. Nasıl düşürürsünüz? Ya girdi malzemeleri azaltırsınız, en ucuzunu kullanırsınız. Ya da bu hizmeti kullanan çalışanların ücretini azaltırsınız. Zaten Türkiye’de şu an da tıbbi malzeme, araç gereç ve ilaçlarda mümkün olduğu kadar en alt seviyede girdi sağlama politikası izleniyor. Geriye sağlık çalışanlarının ücretlerini düşürerek, emek iş gücünün maliyetini düşürmek geliyor. Halihazırda sağlık emekçilerinin performansa dayalı döner sermaye üzerinden herhangi bir ödeme alamamaktadır. Eskiden maaş dışında döner sermayeden verilen sabit miktarın üzerine sağlık emekçileri bir takım ödemeleri alırken, şu an da sabit ödemenin üzerine ekstra ödeme alamamaktadır. Emek iş gücü maliyetini düşürmek adına sağlık emekçileri mağdur edilmektedir. Kaldı ki, bu performansa dayalı ücretlendirmede bunlar emekliliğe yansıyan ücretler değildir. Güvencesi yoktur. Gelecek güvencesi de yok.”
KURALSIZ, ESNEK SÖMÜRÜ
Bu kadar ağır iş yükünün bu kadar başvuru ile başa çıkmasının ve bir de hastanelere kâr etmesi gereken müesseseler gözüyle bakılmasının getirdiği bir diğer sonucun 7 gün 24 saat çalıştırma gibi bir koşula gittiğinin altını çizen Erdolu, “Sağlık emekçileri bu şekliyle esnek, kuralsız çalıştırılmaktadır. Bir hemşireye ebelik, bir ebeye hemşirelik, bir kalp elektrosu teknisyenine beyin elektrosu teknisyenliği, fizyoterapiste solunum testi yaptıracak biçimde kişilerin mesleklerine ait görev tanımlarının dışında işler yaptırma sürecine girilmiştir. İnsanların yaptığı esas işin yanı sıra iş yaptırma gündeme gelmiştir. Kamu hastane birlikleri küçük kentlerde beş altı hastanede, büyük şehirlerde 15’e varan hastanelerin bir araya gelişiyle oluşturuluyor ve bir genel sekreter tarafından yönetiliyor. Şu an da bu hastanenin herhangi birinde çalıştırılan sağlık çalışanının ihtiyaç dahilinde genel sekreter tarafından başka bir hastaneye görevlendirme olanağı var. Dolayısıyla bir gün A hastanesinde çalışmaya giden sağlık emekçisinin bir ay sonra sana burada ihtiyaç yok B hastanesinde var, oraya gönderiyorum, dediği bir dönem. İş güvencesi de ortadan kalkmıştır. İş yeri ve iş güvencesi, ücret güvencesi, geleceğe yansıması güvencesi, görev tanımı dahilinde görev yapmak, belli kurallar çerçevesinde çalışmak ortadan kalkmıştır” dedi.
17 NİSAN’DA BİR GÜNLÜK GREV
Erdolu, bütün bu ağır iş yükünün bu kadar az personel, esnek, kuralsız çalışma ve bunun karşılığında nitelikli hizmete ulaşamama, bir yığın parasal bariyeri aşma mecburiyeti olan hastaların bunları aştıktan sonra büyük bir yığılmanın içine girip, hizmet almak yönünde karşı karşıya kaldıkları kişiler olan sağlık emekçileri olduğuna dikkat çekti. Bu duruma başta Başbakan ve hükümet yetkilileri dahil olmak üzere siyasilerin de sağlık emekçilerini hedef gösteren, itibarsızlaştıran, kışkırtıcı üslubu eklendiğinde sağlık çalışanlarına yönelik kocaman bir şiddetin ortaya çıktığına vurgu yapan Erdolu, “En son geçtiğimiz bir hafta içinde beş altı ayrı ilde hekiminden hemşiresine kadar taşeron çalışanına kadar sağlık emekçileri şiddete maruz kaldı. Antep’te 17 Nisan 2012’de bir hasta yakını tarafından öldürülen Dr. Ersin Arslan anısına ve sağlıktaki şiddetin simgesi haline gelmiş olması nedeniyle bu ifade ettiğim sağlıkta dönüşüm programının sağlık çalışanlarına yansıttığı, hizmet alanlarına yansıttığı bu sistemin getirdiği uygulamalara ve bu uygulamaların doğurduğu beslediği şiddete karşı 17 Nisan’da tüm sağlık emekçilerinin tam gün hizmet vermeme kararı alınmıştır. TTB, SES, Diş Hekimleri Birliği, Türk Hemşireler Birliği, Psikologlar Derneği, Sosyal Hizmet Derneği, Ebeler Derneği, Devrimci Sağlık-İş’in birlikte aldığı bir karardır. 17 Nisan’ın sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti simgelemesi açısından, bu şiddeti doğuran ve besleyen arka plandaki sağlıkta dönüşümle meydana gelen mağduriyetlere karşı bir gün hizmet üretmeyeceğiz” diye kaydetti.
TTB: SAĞLIKÇILARA YÖNELİK ŞİDDETİ ÖNLEME GÜNÜ OLSUN
TTB de web sitesi üzerinden duyurduğu 17 Nisan’a bildirisine ilişkin şunlara dikkat çekti: “TTB, Dr. Ersin Arslan’ın görevi başında bir hasta yakını tarafından öldürüldüğü gün olan 17 Nisan’ın ‘Dünya Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddeti Önleme Günü’ olarak ilan edilmesi için Dünya Sağlık Örgütü nezdinde girişimde bulundu. TTB Dünya Sağlık Örgütü’ne yazdığı mektupta sağlık çalışanlarına yönelik şiddette gözlenen tehlikeli artışa, Dr. Ersin Arslan’ın öldürülmesi olayına, Türkiye’de yarattığı derin üzüntü ve öfkeye yer verdi. TTB ayrıca Dünya Tabipler Birliği ve Sağlık Bakanlığı’na yazdığı yazılarla, başlattığı bu girişime destek istedi.”