PKK’yi ‘terörist’ saymak Kürt soykırımına onay vermektir

Soykırımcı Türk devleti için, özgürlük isteyen her Kürt PKK’lidir ve ‘terörist’tir. Bunun bir yönüyle doğru olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü PKK dışında Kürt’ün özgürlüğünü dillendiren yoktur.

Faşist diktatör Erdoğan, hayvanüstü bir hırsla bir Kürt soykırımı gerçekleştiriyor. Gerekçesi ise ‘PKK terörü’nün kökünü kazımak oluyor. AB, ABD ve BM’nin PKK’yi ‘terör örgütü’ ilan etmesi, soykırım uygulamalarında Türk devletine müthiş kolaylık sağlıyor. Ha bir hareketi ‘terör örgütü’ ilan etmiş, ha idam mahkumu bir insanın boynuna infaz kararını asmışsınız, özü aynıdır. Bundan sonra iş, mahkumun ayakları altındaki kürsüyü çekecek cellada kalacaktır. Halkları soykırımdan geçirmekte uzmanlaşmış bir geleneğe dayanan ve gözeneklerinden kan damlayan faşist Türk devleti de büyük bir zevkle bu işi yapmaya çalışıyor.

Çok daha çarpıcı olanı ise, adı geçen devlet ve devletler topluluğunun, silahlı mücadeleyi durdurup Kürt sorununu diyalog ve müzakere yöntemiyle çözmek istediğini açıkladıktan sonra PKK’yi ‘terör örgütleri’ listesine almasıydı. Daha öncesinde bu tür bir karara gerek görülmemişti. Çünkü zaten PKK kendi amaçları uğruna savaşmaya devam ediyor, Türk devleti ise sırtlanvari bir iştahla kuralsız bir imha savaşı yürütüyordu. Ancak demokratik çözüm seçeneği gündeme gelip savaşın son bulacağı ihtimali ufukta belirince, ABD ve AB alelacele PKK’yi ‘terör örgütleri’ listesine aldılar. Bu kararla, soykırım heveslisi TC’nin kulağına eski bir reklam spotundaki sözcükleri fısıldar gibiydiler: “Nereye? Hele dur bakalım, daha karpuz kesecektik!”

Çatlamış olarak ayakta güçlükle dursa da, Ortadoğu’daki mevcut statüko, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, Batılı emperyalist güçlerin eseriydi. Bu statüko içinde Kürtlere reva görülen statü kimliksiz kölelik olmuştu. Kürdistan parçalanmış haliyle sömürge bile olamayan bir ülke olunca, bölgenin üç egemen ulusu arasında kimliksiz köleliğe mahkum edilen Kürtlerin de sürekli bir çatışma unsuruna dönüşmesi kaçınılmazdı. ‘Böl-yönet’ politikası böyle hayat bulacaktı. Araçsallaştırılmış Kürtlük küresel hegemonik güçlerin elinde artık bir sopa olarak iş görecek, bu sopa bölgede mızmızlık yapan devletlerin tepesine inecekti.

PKK ‘terörist’ ilan edildi. Çünkü Kürtleri emperyalistlerin elindeki bir sopa olmaktan çekip çıkarmış, özne haline gelen bir Kürtlük yaratmıştı. Bu açıdan, Kürtleri ‘avukatsız halk’ olarak görseler de, PKK’nin ‘Kürtlerin avukatı’ olarak sahneye çıkmasını kabul edemezlerdi. Kürt’ün imhasını isteyen savcı da, savcıyı onaylayan yargıç da, gerekirse avukatlığını üstlenecek olan da kendileri olmalıydı. Nesneleştirmenin anlamı buydu zaten. Kendi olmak, özyönetimini kurmak, çatışma yerine halklarla birlik ve dayanışmayı koymak, böylelikle ‘böl-yönet’ politikasını etkisiz kılmak Kürt’ün haddine olamazdı. Olursa cellada talimat verilecek, Kürt’ün ipini çekmeye çoktan hazır cellat harekete geçip, özgürleşmeye cüret eden Kürt’ü yok edecekti.

Hegel, ulus-devleti ‘yeryüzünde yürüyen tanrı’ diye tanımlamıştı. Günümüz Olympos’unun baş tanrıları da küresel hegemonik güçlerdi, AB ve ABD’ydi. Efrin Kürtleri, bu tanrıların buyruğunu çiğneyip kendi kendilerini yönetmeye başlamışlardı. Öyle olunca yeşil ışık yakıldı, ölüler tanrısı Hades rolünü çoktan özümsemiş soykırımcı Türk devleti Efrin üzerine sürüldü. Kapitalist sistemin aşağılık kusmukları olan IŞİD çetelerine yer açmak üzere, Efrin Kürtsüzleştirildi. IŞİD ve benzeri pek çok yapı sistem terörünün yan ürünüydü, sistem için gerekliydi. Buna karşılık özgür Kürt, kapitalist sistemin temellerine saldırı demekti. Bu durumda sistemin IŞİD ve versiyonlarını özgür yaşam peşindeki Efrin Kürtlerine tercih etmesi son derece doğaldı.

Doğrudur, Efrin’i savaş uçaklarıyla bombalaması için hava sahasını açan Rusya oldu. AB ve ABD’nin icazetine rağmen Rusya tersini yapsaydı, soykırımcı TC devleti sadece kara gücüyle Efrin’e girmeyi göze alamazdı. Ancak bu durum resmin tamamını görmemizi engellememelidir. Bu noktada Rusya ile Suriye üzerinde hegemonya savaşı veren AB ve ABD arasında bir uzlaşma vardır. Etnik temizlik hepsinin, hatta daha fazlasıyla AB ve ABD’nin kararıdır. Bu gerçeği görmeden doğru politika yapmak oldukça zordur.

İnkar deyip geçmemek gerekir. Sistemin Kürtleri statüsüzlüğe mahkum etmesi, TC devletinin izlediği inkar ve imha siyasetine zemin sunan en olumsuz etkendir. Statüsüzlük yok sayılmaktır. Yok sayılan bir halkın uluslararası hukuktan doğan hakları olamaz, hatta en doğal haklarını dahi kullanamaz. Bu yüzden Kürtler soykırımdan geçirilir, ancak soykırımı insanlık suçu olarak kabul etmiş devletlerin ve BM’nin gıkı bile çıkmaz. Efrin’de etnik temizlik yapılır, ancak hayvanların itlaf edilmesine gösterilen tepki kadar bir tepki bile bu halktan esirgenir. Çocuklar, kadınlar ve yaşlılar katledilir, genç kadınlar köle pazarlarında satılmak üzere kaçırılır; ancak tüm bunlar normalmiş gibi geçiştirilir. Sözün özü, yok sayılan Kürt’ün hakları yoktur.

Soykırımcı Türk devleti için, özgürlük isteyen her Kürt PKK’lidir ve ‘terörist’tir. Bunun bir yönüyle doğru olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü PKK dışında Kürt’ün özgürlüğünü dillendiren yoktur. Bazı küçük gruplar dışında, adı sanı bilinen örgütlerin hepsi işbirlikçidir. Tasmaları dış güçlerin elindedir. Sözde Kürtlük adına siyaset yapar, pratikte ihanetin en tiksindirici biçimini sergiler. Efrin’i Kürtlerden arındırmak isteyen çetelerle ortak hareket eder, talana katılır. Soykırımcı TC’nin yaşamasına izin verdiği Kürt işte budur. İlla kendi sınırları içinde olması gerekmez, Şengal’de veya Sine’de de olabilir; kimliğini ve özgürlüğünü istiyorsa tehlikelidir; özgürlük denilen ‘hastalık mikrobu’nu yaydığı için ortadan kaldırılmalıdır.

Özcesi, modernite dönemi de denilen küresel kapitalist sistem Kürt soykırımının esas sorumlusudur. Karar mercii odur. O hükmünü açıkladıktan sonra, celladın işini nasıl yaptığı fazla umursanmaz. Erdoğan ve taifesinin hemen her gün başta ABD ve AB olmak üzere herkese havlamaları kimseyi yanıltmamalıdır. Sistem bir bütün olarak Kürt soykırımında ortaktır. Birçoğumuz şu örneği iyi biliriz: Yavru it koca bir köpeğin karşısına geçip zırıl zırıl havladığında bile, büyük köpek sesini çıkarmaz; yavru iti seyredip sadece kuyruğunu sallamakla yetinir. Azman köpekler olarak AB ve ABD de Erdoğan’ın hakaretlerini yutmuş olmuyorlar. Hele havlama nedeni PKK ise, Erdoğan istediği kadar havlasın, kuyruklarını sallayıp, “Aferin, işini gayet iyi yapıyorsun” diye sırtını sıvazlıyorlar. Gerçeğin böyle olduğundan zerre kadar kuşku olmamalıdır.

Elbette karamsarlığa davetiye çıkarmıyoruz. Mevcut tabloya bakıp umutsuzluğa kapılmak anlamsızdır. Kürtleri inkar ettiği gibi kendi hukukunu ve uluslararası sözleşmeleri yok sayıp Kürt soykırımına onay vermesi, aynı zamanda kendi çıkmazının ifadesidir. Önder Abdullah Öcalan, “Küreselleşmenin zirvesindeki kapitalizmi hiç de güçlü görmüyorum. Belki de en zayıf aşamasındadır. Aslında her zaman nahif ve kırılmaya yatkındır. Gerçekleşemeyen de toplumun kapitalizme karşı doğru ve yetkince savunulmasıdır” diyordu. Bu sözlere bir tür propaganda olarak bakmak yanlıştır. Küresel kapitalizmin gerçekliği tamı tamına budur.

Kürtlerin çizgisi, sıkça vurgulandığı gibi, üçüncü çizgidir. Üçüncü çizgi kendi içine kapanmış bir halkın değil, halkların ortak çizgisidir. Somut ifadesi, kendini kapitalizme karşı savunabilen bir toplum olmak, ahlaki ve politik toplumu yeniden inşa etmektir. Toplumsal sorunların çözümünde vicdan en büyük silahtır.” Öyleyse en önemli görev, öncelikle kapitalizmin parçaladığı toplumu sistem dışı bir sistem halinde örgütlemek olmalıdır. Çünkü toplumun dağıtıldığı yerde vicdandan söz edilemez. Aynı gerçeklik tüm bölge halkları için geçerlidir. Halkların birliği, dayanışması ve zaferine giden yol da buradan geçer.