Prof. Fincancı: Yetemedik!

TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, tutsakların taleplerini ve tecridi anlatmaya çalıştıklarını ama yetemediklerini söyledi.

Açlık grevleri ve ölüm oruçları hakkında konulan TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, her geçen günün kritik bir eşik olduğunu ve eylemcilerin sağlıkları için yüksek risk taşıdığının belirtti.

Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, süren açlık grevleri ve ölüm oruçları ile olası sonuçları hakkındaki sorularımızı yanıtladı.

Daha önceki bir söyleşinizde “keşke böyle acı bir deneyim yaşamasaydık” demişsiniz açlık grevleri için. Şimdi yeniden aylardır süren geniş katılımlı bir açlık grevi var. Yeniden böyle bir sürecin başlaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yalnızca izlemek zorunda kalmak kendi başına yıpratıcı ve zorlu bir süreç. Herhangi bir girişimde bulunamıyorsunuz ve insanların günden güne sağlıklarını kaybetmelerini, sakatlık riskiyle karşı karşıya kalmalarını belki de ölüme gitme sürecini izliyorsunuz. Bu, gerçekten çaresizlik yaratan bir süreç. Daha önceki açlık grevlerinde, özellikle 2012’den öncekilerde her zaman TTB’nin bağımsız hekimler aracılığıyla eylemdekileri izleme olanağı vardı. Dolayısıyla bu mahkûmların durumunun değerlendirilebilmesi, muayenelerinin yapılabilmesi ve bu insanların bilgilendirilip bu kararlarına özen gösterilmesi, çaresizlik duygusunu azaltan bir durumdu. Aktif olarak izliyorduk ve iletişim içindeydik. İnsanların seslerini duyurabilmek için bedenlerinden başka araçlarının olmayışı çok can yakıcı bir durum. Bizim, yani dışarıdakilerin bu talepleri daha güçlü duyurmamız gerekirdi ama bunu yapamamanın eksikliğini yaşıyoruz. Bu insanların hak taleplerini anlatmaya yetemiyoruz. Aslında anlattıklarımız da dipsiz bir kuyuya haykırmak gibi ve o dipsiz kuyudan yankı dahi gelmiyor. Kapasitenin üstündeki mahkûm sayısı ve F tipleri ile tecrit bugün cezaevlerindeki en büyük sorunların başında geliyor. Bu sadece Abdullah Öcalan’ın tecridi de değil. Cezaevlerinde her kesimden insanın tecrit koşullarında yaşadığını biliyoruz ve bu koşullar inanılmaz boyutlarda. Biz başından itibaren tecridin ne anlama geldiğini, ne gibi sağlık sorunları çıkaracağını anlatmaya çalıştık ama buna yetemedik. Sonuç itibariyle insanlar bedenlerini ne yazık ki ses olarak kullanmak zorunda kaldı.

CEZAEVİ HEKİMİ YOK

Bu kadar geniş katılımlı bir açlık grevi ve de ölüm orucu eylemi varken cezaevlerindeki hekim sayısı yeterli mi? Diğer yandan eylemcilerin sağlık ihtiyaçları karşılanabiliyor mu?

Doğrudan cezaevi hekimi neredeyse yok denecek kadar az. En son bu sayı dörttü ama sanırım o da düştü. Şimdi aile hekimleri görev yapıyor cezaevinde. O da olumlu bir durum, çünkü Sağlık Bakanlığı’na bağlı oldukları için kendilerini Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kurumda daha bağımsız hissedebilirler. Yine de aile hekimleri cezaevlerinde görev yapmak için herhangi bir özel eğitimden geçmiyor. Cezaevi ve sağlık alanına farklı bir dal olarak bakılması gerekiyor. Özel bilgiye ihtiyaç var bu alanda. Beslenmeden aydınlatmaya, alanın boyutundan temizliğine, yine o alanda bulunması gereken eşyalara kadar her şeyin incelikle düşünülmesi gerekiyor. Aile hekimleri bunu bilerek gitmiyorlar oraya. Tıp fakültelerimizde de cezaevi ve sağlık diye bir dersimiz yok ama olması gerekiyor. 260 binin üzerinde cezaevi nüfusu olan bir ülkede hekimler için önemli bir alan bu. Dolaysıyla bu durum, hekimler üzerinde büyük bir yük ve bunu kaldırabilir değiller. 200 bin kişiye göre düzenlemiş sağlık uygulamaları, şimdi 260 bin üzerinde insanla yürütülmeye çalışılıyor ve yetersiz. Bu yüzden cezaevleri farklı uygulamalar geliştirebiliyor. Örneğin bu eylemi bir suç olarak kabul edip disiplin cezaları verenler var. Disiplin cezaları; görüş, kitap, gazete, havalandırma yasakları gibi. Yine aynı şekilde açlık ve ölüm orucu eylemcisinin alması gereken temel gereksinimler olan su, tuz, şeker, karbonat ve mutlaka olmazsa olmaz B1 vitamini, bazı cezaevlerinde disiplin konusu haline getirilip sınırlandırılıyor.

B1 VİTAMİNİ EKSİK VERİLİYOR

B1 vitamini verilmiyor mu?

Bazı cezaevlerinde B1 içeren vitaminler eksik veriliyor. Normalde Türkiye’de saf olarak B1 vitamini yok, kompleks B1 vitaminleri var, onu da alabiliyorlar. Kompleks ilaçların bazılarında B1 düzeyi 200 miligram. Dolayısıyla onun 2 tablet olarak alınması gerekli. Bazılarının içinde ise 50 miligram oranında var. Bemix kompleks mesela böyle bir ilaç ve ondan 10 tane alınması lazım. Açlık grevleri ile birlikte bu insanların yutma güçlükleri ve su içme zorlukları oluyor; yani 10 tane alması, B1 vitamininin diğer bileşenlerindeki oranının yüksek çıkmasına neden oluyor. Dolayısıyla cezaevi idareleri, bunun organizasyonun yapılması gerekiyor. Mutlaka kompleksin 250 miligram B1 içeren özellikli olanından almak lazım. Bazen bu insanlarda B12 yükselebilir. O yüzden yine komplex Benexol’ün de B12’li olanı var (olmayanı da var) bunun tercih etmek gerekiyor. Ne yazık ki bunlarla ilgili sıkıntılar var.

ÖLÜM ORUCU DA OLSA B1 ALINMALI

Bir de şöyle önemli bir bilgi var. Ölüm orucundakiler B vitaminini bırakıyor, bu çok yanlış. Genellikle ‘Biz artık ölüm orucundayız ve ölümümüzü engelleyecek B vitaminini almak istemiyoruz’ diyorlar. B vitamini ölümleri değil, sakatlıkları engelliyor. Bu insanlar aslında ölmek de istemiyor, zaten bu bir intihar eylemi de değil ki. Seslerini duyurmak istiyorlar. Ölmek bir yana zaten sakat kalmak da istemeyeceklerdir. Herhangi bir düzenleme yapıldığında, sesleri duyulduğunda ve eylem bitirildiğinde sakat kalmamaları için B vitamini veriliyor. Dünya Tabipler Birliği’nin Malta Bildirisi’nin güncellenmiş halinde bu durum çok açık: ölüm orucu ya da açlık grevi hiç fark etmez mutlaka B vitamini alınması gerekli.

B VİTAMİNİ ALINSA BİLE

Açlık grevleri eylemi çok uzun zamandır devam ediyor. Bu eylemcileri ne tür sorunlar bekliyor sağlık açısından. Siz 105. gününde Leyla Güven’i ziyaret ettiniz; hem onun için hem de yüzlerce eylemci için sürekli kritik eşikten bahsediliyor. Nedir bu kritik eşik ve aşıldı mı?

Açlık grevlerinin her aşaması kritiktir. Çünkü açlık grevi demek her koşulda risk demek. Kişiden kişiye, yaşa ve sağlık durumuna göre değişkenlik gösteriyor. Biz daha önceki eylemlerde kişilerin sağlık durumlarını yakından görme şansına sahiptik. Hatta koğuş sistemi olan cezaevinde insanlar birbirlerinin sağlık durumlarını bilirdi ve açlık grevine girilecekse sağlık sorunları olanlar ile daha önce bu eylemi yapanların açlık grevine girmemesi sağlanmaya çalışılırdı. Şimdi böyle bir olanaktan yoksunuz. O yüzden her aşama kritik. Mesela IRA militanlarının eylemi zamanında, açlıkla ilişkili ama bilinmeyen bir durum ortaya çıkıyor. Açlık grevine giren IRA militanının onikiparmak bağırsağında ülser var. Ülser sonucu kanama oluyor maalesef ve bu kanama solunum yoluna bulaşıyor. Bunun sonucunda kanama zatürreye sebep oluyor ve hayatını bundan dolayı kaybediyor o kişi. Enfeksiyon her zaman en büyük risklerden biri. Çünkü bağışıklık sistemi, kan hücre sayıları düşüyor, kendini koruyabilir durumda olmuyor organizma. Bunun kimde, hangi hızda olacağını belirleyebilme olanağımız yok. B1 etkisiyle ve elbette sıvı aldıkları için biraz daha gecikme olabiliyor ama değişen bir şey yok. B1 alınsa da yaşanan bazı olgular var. Organlara küçülme oluyor, bunun içinde de en risk taşıyan organ kalp. Organizma, protein ya da diğer gıdaları alamadığında kendi kaslarını yemeye başlıyor. Kalp kasında bu şekilde bir küçülme, açlık grevi sonrasında da bir takım kalıcı sorunların ortaya çıkmasına sebep olabilecek nitelikte olabilir; kalp yetmezliği, efor kapasitesinin düşmesi gibi. Tabii sinir sistemi ile ilgili sorunlar da var. Çevre sinirlerde ve beyin dokusunda hasar olabiliyor. Kısmen bunu B1 vitamini ile koruyoruz. Ne kadar korursanız koruyun bu kadar uzun süreli açlık grevlerinde kaçınılmaz olarak sonuçları oluyor. Daha önceki açlık grevlerinde B1 almalarına rağmen çevre sinir sisteminde hasarlar, yürüme bozukluğu, görme ile ilgili güçlükler ortaya çıkmıştı.

TECRİDİN FİSİKSEL ZARARLARI DA VAR

Elbette bu açlık grevlerinin en büyük nedeni tecrit. Tecridin insan sağlığına ilişkin sonuçları nelerdir?

Tecridin zararları çok boyutlu. Canlılar olarak organizmanın işleyişini, ortamdaki ilişkilerimizle sağlıyoruz. Hiç fark etmeden aldığımız sesli ve görsel uyaranlarla kendimizi konumlandırıyor, koruma sınırlarımızı çiziyoruz. Eğer bu uyaranlar ve çeşitlilik ortadan kalkarsa durum değişir. Diyelim ki iki kişi bir hücredesiniz ama bir çeşitlilik yok burada, dolayısıyla bir süre sonra organizma, bunu tek bir kişiymiş gibi algılamaya başlar. O çeşitlilik ve çeşitliliğin sürekliliği ortadan kalktığı için organizma olarak kendi alanımızın sınırlarını belirleyemez hale geliriz. Kendimizi koruyacak mekanizmaları kuramayacak hale düşeriz. Bu uyaran eksiklikleri, bir süre sonra uyaranları alan organların işlevsizleşmesine sebep olur. İşitme, görme kusurları gibi şeyler ortaya çıkabiliyor, özellikle de ortam darsa daha da belirgin olarak ortaya çıkıyor bunlar. Bağışıklık sistemi çöktüğü için enfeksiyon hastalıklarına daha açık hale geliyor insan. Organların işlevinde ve metabolizmada yavaşlama oluyor. Dolayısıyla metabolik sendromlar gerçekleşebiliyor ya da şeker hastalıkları ortaya çıkabiliyor fiziksel olarak. Ruhsal olarak da bunun etkileri var elbette. İnsan olarak sosyal bir varlığız. Bu sosyal ilişkilerin ortadan kalkması bizi çok zorlayan bir durum. Tabii ki bunlar kişiye bağlı olarak değişik şekilde ortaya çıkabilir. Bir kişi için çok kötü dediğimiz şey, bir diğer kişi için öyle kötü bir etkiye sahip olmayabilir. İlla böyle olacak diye bir durum söz konusu değil. Zaten bunlar, bir takım hayvan deneyleri ve zorlu tecrit koşullarında kalmış tüm dünyadaki insanlardan almış olduğumuz bilgiler.

MUHALEFETİN BASKISI ARTMALI

Devlet, Öcalan ile avukatların bir defa görüşmesine izin verdi, ancak şu ana kadar açlık grevleri için somut bir adım atmadı. Atmadığı gibi hala anneler sokaklarda darp edilip gözaltına alınıyor. Sizce neden bu anlamda somut bir girişime yanaşmıyorlar?

Burada önemli olan ve bize düşen görev, muhalif kesimin kuvvetli bir şekilde neden bu tecridin sona ermesi, neden annelerin ve cezaevindekilerin sesine kulak vermek gerektiğini daha kuvvetli dile getirmesidir. Siyasi iradeden bir beklenti ile hareket edemeyiz. Biz ancak muhalifler olarak siyasi iradeyi zorlayabiliriz. Yoksa onlar son derece pervasız davranıyorlar zaten. Sürekli de algı operasyonuyla insanlar tehdit altındaymış gibi biri durum yaratıyorlar. Dolayısıyla muhalefetin görevi bu algı operasyonlarını araştırarak hakikati ortaya çıkarmak. Bu hakikat üzerinden de siyasi iradeye baskı yapmaktır.