Nusaybin davasında 3’üncü gün: Kürtçe konuşan susmuş sayılır!  

Nusaybin Davası’nın üçüncü gününde Mahkeme Heyeti, ırkçılık yaparak Kürtçe savunma yapılmasını engelledi. Tutsaklar ise direniş mesajları verdi.

Mardin’in Nusaybin ilçesindeki soykırımcı saldırılara karşı direnişte gözaltına alınıp tutuklanan 50 kişinin duruşması üçüncü gününde devam ediyor. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) Konferans Salonu’nda görülen duruşmaya alınan 10 kişilik ailelerden yaşlı bir kadın, GBT sorgusunun ardından hiçbir gerekçe gösterilmeden içeri alınmadı. İçeriye giren ve Kürtçe konuşan ailelere, "Türkçe konuşun" şeklinde dayatmada bulunan polislere, Kürtçe olarak “Türkçe bilmiyoruz" şeklinde yanıt verildi. Salona girdikleri esnada zafer işareti yapan bir tutsak yakını ise içerideki kolluk kuvvetleri tarafından ölümle tehdit edildi.

Zehra Kaya, daha önceki dosyalarında ifade verdiğini belirterek, bu duruşmada ifade vermeyeceğini söyledi.

MAHKEME: KÜRTÇE KONUŞAN SUSMUŞ SAYILIR!

Dilber Tanrıkulu’nun, Kürtçe yaptığı savunmanın tercüman tarafından düzgün çevrilmediği uyarısı yapması üzerine, salonda bulunan tercüman "Ben senin çevirini yapmayacağım, biz anlaşamıyoruz" dedi. Bunun üzerine mahkeme başkanı, Tanrıkulu'na Türkçesinin iyi olduğunu ve Türkçe savunma yapması gerektiğini söyledi. Tanrıkulu’nun Türkçe savunma yapmak istemediğini söylemesi üzerine ise mahkeme başkanı, bu şekilde susma hakkını kullanılmış sayacağını dile getirdi. "Ben Kürtçe savunma yapmak istiyorum. Susma hakkımı da kullanmak istemiyorum" diyerek tepki gösteren Tanrıkulu, savunma yapamadı.

'HİÇBİR GÜÇ BU DİRENİŞİ KIRAMAZ'

Ferhat Doğru ise eline silah almadığı halde askerler tarafından sözlü ve fiziki işkenceye maruz kaldığını söyledi. Evinde olduğu süre içerisinde yaralandığını ve bu şekilde bir bodruma sığındığını dile getiren Doğru, şunları ifade etti:

"Sokağa çıkma yasağından önce ailem Midyat'a gitti. Ben de gidecektim ama 'yasak' ilan edildiği için çıkamadım. Ben de içeride kaldım. Hatta bir kere nereden geldiğini bilmediğim kurşunlarla yaralandım. Daha sonra evde kalamadığım için dışarı çıktığımda kendimi bir binaya attım. Üzerinde ifade verdiğim kimse yoktur ve kimseyi de tanımıyorum. Yapılan işkencelerden dolayı polislerin zoruyla verdiğim ifadeleri de kabul etmiyorum. Elime silah almadığım halde orada gördüğüm gerçeklikler vardı.

Orada halkın öz yönetim talebi ve direnen bir halk gerçekliği vardı. Siz bunun için öz yönetimi ya da halkı değil, o süreçte 'Baş üstünde baş, taş üstünde taş bırakmayız' diyen faşist zihniyeti ve AKP rejimini yargılamak zorundasınız. Yüz yıllar boyunca devam eden bu katliamlara Kürt halkı her zaman direnişiyle cevap verdi. Bugün de yaptığı budur. Hiçbir gücün bu direnişi tanımama hakkı yoktur."

'GÖZALTINDA İŞKENCE YAPTILAR'

Nurullah Akyüz ise savunmasında şunları söyledi:

"Benim üzerimde daha önce verilen ifadeler doğru değildir ve gerçeklik payı yoktur. Gözaltında sözlü ve fiziki hakaretlere maruz kaldım. Bu zamanda devlet tarafından faşizan davranışlara maruz kaldım. Yapılan işkencede kolum kırıldı. Ama bir sağlık raporu bile vermediler. Bunun için daha önce verilen ifadeler bana zorla imzalatıldı. Şimdi bu suçlamalar ve ifadelere karşı savunmamı yapacağım. Ben İdil’e bağlı bir köyde hayata geldim. Köyümüz de yakılıp yıkıldı. Biz de bu şekilde yabancı memleketlere göç ettik. Biz onların ne dillerini ne de kültürlerini bilmiyorduk. Ben daha onların dillerini bilmeden okula başladım. Asimilasyon politikaları ile yüz yüze kaldım.

'SAYIN ÖCALAN BARIŞI GÖSTERDİ'

Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan, ateşkes ilan etmesi ile Türk halkı için büyük umut oldu. Halkların kardeşliğini istemeyenler ve devletin savaş isteyen güçleri 2013 yılında Paris'te 3 siyasetçi Kürt kadının öldürülmesi ile sürecin bitmesini istediler. Oyunlar ve farklı farklı planlar ile bu çaba uzun süre devam etti. Bu süreçte Sayın Abdullah Öcalan'ın yürüttüğü çözüm süreci ülkede barış içinde bir yaşamın olabileceğini gösterdi. Bu süreç her ne kadar bitmiş olsa da barışın ve halkların kardeşliğinin sembolü oldu. Bu süreçte Türkiye'nin yaklaşımı sonrasında yapılan karakollar ve silahların artması iyi niyetli olmadığını, savaşın bir ön hazırlığı olduğunu gösteriyordu. Kürt halkının Rojava'daki kazanımlarını kaldıramayan devlet buna razı olmadı.”