Ortadoğu'nun sorunları ve çözümleri -3

Öcalan: İran, tarihi boyunca da bir federasyon niteliğindedir. Halen dört büyük eyalete bölünmüştür. Dolayısıyla Demokratik İran Federasyonu çok zor bir süreç olmayacaktır. Belki de İran Ortadoğu'da federasyona en erken geçen ülkelerden biri olabilir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın, 'Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü' başlıklı savunmasından başlıkları yayımlamaya devam ediyoruz.

Öcalan, savunmasının bu bölümünde de Ortadoğu coğrafyasındaki sorunlara ilişkin çözüm perspektiflerini sunuyor. Öcalan'ın yıllar önceki uyarıları ve öngörülerinin doğrulandığı da bir kez daha anlaşılıyor.

Öcalan'ın değerlendirmeleri şöyle:

KIZGIN ORTAMDA POLİTİKANIN ADI SAVAŞTIR

ABD ve seçkin ortakları için Ortadoğu’da askeri-politik yapılanma yoğunca yürütülmektedir. Yalnız askeri pratiği politikadan ayırmamak gerekir. Kızgın, silahlı bir mücadelenin olduğu bir ortamda politikanın adı askerlik-savaştır. Esas belirleyici olan, bu ortamlarda savaşçılıktır. Politika silahların sustuğu ortamda ordu bağlantılı çalışmanın uzantısı olarak karşımıza çıkar. Yani Clausewitz’in formülünün tersi geçerlidir. Savaşı belirleyen politika değil, politikayı belirleyen savaştır. Irak’ta bu gerçek çok açıktır. Irak’ta politikanın yolu -yeni politika- açan, ABD’nin son teknoloji savaşıdır. Kaldı ki, tüm Mezopotamya tarihinde politikanın yol başında hep savaş olmuştur. Son savaş tarihsel gerçeği sadıkane yansıtmaktadır. Savaş düşük yoğunluklu olduğunda ya da tümüyle durduğunda, onun devamı olarak politik faaliyet hız kazanır. Demek ki politika, savaşın silahlı olmayan bölümüdür. Eğitim, örgütlenme ve eylemliliğin silaha başvurmadan, ama arkasındaki zihniyete dayalı olarak yürütülen kısmı oluyor. Bu anlamda ABD ve ortakları yoğun askeri destek altında, başta Irak ve Afganistan olmak üzere tüm Ortadoğu genelinde ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ zihniyetini temel alarak politik yeniden yapılanmayı yürütmekte, değiştirmekte ve sürdürmektedir. Önceki kısımda üç senaryo halinde bu çalışmaları özetledik.

Buna karşın tahakküme karşı çıkan özgürlük güçlerinin halk ve toplum savunması temelinde ne tür politik mücadeleyle görevli olduklarını açıklığa kavuşturmak büyük önem taşır. Bunun için gerekli ve öncelikli zihniyet tanımlamamızı yaptık. Politik tanımlamayı da yaptık.

DEVLET ODAKLI OLMAMAK

Somut politikanın kendisine geldiğinde birinci plandaki görev, halkların devlet odaklı olmayan komünal toplum ve demokratik duruşundan kalkarak demokratikleşmeyi yürütmek, geliştirmek ve niteliksel kılmaktır. Devlet odaklı olmamayı ilkesel olarak ele almak gerekir. Toplumsal özgürlük devlet odaklı çalışmayla çelişir. Devlet odaklı çalışma ancak tahakkümcü güçler adına yürütülebilir. Özgürlüğü esas alan toplumsal güçlerin tahakkümle ilişkili olmak değil, karşı olmak gibi temel bir görevi olduğundan, devlet dışı politika olarak demokratizme odaklanmaları gayet anlaşılırdır. Demokrasi tanımlamamızı devletin bir burjuva örtüsü olarak demokrasiden ayırt ediyoruz. Daha Atina ve hatta ilk Sümer site demokrasilerinden beri gerçek demokrasiyle devletin birbirlerinin uzantısı olamayacağını, birinin çoğalmasının diğerinin azalması olduğunu, birinin bitmesinin diğerinin tam zaferi olduğunu iyice ayırt etmek gerekir. ABD ve ortaklarının dayattıkları demokrasi, yoğun askeri-iktidar aygıtına dayalı çok sınırlı bir çevrenin burjuva-feodal demokrasisidir. Toplumsal özgürlük güçleri ise, asgari bir toplumu savunma gücüne dayansalar da daha çok demokratik politikayı temel çalışma sayarlar. Demokratik politika ise, tahakküm altındaki tüm toplumsal birey ve grupların eğitim, örgütlenme ve eylem -politik, hukuki, ekonomik amaçlı gösteri, miting, protesto, ayaklanma ve savaş (koşullar zorunlu kılarsa)- faaliyetlerini kapsar. Bu faaliyetler ya günlük yürütme çalışmalarıdır ya sıradan reform, değişim çalışmalarıdır. Daha niteliksel değişim içeriyorsa devrimsel çalışmalardır. Hakim sistemin iktidar ve demokrasi çalışması ne denli yoğunlaşırsa, özgürlük güçlerinin demokrasi çalışması da o denli iç içe ve bazen karşı karşıya kalınarak yürütülür.

DEVRİMLERİN HATALARI

Tarihte İngiliz, Fransız ve Rus Devrimlerinin içine girdikleri hataları yapmamak çok önemlidir. O da her iki tarafın demokratik çalışmalarının ne birbirini inkâr ve yok etmek, ne de birbirlerinin içinde erimek gibi bir faciaya, büyük tarihsel bir yanlışlığa -zoraki doğruluk da denebilir- düşmemeye büyük özen göstermek gerekir. İki demokrasi arasında hem ilişki hem çelişki olabilir. Yine iç içe bir arada olabilecekleri gibi karşı karşıya da olabilirler. Esas olan, inkârcı ve yok etme eğilimiyle iç içe eriyerek tekleşme tehlikesine düşmemektir. Bir aradalığın ve karşı karşıya olmanın kural ve koşullarını, ilke ve esaslarını çok iyi belirlemek gerekir. Tekleştirme demokrasilerde her zaman tehlikelidir. Ardından demokratik inkârı getirir. Her grubun içte ve dışta kendine özgü demokratik seçeneğine özen göstermek demokratik dehanın üstün yanıdır. Tersi Eflatonik filozof kralla mitolojik tanrısal-kral politikasıdır; faşizmin, totalitarizmin, hiyerarşinin, despotizm ve her tür diktatörlüğün politikasıdır. Sonuçta tüm tahakkümcü sistemlerin antidemokratizmidir.

ORTADOĞU'DA DEMOKRASİNİN NİTELİĞİ

Ortadoğu’da gelişecek demokrasinin karma bir nitelikte olması güçlü bir olasılıktır. Hem burjuva-feodal, hem toplumsal emekçi sınıfların, grupların taleplerini iç içe içermesi söz konusudur. Tek başına burjuva demokrasisi dönemi geçmiştir. Zaten hiçbir zaman saf haliyle uygulanmamıştır. Tek başına toplumsal halk güçlerinin demokrasisi de yalnız başına uygulanmamıştır. Tabii bu tanımlar toplumsal-halkçı demokrasilerle burjuva demokrasilerinin ayrı ayrı hiç olmayacağı anlamına gelmez. Her halk grubu kendi demokrasisini yoğun yaşar, yaşamalıdır. Ne kadar kendi öz demokrasisini içselleştirirse, diğer grup ve sınıflarla ortak bir demokrasiyi de o denli daha ilkeli ve tecrübeli yürütebilir, değiştirebilir, dönüştürebilir.

Bu çözümlemenin ışığında Ortadoğu’da toplumsal olgularla demokrasi arasındaki ilişkiyi daha yakından görelim. Devletin demokratikleştirilmesi kavramının doğru bir kavram olmadığını gördük. Doğru olan devletin demokrasiye duyarlı olmasıdır. Duyarlılık demokratik zihniyeti, yapılanmayı ve uygulamalarını kabul etmektir. Denilebilir ki, devletin gücünü ve büyüklüğünü bu durum sınırlar. Doğrudur. Zaten demokrasinin varlığı devletin sınırlandırılması ve küçültülmesidir. Demokrasinin etkin işlediği ülkelerde devlet zorunlu ‘genel güvenlik’ ve aynı nitelikte ortak kamusal alandaki ihtiyaçların örgütlenmesi ve kurumlaştırılması biçiminde yeniden tanımlanmak durumundadır. Demokrasilerde klasik tahakkümcü devlet olamaz. Devletle demokrasi bu temel çerçevede ancak birlikte bulunabilir. Mevcut çağ koşullarında ne tümüyle klasik devlet ne tümüyle demokratik yönetim olanakları vardır. Bu anlamda çağımız da devletten demokrasiye geçiş çağıdır diyoruz. Geçiş çağlarında genellikle geçmişle gelecekteki temel kurumlar bir arada yaşarlar. Feodalizmle kapitalizmin iç içe yaşadığı dönemler gibi.

Ortadoğu somutunda demokrasinin gelişimi oldukça sınırlıdır. Fikri ve refleksleri henüz tam uyanmamıştır. Grupların derin özlemi olmakla birlikte, binlerce yıllık ceberut devlet çok sert bastırmalarla bu özlemleri uykuya yatırmıştır. Zaman zaman patlamalar, asilikler halinde kendini gösterse de devletin acımasız despotik karakteri tekrar tekrar bu özlemleri yerin dibine gömdürür. Fakat çağ gerçekliği ile bu devlet yapısının köklü bir çelişki içine girmesi demokratik, özgür ve eşitçi özlemleri uyandırmaktadır. 20. yüzyıl bu yönlü gelişmenin işaretleriyle dolu geçti. 21. yüzyılda ise özlemden gerçekleştirmeye doğru bir gelişme güçlü bir olasılık olarak belirmektedir. En geriden seyreden coğrafya Arap ülkeleridir. Dinsel ve etnik yapının devlete bağımlı kılınması, üst tabakasının devletçi karakterinin çıkar temelinde güçlü bağlarla bağlanması, demokratik refleksin uyanmasını ve harekete geçmesini zorlamaktadır. Dıştan müdahaleye ihtiyaç duyulmaktadır.

ARAP-İSRAİL ÇATIŞMASI NASIL ÇÖZÜLÜR?

İsrail’in Arap bağrında gelişmesi şimdiye kadar Arap milliyetçiliğini ve dinciliği güçlendirmişse de artık tersine bir etkiye yol açmanın ağzına gelip dayanmıştır. Kronik Arap-İsrail çatışmasının milliyetçilik ve dincilikle çözümlenemeyeceği dünyaca da iyice anlaşılmıştır. Milliyetçi ve dinci liderliğin aşılması, demokratik önderler grubunun ortaya çıkması ancak mevcut kilitlenmeyi açabilir. Hem iç hem dış koşullar Kıbrıs örneğinde görüldüğü gibi demokratik çözüm yönlü eğilime güçlü olanak tanımaktadır. Bunun için Büyük Ortadoğu Projesi daha somut planlarla devreye girmektedir. Özellikle Suudi Arabistan ve Mısır’ın demokratikleşmesi önemli görülmektedir. Diğer küçük Arap devletleri Irak’tan ders almışçasına demokrasiye ilgi duymak durumunda kalmıştır. Dıştan dünya kamuoyu, içten binlerce yıldır bastırılıp saptırılan komünal toplum ve demokratik duruş özlemleri uykudan uyanmak üzeredir. Despotik Arap devletinin bu iki olguya uzun süre direnmesi ve demokrasiye alan tanımaması beklenemez. Krallık ve cumhuriyet unvanını taşımış olmaları, demokratikleşme açısından fazla önem arz etmez. İkisi de despotizme eğilimlidir. Önemli olan demokrasiye duyarlı olmaları ve devletin sınırlandırılmasına ve küçülmesine açılmalarıdır.

ABD ÖLÇÜLERİNDE DEMOKRASİ

Geleneksel denge sistemlerine bağlı bu devletlerin varlığı 1990 sonrasında güçleşmiştir. ABD’nin bölgedeki hegemonik varlığı onları daha çok eyalet statüsüne zorlayacaktır. ABD ölçülerinde bir demokrasiye yönelmeleri devlet olarak yaşamaları için güçlü bir olasılıktır. ABD ve daha önceleri İngiltere, Fransa ve hatta Osmanlılara dayalı blok iktidarlarını önümüzdeki dönemde sürdürmeleri her geçen gün daha da zorlaşacaktır. Zaten Büyük Ortadoğu Projesi bu zorluktan kaynaklanmaktadır. Demokratik yapılanmalar her ülke sınırlarında değişiklik gösterse de benzerlikleri de olacaktır. İnsan hakları, sivil toplum örgütleri, seçimler, çok partililik, medyada farklılaşma, parlamentoların güçlendirilmesi, bireyselleşmenin gelişmesi ortak gelişmeler olarak gündemi giderek işgal edecektir. Anayasal ve yasal etkinliklerde de gelişmeler beklenir. Gelişecek demokrasi ne tam burjuva-feodal ne de halk demokrasisi biçiminde olacaktır. Devlet karşısında sınırlı, ama toplumu giderek kapsayacak etkinlikler biçiminde açılımlar gösterebilir.

SURİYE İKİNCİ IRAK OLABİLİR

Arabistan sahasında İsrail ve Suriye iki stratejik öğe olarak demokratikleşme açısından daha çok önemlidir. İsrail’in oldukça oturmuş bir demokrasisi vardır. Bu İsrail için zayıflık değil, güçlü olmanın önemli bir etkenidir. Aynı şeyi Suriye için söylemek zordur. Suriye ciddi bir yol ağzındadır. Ciddi reformlarla demokratikleşmede adımlarını hızlandırıp İsrail ile sorunlarını çözemezse, ikinci bir Irak durumuna düşebilir. Demokratikleşme ve İsrail’le barış, Suriye’deki rejimin zora başvurmaksızın dönüşümünü sağlayabilir. Güçlü aydınların varlığı, farklı etnik ve mezhep yapısı, orta ve yoksul sınıfları ortaklaşa bir demokraside daha verimli bir gelişme sürecini sağlayabilirler. Suriye Kürtlerinin rolü Irak Kürtleri gibi değil de liberal demokratik dönüşümün bir olanağı olmaya daha yatkındır. Bunu devletin duyarlı yaklaşımı belirleyecektir. Kuzey Afrika’da Berberiler benzer bir rolü oynayabilir.

IRAK'TAKİ GELİŞMELER ÇOK ÖNEMLİ

Irak daha çok Arapların ve hatta Ortadoğu’nun demokrasi laboratuvarı olmaya adaydır. Hemen hemen bölgedeki tüm etnik, dini, mezhebi, siyasi, sosyal olguları bağrında toplaması bu laboratuvar olma özelliğini pekiştirmektedir. ABD ve ortaklarının giderek derinleşecek çabalarıyla alttan çeşitli etnik, mezhebi ve sosyal grupların artan demokratikleşme inisiyatifleri, bu ülkeyi demokrasi açısından stratejik bir konuma getirmektedir. Zengin bir tarih ve petrol doğru kullanılırsa, demokrasi için de bir fırsat olabilir. Kürtlerin demokratik federalizmi dayatması, varlıklarının ötesinde bölge çapında önemli sonuçlara yol açacaktır. Demokratik Irak Federasyonu ileride daha da kendini duyuracak Demokratik Ortadoğu Federasyonunun prototipi olabilir. Bu nedenle gelişmeler çok önem taşımaktadır. Irak’taki çözümler Ortadoğu çapında genelleşebilir.

İRAN'DA DEVLET GELENEĞİ ZORLANIYOR

İran’da demokratikleşme giderek güncelleşmektedir. Klasik devletin güçlü geleneği artık çağla uyumunu sürdürmekte gittikçe zorlanmaktadır. İran halkında demokratik heyecan ve özlemler yoğunlaşmaktadır. Irak’tan sonra demokratik federalizm İran için de gündemleşebilir. İran’ın bölünmekten çok federalizme yatkınlığı daha güçlüdür. 2500 yıllık devlet geleneğinde de federalizme benzer öğeler hakimdir. Halkın yoğunlaşan özlemleri ile çağdaş bir federalizm bütünleşirse, İran bölgenin en güçlü demokratik federasyonu olabilir. Bir nevi ikinci Rusya gibi olur. ABD’nin artan baskıları karşısında Saddamvari bir direniş yerine, demokratik federalizme doğru bir kayma İran için gerçek ve kalıcı bir seçenek olabilir. Dinin aşırı siyasallaşması demokratikleşmeyi olumsuz etkilemektedir. Dinsel ideolojinin etkinliği giderek ters tepebilir. İran kültürü demokratikleşmeye daha yatkındır. Tarihsel direniş gelenekleri, Zerdüşt’ten Mazdek’e, Babek’ten Hasan Sabah’a kadar birçok tarihi şahsiyet daha çok demokrasi kültürüne altyapı oluşturur.

Yakın dönemdeki çok renkli muhalefet deneyimi hastalıklarından arınarak tutarlı bir demokratizmi geliştirebilir. İletişim teknolojisi süreci hızlandırabilir. Eğer yönetim gerekli esnekliği gösterirse, İspanya benzeri bir demokratikleşme İran için de somutlaşabilir.

PAKİSTAN MODELİ DÖNÜŞMELİ

Pakistan’da dinin rolü daha olumsuzdur. Anti-Hintçiliğin ve aşiretçiliğin beslediği dincilik devleti de toplumu da adeta tutsak almıştır. Fakat ABD’nin dinden desteğini çekmesi ve Afganistan deneyimi dinsel örgüyü zayıflatıp seküler bir demokrasiyi geliştirebilir. Başka türlü Hindistan ve İran’la, Afganistan’la baş edemez. Pakistan modeli hızla dönüşmesi gereken bir modeldir. Afganistan deneyimi tüm Orta Asya için Irak benzeri bir prototip olabilir. Orta Asya’yı en çok değişime zorlayacak etken Afganistan’daki demokratikleşme deneyimi olacaktır. Türki Cumhuriyetlerin demokratikleşmesi Rusya’ya daha yakındır. Fakat çevresi daha özgün gelişmelere yol açabilir.

YENİ DÖNEM ÇAĞDIŞI YÖNETİMLERİ KALDIRMAZ

Ortadoğu’nun politik yapılanması parçalanmış zihniyet ve devletlerden ötürü AB türü bir gelişmeye kolay yönelmese de tarihsel zemin ortaklaşmayı daha rasyonel kılmaktadır. İslam Konferansı pek işlevsel değildir. Demokratik Ortadoğu Federasyonu idealize edilebilir. ABD ve ortaklarının demokratikleşmeyi çıkarlarına daha uygun bulmaları bu yönlü gelişmelerin şansını artırmaktadır. 1990 öncesinde esas desteklenen güçler antidemokratik despotik güçler iken, yeni dönem tersini gündemleştirmektedir. Çağın demokrasiye doğru ivme kazanması, bölgenin daha uzun süre çağdışı devlet yapılanmalarıyla yönetilmesini kaldıramaz. Sovyet-ABD dengesine dayanan son 50-60 yıllık ulus-devlet olguları artık küreselleşmenin tahammül gösteremeyeceği verimsiz ve çözümsüz modellerdir. Sistem kadar alttaki halk gruplarını dinleyebilen ve buna göre demokrasiye duyarlı, küçülmüş ve sınırlandırılmış devlet gerçeği güçlü bir olasılıktır. Ortadoğu’nun demokratik uygarlık çağına geçişi bu etkenler nedeniyle dünyanın dönüşümünde de önemli katkılar yapabilecektir.

Ortadoğu’nun yakın dönem somutlaşması olarak bu öngörüler açık ki halkın demokratik ve komünal sistemi açısından ideal olanı vermemektedir; bir dönemlerin sosyalist ütopyası gibi ideal kalmaktadır. Ama daha gerçekçi bir idealdir. Mühim olan, toplumsal özgürlük ve eşitlik davasında olanların kendi ilkeli tutumlarını devlet odaklı çözümlere -aslında çözümsüzlüklere- kurban etmemeleridir. Bu ilkeli tutumu reel sosyalizm, ulusal kurtuluşçu ve sosyal demokratların yaptığı gibi tavizler karşılığında terk etmemeleridir. Demokraside ısrar derinlik, özgürlük ve eşitlik için en emin yoldur. Lenin’in dediği gibi, çok geç de olsa ancak bu yaklaşımla yani en geniş ve soluklu demokratikleşmeyle sağlanabilecektir.

Aslında dünya çapında tıkanmış milliyetçiliğin yol açtığı kördüğümlerin en acımasızı Kudüs’e atılmıştır. Bu kutsal şehir adeta milliyetçiliğin, daha önceki kabileciliğin lanetini taşımaktadır. Halbuki adı kutsallık ve selam, barış diyarı anlamına gelmektedir. Tek tanrılı dinlerin babalığında Yahudiliğin rolü milliyetçiliğin doğuşunda da geçerlidir. İkisinin de en çok kurbanları kendileri olmuştur. Bununla birlikte uygarlıklar arasında yaşadıkları deneyim Yahudilerin bilim, sanat ve ekonomi alanında güçlü değerler yetiştirmelerine yol açmıştır. Kutsal kitapların yazımından tutalım, çağdaş birçok bilim, sanat adamı ve eserleri Yahudiler arasından çıkmıştır. Maddi ve manevi olarak büyük bir güce erişmişlerdir. Adeta tüm ideolojileri ve temel kurumları parmaklarında oynatmaktadırlar.

Araplar ise, Semitiklerin en son çöl grupları olarak geri kalmışlardır. Ama tüm yarımadaya dağılmış olmaları ve Kuzey Afrika’ya yayılmaları, en azından coğrafi açıdan nicel bir zenginliğe ve güce ulaşmalarına yol açmıştır. Bu durumda iki Semitik kökenli grup dünya çapında karşı karşıya olma durumuna düşmüştür. Kendi yarattıkları din ve milliyetçiliğin kurbanı olmuşlardır. Yarattıkları canavarlar kendilerini yutmaya başlamıştır. Dolayısıyla dine ve milliyetçiliğe dayalı yaklaşımlarını aşmaları tek çözüm yoludur. Ortadoğu’da çok daha önemli ve olumlu rol oynayabilecek bu iki grubun demokratik uygarlık ölçütlerinde anlaşmaları gerekir. Milliyetçi ve dinsel bölünme yerine, esnek bir federasyonlaşma tek çıkış yolu gibidir. Kültürel varlıklara özgürlükle birlikte serbest pazar ekonomi düzeni altında bir Arap-İsrail federasyonu uzun vadeli olarak programlanmak durumundadır. Kaldı ki federasyon, 23 devletçiğe bölünmüş tüm Araplar için de kaçınılmaz yoldur. Mevcut Arap Birliği fazla işlevsel değildir. Bir İsrail-Filistin Demokratik Federasyonu tüm Arapları da aynı çatı altında birleşmeye zorlar. Bazı gerici çevrelerin dışında, tüm Ortadoğu bölgesinin bu federasyondan büyük yarar göreceği açıktır. 21. yüzyılda Arap-İsrail ilişkilerinin demokratik federasyon altında çözüme gitmesi kaçınılmaz görünmektedir. İsrail’in dünya çapında demokrasi deneyimi, Arapları demokratikleştirmede tarihsel bir rol oynayabilir.

LAİKLİK UYGULAMASI KAÇINILMAZ

Ayrıca bu demokratikleşmenin ayrılmaz bir parçası olan derinliğine bir laiklik uygulaması da kaçınılmazdır. Bin yıllardır din adına yürütülen tahribat ve gericilik, artık kapsamlı bir dini reformla aşılmak zorundadır. Dinde reformla birlikte laikliğin başarısı demokratikleşmeye hem güç verecek hem de güç alacaktır. Yine milliyetçilik ideolojisinin de aşılması gerekir. Bu iki alanda çatışmaları körükleyen ideolojiler aşılınca, geriye bilime dayalı özgürlük ve adil birlik felsefeleri geçerlilik kazanır. Demokratik uygarlığın temelindeki bu felsefi anlayışlar temel hoşgörü ve barışı getireceklerdir. Bu durum da Arap-İsrail çatışması yerine, Arap-İsrail uzlaşmasına ve demokratik birliğine götürür ki, bu gelişme Ortadoğu ve dünya çapında etkiye yol açacaktır.

ARAP-İSRAİL UZLAŞMASI

Arap-İsrail uzlaşması Ortadoğu’da barış ve demokratik birlik yolunda dev bir adım olacaktır. Avrupa demokratik uygarlığının Ortadoğu’dan beslenecek antitezi bu uzlaşmayla büyük güç kazanacak ve dünyaya yönelik olarak da zincirleme etkileri olacaktır. Ortadoğu’nun demokratik federasyon temelinde yükselecek yeni dönemi, bir kez daha tarihine yaraşır bir uygarlık sürecine ve demokratik uygarlığın sentezine doğru yol almasına en büyük katkıyı yapacaktır. Arap-İsrail uzlaşmasının tarihsel sonuçları gerçekten önemlidir. Bu, bölgenin diğer çelişkilerinin çözümünü de hızlandıracak, demokratik çözüme doğru zorlayacaktır. Şimdiden dahi etkisi görülen bu yönlü gelişme hakim bir karakter kazanacaktır. Şimdiki çatışmalı sürecin derin bir anlaşmazlık ve anlamsızlık içinde uzun sürmesi artık beklenemez. Ne yerel ne bölgesel, ne de uluslararası koşullar bu duruma fazla tahammül edemez.

21. yüzyılda esasta Araplar arasında, Arap-İsrail sorununda ve tüm bölgede demokratikleşmeye dayalı bir barışın ekonomik ve siyasal yükselişe geçmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu temelde güç kazanacak olan Ortadoğu’nun dünya çapında tarihine yaraşır gelişmeleri doğurması, demokratik uygarlığı yeni sentezlere doğru evrimleştirmesi olanak dahiline girecektir.

İRAN UYGARLIĞININ ÖNEMİ

Ortadoğu’nun İran uygarlık sahası, tarihinden kalma özgünlüğünde direnmektedir. İran, Doğu-Batı uygarlığının ayrım hattında oynadığı rolü, bugün İslam kültürünü demokratikleştirme deneyimiyle sürdürmek istemektedir. İran sahasının bu reformcu karakteri tarihin en eski dönemlerine kadar uzanmaktadır. Sümerlerin sert köleciliğini yumuşatan, İran uygarlığıdır. Zerdüşt geleneği ve Pers yükselişi aslında kölecilikte reformculuğun, dönemine göre bir nevi demokratikleşmenin zaferidir. Asya’nın uygarlaşmasında İran’ın rolü çok önemlidir. Feodal İslam uygarlığını daha ilk karşılayışta reforma uğratmıştır. İran Şialığı İslam’ın olumlu yönde ilk reformasyonudur. Daha önceleri Mani ve Mazdek, köleci Sasani sistemini reformize etmek istemişlerdi. Babek, Abbasi Sünniciliğine karşı yine bir halk önderi konumundadır. Emevileri yıkan İran etkisidir. Abbasileri yumuşatan yine İran’dan gelen etkilerdir. Osmanlıların katı Sünniciliğine, feodal merkezi gericiliğine karşı İran-Safevi uygarlığı halka daha yakındır, Alevilik destekçisidir.

19. yüzyıl reformculuğunda İran’ın rolü sürmeye devam eder. 20. yüzyılın son büyük devrimi İran’a nasip olur. İlginç olan bu devrim, aslında bir Ortadoğu devrimi olarak kolay kolay söneceğe benzemez. Dıştan demokratik uygarlığın etkisi tarihten sürüp gelen reformcu karakterleriyle birleşince, İslami tutuculuğun İran İslam Devrimi adı altında çözülmesi kaçınılmaz görünmektedir. İran İslam Devrimi ya kendi kendini yok edecek ya da İslamiyet adı altında Ortadoğu tutuculuğuyla hesaplaşarak bu sorunun köklü çözümünü zorlayacaktır. Bu nedenle İran İslam Devriminin sonuçları kolay kolay ortadan kalkmaz. Mevcut durum bir geçiş aşamasıdır. Ya kendi içinde daha da tutuculaşacaktır -ki, kitlenin buna tahammülü son derece zordur-, ya da reformun nihai sonuç aşamasına girmesi gerekecektir. Bundan da Ortadoğu çapında bir İslami demokratik dalgaya yol açması kaçınılmaz olacaktır. Nasıl Batıdan İsrail kapitalizmin demokratizmiyle Arap feodalizmini ve milliyetçiliğini zorlayıp demokratikleşmeye çekiyorsa, Doğudan da İran bizzat İslam’ın içinden bir demokratikleşmeyle aynı işlevi sürdürmeye çalışmaktadır.

Bir nevi Arap ağırlıklı İslam feodalizmi iki kıskaç altına alınmış gibidir. Feodal ve antidemokratik İslam’ın uzun sürmesi beklenemez. İran’ın bu geçiş durumu fazla uzun süremez. Tutuculuğa yönelirse, içerideki milliyetçilik ve reformculuk tarafından parçalanacaktır. Tam demokratizme doğru bir dönüşümü başarırsa, Demokratik Federatif İran Birliği Ortadoğu’yu etkileyen en güçlü modellerden biri haline gelecek; İran Demokratik İslam Cumhuriyeti Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin güçlü kaldıraçlarından biri olacaktır. Bu alternatif uygarlığının tarihsel temeliyle daha güçlü bir bağ kuracağı gibi, çağdaş demokratik uygarlıkla da sorunu daha uzlaşmacı ve barış içinde çözebilecektir. Her iki durumda İran somutunda bir antitezin gelişmesi güç kazanabilir. İran'ın kendisi uygarlık rolüyle hep tanışık olduğu için, yine benzer bir role soyunmak zorundadır. İran hem Orta Asya ve Kafkasya hem de tüm Ortadoğu üzerinde etkisiz kalamaz. Bunu da ancak köklü bir demokratik İslami çözüm yaratarak sağlamak isteyecektir. Bunu başarıp başaramayacağı tartışılabilir. Başarısızlık halinde gittikçe tutuculaşan bir sistem ortaya çıkar ve bunun da sonucu parçalanmadır. Fakat milliyetçiliğin köklü bir şekilde parçalanması beklenemez. İran'ın kaderinde daha çok çağdaş bir federatif demokratik birlik diğer alternatif olarak gözükmektedir. Eğer demokratik İran gerçekleşmezse, uzun vadede gerçekleşecek olan, çağdaş ve dini örtüye ihtiyaç duymayan Demokratik İran Federasyonudur. Uzun vadede bu seçenek güçlü bir olasılıktır.

İran, tarihi boyunca da bir federasyon niteliğindedir. Halen dört büyük eyalete bölünmüştür. Dolayısıyla Demokratik İran Federasyonu çok zor bir süreç olmayacaktır. Belki de İran Ortadoğu'da federasyona en erken geçen ülkelerden biri olabilir. Aslında şimdi de kısmen yaşanan federasyon daha açık ve anayasal bir hale gelebilir. 

21. yüzyılda Ortadoğu'da yükselecek gelişmelerde İran'daki gelişmelerin temel belirleyici güçlerden biri olacağı rahatlıkla söylenebilir. Ortadoğu'nun Avrupa uygarlığı karşısında oluşturacağı antitezde İran üçüncü büyük köşe taşıdır. Birincisi İsrail ve ikincisi Araplar ise, üçüncüsünün İran olması hem tarihsel hem coğrafi hem de güncel altüst oluşuyla kaçınılmaz olmaktadır. Ortadoğu antitezinin İran'la kazanacağı ağırlık büyük bir güç teşkil edecektir. İsrail bu antitezi tüm Batı uygarlığında temsil ederken, Araplar Arabistan ve Afrika kıtasında, İran ise Asya kıtasında temsil edecektir. 21. yüzyılın Ortadoğu'sunda demokratik uygarlığın soluna oturacak antitez, tarihe yaraşır uygarlığın yeni sentezini doğurmada İran somutuyla doğurgan, renkli bir güç kazanacak, insanlığın yeni uygarlık umuduna tarihsel katkıyı yerine getirip pratiğinin başarılı adımlarına yol açacaktır. 

KÜRTLERİN KONUMU VE ROLÜ

Ortadoğu uygarlık tarihinde Kürtlerin ve Kürdistan’ın da kendine özgü bir konumunun olduğu, süreçlerin doğru anlaşılması için bu halkın rolünün tanımlanması gerektiği gerek günümüzdeki gelişmeler açısından gerek tarih deşildikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Yerleştiği coğrafyası, bitki ve hayvan kültürü nedeniyle Kürdistan’ın dünyada ilk defa neolitik çağa beşiklik ettiği kesindir. Kürdistan tarım ve köy devriminin gerçekleştiği sahadır. MÖ 11 bin yılına kadar eskiye dayanan bir yerleşik kültüre sahip olduğu, bundan daha eski bir tarihin dünyanın hiçbir yerinde bulunmadığı arkeolojik kalıntılardan kanıtlanmaktadır. Neolitik çağı yaratan halkın adlandırılmasının yazılı kaynaklarını Sümerlere borçluyuz.

Günümüzde Kürtler Ortadoğu'nun en ezilmiş halkı olarak tutunmaya çalışmaktadır. Çok parçalanmışlık ile feodal ve aşiretsel düzen, geri kalmalarının hem nedeni hem sonucu olmuştur. Bu iç ve dış kıskaçlardan bir türlü kurtulmayı başaramamışlardır. Gerek din gerek milliyetçilik ideolojileri, komşu uluslar gibi siyasal gelişmelerinde olumlu rol oynamamıştır. İslam dini ve milliyetçilik Araplar, Farslar ve Türkleri milliyet ve ulus olarak güçlendirip devletleştirirken, Kürtlerin asimilasyonunda ve ezilmelerinde temel rol oynamıştır. Kürtler ne feodal İslam dinini ne de kapitalist milliyetçi ideolojiyi kendileri için bir milli kılavuz haline getirebilmişler, yapılan denemeler de marjinal olmaktan öteye sonuç vermemiştir. Yoksul bir halk olarak yaşamakta olup uygarlıkların ihanetine en çok uğrayan halk durumundadır. Milli ve sosyal yöndeki zayıflık, feodal değerler ve aşiretçilikle sürekli beslenmektedir. Daha üst milli ve sosyal statülere yükselememektedirler. 

Bu kısa tanımlamalar, tarih ve güncellik itibariyle Kürtlerin tek çarelerinin demokratikleşme olduğunu ortaya koymaktadır. Dinin ve milliyetçiliğin genelde aşılmakta oluşu, aşiretçilikle feodalizmin hızla çöküşü, Kürtlerin demokratik kurtuluş şanslarını artıran temel olgulardır. Dünya çapında yükselen demokratik uygarlık kriterleri bu süreci daha da etkilemektedir. Irak'ın dünya tarafından demokratikleşmek zorunda bırakılması, İran'ın demokratik İslamcılığı, Türkiye'nin çağdaş demokratik dönüşümü kendilerini çevreleyen çemberin aleyhte değil, lehte rol oynamasına imkân vermektedir. Bütün bu iç ve dış önemli dönüşümler, Kürtlerin ilk defa demokrasi kriterleriyle sorunlarına çözüm bulma olanağını vermektedir. Aynı biçimde kendileri de komşuları için bir isyan ve parçalama öğesi değil, demokratikleşme temelinde sağlam birliğin garantisi durumuna gelmişlerdir. Diyalektik süreç her iki kesim için demokratikleşme yönünde hızlandıkça, Kürt sorununun çözüm yoluna girmesi kaçınılmazdır. Bu yol da isyan ve parçalama yolu değil, tersine barış ve demokratik uzlaşma yoludur. Tarihte ilk defa bu doğrultuda birlikte yaşadığı tüm halklarla demokratikleşme adımlarında birlikte yürüme ve başarma şansını yakalamıştır. 

Tarih Kürt halkına tarihin bu döneminde eşsiz bir rol yüklemiş bulunmaktadır. Parçalanmış sınırlar arasında kalmak bir avantaj konumuna gelmiştir. Milliyetçiliğin zehirlediği bir halk haline gelmemiş olmak bir kazanım durumuna yükselmiştir. Kendini demokratikleştiren Kürt halkı, içinde yaşadığı ülkeyi ve halkını da demokratik çözüme zorlayacaktır. Eskiden Kürt hareketi parçalanmanın ve dış oyunların aracı gibi görülürdü. Şimdi tersine barışın, özgürlüğün ve kardeşliğin bir güvencesi durumuna gelmiştir. Ülkenin daha güçlü bütünlük etkeni, devletin kalıcı birlik temeli haline gelmiştir. Kürt halkının olduğu her yerde ve devlet içinde daha onurlu, özgürlüğe dayalı, demokratik normların işlediği bir gelişme akla gelecektir. Kürtlerin alınyazısı artık cehalet, isyan, bastırılma ve katliam değil, demokratik bilinç, gelişmiş sivil toplum ve özgür birliktelik olacaktır.

Kürtler bu tarihi misyonlarıyla İran'da ya Demokratik İslam Cumhuriyeti ya da daha çağdaş Demokratik İran Federasyonu altında en sağlam demokratikleşme adımlarının sahibi olacaklardır. Irak'ta demokratik federe konumlarıyla ya Demokratik Irak ya da Demokratik Irak Federasyonunun temel güvencesi olacaklardır. Türkiye'de tutarlı ve tam demokrasi yolunda en kararlı adımların sahipleri olarak demokratik ve laik cumhuriyetin zaferinde en temel rollerden birini oynayacaklardır. Demokratik Suriye'nin yaratılmasındaki rolleri de asla küçümsenemez. Açık ki, Kürtlerin bu rollerini başarıyla oynamaları, Demokratik Ortadoğu Federasyonu yolunda da bir güvencedir. Kürtler Ortadoğu’yu demokratikleştiren ve barışa çeken temel halk gücü olacaklardır. Tarihin yükümlediği bu rolü oynamak artık Kürtlerin demokratikleşme görevlerine bilinçli, örgütlü ve gerçek stratejik önderliğe layık biçimde hareket etmeleriyle başarıya gidecektir.

ORTADOĞU, TARİHİNİN UZAĞINDA KALDI

Bu çözümlemeler temelinde Ortadoğu’ya bir bütün olarak baktığımızda, dünyanın birçok bölgesinden daha geride bulunduğu gözlenmektedir. Ortadoğu büyük tarihi geçmişinin çok uzağında seyretmektedir. Bu tarihten habersizdir ve ona layık olmanın yanına bile varmış değildir. Ne tam Avrupa uygarlık değerlerine ne de Ortadoğu'nun köklerine dayanan, teslimiyete yakın bir özümsenme ve sahte bir bağımsızlık çizgisiyle çıkarlarını örgütlemiş marjinal gruplar tarafından yönetilmektedir. İstisnai olarak tarihe yaraşır bazı önderlikler çıkmış da olsa, bunlar genel yapıyı zorlamaktan uzak kalmışlardır. Rönesans’ı ve aydınlanmayı bir bütünlük içinde gerçekleştiremeyen Ortadoğu'nun bu tabloyu bozması zordur. Ama tüm dünya bölgesel ve uluslararası birliğe giderken, Ortadoğu’nun kendi içinde bu kadar ortak bir stratejiden ve birlik adımlarından uzak durması hiçbir ülke ve halkın çıkarına olamaz. Ortadoğu'nun birbirine çok yakın, adeta bir federasyon hükmünde olan tarihi de bu dağınıklığı kaldırmaz. Çoğu tarihsel ülkelerin iç ve bölgesel koşulları giderek daha çok Demokratik Ortadoğu’ya zorlamaktadır.

ABD-AB hegemonyasında yürütülen yeni Ortadoğu savaşları nasıl sonuçlanabilir? Daha da yaygınlaşıp yoğunlaşacaklar mı? Hegemon güçler bölgeyi terk edebilirler mi? Ederlerse veya etmezlerse neleri beklemek gerekir? Açık ki, bu temel sorulara net ve kesin cevaplar verilemez. Ama farklı bir tarihsel aşamayla karşı karşıya olduğumuz kesindir. Savunmamda bu aşamaya kadarki toplumsal doğa, uygarlık, modernite ve Ortadoğu denilen jeokültüre ilişkin bir çözümleme taslağını sundum. Bundan sonraki bölüm kriz ve savaştan çıkış için olası çözüm modeli üzerinde yoğunlaşmak olacaktır.