Kürt gazeteciler popülizmden uzaklaşmalı - M. Azadi
Kürt gazeteciler popülizmden uzaklaşmalı - M. Azadi
Kürt gazeteciler popülizmden uzaklaşmalı - M. Azadi
“Gazeteciler, bizim mesleğimiz bilgidir, yani kamu yaşamını koşullayan tüm olaylar üzerine özgür soruşturma yürütmektir. Mesleğimizin hakları ve görevleri bir ayrıcalık değil, vatadandaşlar karşısında bir sorumluluktur…”
Bu ifadeler Fransa’da hem de habercilik açısından hem de sadece abonelere dayalı bir ekonomik bir anlayış geliştirmede alternatif olmayı başaran internet gazetesi Mediapart’ın “Özgür bir basın için mücadele” (Combat pour une presse libre) isimli manifestosunda yer alıyor.
Gazeteciler kendilerine ait olmayan bir özgürlüğün hem temsilcisi, hem enstrümanları ve hem de gardiyanları olarak değerlendiriliyor. 1971’de Münih’te gazeteci federasyonları ve organizasyonları da kabul ettikleri bir metinde “Bilgi, özgür ifade ve eleştiri hakkı insanın en temel haklarından biridir” hatırlatmasında bulunuyordu.
Bugün özellikle internet sayesinde gazetecilik yeni bir boyut kazandı. Gazetecinin tanımı da zenginleşirken, düşünce üzerinde tekel oluşturdu iddiasındaki egemen medya tahtından indirildi. Medya güven açısından en kötü dönemlerinden birini yaşarken, gelişen internet gazeteciliği medyanın özgürleşmesine büyük katkılarda bulunuyor. İnternet gazetecileri bugün demokrasinin de bir garantörleri durumundalar. Nötr durmak zorunda olmayan internet gazetecileri, okuyucuları daha fazla düşünmeye sevk ediyor. Bu gazeteciler, gönüllü bir vatandaş olarak kurdukları blog veya site aracılığı ile objektif düşünmeye hizmet ediyor. İnternet gazeteciliği aslında gazeteciliğe, durması gerektiği yeri de hatırlatıyor. Bu yer, gazeteciliğin varlık nedeni olan araştırma, bulma, ifşa etme, seçme, tasnif etme, bilgileri, olayları ve gerçeklikleri ulaştırmaktır.
Basın özgürlüğünün önemi ve gazetecilik mesleği her dönemde tartışma konusu oldu. Victor Hugo, 1848’de Ulusal Parlamento’da yaptığı konuşmada basın özgürlüğü ilkesinin evrensel oy hakkından daha az kutsal olmadığını belirterek, “Aynı olayın iki yanıdırlar. Bu her iki ilke birbirini çağırır ve karşılıklı olarak birbirlerini tamamlarlar” diyordu. Hugo açısından evrensel oy hakkı ile basın özgürlüğü arasında bir değer hiyerarşisi olamazdı. Bu aynı zamanda gerçek anlamda özgür bir bilgi olmadan vefalı bir 'oy'un da olmayacağı anlamına geliyor.
Ünlü Fransız yazar ve filozof Albert Camus çıkardığı “Combat” (Mücadele) isimli gazetede şu uyarılarda bulunuyordu: “Kültüre zarar veren her şey, köleliğe giden yolu kısaltır. Kirlenmiş bir basınla dikkatsiz olmaya katlanan bir toplum, kendisine verilen zarara katkıda bulunanların protestolarına rağmen köleliğe koşar (…) Oysa bizim görevimiz bu kirli işbirliğini reddetmektir. Şerefimiz, uzlaşmayı reddettiğimiz enerjiye bağlıdır.”
Camus şu hatırlatmayı da yapıyordu: “Basındaki tüm ahlaki reformlar, eğer sermaye karşısında gazetelere gerçek bir bağımsızlık sağlayan özgün siyasi tedbirlerle desteklenmezse boştur.”
Basın özgürlüğünün demokrasi açısından vazgeçilmezliğini ortaya koyarken, gazeteciye bu nedenle büyük anlamlar yüklenir, tıpkı “demokrasinin bekçi köpeği”, “gece bekçisi”, “nöbetçi” ya da “alarm zili” gibi. Bu tanımlar aynı zamanda yüklenilen ağır sorumluluğun da ifadesidir. Gazetecinin bağımsızlığı, güvenilir bir bilginin garantisi olarak değerlendiriliyor.
Mediapart’ın başkanı Edwy Plenel’e göre “biz, gazetecilerin vatandaşlar karşısında demokratik bir sorumluluğu var. Bizim görevimiz onların özgürlüğünü ve özerkliğini teşvik etmektir. Onların güvenini kazanmanın tek yolu budur.”
Plenel, vatandaşların özgürlüğü ve özerkliğine katılmanın en iyi yönteminin de onlara gerçek bilgiyi ulaştırmak olduğunu söylüyor. Plenel “Le droit de savoir” (Bilme hakkı) isimli küçük kitabında da vatandaşların otonom olabilmesi için bilme hakkına vurgu yapıyor. Diğer bir ifadeyle, bilme hakkı vatandaşların bilinçli ve aydınlanmış bir şekilde kamu yaşamına tam katılımı için temel koşuldur. Plenel vatandaşların hizmetinde olan bir gazetecilik fikrini savunurken, gazetecilerin “vatandaşların bilme hakkının temsilcisi” olduğunu ifade ediyor.
Fransız yazar François Mauriac, 1954’te Express dergisine el konulması ardından şöyle diyordu: “Basın açısından ihtiyatsızlık suçunun varlığı konusunda şüpheliyim. Ama bir sessizlik suçu vardır. Mahşer gününde konuştuğumuz için değil, sustuğumuz için suçlanacağız.”
Kürt gazetecileri sessiz kalmadığı için bedelini ödedi ve ödüyor. Bununla birlikte Kürt gazeteciliği halen bitmeyen sömürge koşularında kendi dilini ve özgünlüğünü oluşturma çabalarını sürdürürken, özellikle sürekli iletişimde olduğu iktidar ve patronların denetimindeki Türk medyasından olumsuz etkilenmeye açık durumda. Bu haber diline ve manşetlere de yansıyor. Her ne kadar, Kürt halkına, düşünce ve basın özgürlüğüne yönelik baskılara karşı toplumsal uyanışta Kürt gazeteciliği gerçek bir sınav verse de, önünde halen demokrasi ve özgür bir geleceğin inşasında ağır bir sorumluluk duruyor.
Özgür bir gelecek inşası ya da vatandaşların gelişmeler karşısında özgür karar alabilmeleri ve demokratik sürece daha kararlı katılım sağlayabilmeleri için özgür bilgi hayati önem taşıyor. Vatandaşların kendi haklarını talep etmeleri, sömürü ve adaletsizliklere karşı durabilmeleri için ihtiyacı olan doğru bilginin gazeteciler tarafından ulaştırılması gerekiyor. Bunu yaparken de temel kural, olayları görüş belirtmeden mümkün olduğu en yalın biçimiyle aktarmaktır. Okuyucu, bir haberi okurken olay hakkında bilgi almak ister, haberi yazanın görüşünü değil. Ancak gazeteciliğinin bu görevi, günümüzde ciddi bir tartışma konusu. Bu nedenle kamuoyu haberleri okurken, artık şüpheyle yaklaşıyor. Ayrıca günümüz medyası gündem üzerine sadece bir fikir belirtmekle değil, bir fikir üretmekle de suçlanıyor. Kamuoyu, gazetelerin kendilerine dikte ettiği şekilde düşünüyor. Sonuç olarak hiçbir medya güvenilir olarak görülmüyor.
Demokrasi ve medyanın içinde bulunduğu böyle bir dönemde, gazetecilerin kendisini kaptırdığı diğer bir sorun da popülizm olarak dikkat çekiyor. Bu birçok alanda olduğu gibi Kürt medyasında da kendisini ciddi bir şekilde hissettiriyor. Olayı ve bilgiyi aktarması gereken gazetecilerin, kendilerini haber veya gözlemlerinin merkezine koyması, gazetecilik açısından ciddi bir sapmayı ifade ediyor. “Ben” vurgusunun, aktarılan gelişmelerde kendisini baskın bir şekilde hissettirmesi ile açığa çıkan popülizmden bir an önce kurtulmak gerekiyor. Gazetecinin görevi, her şeyden önce haber vermektir. Aktardıkları zaten bir tanıklığı ifade ediyor. Tartışma konusu olan gazeteciler değil, olaylar olmalı.