Ortadoğu'nun sorun ve çözümleri -1

Öcalan: Ortadoğu uygarlığı dönüşüm için kolay yabancı aşı kabul etmez; biraz da yaşlanmış bir ağacın aşı kaldıramaması gibi. Yeni için ya eski ağacı tümüyle devireceksin ya da bir aşı türü bulacaksın. Her ikisi de olmuyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, savunmalarında bölgede yaşanan sorunların temel nedenleri, sorunların ağırlığından ötürü yaşanan kaos ve krizli durumdan çıkışın projelerini sundu.

BUNALIM VE SORUNLARIN ÜÇ AŞAMASI

Kürt Halk Önderi Öcalan'ın bölgede yaşanan sorunlarına ilişkin tespit ve değerlendirmeleri şöyle oldu:

"Ortadoğu toplumunda bunalım ve sorunları üç aşamada özetlemek mümkündür. Birinci aşama, M.Ö. 3500’lerde kendini iyice belli eden hanedan, hiyerarşi, kent, iktidar, devlet ve sınıf olguları etrafında gelişen merkezî uygarlık sisteminin yükselişidir. Bu sistem toplumsal sorunların kaynağıdır. Bu sürece dıştan kabile sistemiyle, içten İbrahimi ve Zerdüştik dinsel sistemlerle yanıt verilmeye çalışılmıştır. İkinci aşama, İslami uygarlıkla son çıkışını yapan merkezî uygarlık sisteminin biriken sorunlarına karşı 1200’lere doğru geliştirdiği Rönesans girişimlerini tam başarmaması, öncülüğü İtalyan Yarımadasında çıkış yapan kent uygarlığına kaptırmasıyla bunalım ve sorunlarının daha da derinleştiği bir sürece girmesidir.

Günümüze doğru ‘Şark Sorunu’ adı altında yaşanan üçüncü aşama, Avrupa’nın merkezî uygarlık sisteminin hegemonyasını ele geçirmesi ve bölgeye yönelmesiyle birlikte 1800’lerden itibaren yaşanmaya başlanmıştır. Kapitalist moderniteye dayalı olarak gelişen geleneksel ve modernist çözüm arayışları ise, sorunların daha da ağırlaşmasıyla sonuçlanmış; kriz, soykırım ve intiharın eşiğine kadar varan olumsuzluklara yol açmıştır.

ORTADOĞU KÜLTÜRÜ, KAPİTALİZM VE İNŞA EDİLEN İSLAM

Kapitalizmin sistem olarak Ortadoğu kültürüne olumlu olarak yansıtacağı bir değeri yoktur. Bölge kapitalizmin benzerine binlerce yıl tanıklık etmiştir. Tarım, ticaret, para ve sanayi kapitalizmi bölgede yaşanmıştır ve en uzun tarihe sahiptir. Bölge kültüründe ahlaki ve politik toplum değerlendirmesi yapılmıştır. Sanayi devrimi belki bu kültüre bir katkı sunabilirdi. Ama onun da doğuşunda endüstriyalizm olarak ideolojik bir sunum kazanması, yıkım şeklinde bir tecelliye yol açtı. Endüstriyalizmin Ortadoğu kültüründe doğuracağı sonuç, zaten zor ayakta kalan çevrenin içinde bulunduğu olumsuz durumun daha da derinleşmesidir. Endüstriyalizm bölgede geliştiği ve yerleştiği günden beri zaten artan çölleşme, kıtlık, işsizlik ve kirlilik (havada, suda, karada) halinde tüm olumsuzluklarını yükselen bir tempoyla kusmaya devam etmektedir.

Bir gelenek olmaktan çok, son iki yüzyılın modernist bir olgusu olarak geliştirilen ‘yeni İslam’ı da ulus-devlet kapsamında değerlendirmek daha anlamlı olacaktır. Bu İslam’ın din geleneği olarak değil, milliyetçilik olarak inşa edildiğini kavramak kilit öneme sahiptir. Bölgesel milliyetçiliğin prototopidir ve oryantalizm damgalıdır. İslami yaşamla ilgisi olmayan oryantalistlerin icadıdır. Avrupa hegemonik güçlerinin bölgede yayılmalarıyla, özellikle Alman hegemonyacılığıyla yakından bağlantılıdır. Son dönemde Sovyet Rusya’sına karşı ABD hegemonyasıyla irtibatlıdır. İcat edilmiş siyasi İslam’ın tarihsel İslam kültürüyle ilgili olmadığını, İslam’ın bu türünün milliyetçilik olduğunu, amacının da kültürel direnişini parçalayıp bölgeyi güçten düşürmek olduğunu kavramak büyük önem taşır.

Son iki yüzyılın ulus-devlet oligarşilerini maskeleyen bir milliyetçilik ideolojisidir siyasi İslam. İran İslam Cumhuriyeti bu gerçekliği çok çarpıcı biçimde sunmaktadır. Şia İslam’ı baştan sona İran milliyetçiliğidir; İran imparatorluk geleneğinin hegemonik ideolojisidir. Fakat orijinal kültür olarak, tarih olarak İslam hem farklı hem de önemlidir. Bu gerçeklikteki İslam’ı çözümlemeden Ortadoğu kültürünü çözümlemek, ayrıştırmak ve bazı çözümlere konu teşkil edici kılmak mümkün değildir. Görev olarak çözümlenmeyi bekleyen muazzam bir kültür deryasıdır. Özellikle başta Hz. Muhammed olmak üzere, doğuşundan günümüze demokratik öğe olarak İslam’la iktidarcı öğe olarak İslam’ı ayrıştıran bir tarih, bu temelde halkların, yerel ve bölgesel varlıkların tarihi yeniden yazılmayı bekliyor. Toplumsal tarihin bu paradigmayla geliştirilmesinin günümüzü aydınlatıcı değeri yüksek ve kesindir. Aynı yorumlamalar Yahudilik, Hıristiyanlık ve Zerdüştilik (Maniheizm gibi sentezler de önemlidir) için de geliştirildikçe, Ortadoğu kültürü doğruya yakın çözümlenebilecek ve anlam zenginliğine yol açacaktır.

KÜRTLER KÜLTÜREL SOYKIRIMIN EŞİĞİNDE TUTULDU

Yahudilik sadece Filistin ve Araplarla ilgili bir kaos dinamiği değildir; çok yönlü özellikler taşıyan ve aydın yönü de gelişkin olan bir güçtür. Bunların yanı sıra, bölgede demokratik inşanın temel güçlerinden biri olarak da üzerinde önemle durmayı gerektirmektedir. Unutmayalım ki, aynı zamanda peygamberlik ve tek tanrılı din geleneğinin inşacı ve taşıyıcı güçlerinin de başında gelmektedir. Bölgenin en eski halkı olan Kürtler hep kültürel soykırımın eşiğinde tutulmuşlardır. Kürt halkının çıbanbaşı konumundan çıkmasına müsaade edilmemiş, elde hep böl-yönet politikasının sağlam kozu olarak tutulmuştur. İran kendi içinde hep gergin tutulup yönetilmeye çalışılmıştır. Bu yetmiyormuş gibi, son tahlilde her ikisi de güdümlü işbirlikçi olan laik ve dinci yaşam tarzlarıyla yaşadığı siyasi kaos daha da derinleştirilmiştir.

ABD VE RUSYA SADECE KRİZİ DERİNLEŞTİRİYOR

Dikkat edilirse, iktidar ve güç krizinde başta ABD, Rusya ve Almanya olmak üzere, diğer modernite temsilcilerinin rolünü pek irdelemedik. Bunun nedeni, modernitenin belirleyici rolünü öne çıkarmak kadar, ülke isimlerinin anlatıma pek güç katmamasıdır. Kaldı ki, bu tip güçlerin, özellikle ABD ve Rusya’nın İkinci Dünya Savaşından sonra artan müdahalelerinin iktidar krizini derinleştirmekten başka sonuç vermediği, günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır. Afganistan, Irak, İran, Suriye-Lübnan, İsrail-Filistin başta olmak üzere, diğer Ortadoğu ülkelerinde siyasi bunalımların vardığı düzey bu yaklaşımımızı doğrulamaktadır.

KAPİTALİST MODERNİTE NE YAPIYOR?

Şia-Sünni Çelişkisi: Kökenleri her ne kadar İslam uygarlığının (iktidarcı İslam) daha ilk çıkışına dek uzansa da bu iki mezhebin günümüzdeki çatışmaları modernite ile bağlantılıdır. Özellikle son dönemdeki İran-Irak çatışmasının ancak modernitenin ulus-devlet formunda ve emperyalizmle bağlantısı içinde doğru bir anlatısı mümkün olabilir. Kaldı ki, gerek İslamiyet-Musevilik, gerekse İslamiyet-Hıristiyanlık, hatta Hıristiyanlık-Yahudilik çelişki ve çatışmaları da proto-modernite bağlamında rahatlıkla çözümlenebilir. Dinlerin kapitalist modernite öncesi çatışma nedenleri ve formları, pozitivist görünüm altında olduğu gibi moderniteye yansımıştır. Özellikle Ortadoğu kökenli tek tanrılı üç dini ön-milliyetçilik olarak değerlendirmek gerekir. Bu dinlerin modernite milliyetçiliklerinden farkları, teolojik maske takmış olmalarıdır.

Oryantalist paradigmayı parçaladığımızda göreceğiz ki, ‘soğuk savaşın’ sonu, Ortadoğu için sıcak savaşın üst evreye sıçraması demektir. 1991’deki Körfez Savaşının soğuk savaşın bitiminden bir yıl sonrasına denk gelmesi bu görüşü doğrulamaktadır. ‘Uzun süre’ açısından baktığımızda, Ortadoğu için bu modernite savaşı, Napolyon’un 1800’lerin başından itibaren Mısır’a adım atmasıyla başlamış; ulus-devletçikler yaratma, kapitalist acenteler oluşturma ve petrol başta olmak üzere jeoekonomik kaynakların endüstriyalizm tarafından talanıyla zirveye çıkarılmıştır. Modernitenin kalın çizgisel anlatımı budur. Gerisi ayrıntı ve bol döngülü kısa hikâyelerdir.

Bölge için kriz ve kaos kavramlarını sıkça kullanmaktan çekiniyorum. Yaşanan gerçeklik sıcak savaş ise, o zaman bunu kriz ve kaosa indirgemek yanıltıcı olacaktır. Şüphesiz günümüz savaşları ne ilk ve ortaçağların savaşlarına, ne de modernitenin iki dünya savaşına kadar yaşattığı savaş biçimlerine benzer. Özellikle birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla birlikte savaşlar kitleselleşti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise toplumsallaştı. Üç ayaklı canavar yürüyüşünde yaşanan savaşların iç ve dış ayrımlarıyla toplum dışında verilmesi döneminin sona erdiğini, modernitenin yeni döneminin ise iç ve dış savaşların toplum içinde birleşik olarak yürütülmesi anlamına geldiğini kavramak modernitenin yeni özünün gereğidir. Genelde tüm Ortadoğu toplumunda yaşanan savaş gerçeğini, özelde en açığa çıkmış haliyle Filistin-İsrail, Afganistan-Pakistan ve İran-Irak savaşları gerçeğini bu kapsamda çözümlemek büyük önem taşır. Havsalaya sığmayacak olaylar ve süreçler bu kapsamdaki çözümlemelerle daha iyi anlaşılır kılınacaktır.

Fars veya İran ulusal toplumundaki sorunlar, tarihsel uygarlıklardan ve son iki yüzyılın kapitalist modernite girişimlerinden kaynaklanmaktadır. İran’da Sümer rahip ideolojisinin üç türevinden de etkilenmiş bir uygarlık geleneği vardır. Orijinal kimliği oluşturmalarına rağmen, Zerdüşt ve Mitra geleneği İslam türeviyle etkisizleştirilmiştir. Musevilik, İsevilik ve Grek felsefe ekolünün bir sentezi olarak ortaya çıkan Manicilik resmi uygarlık ideolojisi karşısında etkili olamamış, daha doğrusu isyancı geleneği beslemekten öteye gidememiştir. İran, İslami geleneği Şia mezhebine dönüştürüp, son dönem uygarlık ideolojisi olarak uyarlamıştır. Günümüzde de kapitalist modernitenin unsurlarını Şia süzgecinden geçirerek (Çin Konfüçyüsçülüğünün modernist biçimi olarak) modernleşmeye çabalamaktadır.

İRAN

İran toplumu hem etnik hem de dinsel açıdan çok kimlikli nitelikleri itibariyle zengin bir kültüre sahiptir. Ortadoğu’nun tüm ulusal ve dinsel kimliklerine ev sahipliği yapmaktadır. Çoklu kimlikleri tek başına soycu veya dinci ideolojik hegemonyalarla bir arada tutmakta zorlanmaktadır. Çok ince bir tarzda dinci ve soycu bir milliyetçilik biçimini uygulamaktadır. Öte yandan kapitalist moderniteyi uyguladığı halde, işine geldiğinde anti-modernist propagandaya başvurmaktan da geri durmamaktadır. Devrimci ve demokratik gelişmeleri geleneksel uygarlık kültürü içinde eritmekte ustalaşmıştır. Despotik bir rejimin ustaca uygulanması söz konusudur. Ortadoğu’nun bünyesi çelişkili, en gergin devlet ve toplumlarının başında gelmektedir. Petrol kaynakları gerginlikleri kısmen yumuşatmaya yol açsa da İran ulus-devletçiliğinin varlığı dağılmaya en müsait konumda bulunmaktadır. Bunda kapitalist modernitenin baş aktörleri olan ABD-AB hegemonyacılığıyla yaşadığı uyumsuzluklar da oldukça etkilidir.

İran toplumsal sorunlarında demokratik modernite kuramı yetkince uygulandığında, önemli çözümleyici sonuçlara yol açabilir. Tüm merkeziyetçi çabalarına rağmen, alttan alta âdeta bir federal İran da yaşanmaktadır. Demokratik uygarlık unsurlarıyla federalist unsurlar (Azeriler, Kürtler, Araplar, Beluciler, Türkmenler) buluştuğunda, İran Demokratik Konfederasyonu projesi anlam kazanabilir ve rahatlıkla çekim merkezi olabilir. Kadın özgürlük hareketi ve komünal geleneklerin de bu proje kapsamında önemli rolleri olacaktır. İran’ın aydınlık geleceği ve Ortadoğu’daki tarihsel rolünü yeniden kazanması ancak demokratik modernite unsurlarıyla (demokratik, ekonomik ve ekolojik toplum) bütünleşmesi ve çıkış yapması sayesinde mümkündür. İran ulusal toplumunun potansiyeli bunun için yeterince güçlü olduğu gibi, İran demokratik ulus gerçeği de bunu gerektirmektedir.

ORTADOĞU YABANCI AŞI KABUL ETMEZ

Ortadoğu uygarlığı dönüşüm için kolay yabancı aşı kabul etmez; biraz da yaşlanmış bir ağacın aşı kaldıramaması gibi. Yeni için ya eski ağacı tümüyle devireceksin, ya da bir aşı türü bulacaksın. Her ikisi de olmuyor. İlk aşı denemesini 1900’lerde Jöntürk ve Kemalist Türkiye yapmak istedi. Tıpkı reel sosyalizmin tutmaması gibi, Batı aşısının iyice milliyetçilik sosuna bandırılmış hali de aradan seksen yıl geçmiş olmasına rağmen tutmuş olmaktan uzaktır. İran, Afganistan Şahlıkları modernist çehre takınınca hızla yıkılmaktan kurtulamamıştır. Arap milliyetçiliği ise can çekişmektedir. Irak’ta yaşadığı durum, cenazesinin bile kaldırılmasının ne kadar güç olduğunu kanıtlamaktadır. Siyonist İsrail milliyetçiliği de benzer bir konumda olup, İsrail-Filistin sorununu tam bir vahşete dönüştürmüştür. Radikal ve yeniden İslam’a sarılış ise, kapitalizmin en büyük küresel hamlesine karşı umutsuzluğun doğurduğu intihar eğilim ve çırpınışlarından başka bir anlama gelmemektedir. Farklı bir gücü ve çözümü ortaya çıkarması söz konusu olamamaktadır.

Ortadoğu’yu bir bütün olarak aldığımızda, Avrupa tarzı sınırlara bölmek büyük zorluklar ortaya çıkarır. Bütünlük ve özgünlükler oldukça oturmuştur. Ekonomik, sosyal bağlar nereye hangi memleket denileceğini belirlemiştir. Zoraki siyasi bölmeler, tarihen yaratılmış değerler kadar güçlü değildir. Birinci Dünya Savaşı sonunda çizilen siyasi sınırlar vatan kavramının çarpıtılmasına, daha doğrusu gerçek vatan sorunlarının doğmasına yol açmıştır. Ortadoğu’nun bütünlüklü siyasi gerçekliği bugünkü siyasi haritayı gerçekçi kılmıyor. Siyaset dinamiği daha değişik coğrafya alanlarının bütünlüğünü gerektiriyor. Mevcut durum uluslararası çatışmayı gerektiriyor, milliyetçiliği kışkırtıyor. Örneğin Filistin-İsrail ve Irak Kürdistan’ı. Ortadoğu imparatorluk geleneği daha çok federalizme yakındır. İlk imparatorluklardan son Osmanlı İmparatorluğu’na kadar bölgedeki idari, siyasi ve ekonomik yapılanma federatiftir. Geniş özerk bölgelere dayalı bir federasyon günümüz ABD’sine benziyor. Ortadoğu’nun vatan konusundaki temel sorunu geleneksel federal konuma gelmemekten ve gereksiz birçok ulus-devlet arasında gerçekçi olmayan parçalanmadan ileri gelmektedir. Bu konum aşılmadan daha gerçekçi vatan ve vatandaşlık anlayışına ulaşmak zordur.

Ortadoğu’da sınıflar çıplak yapılarıyla ortaya çıkmazlar. Hep etnik ve dini, mezhebi örtüler giyinmiş olarak karşımıza çıkarlar. Sınıflaşmayı derin ideolojik, etnik, mezhebi örtüler içinde bulmak gerekir. Mücadeleleri de aynı özellikleri gösterir. Etnik, dini, mezhebi ve herhangi bir cemaat ve fikir mücadelesinde daima sınıfsal bir öz vardır. Toplumsal olgu çözümlemesine yaklaşırken, bu gerçeği sürekli göz önünde tutmak gerekir. Günümüz Ortadoğu’sunda sınıfsallık -örneğin Irak’ta- devlet üzerinde çekişirken, Arap Alevi-Şia ve Sünni mezhepleriyle Kürt etnisitesi ve diğer azınlık cemaatleri arasındaki ilişki ve çelişkilerde yaşanır. Sınıfsallık devletin ve tebaa olarak halkın ideolojik, dinsel, etnik yapısının derinliklerinde yaşanır. Bundan dolayı Batı tarzı açık sınıf partileri fazla anlam taşımaz. Sınıflaşmayı asla göz ardı etmeden, ama kendine özgü somutlaşmasını da gerçekçi bir biçimde gözleyerek, fazla indirgemeciliğe, kaba sınıfçılık -işçi ve köylü sınıfı gibi- anlayışına düşmeden çözümlemek ve pratikler geliştirmek daha sonuç alıcıdır. Aksi halde günümüzde de yaşandığı gibi sınıfsallık olgusu çözümsüzlüğün derinleşmesinde bir araç olur.

Klasik komünist, sosyal-demokrat ve ulusal kurtuluş partileri modern sınıf yaklaşımları nedeniyle yenilmekten kurtulamamışlardır. İran’da, Irak’ta, Türkiye’de, Mısır ve Suriye’de komünist, sosyal demokrat ve radikal milliyetçi partilerin bir türlü başarılı olamamasında, tersine önemli çabalarına karşın iktidar mücadelesinde dini örtüyü ustaca kullanan -Şia, Müslüman Kardeşler, Hamas, Hizbullah vb.- akımlara yenik düşmesinde bu kaba yaklaşımların belirgin rolü vardır.

Günümüzde zihniyet ve maddi ortamda halen varlığını sürdüren hanedan gerçekliğine ne inkârcı ne çok yüceltici yaklaşmak gerekir. Toplumsal bir olgu olarak yaklaşım gösterip normal demokratik toplumsal zemine çekmek en gerçekçi yoldur. Hanedanlık sevdasına düşmemek kadar, toplumsal bir realite olduğunu bilerek çözümleyici yaklaşmak önemlidir. Aksi halde ciddi siyasi ve toplumsal sorunlara yol açabilir, krizleri derinleştirebilir. En son Irak’taki Saddam hanedanlık hastalığının nasıl korkunç trajedilere yol açtığını gösterirsek, konunun önemi daha iyi anlaşılır.

ÇÖZÜM DEĞİL, KÖRDÜĞÜM ÜRETİLİYOR

Ortadoğu’nun kökü geçmişe dayanan kaotik durumu bir gerçektir. Binlerce yıllık uygarlık kökenleri ile son 200 yıllık Avrupa uygarlığının kurduğu ikilem arasında çözüm değil kördüğüm üretmektir. Avrupa uygarlığı tüm jeokültürlerde yaşanabilir sistemler geliştirirken, Ortadoğu jeokültüründe başarılı olamamaktadır. Sorun bölgesel olmaktan uzaktır. Çok eleştirilse de Huntington’un Uygarlık Çatışması söylemi bazı yönleri ile gerçekçidir. Uygarlık çatışması vardır. Fakat bu, İslam ve Batı uygarlık çatışması değildir. Olay daha derin ve kapsamlıdır. İslam ortadan kaldırılsa bile, çatışmanın temeli varolmaya devam edecektir. Özellikle Irak’ta Pandora’nın Kutusu’ndan çıkan tüm kötülükler derinde bir şeylerin yattığını göstermektedir. Dikkatli bir analizci Irak bataklığında ya tarihsel çözüm ya hiç gibi bir sonuçtan tutalım, her nevi çağdaş, tarihsel toplumsal figürlerin çözüm adına sahneye çıktığını kavramakta güçlük çekmeyecektir. Çatışan taraflar karikatürize edildiği gibi Saddam ve Bush değildir; iç içe geçmiş çok sayıdaki sistemdir. Neolitik çağlardan beri oluşagelen sistemler etnik, dini, cinsiyetçi renkleriyle ABD önderliğindeki kaos imparatorluğunda kendilerine yer veya çıkış yapmaya çabalamaktadır.

Askeri savaşlarda denge sağlamak anlaşılırdır. Uygarlık savaşlarında ise dengelerin tespiti bile güçtür. Çatışmanın içeriği karmaşıktır. Askeri silahların kullanım payı sınırlıdır. Asıl belirleyici etkenler zihniyet, siyasi ve sosyal dokularında yaşar. Sonuç yüzyılları da alabilir. Çözümler restorasyonlardan tutalım radikal değişimlere kadar farklı olabilir. İki sistemin karşı karşıya gelmesindeki zaman faktörü de dikkate alınmalıdır. Ortadoğu son İslamik uygarlıkla dirense de bu sembolik olmaktan öteye gitmez.

GELİŞME SEYRİNDEKİ FARKLILIK

Ortadoğu devleti tümüyle Batı modelinde yeniden yapılandırılırsa, ekonomideki etkisi azalır. Ekonomideki bu gerçeklik tarih boyunca tüccar devlet kavramını da açıklar. Birçok savaşın ticaret yollarına dayalı gelişmesi, ticaret yollarının kesilmesiyle yıkılması, ekonomik karakteriyle ilgilidir. Batı devleti asıl gelişmesini sermaye birikimi ve sanayileşmeye dayalı olarak sağlarken, Doğu devleti ticaret ve el koyma, rant üzerine sağlar. Birikim ve sanayiye dayanma yerine, topladığı değerleri devleti yürütmek için kullanır. Hatta toplumun olan her şeyi, vatanı, tüm alt ve üst kaynaklarını, insanı kendi öz mülkü gibi görüp satmaya çalışması, en eski politika kurnazlığıdır. Hırsızın dağıtım tarzına çok benzer.

Bu tanımlamalar ışığında Ortadoğu’da ekonomik gelişme ancak toplumda var olan statükonun çözülmesiyle sağlanabilir. Küresel ekonomiyle bütünleşebilmesi mevcut devlet yapılanması altında zor gerçekleşir. Tam bir kriz-kaos halini yaşayan düzenin ekonomik yapısının artık mevcut haliyle toplumun hızlanan çözülmesini durdurması çok zordur. Zaten en katı despot yöntemlere ihtiyaç duyulması da bu çözülmeyi durdurmaktan kaynaklanır.

Batı sistemi uzun süre despotizmi yine bu nedenle destekledi. Özellikle petrol zenginliğinden büyük pay almak ve sistemi zorlayacak hareketleri engellemek için. Fakat günümüzde bu yöntem kârdan çok zarar getiriyor. Kitleleri aşırı yoksullaştırması talep gücünü düşürürken, kendi varlığını da gereksiz hale getirmiş olmaktadır. Irak rejimi etrafında olup bitenler bu mekanizmayı iyi açıklamaktadır. Talep gücü düşen kitleleri kontrol etmek zorlaşırken, despotik devlet yapılanması küresel sistemi engelleme konumuna düşüyor. İki taraftan da sıkışma, gündemleşen Büyük Ortadoğu Projesi’nin maddi temelidir.

STATÜKO SÜRDÜRÜLEMEZ DURUMA DAYANDI

Özcesi günümüz Ortadoğu’sunda statüko sürdürülemez duruma dayanmış bulunmaktadır. Faşist Almanya ve Sovyet Rusya’nın yarattığı denge politikasından yararlanarak ömrünü bir yüzyıl uzatabildi. Her iki sistemin de yıkılması yeni denge politikasını çok sınırlamıştır. ABD-AB, ABD-Çin gibi ikilemler yeni bir denge oyununa fırsat vermeyecek niteliklere sahiptir. Son dönemde Türkiye’nin önderlik etmeye çalıştığı dayanışma aynı nedenlerle gelişme potansiyeli taşımamaktadır. Gerçekten sisteme kabul edilebilir ölçülerde eklemlenmeyen iktidar blokları, günümüz dünyasının dinamik olduğu kadar en tehlikeli bölgesini ortaya çıkarmaktadır. Bireyin özgürleşmesine ve toplumun demokratikleşmesine imkân tanımayan iktidar blokları, hakim küresel sistem için kabul edilemez sınırlara dayanmıştır. ABD’nin başını çektiği blok ve kaos imparatorluğunun başı olarak ABD, tıpkı birinci ve ikinci dünya savaşlarına girmişcesine, Afganistan ve Irak işgalleri ile bir nevi üçüncü dünya savaşını yaşamaktadır. NATO bölgeye yönlendirilirken, Rusya, Çin ve Hindistan gibi önemli güçler nötralize edilmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi ile kaostan çıkış ve çözüm sağlanmaya çalışılmaktadır. Buna karşılık halkların da seçenek oluşturabileceği daha demokratik ve özgür-eşit çözümlerin gündemleşmesi söz konusudur.

SOSYAL DEMOKRATİK KÜRESELLEŞMENİN BÖLGEDEKİ YERİ NE?

Buna karşı cılız da olsa Porto Allegre ile ses vermeye başlayan sosyal demokratik küreselleşme, bölge için ne anlama gelebilir? Demokratik Ortadoğu Federasyonlaşması gerçekçi bir ütopya olarak tasarlanabilir mi? Demokratik Irak Federasyonu bu eğilimin prototipi olabilir mi? Bunun için tarihin bu dönemlerinde sosyal bilime ve ahlaka çok iş düşer. İktidar-bilme tekelinden çıkmış, kendi öz bilimini kurmaya cesaret etmiş bir sosyal bilim kaos çıkışında verimli çözümler için hayatidir. Daha demokratik, cinsiyet özgürlükçü ve ekolojik bir toplum yapılanması için öncelikle yeni sosyal bilim yapılanmasına ihtiyaç vardır. Yapmaya çalıştığımız, bu soylu ve heyecanlı işin bir taslağıdır.

ABD kelimenin tam anlamıyla bir çıkmazla karşı karşıyadır. 11 Eylül sonrası öyle bir adım attı ki, birinci ve ikinci dünya savaşına girmesinden daha ağır sonuçlar doğurabilir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğan sonuçlar fazla derinlikli ve sistemin kaderini etkileyecek boyutlarda değildi. ABD’nin önemini ortaya koymuştu. Savaşta yenilseydi bile, kendi kıtasına çekilip rahatlıkla varlığını sürdürebilecekti. İkinci dünya savaşından sonra karşısına çıkan Sovyet sistemini kuşatabildi. Bazı mevzii savaşları kaybetse de gücünü korudu ve geliştirdi. Her iki durumda da daha modern devlet yapılarıyla uğraşıyordu. Aynı Hıristiyan kültürünü paylaşıyorlardı. Uygarlık çatışmasını derinleştirebilecek etkenler sınırlıydı. Kaos etkenleri uç verse de sistemi tehdit edecek boyutlarda değildi. Ortadoğu’da bu sonuçları çağrıştıracak etkenler bulamayız. 1250’lerden beri tutuculaşan bir despotik sistemle ya savaşmayı göze alacak ya da geri çekilecek. Afganistan ve Irak benzeri savaşlar yetmez. İktidar blokları bölgede kırılmadan, atılacak her adım daha ağır başarısızlık demektir. Bir despotik devlete dayanıp diğerini çözme taktikleri verimli olmaktan uzaktır. Ortadoğu kültürü bu durumlarda despotizm üretmekte yeteneklidir. Tümünü yıkmayı hedeflese, halk yığınlarının kontrolü sorunu çıkar. Aslında Irak çıkmazı olup bitenler kadar olup bitecekleri izah edebilecek derslerle doludur. Uzun süre rejim desteklendi. Sonuç daha da ağırlaşan sorunlar oldu. Yıktı, ama aynısına benzer yapıları besleyecek kültürel ortam ve iktidar blokları var. Kültürel ortamın Batı bireyciliğiyle aşılması zor bir olasılıktır. İktidar bloklarını parçalamak ise gerçek devrimci hamle anlamına gelecektir. Çıkmazın diyalektiği böyledir.

ABD önderliğindeki koalisyonun başarısızlığı ise daha stratejik sorunlar doğuracaktır. ABD için küresel çapta bir darbe olacak, imparatorluğunun gerileme süreci hızlanacaktır. Ortadoğu’da kaybeden ABD, tüm Asya, Avrupa ve Afrika’da da kaybetme sürecine girecektir. Güney Amerika, Meksika ve Kanada’yı bile eskisi gibi tutamayacak, ikinci bir Rusya konumuna düşecektir. Mevcut güç dengesinde ABD’nin bu konuma düşmeyi kabul etmesi iktidar gerçekliğine aykırıdır. Dolayısıyla stratejik bir duruş kaçınılmazdır. Ne kadar masraflı olsa ve dünya çapında itirazlarla da karşılansa, kalmak ve bazı çözümleyici sonuçlar almak zorundadır.

Batı kapitalist sistemin çözmek zorunda kalacağı uzun, orta ve kısa vadeli sorunları tahmini bir sıralamaya tabi tutarsak, kısa vadede Afganistan ve Irak vardır. Demokratik federasyon idea edilmektedir. Bölgenin yeni model ülkeleri olarak düşünülmektedir. Hazırlanan anayasal taslaklar kâğıt üstünde Demokratik Federal Sistem önermektedir. İdealli ve yenilik içeren bir yaklaşım olduğu açıktır. Uygulamanın nasıl seyir izleyeceği merakla beklenmektedir. Çok sayıda etnik, dini grup barındıran kültürlerin demokratik federalizmle tanışması büyük bir uygarlık dönüşümüdür. Bir nevi Ortadoğu’nun Fransız ve Rus Devrimleri etkisini yaratacaktır. Eski despotik rejimlerin restorasyonu çok düşük bir ihtimaldir. Kaos imparatorluğu koşullarında demokratik federalizm büyük güçlüklerle yürüyebilecek bir yapılanmadır. Buna öncülük edecek güçler nerede bulunabilir? En az geçmiş rejimler kadar despotik nitelik taşıyan iktidar taliplisi güçler, etnik ve mezhebi karakteri olumlu bir senteze taşırabilecek zihinsel ve siyasal formasyondan uzak bulunmaktadır. Henüz liberal, özgür birey çok sınırlı bir gelişme içindedir. Demokratik ve sosyalist idealistler yok denecek kadar azdır. Geçmiştekiler ise kendilerini bile taşıyamayacak sığlıktadırlar. Daha çok BM, NATO, AB ve koalisyon güçlerine güvenilmektedir. Dışarıya sürekli bağlı bir yapılanmanın demokratik federalizmi hayli tartışmalı olacaktır.