'Kürtlerin Sykes-Picot ve Lozan'ın gerisine düşmesi olamaz'

Fikret Başkaya, Kürtlerin artık belli bir eşiği geçtiğini ve artık Sykes-Picot'un, Lozan'ın gerisine düşmek diye bir şeyin asla olamayacağına dikkat çekti.

Kürdistan ve diasporadaki Kürtlerin artık 1910'lu, 1920'li yılların Kürtleri olmadığını vurgulayan Başkaya, "Kim ne derse desin, bölgenin en bilinçli, en mücadeleci halkı. Özgürlüğün ne olduğunu biliyor ve onun için mücadeleden asla vazgeçmesi de mümkün değil" dedi.

Araştırmacı-yazar Fikret Başkaya ile Türkiye’nin Efrîn işgali ve yeni saldırı planlarını, kitlelerin çıkmazını, artan milliyetçilik kullanımını, Türkiye’deki baskı ve yasaklamaları, BM, ABD ve Rusya’nın Efrîn’deki tutumunu konuştuk.

‘ARTIK HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ DEĞİL’

AKP, Efrîn işgali sonrası Şengal ve Minbic’e de saldıracağını gündeme getirdi. Yeni savaş dönemine girilen Ortadoğu’da tüm bu gelişmeler Kürtleri nasıl etkileyecektir? Son gelişmelere bakarak nasıl bir Suriye görüyorsunuz?

AKP, Suriye'de savaşın başladığı 2011 yılandan beri üst-üste hatalar yaptı ve asla hatadan dönmeye niyetli de değil. Kaldığı yerden devam ediyor. Özellikle son dönemdeki gelişmeler, maalesef Kürtler için hiçte hayırlı değil. Beklentinin aksine, Suriye'de durum bizim umduğumuzdan, beklediğimizden daha uzun süre 'normalleşmeyeceğe' benziyor. Sebebi de çok açık, retoriğe rağmen emperyalist kamp ve bölge devletlerinin bir bölüğü Suriye'yi çökertme sevdasından vazgeçmiyorlar. Esasen emperyalizm savaşsız, hegemonya da 'düşmansız' yapamaz. Lakin bir ilave sorun var. Artık kapitalist dünya sistemi içinden çıkamayacağı bir krizle yüz yüze. Ancak savaşı, terörü, şiddeti ve parayı manipüle ederek zaman kazanmaya çalışıyorlar ama çöküş kaçınılmaz. Onun için insanlık ve uygarlık 'kritik bir eşiğe' gelip dayanmış bulunuluyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil.

‘ABD VE RUSYA’NIN STRATEJİK KAYGILARI HER ZAMAN ÖNEMLİDİR’

Kürtlerin diğer halklar ve inançlarla birlikte Kuzey Suriye’de inşa etmek istediği bir sistem var. Bu sistem Efrîn işgaliyle birlikte her şekilde boğulmak isteniyor. ABD’nin görmezden gelmesi, Rusya’nın hava sahasını açması, BM’nin sessizliğine bakarsak Kürtlere karşı genel bir tutum mu alınıyor, neden?

Daha baştan bir şey söyleyeyim. Hegemonik emperyalist bir gücün, ne demekse, stratejik müttefiki olmaz, stratejik çıkarları olur. Dolayısıyla kiminle çuvala girdiğini bilmek önemlidir. Suriye'de Kürtler iki emperyalist gücün katkısını biraz fazla önemsediler. Bu doğru değildi. Bunu söylediğimde "iyi de ne yapmak gerekiyordu? Ne yapılabilirdi ki" deniyor. Şahsen ne yapılabilirdi konusunda bir şey söyleyemem ama ne yapılmayacağı, yapılmaması gerektiği konusunda çok şey söyleyebilirim. ABD için olsun Rusya olsun kendi stratejik çıkarları dışında hiçbir kaygı söz konusu değildir. BM'ye gelince, baştan itibaren emperyalizmin bir örgütlü bir aracıydı. Retorik dışında milletlerle bir ilgisi yoktu. Misyonu ve varlık nedeni 2. emperyalist savaş sonrasında oluşan statükoyu koruyup-yaşatmak, meşrulaştırmaktı. Hiçbir hayati/kritik durumda bir işe yaramadı. Mesela Filistin konusunda, Kürt sorunu konusunda ne yapmadığı herkesin malumudur. Kürtler neden BM'nin umurunda olsun. Küresel plandaki hiyerarşiyi, statükoyu korumak dışında bir kaygısı olmadığına göre? Aslında Cemiyet- i Akvam'ın (Millitler Cemiyeti) devamı olduğuna göre.

'KÜRTLER ÖZGÜRLÜĞÜ BİLİYOR VE VAZGEÇMELERİ MÜMKÜN DEĞİL'

Son gelişmelere bakarsak Türkiye ve Ortadoğu’daki Kürtler ‘Sykes-Picot ve Lozan sistematiğinin de gerisine düşürülmeye çalışılıyor’ yorumları yapılıyor. Ne düşünüyorsunuz?

Yağma yok. Artık Sykes-Picot'nun, Lozan'ın gerisine düşmek diye bir şey asla olamaz. Geride kalan dönemde köprülerin altından çok sular aktı. Kürdistan'ın her yerindeki ve diasporadaki Kürtler artık 1910'lu, 1920'li yılların Kürtleri değil. Kim ne derse desin, bölgenin en bilinçli, en mücadeleci halkı. Özgürlüğün ne olduğunu biliyor ve onun için mücadeleden asla vazgeçmesi de mümkün değil. Özgürlüğü için mücadelede kararlı bir halkı o sevdadan vazgeçirmek de, nihai olarak yenmek de mümkün değildir. Özgürlük mücadelesinde kaybetmek diye bir şey yoktur. Adımını attın mı özgürleşmeye başlarsın ve öylece sürüp gider.

'TÜRKİYE’DEKİ REJİM DESPOTİZME EVRİLMEKTE'

AKP’nin bu denli saldırganlaşması ve devletin yerine partiyi koyması. Artan baskı ve yasaklamalar. Nasıl okuyorsunuz iktidarın durumunu ve böyle nereye kadar sürer? Var mı bir sınırı?

Türkiye'deki rejim hızla bir despotizme evrilmekte, dönüşmekte. Despotizm söz konusu olduğunda hiçbir hukuk, hiçbir değer, hiçbir kural, hiçbir nirengi noktası olmaz. Ve bu durum sürdürülebilir değil. Malum, despotu harekete geçiren cesaret değil, korkudur. AKP tayfası iktidardan gitmek istemiyor. Bütün bu yaptıkları iktidardan düşüme korkusunun eseri. Ama 'Korkunun ecele faydası yoktur' denmiştir. Hilafeti ihya etmek gibi hezeyanlar içindeler ama öyle bir şeyi asla dayatamazlar. Bu zorlamaların uzun süreceğini sanmıyorum. Yeni bir muhalefet sahnedeki yerini alacaktır. Bunun için de muhalefet cephesinin vakitlice aklını başına alması gerekiyor.

'DE FAKTO BİR ANTİ-KÜRT CEPHE VAR'

CHP Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte AKP rejimine hep şimdiye kadar can suyu oldu kritik dönemlerde. Yine Efrîn işgaline de destek verdi. CHP tarihsel misyonunu mu oynuyor? Rejime bu kadar muhalifken Kürt düşmanlığı mıdır onları birleştiren, neden böyle? Bir milliyetçi cephe mi var karşımızda ismi koyulmamış?

CHP Kürt fobisinden bir türlü yakayı kurtaramıyor ve bu ısrar da onun politika yapma yeteneğini yok ediyor. Lafa gelince 'Çağdaş sosyal demokratlıktan' söz ediyorlar ama hiçbir zaman demokrasinin gereğini yapmıyorlar. İki arada bir derede durumundan bir türlü yakayı kurtaramıyor. Oysa, vakit kaybetmeden önemli bir muhalefet odağı olan HDP ile etkili bir ittifak oluşturması gerekiyordu. 2015 Haziran seçimleri sonrasında gereğini yapsaydı, şu anda başka şeyleri konuşuyor olacaktık. Aslında ve maalesef adı konmamış, de fakto bir anti-Kürt cephe var ki, Türkiye'nin önünü kapatıyor. Ve bu bağnazlık da rejimi hızla çöküşe sürüklüyor.

Efrîn işgaliyle birlikte milliyetçilik yine en kullanışlı politika oldu. AKP, neden milliyetçiliği bu denli yoğunlaştırma ihtiyacı duyuyor, sadece oy mu durum?

Elbette AKP için 'oy' çok önemli ama Türkiye'de bağnaz milliyetçilik politik sınıfın genlerine işlemiş durumdadır. Rejimin genlerine işlemiş bir milliyetçilik bu...

‘BİZİ ANCAK RADİKAL ELEŞTİRİ KURTARIR’

Yaşananların toplamına bakarsak, neler görüyorsunuz. Neden kitleler ‘Paradigmanın İflası’na rağmen sol-sosyalist- anarşist şemsiye altında toplanamıyor? Nereden başlamak lazım, nedir öneriniz? Sistem bu kadar sıkışmışken ve başta Avrupa olmak üzere bir çok ülkede sağ ve faşist parti oyları da yükselişte. Neden itirazlar bu kadar yetersiz, sisteme ve yaşananlara karşı?

Kapitalizm gününü doldurdu. Artık çözdüğünden daha çok sorun yaratmadan yol alamıyor. Artık krizden değil, nihai krizden veya çöküşten söz etmek gerekiyor. Zemin çöktüğünde, üzerindeki her şeyle birlikte çöker. Dolayısıyla artık eski tarz muhalefetin de bir işe yaraması mümkün değil. Bu iş, 19'uncu yüzyıl, 20'nci yüzyıl kafasıyla, mücadele yöntemiyle, bildik örgütlerle olmaz. Yeni bir durum ortaya çıkmış bulunuyor ve yeni mücadele yöntem ve araçları gerekiyor. Geride kalan dönemde muhalif örgütler birer 'kontrol örgütü' olmanın ve sömürü düzenini 'sözde muhalif bir retorikle sürdürmenin' araçları olmaktan kurtulamadılar. Burjuva devleti hiç bir zaman gerektiği gibi sorun etmediler. Oysa burjuva devleti ıskalayarak 'farkı', 'yeni', 'başka' bir şey yapmak mümkün olmazdı. Olmadığı görüldü. Eğer 'devleti ele geçirerek, toplumu dönüştürmek, değiştirmek' gibi bir perspektifiniz varsa, bu bir şeyi olmadığı yerde aramak olur. Zira, eninde sonunda ele geçirdiğinizi sandığınız devletin sizi ele geçirdiğini hayretle görmek kaçınılmazdır. Bizi ancak radikal eleştiri kurtarabilir ve radikal olmak sorunları kökeninde ele almaktır, denmiştir.