Piroğlu: Savaşa destek verenler pişman olacak

HDP İstanbul Milletvekili Musa Piroğlu, Türk devletinin başlattığı işgal savaşına destek verenlerin pişman olacağını belirterek, "Bunun faturası ağır olacak" dedi.

Türk devleti, tüm dünyanın itirazına rağmen 9 Ekim’de Rojava’ya yönelik işgal saldırılarını başlattı. Başta Avrupa'da olmak üzere halklar, savaşa karşı sokaklara döküldü, büyük devletler ve ABD ise bolca çeşitli yaptırımlardan bahsetti. Nihayetinde ağır siyasal ve insani krize sebep olan bu savaş, ABD’nin Türkiye ile görüşmesi üzerine 120 saatlik bir “ateşkes” sürecine girse de Türk devleti ve çeteleri taahhütlerine uymayarak, saldırılarına devam etti.

HDP İstanbul Milletvekili Musa Piroğlu’na, savaşla başlayan milliyetçi hezeyanı, bu işgalin iç siyasete ve barışa etkilerini sorduk.

'BUNUN FATURASINI HERKES ÖDEYECEK!'

Türkiye’nin Rojava’ya yönelik işgalci saldırılarının iç siyasete yansımasını nasıl okumak lazım?

Bunu iki boyutlu düşünmek lazım, Saray buna yatırım yaptı ve bu yatırımın karşılığını aldı. Yatırım dediğim şu; biz bunu Efrîn sürecinde de gördük, daha önce de birçok olayda yaşadık. Çünkü 7 Haziran’dan beri devam eden, 23 Haziran'da da artık çıplak gözle görülebilecek şekilde bir düşüşü var, Saray’ın. Ekonomik, siyasal kriz, uluslararası alanda yalnızlaşma ve kendi tabanında ciddi anlamda bir hegemonya krizi yaşıyor, AKP. Bu açıdan içinde bulunduğu MHP-Ergenekon'la Kürt halkına karşı yaptığı savaş ittifakını korumak zorunda. Hem kendi tabanını konsolide etmek hem de toplumsal muhalefetin güç kazandığı noktalara vurmak için. Tüm bu saydığım ekonomik, siyasal, uluslararası krizlerin üstünü örtmek için elindeki son kozu yani savaşı kullandı.

Zaten uluslararası alanda bunun yollarını zorluyordu, fırsatını bulduğunda da hayata geçirdi ve bir savaş çıkardı. Ama sıkıntı şurada ki 31 Mart'ta, 23 Haziran'da Saray’a karşı tavır alanlar ile savaşa karşı tavır alanlar arasında çok ciddi bir fark var. Bir tarafta, tutarlı olarak savaşa karşı olanlar, HDP, devrimci unsurlar ve demokrasi güçleri; öte yanda da normalde Saray’ın politikalarına karşı çıkanların pasif ya da aktif desteği var. CHP ve İYİ Parti zaten Meclis'te buna arka çıktı, en azından tezkerenin çıkması için. Hatta bazen tepki koyması gereken insanlar bile bunu çok kısık şekilde dillendirdi. Sokakta ise bir şekilde zamlardan, ekonomik krizden, yolsuzluktan şikâyetçi olan kitlelerde de pasif ve aktif bir şekilde savaş yanlılığı ortaya çıktı. Bunun ana sebeplerinden biri tarihsel bir Kürt düşmanlığı. Bu Türk devletinin kuruluşundan beri işlenen, neredeyse dokusuna silinmiş, inceltilmiş milliyetçiliğin tezahür edişi. Ama bunun bir diğer sebebi de sosyalist, enternasyonal ya da devrimci bir hegemonyanın olmaması.

İroniktir ki Saray’ın bütün politikalarından rahatsız olan, bunun faturasını ödeyen hatta 23 Haziran'da HDP’nin tutumunu alkışlayanlar bugün savaşı destekleyenlerdir. Ama şunun farkında değiller, savaş politikası Saray’ın ömrünü uzatmak için yapılmıştır. Bunun faturası ağır olacak. Yoksulluktan şikâyet ediyorlar ama maliyeti olacak bunun, sonuçta bu uçaklar fıstık atmıyor, bomba atıyor ve bu bombaların maliyeti var; yoksul çocuklar hayatını kaybedecek, Kürt halkı ile kurulan bağ ciddi bir şekilde yara alacak. Devletin şiddeti ile terörü daha da meşrulaştı, Diyarbakır'daki HDP binasının önünü görüyorsunuz ya da Van'daki. İstanbul'da ben kendim yaşıyorum, İzmir'de polis terörü korkunç bir durumda. Bu savaş politikası bir şekilde buna yol açtı ama herkes bunun faturasını ödeyecek kaçınılmaz olarak.

'HERKES HATASINI ANLAYACAK'

Kürtçe konuşanlara saldırı oldu, bir genç katledildi, bir yaşlı da yaralandı. Bu düşmanlaşma varken barışı konuşmak nasıl mümkün olacak? Ortak mücadele yara mı aldı?

Savaş her zaman barış söylemenin hırpalandığı bir dönemdir; ama tersten okunduğunda savaş, barış arayışlarının ve çatışmalarının da doruk noktasıdır. Bu doruk noktasını yine tersten okursak savaş, sonrası dönemin tüm tartışmalarını da beraberinde getirir. Bütün savaşlar eninde sonunda savaşan tarafların birbirlerinin meşruiyetini tanımak zorunda kaldıkları bir noktalama ile biter. Türk devleti kurulduğundan beri Kürtlerin kimliğini ve taleplerini tanımıyor. Bu sadece Türk devletinin stratejisi değil. Çünkü Kürdistan'ın dörde bölünmüş sömürge karakteri diğer devletlerin de aynı tutuma girmelerini ortaya çıkarıyor. Zaten Kürt halkının en büyük talihsizliği burada yatıyor. Sadece bir devlete değil de 4 devletle ve hatta onların ilişkili bulunduğu diğer büyük güçlerle de savaşmak zorunda kalıyorlar. Neredeyse dünyanın tamamıyla bir mücadele halindeler ve Rojava'daki son durum bunu çok açık gösterdi. Bir yanda Rusya, bir yanda Amerika. Misal, şu an ateşkes denilmesine rağmen Serêkaniyê hâlâ bombalanıyor. Sadece hava sahasını kapatmaları bile işe yarayacakken bunu yapmıyorlar. İkisinin de çıkarları farklı yönlerde olduğu için yapmıyorlar.

Peki, barış siyasetini buradan nasıl kuracağız, hele ki linç saldırıları devam ederken... Şöyle görmek gerekiyor, bunlar ilk kez yaşadığımız şeyler değil, çok daha ağırlarını geçmişte yaşadık. Ama Kürt halkı kendi durduğu yerden hem 31 Mart'ta hem de 23 Haziran'da tavrını iyi koydu ve dedi ki, “Biz biliyoruz ki bu ülkede Saray’ı da indirmeden demokrasi inşa edemez. Biz de bunu yapabilmek için elimizden geleni yapacağız.” Kürt halkı bu eli çok defa uzattı ama birçok defa da boşta kaldı. Bu savaşla birlikte yeniden boşta kaldı. Elbette bunun yarattığı bir yıkım ve moral bozukluğu söz konusu. Aşılması ve onarılması gereken şey bu. Peki, onarılır mı? Bunu biraz zaman gösterecek.

Yoksullaşma ve benzeri şeyler önümüzdeki dönemde artacak, ben şöyle bakıyorum; 31 Mart ve 23 Haziran gösterdi ki Kürt halkı, HDP ve bileşenleri bir siyasi temsiliyet olarak artık kilit bir öneme sahip. HDP ve bileşenlerinin desteğini almadan hiç kimsenin iktidarının yürütme şansı yok. Bu yüzden de AKP direkt oraya vuruyor. Bu bileşenlerin bir araya gelmesin, engelliyor, doğal olarak da bütün saldırı bize yöneliyor. Bir de eli rahat çünkü başkalarına yapamadığı bütün saldırıları bize yapıyor. Ama bu ters tepecek çünkü ben en fazla 1 ay sonra bugün savaşa destek veren herkesin, nasıl büyük bir hataya düştüğünü göreceği kanaatindeyim. Hatta daha ilerisini de söyleyeyim; Saray bu hamleyle de yaptığı işin boyutlarıyla da yüzleşecek. Dün AKP'liler de Erdoğan da Meclis’te övünüyorlardı, "Biz Kürtlerden oy alıyoruz" diye. Bu ileride çok açık görülecek ki oy verenler de bir daha düşünecek.

'EZİLEN HALKLARIN DOSTLARI YİNE HAKLARDIR'

ABD ve Rusya'nın savaştan çeşitli çıkarları var. Bununla birlikte dünyadan Kürt halkının mücadelesine ciddi destekler geldi. Bu mücadelenin dünyaca meşrulaşması nasıl sonuçlar doğurur?

Derler ki Amerika'nın Vietnam’dan geri çekilmesinin sebebi, savaştan çok hem dünya hem de başta Amerika Birleşik Devletleri’ndeki savaş karşıtı eylemlerdir. Ezilen halkların dostları yine haklardır, devletler değil. Devletlerden medet ummaya kalkan her hareket yanılmaya mahkûmdur. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bugün bu ateşkes dâhil olmak üzere ya da Trump’a bu açıklamaları yapmaya mecbur bırakan asıl gerçek, Kürt halkının verdiği mücadeledir. Özellikle Rojava'nın dünya çapında yarattığı üstünlüktür. AKP’nin başaramadığı ve yıkamadığı yer burası. Bütün dünyanın minnetle desteklediği bir mücadeleden söz ediyoruz. Dünya halklarının gözünde oradakiler insanlık için savaşıyor ve dün bunun karşılığı zaten bütün Avrupa'da yükselen eylemlerle, kitle hareketleriyle de görüldü. Bu savaştaki ısrar, oradaki hareketlerin büyümesine ve gelişmesine yol açacaktır. Çok açıktır ki Rojava'daki Kürtler ve diğer savaşanlar şunu söyledi: “Biz savaşmak için değil, burada kendimizi savunmak için varız.” Bu ateşkese verilen cevap da böyledir; ama cevabın içinde şu da gizli; “Bütün haklarımızı koruyarak ateşkes yapacağız!” Yani biz size güvenmiyoruz, diyorlar. Şu da çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır ki bugün bu ateşkesi imzalayanlar oradaki Kürt, Arap, Süryani ve Ermeni halkların demokratik haklarını istemektedirler. Kendi istedikleri ve yönetebildikleri bir dünya tarifleri var ama bunun içinde ezilen halkların ismi yok. O yüzden aynı dili ve aynı kavramları kullanmıyoruz. Ben bunu Meclis'te de dile getirdim: Onların barışı bize savaş olarak dönüyor. Onların ateşkesi bize katliam olarak geri dönüyor. Kürt Hareketi ve özellikle Rojava'da savaşan güçler, sivil katliamı tehdidi ile yüz yüze kaldı. Bunu çok açık bir şekilde söylediler; “Halkımızı korumak için geri adım atmaktan çekinmeyiz.” Bu, devletlerle ezilenlerin mücadelesi arasındaki farktır. Devlet ne vatandaşı ne karşı tarafı gözetir, hatta sivillerin ölümü üzerine siyaset yapar. IŞİD de sivillerin ölümü üzerine siyaset yapmıştı. Oysa Kürt özgürlük güçleri doğrudan sivilleri korumak üzerine adım attı. Bunun ilerisini süreç gösterecek ama burada çok ciddi bir görev düşüyor; 5 gün dediler ama önümüzdeki süreç 5 günü de aşabilecek gibi duruyor. Öncelikle bu ateşkesin uygulanabilmesi ve sivillerin, yaralıların tahliye edilebilmesi lazım. Çünkü en acil talep buydu. Serêkaniyê’de hastane vurulmuştu ve yaralıların tahliye edilmesi gerekiyordu. İkinci olarak bölgede halkların barışının sağlanabilmesi için hem dünya çapında hem de bu ülkede emek, demokrasi güçleri ile halkların hareket halinde olması ve mücadele etmesi gerekiyor.