Kürdistan geleceğini tayin ediyor - Cahit Mervan

Kürdistan geleceğini tayin ediyor - Cahit Mervan

Hewler’de Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin ev sahipliği yaptığı Kürdistan Zirvesi büyük bir başarıyla gerçekleşti.  Kürdistan’ın dört parçasından siyasi parti ve hareket temsilcilerinin biraraya geldiği zirve birçok bakımdan ilklerle doluydu. Ama her şeyden önemlisi uzun bir zamandır Kürtlerin gündeminde bulunan Kürt Ulusal Kongresi’nin toplanması için tarihi adım atılmış oldu. Eşik aşıldı.

Belirtmekte ve altını çizmekte yarar var ki, zirveye Celal Talabani ve Abdullah Öcalan bilinen nedenlerden dolayı bizzat katılmamış olsalar da güçlü şekilde temsil edildiler. Bir anlamda Hewler’de Öcalan-Barzani-Talabani zirvesi gerçekleşti.      

Hiç şüphesiz KCK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın İmralı’da Türk devlet heyetiyle yaptığı görüşme ve müzakere sonrası başlattığı çözüm süreci olmamış olsaydı, belki bu zirve bu günlerde toplanamayacaktı. Veya en azından bu kadar güçlü bir katılım sağlanmayacaktı. Zirveden çıkan mesajlar zayıf ve üçüncü taraflarca ciddiye alınmayacaktı.

İMRALI SÜRECİ ZİRVEYİ OLANAKLI KILDI

13 Mart 2013 günü ANF’de yayınlanan ‘Öcalan’ın mektupları ve özgürlük vakti’ başlıklı yazımda başlayan çözüm sürecinin Kürtler arası ilişkilerde nitel bir değişime yol açacağını vurgulamış ve şunları dile getirmiştim:

’’PKK lideri Abdullah Öcalan’ın inisiyatifi ile başlayan ve devam eden İmralı süreci Kürtler açısından şimdiden önemli kazanımları ortaya çıkarmış durumda. Her şeyden önce çift taraflı ve kalıcı bir ateşkesten en fazla Kürtler yarar sağlayacak. Kürt-Kürt ilişkisi, Kürdistan’ın parçaları arasındaki ilişki ve dayanışma nitelikli bir sıçrama yakalayacak. Hewler’de Kürdistan Ulusal Kongresi kısa bir dönemde PKK’nin resmi ve eşit katılımıyla toplanabilecek.’’

Şu an gerçekleşen budur. Bu nedenle Hewler Zirvesi barış ve çözüm sürecinin en önemli stratejik kazanımıdır. Bu sürecin yarattığı olumlu siyasi ve bölgesel iklim böylesine bir zirvenin toplanmasına ve Kürt Ulusal Kongresi için stratejik karar alınmasına ön ayak olmuştur.

Şimdiye kadar Hewler Zirvesi gibi bir buluşmanın gerçekleşmemiş olması, daha çok Kürdistan dışı faktörlerden kaynaklanıyordu. Başta Türk devleti olmak üzere sömürgeci devletlerin politikası, onların bölgesel ağırlığı ve çıkarları böylesine bir zirvenin gerçekleşmesi karşısında güçlü bir itiraz olarak duruyordu.

Bugün koşullar değişti. Değim yerindeyse köprünün altından çok sular aktı. Öcalan’ın başlattığı ve ısrarla sürdürmek istediği çözüm süreci, bu değişen koşulların ruhuna uygun düştüğü için sonuç almaya, ete ve kemiğe bürünmeye başladı.

FELAKET SENARYOLARININ FECİ SONU

Hewler Zirvesi’nin toplanmış olması keskin milliyetçi sloganlar arkasına saklanarak barış ve çözüm süreci başlattı diye Öcalan ve PKK’ye karşı adeta özel savaş politikası yürüten bazı Kürtlerin nasıl bir yanılgı içinde olduğunu da çok açık bir şekilde ortaya koydu. Çözüm sürecinin Kürtler için ciddi karşılığının olduğu bu zirveyle bir kez daha netleşti.  Son birkaç ay içinde bu kendinden menkul bazı kesimlerin ileri sürdüğü onca felaket senaryosu ve PKK düşmanlığı bir daha kazanmamak üzere kaybetti. İyi de oldu.  

Esas kaybeden ise Kürdistan üzerinde egemenliği sarsıldığı için, başka yol ve yöntemlerle egemenliğini yeniden üretmek peşinde olan ve bundan dolayı Kürtler arası ilişkileri ‘düzenleme’ gayretkeşliği içinde olan sömürgeciler oldu.

SÖMÜRGECİLERİN KÜRDİSTAN POLİTİKASI ÇÖKTÜ

Başta Türk devleti olmak üzere sömürgeci güçler uzun bir dönemden buyana bütün provokasyon ve kirli oyunlarına rağmen, Kürtler arası çatışmayı sağlayamadılar. Kürtleri birbirine karşı savaştırmada başarısız ve yorgun düşen Türk devleti son birkaç yıldır Kürtler arası ilişkileri farklı müdahalelerle düzenlemek çabası içinde oldu.

Özellikle Türk devleti birkaç yıldır yoğun olarak gündemde olan Kürt Ulusal Kongresi’nin toplanmaması için her türlü çabayı gösterdi. Daha çok da Öcalan ve PKK’nin dıştalandığı, PKK’nin son 40 yıllık mücadelesinin mahkum edildiği ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin teslimiyet ve tasfiyesini öngören bir ‘ulusal’ kongrenin toplanması için çaba ve gayret gösterdi.

Hatırlardadır. 29 Mart 2009 yerel seçimlerden önce böylesine bir kongrenin toplanacağı, PKK’nin tasfiyesi ve teslimiyeti için karar alacağı sıkça dile getiriliyordu. Manşetler atılıyordu. Bizim ‘yapmayın, etmeyin, bilmediğiniz konularda ahkâm kesmeyin’ uyarılarımıza rağmen ‘derin analizler’ yapılıyordu. Hatta kongrenin sadece ve sadece PKK’nin silahsızlanması için toplanacağını iddia edenler vardı. Bunun için bahse girenler bile vardı. Tıpkı bu gün olduğu gibi Türk medyasında paçalarından cehalet akan bazı tiplerin eliyle Kürt Ulusal Kongresi’nin ‘gündemi’ dahi ilan ediliyordu.

Çok geçmeden bunların palavra ve özel savaş politikası olduğu anlaşıldı.  Çünkü maddi zemini ve Kürdistan’da karşılığı yoktu.

Ancak Türk devleti sahada kaybettiği savaşı masa başında, hatta Kürtlerin eliyle kazanmak arzu ve hevesi içindeydi. Türk devletinin yaptığı bütün hesaplar 29 Mart yerel seçimleriyle alt-üst oldu. Eğer yerel seçimlerde Kürt siyaseti beklenilen başarıyı göstermemiş olsaydı, Türk devleti Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin cenazesini kaldırmak için çabalarını en üst seviyeye çıkaracaktı.  Bu beklenti gerçekleşmediği için Türk hükümeti ‘B planını’ devreye koydu:

Siyasi ve askeri soykırım hareketine hız verdi. Binlerce Kürt siyasetçisi tutuklandı. DTP kapatıldı. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekillikleri yargı darbesiyle ve AKP’nin meclis çoğunluğunun desteğiyle düşürüldü.  Eş güdümlü tasfiye politikaları gündeme girdi. On binlerce insanın ölümüyle sonuçlanacak ‘Sri Lanka modeli’ açıktan dillendirildi. Bunun bir gereği olarak Kortek, Kazan Vadisi ve Roboski katliamları gerçekleştirildi.

Fakat Türk hükümetinin devreye koyduğu siyasi ve askeri soykırım operasyonları başarı sağlayamadı. Bu politika esas olarak 2012 yılının ilk yarısından sonra hem halkın,  hem gerillanın, hem de zindanlarda on binlerce Kürt tutsağın başlattığı direniş sayesinde başarısız kaldı. Değim yerindeyse Türk hükümetinin Kürdistan politikası PKK karşısında işlemez oldu.

Türk hükümeti ‘içte’ PKK’yi tasfiye edemediği gibi ‘dışta’ ise nur topu gibi yeni bir Kürdistan ile karşı karşıya kaldı. Batı Kürdistan bütün bölge halklarının yeni umudu olarak tarih sahnesine çıktı.

Türk devletinin bir başka beklentisi ise Bağdat-Hewler arasındaki zaman zaman çatışma sınırına gelip dayanan kriz oldu. Soğuk savaş döneminin bir alışkanlığı olarak her zaman pragmatist politikalar peşinde koşan Türkiye, burada da beklediği sonucu alamadı. Hewler-Bağdat arasında bahar havası esmese de Türk devletini sevindirecek,  ona Kürdistan üzerinde yeni manevra alanları açacak bir çatışmaya da dönüşmedi.

Türk devletinin bir başka hayali ise, İran-Kürt savaşıydı. Bu heves barış ve çözüm sürecinin başlamasıyla yeniden canlandı. Onlara göre PKK Kuzey’den gücünü çekerken, ister istemez İran ile savaşacaktı. Ancak son altı aydır devam eden barış ve çözüm sürecine rağmen bu beklenti de boşa çıktı. Kürt tarafı İran’a da sorunlarını ateşkes ve giderekten diyalog yoluyla çözme eğiliminde olduğunu güçlü bir şekilde hissettirdi.

Hewler Zirvesinin toplanmış olması sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda İran, Irak ve Suriye’nin de Kürdistan politikasının çöktüğünün en somut göstergesidir. Bu devletler, eski statükonun bir gereği olarak Kürtlerin bölünmüşlüğünü hep bir kader olarak gördüler ve öyle gösterdiler.  Ancak Kürtlerin mücadelesi, bölge ve dünyadaki gelişmeler sonucunda sömürgeciler kaybetti.

GÖZE ÇARPAN İKİ YANLIŞ OKUMA

Hewler Zirvesi’nde ortaya çıkan tabloyu hala yanlış okumalar söz konusu. Bu yanlış okumanın ilk sırasında ise, toplanacak olan Kürt Ulusal Kongresi’nin ‘PKK’ye silah bırak çağrısı’ yapacağıdır. Kongre, PKK dahil olmak üzere hiçbir Kürdistani güce ‘silah bırak’ veya ‘silahlan’ çağrısı yapmayacaktır.
Meraklıları için belirtelim: yakın gelecekte PKK silahlara veda etmeyecek. Yani Türk devletiyle KCK Genel Başkanı Abdullah Öcalan arasında İmralı’da oluşan ‘Mutabakat Belgesi’nin bu konudaki hükmü son derece açık. Oda şu:  ‘Kürtlerin varlık ve özgürlüğü güvence altına alınmadan silahlar bırakılmayacak.’ Kongre, Öcalan ve PKK’nin yürüttüğü barış ve çözüm stratejisine destek verecek.

İkinci yanlış okuma ise, Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin ‘21. Yüzyıl Kürtlerin umutlarının gerçekleşeceği bir yüz yıl olacak’ sözleri üzerinden yapılıyor. Bunu yapanlar daha çok her yüzyılı fetih, işgal ve başka halkları boyunduruk altına almak olarak algılayanlar, daha açık bir değimle daha çok Kuyucu Murat Paşa hikayeleri dinleyenler yapıyor. Barzani’nin sözlerinden de anlaşılacağı gibi Kürtlerin 21. Yüzyıla biçtikleri tarihi misyon, gasp edilen ve ellerinden alınan haklarının iadesi, kendi toprakları üzerinde özgür, barış ve huzur içinde yaşamalarıdır. Kimse merak etmesin. Kürtlerin ne bugün, ne de gelecekte kimsenin toprağında gözü yok. Bir yerleri işgal etme veya başka bir halkı boyunduruk altına alma diye bir derdi yok. Olmayacakta.

Olacak olan ise, artık ertelenemez ve Kürtler dışında başkası tarafından kullanılamaz olan kendi kaderini belirleme hakkının Kürdistan’da hayat bulmasıdır. BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi ‘Kürtlerin hangi ülkede hangi statüyle yaşamak istedikleri bu kongre sayesinde dünyaya ilan edilmiş olacak. Yani Kürdistan geleceğini tayin edecek.