Mutlu bir devrimci

Komutan Zeki istediği ülkede ve idealleri doğrultusunda mücadele vererek ölümsüzleşti. Mutlu bir devrimci olarak bizlerin yapamadığı, yarım bıraktığı bir düşü gerçekleştirdi ve kahramanımız oldu.

Bir gece ansızın içten derin çığlıklar atacağınız bir haber alıyor ve uzun bir sessizliğe bürünüp uzaklara dalıyorsunuz. Ve ardından suratına şamar gibi inen “Zeki’yi kaybettik, vurulmuş” cümlesi kulağında yankılanırken, içini öfke sarıyor, nefesin kesiliyor, kalp atışlarını duyuyorsun. Bedeninin acıya verdiği tepki sarmalında kalıyorsun. Geçmişe dalıyor, en güzel yaşanmışlıklar film şeridi gibi akıyor gözlerinin önünden. Senden çocukluğun, canının yarısının koparıldığını, tekrar görüşme hayallerinin çalındığını anlıyor ve olanları kavramaya çalışıyorsun.

İşte, 3 Ocak 2023 günü, kızıl kahramanımın faşist T.C devleti ve işbirlikçileri tarafından Rojava’da katledildiğini öğrendiğimde bunları hissettim. Ve 3 Ocak yaşamıma kara gün olarak geçti. Zeki’yi katledenler gerçekleştirdikleri yargısız infazın zafer çığlıklarını atarken faşist bir devlet olmanın pervasızlığının üst boyutunu yaşıyordu. Evet Zeki’mizi, yoldaşımızı, komünist savaşçımızı bedenen aramızdan aldılar, ama tarihin sayfalarına yazdırdığı özgürlük savaşçılığındaki tutarlılığını, iradesini, idealleri doğrultusunda verdiği mücadelesini ve mutlu devrimciliğini öldüremediler.

Zeki’nin 34 yıllık örgütlü mücadelesini anlatırken ve aktarırken unutmamamız gereken bir yön de dünyaya geldiğimiz coğrafya, yetiştiğimiz koşullar ve şekillendiğimiz ortamdır. Bizler direniş destanlarının ve katliamların yaşandığı Dersim’de yaşama gözlerimizi açtık. Çocukluğumuz Dersim katliamını ve bu katliama karşı mücadele eden kahramanların hikayelerini dinleyerek geçti. 12 Eylül’de zindanlarda direniş destanları yazan devrimciler ve mücadele içinde önderleşen devrimci kadroların misafir olduğu evlerde büyüdük. Yani yabancısı değildik devrimci mücadelenin, ezilen halkların, sınıfın ideolojisinde ve kurtuluşa giden yolda baz alınacak rotadan ve verilebilecek bedelden.

EN BÜYÜK DESTEKÇİMDİ ZEKİ

Daha küçük yaşlarda paylaşımcı, emekçi, dayanışmacı ve adı gibi zeki olma özellikleri ile öne çıktı kızıl komutan. Okulda başarılı, aile içinde aktif, işleri ve sorumlulukları paylaşan, emekçi, meraklı, güler yüzlü ve güzel bakışlıydı Zeki. Pertek Lisesi’nde 12 Eylül öncesi yapılan boykot eylemlerine abileri ve ablalarının yanında durarak katılır, asker müdahalesinde O’da kaçar ve gözaltına alınmamak için çaba sarf ederdi. İşte böylesi bir günde tam takipten kurtuldum deyip eve girerken arkasında askerde eve girmişti. Ama yaşı küçük olduğu için asker ciddiye alıp gözaltı yapmamıştı. Oysa ta o zaman belliydi ileride kendisini nerede konumlandıracağı. Ardında 12 Eylül karanlığı, gözaltılar, tutuklanmalar ve yurtdışına çıkmalar geldi. Baskılar bizim coğrafyada hep vardı. Anadilimizi konuşamıyor, asimilasyon politikalarının ve Alevi olmanın yakıcı baskısını yaşıyorduk.

Dönem dönem polis evimizi basıp arama yapardı. Yine bir yaz tatilinde yapılan baskında Zeki polise tavır almıştı. Evdekilerin üniversite öğrencisi olduğunu öğrenen polis verilen tepkiyle birlikte evi terk ederken özür dilemek zorunda kalmıştı. Zeki üniversiteyi özellikle devrimci mücadelenin kalbi olan İstanbul’da okumak istiyordu ve öyle de yaptı. Üniversite gençliği içinde devrimci çalışma yürütürken yaz tatillerinde bize kitaplar getirirdi. Marksist Leninist kitaplar, örgütsel tartışmaların yapıldığı yayın organları. Gözaltında işkence ve direnişleri anlatan kitaplar ve klasikleri getirirdi. Okuduğumuz kitaplar üzerinde tartışır, yorumlar yapardık. Özellikle işkencede uygulanan cinsel taciz ve tecavüzlerin aşılamayan “namus”, cinsiyetçi değer yargılarının etkisi üzerinde dururduk. Bu tür çözülmelerin altında yatan toplumsal, sosyal, politik ve ideolojik nedenler üzerinde tahlilde bulunur, tekrarlanmaması için yapılması gerekenleri konuşurduk.

Divanda uzanır sağa sola dönerek kitap okurdu. Satranç, tavla oynardık ve bazen de saz çalıp marşlar, türküler söylerdik birlikte. Halay figürleri öğrenir, ilçedeki düğünlerde ekip şeklinde hiç yorulmadan delice halaya dururduk. Bazen de Zeki ile birlikte yemek kitaplarındaki tarifleri denerdik. Zira bizim coğrafyada olanaklardan kaynaklı şekillenmiş kısıtlı bir mutfak kültürü vardı ve biz yeni tatları keşfe dalardık. En belirgin özelliklerinden biri de yaptığı işi en detaylı ve ince düşünerek planlar ve onu en mükemmel şekilde pratiğe geçirirdi. Örneğin satrançta, futbolda, saz çalmada ve birçok alanda devrimci pratiğindeki gibi başarıya kilitlenirdi. En çok da cinsiyetçi iş bölümleri, kadın erkek eşitliği üzerine konuşup tartışırdık evde kardeşler olarak. Ben bana yüklenen toplumsal, ailesel ve geleneksel iş bölümlerini reddeder ve tartışırdım. En büyük dayanağım abilerimin sosyalist ideolojiyi benimsemeleriydi. Bu nedenle beni anlamaları ve pratikte ev işlerini paylaşımları nispeten daha kolay olmuştu. En büyük destekçimdi Zeki.

İDEOLOJİK DURUŞU NETTİ

İnsan teoride savunduğunu pratikte ilk uygulayıcısı olmalı derdi Zeki. Ve ömrü boyunca da bu ilkeli duruşunu hep gösterdi. Devrimci mücadele içinde istikrarlı duruşu, tutarlılığı, disiplinli, çalışkan, örgütçü ve gelişmiş sorumluluk bilinci ile öne çıktığına tanık olduk. İstediğini gerçekleştirmede kararlı ve inatçıydı. Çok dikkatliydi ve polis takibine karşı özel taktikler uygulardı. Sohbetlerinde sabırlı, dinleyen ve samimi tavrı öne çıkardı. İdeolojik tartışmada tavizsizdi. Orta yolcu ve uzlaşmacı değildi. Marksist Leninist ilkeleri doğrulusunda ideolojik duruşu netti. Mütevazı, alçak gönüllüydü, yetkileri ve konumu ile konuşmazdı. Karşısındakini hep anlamaya çalışırdı. Teoride savunduğu fikirlerini pratikte uygulamayanlara tahammülsüzdü ve ağır bir şekilde eleştirirdi.

Gözaltına alındığında Gayrettepe şubede kendisine yapılan ağır işkenceler karşısında gösterdiği direniş örnek teşkil edecek pratiklerden sadece bir tanesidir. Devrimci mücadele süresince sayısızca takip ve operasyonu atlatması devrimci disiplin, yoğunlaştırılmış dikkat ve geliştirdiği taktik başarıları sayesinde olmuştu. Devletin yoğun takibi nedeniyle görüşmelerimiz seyrek ve aşırı dikkat gösterilerek gerçekleşirdi. Kısa süreli de olsa hasret giderir ve farklı konularda konuşur tartışma yürütürdük. Merak ettiği konular, kişiler, yerler ve çalışmalar hakkında soru sorar ve yorumlarımı alırdı. Büyük bir ciddiyetle dinler, bazen basit görünen sohbetlerden politik sonuçlar çıkarırdı.

Yeğenleriyle ilgilenirdi ve ilk öğretilerde etkin rol oynardı. Gözlerinin içi hep güler ve mutlu bir devrimci profili ile hafızalarda yer edinirdi temasta bulunduğu kişilerde. Gittiği evlerde öğretilmiş cinsiyet rollerin reddine dayalı pratik bir duruş gösterirdi. İlk mutfağa giden, evin kullandığı alanını temiz ve düzenli bırakan, yemek ve salata hazırlama tekniği ile ilgi çekerdi ve bu özellikleriyle derin izler bırakırdı. Abartısız evine misafir olduğu kadınlara “yüz yıllardır siz bize hizmet ediyorsunuz artık sıra bizde” diyerek onların cins bilinçlerinde sıçrama yaratır ve ev içi emeği görünür kılarak onların gönüllerinde taht kurmuştur.

AVRUPA’DA YAŞAMAYI REDDETTİ

En son görüşmemizde Avrupa’da kalmayı elinin tersi ile itip “ben Kürdistan’a kendi vatanıma gidip mücadeleme orada devem edeceğim” derken devrimci yaşamını Rojava Devrimi ile taçlandırmanın heyecanını yaşıyordu. Zeki bir komünist olarak birleşik sosyalist bir Kürdistan düşünü yaşama geçirmek için ateş altındaki anavatanına gitmeyi seçti. “Kaç devrimciye nasip olur bir devrimi yaşamak, inşa etmek, savunmak ve bizzat içinde yer almak. İşte ben bunu yapıyorum. Burada çok mutluyum” diyerek bitirdiği cümlelerinde Rojava’da mutlu bir devrimci olduğunun tekrar altını çizmişti.

Evet savaş cephesinde yer almanın risklerini biliyoruz ve farkındayız. Ama çok iyi biliyoruz ki işgalci emperyalist güçler kirli savaş yöntemlerini kullanmakta sınır tanımıyor. Rojava ve Kürdistan’ın diğer bölgelerinde DAİŞ barbarlığına direnen savaşçıları kahraman ilan ederken aynı zamanda onları katletmek isteyen diğer işgalci ve faşist güçlerle işbirliği yapmaktan da geri kalmıyorlar. Halkların özgürlüğü için savaşan ve bedel ödeyen güçleri “terörist” diyerek halklar nezdinde itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Onların ikiyüzlü, barbar politikalarının ne kadar geniş kapsamlı olduğunu, bugün Zeki’ye, Özgür’e, tüm devrimci yurtsever kadrolara, savaşçılara, liderlerine karşı yapılan nokta operasyonlar, suikastlar ve kullanılan kimyasal bombalarda da görmekteyiz.

Zeki ve Özgür halkların özgürlük düşleri doğrultusunda Rojava’da DAİŞ barbarlığına karşı mücadele verirken aynı zamanda bir devrimin inşasında etkin rol almışlardır. Faşist T.C ve işbirlikçileri, emperyalist ülkelerin desteğiyle insanlık suçu işleyerek katlettiler Zeki ve Özgür’ü. ABD ve Rus emperyalistlerinin kontrolünde olan bu bölgede T.C SİHA kullanarak suikast yapabiliyor ve basın aracılığıyla bizzat kendisinin katil olduğunu beyan ediyor. Bununla da yetinmiyor herhangi bir yargı mekanizması işletmediği halde gıyabında suçlar yükleyerek “terörist” diyerek kamuoyuna lanse ediyor.

ZEKİ ÖLMEDİ, ÖLÜMSÜZLEŞTİ

Asıl teröristler halkların özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele edenleri ve savaşanları katledenlerdir. Günlerdir içimi kemiriyor bir ülkenin başka bir ülkede devrimcileri katletmesi ve bunu bir hak olarak kendinde görmesi. Bu da yetmiyor ülkesinde dahi yargılamadığı bir devrimciye “işlediği suçlar” diye bir açıklamada bulunarak saldırganlığına kılıf uydurması. Evet faşizmin hüküm sürdüğü bir ülkede adaletten bahsetmek gerçekçi olmayabilir. Fakat mücadele ederek kazandığımız uluslararası anlaşmaları baz alarak savaş suçu işleyenlere hesap sormak ve yargılatmanın yollarını bulma iradesi göstermeliyiz.

Kirli savaş yöntemleri ve faşizmin işlediği suçları sınıfsal konumları gereği de olsa meşru görmüyor ve asla kabullenmiyorum. Her durumda ve her koşulda karşı durmaya, sesimi yükseltmeye ve mücadele etmeye devam edeceğim. Nasıl ki işkence bir insanlık suçu ise yargısız infaz, katliam ve suikastlarda insanlık suçudur ve asla kabul edilemez. Kızıl komutan Zeki için binlerce yürek bir araya geldi. Günlerce dayanışmalarını göstererek bizimle üzüntülerini paylaştı. Aynı zamanda büyük bir saygı, hayranlık ve taktirle Zeki’nin mücadelesine sahip çıkarak yaşatacaklarını söylediler.

“Başınız sağ olsun” söylemini inatla reddediyorum. Pek çok kişi de bu söylemi kullanmada özellikle ve bilinçli bir şekilde kaçındı. Yüreğimizde açılan böylesi bir derin yara devrimci adalet sağlanmadığı sürece iyileşmeyecek ve biz iyi olamayacağız. Ayrıca, bizler için Zeki ölmedi, ölümsüzleşti. İdealleri, mücadelesi, pratiği, bize yol göstericiliği ile yaşıyor ve yaşamaya devam edecek. Yılmaz bir devrimci, savaşçı ve kızıl komutan Zeki istediği ülkede ve idealleri doğrultusunda mücadele vererek ölümsüzleşti. Mutlu bir devrimci olarak bizlerin yapamadığı, yarım bıraktığı bir düşü gerçekleştirdi ve kahramanımız oldu. Seni çok özleyeceğim kardeşim Ahmet Şoreş.

* Zeki Gürbüz’ün (Ahmet Şoreş) Kızkardeşi