Medz Yeghern'inden Efrîn jenosidine

Ermeni halkımızın büyük acısı olan 24 Nisan Soykırım Günü’ne doğru giderken, Efrîn'de ikinci bir Medz Yeghern olmaması için direniş ve mücadelenin yaşanacağı kesindir.

“Soykırım, ırk, canlı türü, siyasal görüş, din, sosyal durum ya da başka herhangi bir ayırıcı özellikleri ile diğerlerinden ayırt edici bir biçimde yok edilmeleridir.”

1948’de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde (SSECS) soykırımın hukuksal bir tanımı bulunmaktadır. Sözleşmenin 2. maddesi soykırımı: “Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: Grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması ve çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.”

“Soykırım ya da Jenosit (İng. Genocide) kavramı 1944’te Polonyalı Yahudi bir hukukçu olan Raphael Lemkin tarafından Yunanca “ırk”, “soy” anlamına gelen génos ile Fransızcaya Latince “katletmek” anlamına gelen “cidium” kökünden geçmiş, “cide” sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur.”

LEMKİN'İN SOYKIRIM TANIMI

Lemkin’e göre soykırım: “Genel anlamda konuşursak, soykırım milletin tüm üyelerinin kitlesel kırımlarla yok edildiği durumlar hariç, bir milletin anında yok edilmesi anlamına gelmek zorunda değil. Ulusal bir grubun yok olması niyetiyle grubun elzem yaşam kaynaklarının yok edilmesi amacını taşıyan çeşitli hareketlerden oluşan örgütlü bir planı ifade eder. Bu tür bir planın hedefi ulusal gruplara ait siyasi ve toplumsal kurumların, kültürün, dilin, milli hislerin, dinin ve iktisadi varlığın tahrip edilmesi ve bu gruplara dahil kişilerin bireysel güvenlik, özgürlük, sağlık, onur ve hatta yaşamlarının yok edilmesidir.”

Dile getirilenler temelinde Ermeni halkına, 1894 ile 1896 yıllarında, öncesinde ve 1915 yıllarında yapılanlara bakılabilir. Yapılanlara bakılıp tarihin hükmü neyse verilebilir.

İTTİHAT TERAKKİ'NİN İLK DÖNEMİ

Ermeni halkına karşı en sert uygulamayı gerçekleştiren örgüt İttihat-i Terakki Cemiyeti olmuştur. Rêber Apo, Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği kitabında bu örgütü şöyle değerlendirmektedir: “İttihat Terakki içinde farklı uluslara mensup şahsiyetler vardı. Bunların çıkarlarının çatışacağı açık! Farklı çıkarlar savunanların bir komite içinde birlik oluşturmalarının bir nedeni olmalı. Tüm ayrılıklarına rağmen hepsi Sultan Abdülhamit’in baskıcı rejimine karşıydılar ve yine hepsi Batı'ya derin bir hayranlık duyuyordu. Abdülhamit’in Pan-İslamcılığı, Batı'ya hayran aydınlarda sıkıntı yaratıyordu. Bu rejimin değiştirilmesi ortak amaçlarına hizmet ediyordu. Başlangıçta bir Türk milliyetçiliği ideali yoktur. Türk milliyetçi çıkarları savunulduğu kadar Kürt milliyetçi çıkarları da savunulur. Abdülhamit’in bazı engellemelerine rağmen bu engellemelerden bir bütünen kurtulmak istiyor. Bunun sonucu olarak biraz İttihatçı kesilmek zorundadırlar. İşte Abdullah Cevdet, İshak Sükûti biraz da bu nedenle İttihatçılarla birlikte hareket eder... Bunlar İttihat Terakki’ye girerek, kendi Kürtlüklerini herhalde canlı yürüteceklerini sanırlar.”

EN KARANLIK SAYFALARA KANLI İMZA

Bu Osmanlı paşa milliyetçileri, 23 Temmuz 1908 yılında Abdülhamit’e karşı hürriyet ilan ederler. Sloganları “Herkese Eşitlik, Hürriyet ve Kardeşlik” idi. Ancak gerçek olan şudur ki; İttihat Terakki, Türkiye tarihinin en karanlık sayfalarına adını kanla yazmıştır. Örneğin 31 Mart Vakası olarak bilinen 1909 yılındaki profesyonelce yapılan darbeyi öyle tertiplerler ki, yıllar sonra dahi kimse onlarla bağını kuramaz. Bu tertipte, 13 Nisan 1909’da yaşanan bir olay gerekçe gösterilerek Abdülhamit tahtan indirilir ve yerine V. Mehmet Reşat Paşa getirilir. Daha sonra, 23 Ocak 1913’te “Babıâli Baskını” olarak bilinen eylemi yaparak Sadrazamı istifaya zorlarlar. Siyasal karşıtlarını en ince komplo yöntemleriyle vurmaktan çekinmezler. Örneğin onlarca gazeteciyi sokaklarda gündüz ortasında, şakaklarına tabancaları dayayarak katledebilmişlerdir. Hasan Fehmi, Serbesti Gazetesi’nin Başyazarı, Zeki Bey, Şehrah Gazetesi Başyazarı, Hasan Tahsin, Samim Bey, Sadayı Millet Gazetesi ve daha nicesi.

İttihat Terakkiciler giderek asıl yüzlerini göstereceklerdir. Önceleri sözde ortakçı ve yenilikçi görünenler, özünde ne kadar militarist ve halklara düşman olduklarını göstereceklerdir. Çok erkenden Ermeni kıyımına geçeceklerdir. Gerekçeleri ise “savaş esnasında düşmanlarla işbirliği yapma” suçlamasını öne sürerek, 1,5 milyon Ermeni katledilecektir.

ERMENİLERDEN SONRA KÜRTLER

Ermenilerden sonra sıra Kürtlere gelecektir. 1916 yılında Anadolu’ya sürülen Kürtlere -önceden hazırlanmış bir plan gereğince- orada daha önce yaşayan mevcut halktan ırkçı bir muamele görecekler. Nüfusları yüzde beşten fazla olmayacak, ana dilleri yasak edilecek, aydınları ve büyükleri çocuklarından kopartılacak ve Türkçe öğrenme zorunlu kılınacaktır. O meşhur “Zo’lar gitti, Lo’lar kaldı” sözü bu dönemlerden kalmadır. Yani ‘Ermeniler katledildi sıra Kürtlere gelmiştir!’ anlamında kullanılmıştır. Savaş esnasında Enver Paşa, 90 bin askerin korkunç kış şartlarında öldüğü Sarıkamış Seferi’nden sonra yok yere: “Sarıkamış Çarpışması’na dıştan bakarsak yenildik sayılır. Fakat gerçekten muzafferiz. Çünkü Sarıkamış Ormanlarından Erzurum’a kadar uzanan yollar üzerinde on binlerce Kürt Genci’nin cesedini bıraktık” sözlerini sarf etmemiştir. Bu sözler Enver’in ne kadar Kürt Soykırımı’na angaje olduğunu göstermesi açısından örnektir. İttihat ve Terakki Cemiyeti yalnızca Ermeni ve Yunanlılara yönelmekle kalmayıp açıkça görüldüğü gibi, Talat; Ermenileri, Enver; Kürtleri ve Cemal Paşa ise; Arapları sindirmek için iş bölümüne gitmişlerdir.

ÇETE VE TETİKÇİLER AHTAPOTU

İttihat ve Terakki, en kanlı yüzünü bugünkü MİT’in atası, Teşkilat-ı-Mahsusa örgütünü kurarak gösterecektir. Bu örgütün çeşitli alt birimleri vardır. Bektaşiler ve Mevlevi Taburları gibi! Hepsi ağırlıklı olarak Balkan Gönüllüleridir. Başkanları Süleyman Askeri Bey, Halil Bey ve en sonda ise Cevat Bey’dir. Oldukça fazla tetikçisi bulunmaktadır. Gözünü kırpmadan insanları katleden canavarlara sahiptir. Hristiyan esirleri nasıl zoraki sünnet ettiklerini anlatışlarıyla meşhurdurlar. Hepsi de hukuk tanımaz, onlarca katliamı bizzat yapmış kafatasçı tetikçilerdir. Örgütün alt şubeleri vardır. Çoğu paramiliter kuruluşlardır; Müdafaa-i Milliye Cemiyeti, Türk Gücü Cemiyeti, Osmanlı Güç Dernekleri, Osmanlı Genç Dernekleri, Türk Yurdu Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti, Türk Ocağı, Milli Türk Cemiyeti, İstiklal ve İktisadı Milli Cemiyeti ve adını burada sayamadığımız daha birçok örgüt bulunmaktadır. Bugünle karşılaştırıldığında, ne kadar da birbirlerine benziyorlar!

Hamidiye Alayları’nın Ermeni halkını Osmanlılar adına nasıl katlettiklerini biliniyor. Yine Osmanlı Devleti tarafından daha önce farklı yer ve zamanlarda gerçekleştirilen katliamlar da biliniyor. Örneğin Zeytun’da 1862, 1878 ve 1884’te gerçekleştirilen böyle katliamlar söz konusudur.

TÜRK-ALMAN ORTAKLIĞI

Alman General Goltz’un söylediklerini: “Daralan memlekette yani Anadolu ve Rumeli’nde daha birçok kıymetli fütuhatlar yapılabilir. Yukarı Arnavutluk, ... Zeytun Ermeni Bölgesi...”ni de unutmayalım. Benzer ama bu kez daha ağır bir durumu ise bizler Birinci Dünya Savaşı’nda İttihatçıların Ermeni halkına karşı yaptıklarında söylendiği gibi göreceğiz. Önceleri İngiliz ve Fransızlara yakın duran İttihatçılar birinci dünya savaşından önce iyice Almanlara yakınlaşacaklardır. Almanların İttihatçıların var olan Osmanlı coğrafyasında hâkimiyet sağlayabilmeleri için çeşitli önerileri bulunmaktadır. Örneğin tarihi belgeleri bulunan bir gerçeği Kürt tarihçi Kemal Mazhar Ahmed kitabında: “Rohrbach Kasım 1913 sonlarında Alman Asya Derneği’nde verdiği bir başka konferansta da aynı düşünceyi dile getirdi. Ve Alman çıkarlarına hizmet ettiği için Batı Ermenistan’ın Osmanlı toprakları içinde kalması gerektiğine işaret etti. Bu ikinci konferansta üzerinde durduğumuz araştırmanın konusu açısından son derece büyük önem taşıyan ve Ermeni katliamlarındaki esrarengiz, belirgin yönleri aydınlanması muhtemel olan bir ifşaatta bulundu. Batı Ermenistan’ın Türkiye’de bir kargaşa kaynağı oluşturduğunu ve bunun ancak “Kürtleri kullanarak ortadan kaldırılabileceğini” belirtti. Rohrbach daha sonra Ermenileri ezmede Kürtlerin kullanılmasına Almanya’nın itiraz etmeyeceğini kaçamak bir ifadeyle ilan ederek bu konuyu daha da açıklığa kavuşturdu” diye belirtmektedir. (1. Dünya Savaşında Kürdistan) Hikâyeye dikkat edersek yine aynıdır. Hamidiye Alayları halen varlığını koruyorlar.

'KÜRTLER'İN DE KULLANILMASI

Ermenilerin İngiltere’nin yanında yer alabilecekleri düşünülüyor. O zaman yapılması gerekli olan Ermenileri tehlike olmaktan çıkartmaktır. Bu tehlikenin bertaraf edilmesinin bir yolu Kürtleri kullanmaktadır. Kürt derken öncelikli olarak Hamidiye Alayları Kürtlerini, İttihatçıların işbirlikçilerini, lümpenleri, gözünü mal bürümüş Kürt feodallerini, düşmüş ve düşürülmüş ne kadar tip varsa... Ermeni insanlarımızın böyle katledilmesini sözünü ettiğimiz güçler özelde teşvik ve tahrik ederlerken, aynı biçimde benzer türden olan Ermenileri de bu kez Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslar, daha öncesinde ise yine Batılı güçler tahrik ederek Kürtlere karşı katliamlara teşvik ederler. Bu ise halkların birbirlerine karşı düşman hale getirmelerinden başka bir şey getirmediği ve getirmeyeceği de açıktır. Bir Ermeni aydını olan Garo Sasoni’nin söylediği gibi; “Osmanlı öldürür, fakat suçlu daima Kürt’tür. Baskı yapar, kabahatli yine Kürt’tür. Hiçbir fenalık ortada mevcut değildir ki, bunu yapan Kürt olmasın ve hiçbir zulüm yoktur ki, buna maruz kalan Ermeni olmasın.”

TÜRKLEŞTİRME ESAS ALINDI

1,5 milyon Ermeni’nin katliyle yüz binlercesinin zoraki göçertilmesi böyle yaşanmış olan bir gerçekliktir. Unutulmasın ki, 30 bin Ermeni henüz 1909 yılında Adana’da kalleşçe katledilmiştir. Nedeni açıktır. İttihatçı siyaset, Türkleştirmeyi esas alan bir siyasettir. Modern Türk tarihi uzmanlarından Profesör A. F. Miller’in de belirttiği gibi, “İttihatçıların ‘Osmanlı Birliği’ ile kast ettikleri bütün öteki etnik toplulukların Türkleştirilmesinden başka bir şey değildi.” Yaklaşım ya da zihniyet bu olunca buz gibi soğuk çıkar ilişkileri de işin içine girince ortaya çıkacak olan milyonlarca insanın katledilmesidir.

ÖCALAN'IN NET BELİRLEMESİ

Yukarıda dile gelenlerin tümünü Rêber Apo savunmalarında daha rafine bir şekilde şöyle dile getirmektedir: “Ermeni Soykırımı bu genel tablo içindeki en trajik bölümdür. Ulus-devlet için ayağa kalktıklarında (1914 öncesinde ve savaşın ilk yılında), İttihat ve Terakki Yönetimi’nin 24 Nisan 1915 tarihli kararı temelindeki karşı saldırısıyla kendilerini binlerce yıllık yurtlarından atılmak ve yollarda imha edilmekle, geriye kalanlar ise uzun süreli diaspora yaşama mahkûm edilmesiyle karşı karşıya kalacaklardı. Diaspora Ermenileri bir gerçekliktir ama çok mutsuz, ezik ve yıkık bir gerçekliktir. Kurulan küçük Ermeni ulus-devleti belki de bir teselli kaynağı olacaktı. Soykırımda sadece Türkçü Burjuvazi’nin değil, Kürt feodallerinin de payından bahsedilir. Bunlar sadece Ermeni Soykırımı'nda değil, aynı dönemlerde daha değişik biçimlerde (özellikle Hamidiye Alayları’nda) yürütülen Kürt Soykırımı’nda da asli suçlu unsurlar durumundaydılar. Halen yürütülmekte olan Kürt Soykırımı’nda bunlar ‘köy korucuları’ olarak, Kürtlüğü inkâr karşılığında mülklerini ve sermayelerini arttırarak ve gerektiğinde sahte Kürtçülük yaparak lanetli rollerini oynamaya devam etmektedir.”

HALEP VALİSİ'NE GÖNDERİLEN TELGRAF

Bu acımasızca katliamın nasıl yürütüldüğünü daha yakından görmek için birinci elden İttihatçılar tarafından verilen birkaç kesin talimatı buraya almakta yarar vardır. İttihatçıların beyin takımında yerini alan Triumvira’nın başı da sayılabilecek olan Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın Halep Valisi’ne gönderdiği telgraf metni şöyledir: “Türkiye de yaşamakta olan Ermenilerin ortadan kaldırılması için Cemiyet talimatları uyarınca nihayet alınan karar daha önce size bildirilmişti. Bu karara aykırı bir tutum içinde olanların görevlerinin başında tutulmamaları gerekir. Atacağınız adımlar Ermenilerin sonunu getirici nitelikte kesin ve keskin olmalıdır. Hiçbir şekilde yaşa, vicdana ya da kadın, erkek ayrımına bakmayın.”

Başka bir talimatta ise: “Malum millete (Ermeniler) karşı talan ve şiddete başvurdukları gerekçesiyle bazı görevlilerin Divan-ı Harbe verildiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Zevahiri kurtarmak için bile olsa böyle bir tedbir, muhtemelen öteki görevlilerin cesaretini kıracaktır. Bu yüzden bu tür yargılamalara meydan verilmemesini emrediyorum” içeriklidir.

Bir diğer talimatta da: “O kimselerin (Ermeniler) çeşitli kişisel şikâyetlerine kulak vermeniz halinde sadece yabancı memleketlere gönderilmeleri gecikmiş olmayacak, aynı zamanda gelecekte çeşitli siyasi güçlüklerin ortaya çıkmasına fırsat verilmiş olacaktır. Bunun ışığında görevlilere zorunlu ve kesin emirleri vermelisiniz” sertliğindedir.

CEMAL PAŞA VE ARAPLAR

Bugün herkes biliyor ki; İttihatçılar, Ermenilere karşı düşündüklerini ve yaptıklarını aynı tarihlerde özgürlük kavgasına tutuşan Araplar için de düşünmektedirler. Biliniyor 1916 yılında onlarca Arap aydını bizatihi Cemal Paşa tarafından idam edilmişlerdir. Ancak bu planlamanın çok önceleri planlandığını gösteren belgelerin bulunduğunu Kemal Mazhar Ahmed sözünü ettiğimiz aynı kitabında dile getirmektedir. “Bazı Arapça kaynaklarda bir grup Arap subayının 1912’de önemli bir belgeyi ele geçirdiği belirtilmektedir. İttihatçı bir liderin üst düzey bir subaya gönderdiği bu mektupta şunlar denmektedir. “Arapları düşman ateşine maruz bırakın ve onlardan kurtulmaya bakın; çünkü onları öldürmek çıkarımızadır. Kürtler ise sağ tutulmalıdır. Çünkü Ermeni Topraklarında onlara ihtiyacımız var.” (Arap Devrimi, Başlangıcı, Neden Ve Sonuçları, bazı Arap örgütlerince hazırlanan bir yayın, Kahire, 1916, s.146; şehitler konferansı, Beyrut s. 145)”

ERMENİ TRAJEDİSİ RAKAMLARA SIĞMIYOR

Tüm bunlara rağmen Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı’nda giderek zayıfladığında görüyoruz ki 1916 yılını 1917 yılına bağlayan kışında yüz binlerce Kürt, Kürdistan’dan Türkiye'ye zorla sürülmektedir. Bu sürgünlerde kimi belgeye göre daha önce ifade ettiğimiz gibi 700 bin Kürt yaşamını yitirmiştir. Sözü uzatmadan belirtelim ki Osmanlılar zamanında başlayan, İttihatçılar döneminde daha derinlikli olarak sürdürülen ve yine cumhuriyet döneminde ise tamamen bitirilmek istenen bir Ermeni gerçekliği söz konusudur. Boşuna Rêber Apo; Hrant Dink için “Bu toprakların Son Ermenisi” demedi. Ermeni halkı bu toprakların kadim halkı olarak çok büyük acılar yaşadığı ortadadır. Ermeni halkının trajedisini kelimelerle, sayılarla ifade etmek mümkün değildir. Unutulmamalı ki bu kıyımı, bu soykırımı gerçekleştiren güçler ortadadır. Yine halen bugün de bu kıyımı gerçekleştiren zihniyet yaşamaktadır.

Kürtlerle Ermenilerin, yine Kürtlerle Asurilerin, Kürtlerle Süryanilerin ve tabi bu topraklarda yaşayan diğer tüm halklarla her zaman en ileri düzeyde ortaklaştıklarını, tarihi bilen herkes söyler. O karanlık yıllarda bile Dersim ne Osmanlıların ne de İttihatçıların oyununa gelmiştir. Şeyh Ubeydullah’ın Kürt ileri gelenleriyle 1800’lerin sonlarında yaptıkları bir toplantıda, “Padişah Fermanı ve Fetvası”na rağmen, soykırıma ortak olmamış, elini Ermeni kanına bulaştırmamıştır. Yine Kürdistan’ın birçok yerinde Kürt halkının çoğunluğu bu oyuna gelmemiştir. Tam tersine Ermeni halkının trajedisi yaşanırken aynı trajediyi kendisi de yaşamıştır. O kıyım yıllarında bile V. Gordlevski’nin itiraf ettiği gibi “Müslüman Kürtler ile Hristiyan Ermeniler arasında ki din farklılığının hiçbir rolü yoktu” demekten kendisini alıkoyamamıştır. Hatta söylediklerini daha ileriye götürerek: “Aslında Ermenilerin Müslüman camilerini, Kürtlerinde Ermeni kiliselerini ziyaret etmesi eskiden olağan bir davranıştı” demektedir. Sözü uzatmadan tarihçinin sözleriyle söyleyecek olursak: “Bu bağlamda belirtilmesi gereken bir nokta Ermeni katliamlarında yer alan Kürtlerin çoğunlukla Hamidiye Alaylarına yani başlangıçta bu işleri yürütmek ve Kürtleri mesul tutmak amacıyla oluşturulmuş askeri birliklere mensup olmasıdır. Bazı gerici ve köhne Kürt feodal ve aşiret beylerinin katliamlarda rol oynamış olması da bu gerçeği değiştirmez. Hamidiye Alaylarının komutanlarıyla belirli feodal bey ve ağaların Ermenilere yönelik katliamları kendi keselerini doldurmak, kurbanların arazilerine el koymak ve mallarını yağmalamak için iyi bir fırsat olarak gördüklerini belirtmekte yarar vardır.” 

SÖZDE EMPERYAL DOSTLAR

Bir yönü bu olsa da diğer önemli yön ise sözde emperyal güçlerin durumudur. Hem de sözde Ermeni dostları olan emperyal güçlerin! İngilizlerin 1895 yılı öncesi ve sonrasında bilinçli olarak yaydıkları “Sivas, Elazığ, Van, Bitlis, Erzurum, Van ve Diyarbakır gibi yerlerin Ermenilere verilmesi” yani Vilayat-ı Sitte sözleridir. Böyle yaparak zamanının Hamidiye Alaylarını -ki zaten Osmanlıları korumak için kurulmuş olan bu yapıyı- Ermeni halkına karşı daha fazla kışkırtmış ve sonuçlarının ne olduğunu yukarıda yazmaya çalışmıştık. Tuhaf gibi görülse de ABD’nin faşist Türk ordusunun Efrîn’e girmesi için, “30 bin kişilik sınır güvenlik birimi kuruyoruz” sözleri, İngilizlerin zamanında sarf ettikleri sözlere ne kadar da benziyor. Benzer bir gerçeklik ise daha sonra ele alacağımız Sevr Konferansı’nda ortaya çıkan gerçeklerdir. Güya Ermenilere bir Ermenistan, Kürtlere isterlerse bir Kürdistan, Yunanlara Ege ve Trakya derken birçok farklı renge sözler ve vaatler verilmiş gibi görünen bu antlaşmanın özü hiç de böyle değildir. Antlaşmanın içeriği böyle görülmüş olsa da kesinlikle gerçekliği bu değildir. Gerçekliği henüz aradan bir yıl geçmeden İngiltere, Londra’da ortaya çıkan sonuçlardır. Çünkü Londra’da eğer gelecekte kurulacak olan Türkiye kendi şartlarını kabul ederlerse, o zaman anlaşmada alınan kararlarının geçersiz olacağını söylemeleridir. William Eagleton, Sevr Antlaşması için, “Daha imzalandığı anda ölü doğmuş bir metinden başka bir şey değildi. Çünkü tarih M. Kemal tarafından farklı yazılmaktaydı” demiştir ve bunlar boş sözler değildir. Yine boşuna Amerikalı diplomat George Kennan “Gelecekte yaşanacak büyük trajediler, söz konusu antlaşmalarda şeytanın eliyle yazıya dökülmüştü” denilmemiştir.

AYNI ZİHNİYET HALA İŞ BAŞINDA

Sözü uzatmayalım, gerçekler görüldüğü gibi cereyan etmemişti ve halen de görüldüğü gibi etmemektedir. Nasıl ki geçmişte başta uluslararası güçler olmak üzere, Kızıl Elmacı yani İttihatçı faşizan zihniyet Ermeni halkını Kürtlerin karşısına dikmek istemişse, bugün aynı zihniyet bu kez farklı şekillerde yapmak istemektedir.

ÖCALAN'IN 4 YIL ÖNCEKİ MEKTUBU

Rêber Apo’nun 2014 yılında Ermeni halkına hitaben yazdığı mektubunda çarpıcı bazı hususları ifade etmektedir: “Mezopotamya ve Anadolu’nun kadim halkları arasında yüzyıllardan bu yana var olan toplumsal ilişkiler son üç yüzyıldır büyük bir altüst oluş içerisindedir. Özellikle kapitalist modernite ve onun tapınağı ulus devletlerin saçtığı zehir nedeniyle bu topraklar adeta halklar ve kültürler mezarlığına dönmüştür. Monolitik ulus yaratma projeleri Avrupa’dan Afrika’ya, Asya’dan Avustralya’ya, oradan Amerika’ya kadar insanlığın bütün değerlerini alaşağı etmiş, binlerce yıllık kültürel mirasları ve değerleri yeryüzünden silip süpürmüştür. İnsanlığın ve medeniyetin ilk boy verdiği anavatanımız olan bu topraklar da bu felaketten fazlasıyla nasibini almıştır. Halklarımız arasına hançer gibi sokulan ırkçı-milliyetçi akımlar bu felaketin ideolojik alt yapısını oluşturmuştur. Onlarca dil ve kültür bu yangın yerinde yanıp kül olmuş, birer nostaljik öğe olarak bile günümüze kalmayı başaramamışlardır. Birçok halk soykırım gibi insanlık suçu nedeniyle yok edilirken, birçok inanç ve kültür de baskılar sonucunda ortadan kaybolmuştur. Son yüzyıllarda yaşanan felaketler insanlığın başına gelmiş en büyük felaketlerdir. Tarih boyunca savaşlar ve çatışmalar hep yaşanagelmiştir ama hiçbir dönemde de bugün olduğu gibi insanlığı ve doğayı yok etmeyi hedefleyen, büyük ölçüde başarılan bir yönelim olmamıştı. İşte, Ermeni halkına yönelik geçen yüzyılın başında uygulamaya konulan soykırım planı da bu iğrenç politikaların en zalim olanlarındandır. Ermeni halkının içine düşürüldüğü durum tam bir soykırım gerçeğidir. Bu soykırıma rağmen Ermeni halkının trajedisiyle birlikte kendini bugüne taşıyabilmiş olması büyük bir mucizedir. Bu mucize, hiç şüphesiz mazlum Ermeni halkının büyük emekleri ve mücadelesi sonucu gerçekleşmiştir. Günümüzde Ermeni halkının yaşadığı tarihsel gerçekle bütün dünyanın yüzleşmesi ve Ermeni halkının acısını paylaşarak yasını tutmasının önünü açması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu olgunlukla meseleye yaklaşması ve bu acılı tarihle yüzleşmesi kaçınılmazdır. Ermeni halkının ise ırkçı-milliyetçi tuzaklara düşmeden, halklarımızı daha yüzyıllar boyunca çatıştırmayı hedefleyen uluslararası sermaye güçlerinin ve lobilerinin sinsi amaçlarından uzak durarak, mücadelesini sürdürmesi naçizane önerim olabilir ancak. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile Ermeni halkının acılarının sağaltılması, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak bu topraklarda yaşama mücadelesi iç içe geçmiştir. Demokrasiyle taçlandırılmış bir cumhuriyet hem geçmişiyle hesaplaşmış hem de farklı bütün kimliklerin özgürce yaşadığı bir cumhuriyet olacaktır. Bizler, bu çerçeveden bakıldığında sadece Kürt halkının değil; bu kadim coğrafyanın bütün halkların ve inançların özgürlüğü için mücadele ediyoruz diyebiliriz” sözleri, son derece anlamlıdır.

TARİHİN ACI TEKERRÜRÜ

Ermeni halkına karşı gerçekleştirilen Soykırım gününe yani Ermeni halkımızın katliamlardan geçirildiği Medz Yeghern’ine doğru yaklaşıyoruz. Bu günlerde, adeta tarihi yeniden tekerrür ettirircesine, hem aynı yapıların aynı coğrafyada yeniden bir soykırım planını, aynen Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’nda olduğu gibi hegemon yani emperyal güçlerin desteği ve onayıyla, göz yumması, hatta teşvik ve tahrikiyle yaşanmıştı. Bugün de benzer bir planı, aynı doku üzerinde Efrîn’de Kürtlere karşı gerçekleştirildiğini görmek, gerçekten de son derece üzücü, üzücü olduğu kadar da nefret uyandırıcıdır.

NÜFUS YAPISINI DEĞİŞTİRDİLER

Ermeniler coğrafyamızın en renkli yapılarından birisi olmalarına karşın, bugün yok denecek kadar az kalmışlardır, az bırakılmışlardır. Yerlerinden zoraki sökülüp atılmışlardır. Mal varlıklarına el konularak talan edilmişlerdir. Kadınlarına tecavüz edilmiştir. Yurtları talan edilmiştir. Sürgünlerde binlercesi açlıktan ve yoksulluktan kırılmıştır.

Bunlar Ermeni halkının başına getirilirken yerlerine Kafkaslardan, Balkanlardan insanlar getirilmişlerdir. Kafkaslardan ve Balkanlardan gelenler sadece sıradan insanlar değildi. Bunların birçoğu Osmanlıların kirli ve katliamcı politikalarına angaje olmuş yapılardı. Bir nevi çetelik yapmış insanlardı. İşte bu insanlar, katledilerek sürülen Ermeni insanlarımızın yerlerine iskan edilmişlerdir. Öyle ki, bu uygulama pervasızca yapılmıştır. Acılarının halen bugün bile hissedilircesine yaşanması, yaşanan acının derinliğindendir.

BUGÜN DE EFRÎN'DE YAŞANIYOR

Evet, şimdi de benzer bir şekilde aynı faşizan uygulamalar Efrîn’de uygulanmaya konulmuştur. Öz be öz Kürt ve Kürdistan coğrafyası olan Efrîn’e önce onlarca uçakla, tankla, topla saldırmışlardır. Ardından ise girdikleri yerleri kendilerine ganimet bilerek gasp etmişlerdir. Çalmışlardır. Ulaşamadıkları yerleri ise yakıp yıkmışlardır. İnsanlarını topların altında sürmüşlerdir. Yüzlerce sivil katledilmiştir. Onlarcası kaçırılarak halen akıbetleri belli değildir. Çetelerce toprakları “helal” deyip soyulmuştur.

Evet, dün Ermeniler bugün de Efrîn’de Kürtler. Mantık ve zihniyet aynıdır. Ermeniler sürülmüşlerdir ve bugünlerde hangi Ermeni, sürüldükleri bu toprakları kendi ülkesi olarak gösterse, gülüp geçilir. Çünkü Osmanlıların en faşist yapısı olan İttihatçılar demografiyle öyle oynamışlardır ki, bugün Ermenilerden ve Ermenistan’dan söz etmek bile anlamsız hale gelmiştir. Yüz yıl önce milyonluk nüfusu olan Ermenilerin, bugünlerde yüz bin kişi kalmadığı düşünüldüğünde soykırımın düzeyi rahatlıkla görülebilir.

BATI YİNE UĞURSUZ ROLÜNDE

Evet, Efrîn’de yapılan da bu soykırımın ta kendisidir. Efrînliler vatanlarından sürülmektedir. Cennet gibi olan ülkelerine dört bir yandan çeteler getirilip yerleştirilmektedir.

Efrînliler aynen zamanında olduğu gibi yine emperyal güçlerin oyunları sonucu İttihatçılara kurban edilmektedirler. İşin için de yine İngilizler var. TC devletine en açık bir şekilde destek sunanlardır. Almanlar zamanında nasıl ki Ermenileri katletmekte Türkleri teşvik etmişler ise bugün de Türklere verdikleri tanklarıyla Kürtlerin katliamında rol almakta geri durmamaktadırlar. Benzer bir şekilde Kürtlerin direnmemeleri için Almanya’da her türlü yasağı Kürtlere getirirlerken, soykırımcı bir rejime ise her türlü silahı vermektedirler.

Diğer emperyal güçler de aynen zamanında olduğu gibi ara sıra boş teneke gibi ses çıkarmakta, ancak Efrîn’deki soykırımı engellemek için hiçbir şey yapmamaktadırlar. Hatta sözde Birleşmiş Milletler diye bir kurum olmasına rağmen TC’nin soykırımına tek bir eleştiri yapmamışken, sivillerin çıkışını güya Rojava’nın savunma güçleri engelliyor diye bu soykırım sürecinde eleştirmiştir.

Evet, Ruslar da aynı zamanında nasıl ki Kürtleri katletmişlerse benzer bir şekilde bugün de TC’nin yanında durarak Kürt katliamına arka çıkmakta, göz yummakta ve hatta bizatihi faşistleri Efrîn’i yağmalamaları için teşvik etmektedir. Güya Efrîn kendileri için Türkiye kadar değer ifade etmezmiş. Devletlerin buz gibi çıkar ilişkileri yüz binlerce insanın acısına kap kara bir vicdanla karşılayabiliyor. Suriye’nin başka yerlerinde katliamlara uğratılanlar Efrîn’e getirilip çetelerle birlikte yerleştirilirken tek bir utanma duygusunu yaşamadan bunu yapıyorlar.

ZOLAR GİTTİ SIRA LOLARDA GERÇEĞİ

Evet, dün Ermeniler bugün Kürtler. Zolar gitti sıra Lolar da gerçeği yine devrede. Yazımızı sonlandırmadan, başka bir tuhaflığa işaret etmek yerinde olabilir. Zamanında İttihatçıların yanında yer alanlar, Kürt Halk Önderliği’nin sözleri ile yeniden ifade edecek olursak; "Abdullah Cevdet, İshak Sükûti biraz da bu nedenle İttihatçılarla birlikte hareket eder... Bunlar İttihat Terakki’ye girerek, kendi Kürtlüklerini herhalde canlı yürüteceklerini sanırlar.”

AKP’nin kuruluşunda ve sonrasında ne kadar Kürt’ün yer aldığı biliniyor. Kimisi Erdoğan’ın nasıl bir Kızıl Elmacı yani faşist olduğunu gördükçe AKP’den ayrılmış olsa da halen bazı sözde Kürt’ün Erdoğan ve Bahçeli Kürtlere karşı soykırım uygularken ekran ekran konuşturulması arsızlıklarını, yaşadıkları ihanetin derinliğini ve de pervasızlıklarını açıktan gözler önüne sermektedir.

İHANET ZİNCİRİ DE KOPMADI

Yine unutmayalım ki, Erdoğan’ın özel davetlisi olarak Avrupalardan getirilen ve ekran ekran Erdoğan övgüsü temelinde Kürt Özgürlük Hareketine ve Kürt Halk Önderliği’ne saldıran, bir kedisi bile olmayan kişiliksiz kişilerden Erdoğan’ın borazanlığına soyunan Kızılkayalardan, Miroğlulardan, Güçlülere kadar, böyle bir ihanet zincirini saymak çok da yanlış olmayacaktır. Tarih Kürt halkına karşı Kızıl Elmacıların soykırımlarını yazarken isimlerini verdiğimiz ve vermediğimiz kişiliksiz kişileri de aynen Rayberler gibi, Cemile Çetolar gibi, Zeyneller gibi mutlaka yazacaktır.

HENÜZ SON SÖZ SÖYLENMEDİ

Evet, dün Ermenileri tümden sürdüler. Katlettiler. Kendilerince bitirdiler. Ancak bu kez tarihin hükmü böyle olmayacağa benziyor. Kürtler bu kez örgütlü duruyorlar. Bu kez Kürtler bölgedeki halklarla ortak bir cephede buluşarak zamanında Osmanlıların yaptıkları hilelere düşmeden özelde de Arap halkıyla kader ortaklığı yaparak Efrîn’de faşizmi geriletmek için mücadele ediyor. Rojava’nın savaşçıları henüz son sözlerini söylememişe benziyorlar. Dünyada eşine ender rastlanılan bir direnişle, NATO’nun sözde ikinci askeri gücüne karşı tam 58 gün boyunca göğüs göğse çarpıştılar. Teknik üstünlükle kendilerince Efrîn’e girenleri bu kez Rojava savaşçıları halkların en etkili silahı olan gerillacılıkla karşılamaya devam edeceklerini söylemişler ve yüzlerce TC askeri ile yüzlerce DAİŞ'liyi saf dışı bırakmışlardır. Bunun sadece bir başlangıç olduğunu ise açıktan söylüyorlar.

Bu şu demektir; direniş kesintisiz devam edecektir. Bu, Efrîn’in ikinci bir Medz Yeghern olmayacağı demektir.

Evet, Ermeni halkımızın büyük acısı olan 24 Nisan Soykırım Günü’ne doğru giderken, bu kez Efrîn’de yüz yıl önce halklarımıza yaşatılan acıların da intikamını alma temelinde, Efrîn’de bir direnişin ve mücadelenin yaşanacağı kesindir.

Sur Direnişi’nin büyük komutanı Çiyager’in de ifade ettiği gibi: NE OLURSA OLSUN SON MUHTEŞEM OLACAK!