Müzakereler başlayana kadar halk kendi savunmasını yapacak
Şırnak milletvekili Ferhat Encü, halkın tutuklama, infaz ve gözaltılara karşı kendini savunduğunu belirterek müzakereler yeniden başlayana kadar halkın kendini savunacağını söyledi.
Şırnak milletvekili Ferhat Encü, halkın tutuklama, infaz ve gözaltılara karşı kendini savunduğunu belirterek müzakereler yeniden başlayana kadar halkın kendini savunacağını söyledi.
Devlet ile PKK arasında başlatılan çözüm sürecini bitiren AKP Hükümetinin bölgede askeri ve siyasi soykırım operasyonlara karşı birçok kentte öz yönetim ilanında bulunarak, devletin inkar politikasına karşı tavrını ortaya koyuyor. Cizre’de öz yönetim ilanından sonra devletin sokağa çıkma yasağı kararı ile birlikte 23 sivilin katledildiği süreçte olaylara tanıklık eden HDP Şırnak Milletvekili Ferhat Encu, müzakere masası kurulmaması halinde Kürt halkının kendisini savunmak zorunda kalacağını ifade etti. AKP Hükümetinin devlet kurumlarını tümden ele geçirdiğine dikkat çeken Encü, “AKP Hükümeti ve Saray devlet kurumlarını işgal etmiş bulunmakta. Cizre’de bir işgal durumu var gibi gösteriliyor. Böyle bir şey söz konusu değildir. Halk, tutuklama, infaz ve gözaltı operasyonlara karşı kalk kendi mahallesine özel hareket timlerinin girmesine izin vermiyor” dedi.
Botan’da ilan edilen öz yönetim modelinin ardından devletin kurum temsilcilerine dönük gözaltı ve tutuklama operasyonlarına karşı kentlerde hendekler açarak kendisini savunmak zorunda kaldığını dile getiren HDP Şırnak Milletvekili Ferhat Encü sorularımızı yanıtladı.
Botan’da birçok merkezde sokağa çıkma yasağı uygulandı, uygulanıyor. Sivillere yönelik infazlar söz konusu. Devlet neden böyle bir karar aldı?
Botan bölgesinde yaşanan katliamları değerlendirdiğimizde 7 Haziran öncesine bakmak gerekiyor. Cizre yüzde 92 oy ile HDP’ye destek vermiştir. O açıdan Botan stratejik bir konuma sahiptir. Kürt Özgürlük Mücadelesinde tarihi rol oynayan Botan, devlette bunun için her türlü yöntemle saldırıda bulunmaktadır. Bu katliamcı sisteme karşı Botan’ın asla boyun eğmediğini biz de, devlet de çok iyi biliyor. Onun için devlet buradaki saldırıları stratejik bir konuma sahiptir. 7 Haziran’da Botan halkı sistem partileri tümden buradan bitirdi ve 4-0 ile HDP’yi desteklenmesi devletin hoşuna gitmedi ve savaş konseptini burada başlattı. Devlet Botan’da sorunlara demokratik yöntemlerle çözme arayışında olması gerekirken, halkın iradesine saygı duymayıp sürekli sorun çıkartma pozisyonunda oldu. Cizre’de 9 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra bu kentin seçilmişlerin telefonlarına dahi çıkma gereğini dahi duymadılar.
Botan’da halk neden devlet kurumlarını reddediyor? Böyle bir karara iten nedenler nelerdi?
7 Haziran’da HDP’nin seçim başarısına karşı gözaltı ve tutuklama furyası başlatıldı. Şimdi bu gözaltına alınmak istemeyen gençler, buna itiraz etti. Biliyorsunuz gözaltına alınan her bir gence en ufak bir işlem sonrasında 15-20 yıla varan hapis cezaları ile karşı karşıya bırakıldılar. Bu açıdan gençler de kendilerini korumak için yaşadıkları mahallelerde hendekler kazmaya başladılar. Hendeklerin kazılması ile birlikte devletin buradaki seçilmişlerin iradesini yok saymakla birlikte artık çözümsüzlük ortaya çıkmıştı. Bu süre zarfında devlet halkın tüm taleplerine kulak tıkayıp çözümsüzlüğü dayattığı gün Habur Sınır Kapısında bekletilen 17 YPG/YPJ savaşçıların cenazeleri günlerce ailelerine teslim etmedi. Bu halka dayatılan düşman hukukuna karşı halk da bir karar verdi ve halkın değerlerini hiçe sayan devlet kurumlarına karşı bir öz yönetim modelini ilan etti. Artık halk, kendi sorunlarının çözme kararını vermişti. Bu irade beyanında bulunan halkın kararını hazmedemeyen devlet, hem kolluk güçlerini hem de diğer kirli güçlerle Cizre’ye bir yönelim oldu.
Sokağa çıkma yasağının başladığı gün siz de Cizre’deydiniz. Sokağa çıkma yasağı ile birlikte neler yaşandı?
4 Eylül’de ilk sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde o gün ben Cizre’deydim. Devlet bir işgal hareketi başlatırcasına kentin dört bir yanını kuşatması ve yok etme, imha etme saldırıları ile karşılaştık. Saldırıların olduğu an hastaneye gittik, orada yüzlerce özel hareket timi resmen devlet terörü estiriyorlardı. Yaralıların hastaneye gelmemesi için her türlü yöntemlere başvuruyorlardı. O sırada özel hareket timlerine tepki gösterdim. O gece telefon operatörleri kesikti ve artık tümden iletişimimiz dünya ile kesilmişti. Cizre’nin bir mahallesinden diğer bir mahallesinden haber alamıyorduk. Sadece atılan top atışlarını izlemekle yetiniyorduk. İkinci günün sabahında Nur Mahallesine ulaştığımızda devletin ne denli katliamcı bir şiddet uyguladığını orada bariz bir şekilde görebildik. Bulunduğumuz evin bodrumunda kalmamıza rağmen kaldığımızı tespit edilmişti ve eve bomba atarlarla saldırıyorlardı. İnsanlar sadece top seslerini zılgıt ve tava sesleri ile bastırmaya çalışıyordu. Biz saldırı karşısında şok olurken Cizre halkı aksine zılgıtlarla karşılık veriyordu ve bize de büyük moral ve cesaret verdiler.
Sokağa çıkma yasağı sırasında özel hareket timleri ile kimler çatışıyordu? O sırada halkın talepleri nelerdi?
Şimdi kendi gücünü halktan alamayan güç asla başarıyı elde etmesi söz konusu değildir. Devlet terörüne karşı mahallelerde öz savunmada bulunanla arasında kadınlar da vardı, çocuklar da vardı, gençler de vardı, 70 yaşındaki yaşlı dedeler de vardı. O mahallelerde yaya her bir insanın yapabileceği bir görev vardı. Halkın çocuklarını katletmeye gelenlere karşı orada yaşayan her bir birey üzerine düşen görevi ölüm pahasına dahi üstlenmiş durumdaydı. O halkın tek talepleri vardı; ‘biz çocuklarımızı size teslim etmeyeceğiz, çocuklarımızı tutuklayamazsınız, gözaltına alamazsınız’ diyorlardı. Cizre’de 9 gün boyunca halk insanlık dersini vermişti. Yoksa devletin tank ve toplarına karşı kim 9 gün dayanabilirdi ki? Devletin kolluk güçleri tespit edebileceği herkesi öldürdü elinden bu kadar geldi. Ancak Cizre halkı onurlu bir yaşam için ölmeyi çoktan göze almıştı ve başaran Cizre halkı olduğunu tüm dünya gördü ve Cizre halkının onurlu direnişi önünde saygıyla eğildi. Cizre halkı büyük acılar yaşadı ama asil ve soylu bir halk olduğunu da bir kez daha ispat etti. Kürt halkı artık teslimiyete boyun eğmeyeceğini herkes bilmelidir. Hilelerle, düşman hukuku ile bu halka artık kimse boyun eğdirtmeyecek.
Devlet burada kurulan hendeklerin ‘kentleri işgal etme’ gerekçesi ile müdahale ettiklerini söylüyorlar. Böyle bir işgal söz konusu mu? Bu hendekler nasıl ortadan kalkar?
Bugün Cizre halen dünyanın gündemindeyse bu sorunu yaratan devletin kendisi olduğunu da herkesçe bilinmektedir. Kendi medyası ile Cizre halkını hedef gösterseler de tüm dünya kamuoyu her şeyden haberdardır. Ne zaman ki Kürt halkı kendi irade beyanında bulundu işte o zaman Kürt halkının iradesine karşı bir savaş başlatıldı. Seçim çalışmalarında yer alan tüm gençler tespit edilerek gözaltı furyası başlattılar. Hemen her gün onlarca genci tutukluyorlardı. O açıdan hendeklerin ortadan kaldırılması için siyasi soykırım operasyonlarına son vermeleri ve çözüm masasına dönmeleri gerekiyor, bu savaş çığırtkanlığından vazgeçsinler, bu halkın taleplerine kulak versinler o zaman hendekler de zaten kendiliğinden kalkacaktır. Bu hendekler bir yerin işgali değildir, tamamen bir halkın kendini savunma pozisyonudur. Gençlerin tutuklanmaması için tamamen bundan kaynaklı hendekler açılmıştır. Müzakere masası tekrar kurulursa bu hendekler ortada kaldırması söz konusu değildir. Ancak sen Kürt haklına topyekun savaş kararını alırsan Kürtler de sana karşı savunma pozisyonuna girecektir. Kürt halkının tek savunma pozisyonu da hendekleridir onun dışında Kürtlerin tankı yok, topu yok bir yeri işgal etme durumu da yok ancak mahallesine girerek keyfi bir şekilde halka zulüm ettikleri için bugün halk onlardan irtibatını kesmek istiyor.
Cizre’de 9 günlük sokağa çıkma yasağının bilançosunu açıklayan devlet yetkilileri, onlarca ‘örgüt üyesi öldürdük’ dediler. Başbakan ‘tek bir sivil yaşamını yitirdi’ dedi. Daha sonra sözü edilen o öldürülen onlarca örgüt üyesinin akıbetinden haberdar mısınız?
Tarihe baktığımızda devlet her türlü pisliğini türlü kılıflarla üzerini örtmeye çalışmışlardır. Yaptıkları katliamları halka karşı itiraf etme cüretinde bulunamadılar. Ama gerçeği inkar etme gibi bir lüksümüz yok. Roboski katliamı yaşandığında bizzat dönemin başbakanı şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan, tv kanallarına çıktı ve dedi; ‘onlar sivil giyimli teröristlerdi.’ Şimdi bu algı Cizre’de yaratılmak isteniyor. Şimdi 7 yaşındaki çocuktan, 35 günlük bebekten tutun 75 yaşındaki Mehmet Amca’ya kadar tümü ile burada yaşayan ikameti belli olan sivil yurttaşlarımızdı. Bunların farklı bir kimliği yoktu. Meryem annemiz vardı 7 çocuk annesiydi. Cudi Mahallesinde gelin ve kaynanası üst üste katledildi. Keskin nişancılar tarafından katledilen 10 yaşındaki çocukların cansız bedenleri buzdolaplarında bekletildi. Bu gerçeği inkar etmek hakikaten kabul edilir gibi değildi. Üstüne üstlük Şırnak Valisi bir açıklama yatı, ‘kentte 42 terörist öldürüldü, 15 tanesinin cenazesi elimizdedir’ diyor. Madem ki öyle neden bu Şırnak Valisi açıklamıyor? ‘bu öldürülenlerin isimleri şudur ve şu örgüte bağlıdır’ biz zahmet açıklayın. Söyleyin deyin 35 günlük bebeğin hangi örgüte bağlı olduğunu halka açıklayın. Sadece çamur at izi kalsın yalanları ile bir yere varamazsınız. Bu yalanlarınız günümüz şartlarında saklamaya gücünüz artık yetmeyecek.
Halkın burada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a tepkisini neye bağlıyorsunuz? Bu tepki sadece Cizre’de olan bitenlerle mi alakalıdır?
2005 yılında Diyarbakır’da ‘Kürt sorunu benim sorunumdur’ diyen Erdoğan, bölgede halkta bir umut uyandırdı. Ancak daha sonraki süreçlerde sarf ettiği sözler ve Roboski katliamı ve Kobanê’ye yaklaşımı ortaya çıkınca Cumhurbaşkanın da ‘Çirkin’ yüzü de ortaya çıkmıştı. Yıllardan beri devam eden katliamcı zihniyeti gelen hükümetlerin de devleti değiştirmediğini görebildik. 7 Haziran sonrasında ortaya çıkan iradeyi hazmedemeyen kimdir? Bizzat Erdoğan olduğunu halk çok iyi biliyor. Kobanê düştü düşecek diyen kimdir? Bizzat Erdoğan’dır. Bu sorunun çözümüne dönük adım atması gerekirken daha da kangrenleştiren Erdoğan’dır. Ülke yönetimini tümden ele geçiren Erdoğan, otoriterliğini sağlayan Erdoğan’dır. O açıdan bu savaşın ilk sorumlusu Erdoğan’dır. Eğer Erdoğan isterse çözüm için diyalog geliştirse bir günde bu savaş durur. Bu ülkeyi ayrıştıran ve halklar arasında din ve ırk ayırımcılığı yapan Erdoğan’a tepkilerin yükselmesi de normal karşılanmak gerekiyor.