Kudüs'teki çoğunluk nasıl azınlık oldu?

Yüzyıllardır Filistin’de yaşayanlar nasıl oldu da bugün orada azınlığa dönüştü? Bu sorunun cevabı bugün ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıyan açıklaması ile kopan fırtınanın da cevabını içeriyor...

Zamanında Osmanlı Devleti’ne ve 20.yy ile beraber İngiliz mandasına dönüşen Filistin toprakları, küçük bir alan olmasına rağmen yaşanan gelişmeler ve karşı tepkiler ile sadece Ortadoğu’da değil, tüm dünyada önemli gelişmeler yol açmış, büyük ülkelerin iç politikalarını etkilemiş, onlarca savaş, on binlerce ölüm ve milyonlarca göçe sebep olmuş; olmaya da halen devam etmektedir. Onlarca sebep sunulabilir. Fakat denilebilir ki, sorunun kökeninde Siyonistlerin Filistinli Arapların yaşadıkları topraklar üzerinde hak iddia etmeleridir. Şüphesiz Filistin-İsrail konusu geniş bir tarihsel arka plana sahip ve bu yazının konusu onların tarihsel durumu değil; daha özet bir bakışla bugün Kudüs şahsında tekrar dünya gündemine oturan durumun gerçekte ne olduğunu, verilen tepkilerin çoğunun samimiyetsiz ve ikiyüzlülüğünü, destek veriyor gibi görünenlerin geçekte tüm önemli zamanlarda onlara sırt çevirdiğini hatırlatmak, çözümsüzlükten nasıl bir siyasal rant devşirildiğini anlamak, bir kronoloji oluşturmak ve en önemli kavşakları hatırlatmak amacı taşıyor. Yüzyıllardır Filistin’de yaşayanlar nasıl oldu da bugün orada azınlığa dönüştü? Bu sorunun cevabı bugün ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıyan açıklaması ile kopan fırtınanın da cevabını içeriyor.

Konuyu anlaşılır kılmak adına bölümlere ayırmakta fayda var. Birincisi İsrail’in doğuşu, ikincisi soğuk savaş dönemi boyunca yaşananlar, üçüncüsü ise körfez savaşı ve sonrasındaki modern dönemin ilişkileri. Bu üç bölüme İsrail ve Filistin açısından da ayrı ayrı bakmakta fayda var.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Dünya çapında tıkanmış milliyetçiliğin yol açtığı kördüğümlerin en acımasızı Kudüs’e atılmıştır. Bu kutsal şehir adeta milliyetçiliğin, daha önceki kabileciliğin lanetini taşımaktadır. Halbuki adı kutsallık ve selam, barış diyarı anlamına gelmektedir” dediği Kudüs, Filistin sorununda her zaman önemli oldu. Ve neden önemli olduğunun cevabı İsrail kurulana kadar olan biten olaylara bakarak anlaşılabilir. Kudüs’ün tarihi eskidir. Arapça El Kuds, İbranice Yeruşalayim (Barış şehri) olarak adlandırılan Kudüs, dünyanın en eski kentlerinden birisi. İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık için çok kutsal kabul edilen yerlerin önemli kısmı Doğu Kudüs'te yer alıyor. Özellikle 1967 yılı ve buraya kadar ki süreç en temel kırılma noktalarına sahip.

Bu çerçevede ilk başta tarihsel arka plana bakmaya çalışalım.

İSRAİL DEVLETİNİN DOĞUŞUNA GİDEN SÜREÇ!

İsrail devletinin doğuşu, oluşturulan siyasal siyonizmin gelişim süreci ile yakından bağlantılıdır. Daha 1.yy’da Roma’nın işgali ile Filistin’den göçen Avrupa’daki Yahudi toplulukları, bir gün “kutsal” topraklara geri dönme fikri ile hep yaşadı. Tanrının kaderlerini Siyon’da tamamlamak üzere seçildiklerine inanıyorlardı. Tarihsel anılar, inançlar kutsal topraklarda icra edilmeliydi. Bunun somut girişimleri 19.yy Avrupa’sında doğdu. Filistin’e odaklanmış Yahudi milliyetçiliği(Siyonizm) ilk etapta anti-semitizmin Avrupa toplumlarında derinlerde gömülü olduğunu, Yahudilerin asla eşit kabul edilmediğini ve hep yabancı kaldıkları tezine odaklandı. Çünkü sürekli olarak pogromlar (dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleri) gerçekleşiyordu. Daha sonra Theodor Herzl (1860-1904) ortaya çıkan irili ufaklı Siyonist grupları bir nevi harekete dönüştürdü. Yazdığı “Yahudi Devleti” adlı kitap dönemin tüm ihtiyaçlarını karşılar nitelikteydi. Din ve milliyetçiliği sentezleyen Herzl, bir devlet sahibi olamamanın tüm bu dramların sebebi olduğunu demeye getiriyordu. Yahudiler kendi egemenliklerine sahip olursa sorun da çözülecekti. 1897’de Basel’de yapılan İlk Siyonist Kongre önemlidir ve yaklaşık elli yıl sonra kurulacak İsrail devletinin başlangıç kıvılcımıdır. Çünkü bu kongre Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması fikrini programa ekledi.

BALFOUR DEKLARASYONU

Birinci Dünya savaşı ile beraber Siyonizmin diplomatik ayağı çok yol aldı ve farklı gelişmelere sebep oldu. Bunlardan en önemlisi İngiltere Dış İşleri Bakanı Arthur Balfour’un 1917’de İngiliz kabinesinde yayınlattığı sempati deklarasyonu idi. Bu kısa ve tarihi metin “Krallık Hükümeti Filistin’de Yahudi halkı için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır; ayrıca Filistin’deki Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ya da başka ülkelerde yaşayan Yahudilerin hak ve siyasal statülerine zarar verecek uygulamaya gidilmeyeceği kabul edilmektedir” şeklindeydi. Bu kısa belgenin taşıdığı çelişkili açıklamalar yıllarca başa bela oldu.

HİSTADRUT!

Histadrut, Yahudi işçi federasyonudur. 1920’lerde kuruldu ve iki büyük savaş arasında alanını genişleterek tarımdan deniz işlerine kadar pek çok alanda istihdam sağladı ve Kibbutz denen yapıyı destekledi. Kibbutzlar, mülkiyetin herkese ait olduğu kolektif yerleşim tarım birimleriydi. Bu sayede toplumsal ve ekonomik alana yön vererek insanları çekmeye çalıştılar. Başarılı da oldu. Avrupa’nın gettolarından insanlar buraya akın etti. Öyle ki Histadrut, kendine ait bir yeraltı savunma gücü olan Haganah’ı da kurdu. Gücü arttıkça alanı da genişledi ve Mapai partisini kurdular. Bu oluşumdan çıkan David Ben Gurion İsrail’in ilk başbakanı olacaktı daha sonra. Bu gelişmelerin yanı sıra, dünyadaki Siyonist çalışmalarda hız kanamıştı. Önemli bağlantılar kurularak hızla güç toplanıyordu.

FİLİSTİN TOPRAKLARINA GÖÇ

Siyonistler Yahudi nüfusunu artırmak istiyordu. Bu hem ideolojik hem de toplumsal anlamda gerekliydi. Göçmen yerleştirmek demek, toprak sahibi olmayı da gerektiriyordu. Filistinli Araplar İngiltere’ye baskı kurarak göçün önüne geçilmesi ve toprak dağıtımının sınırlandırılmasını istiyorlardı. İstekleri sonuçsuz kalınca silahlı ayaklanmalar gerçekleşti.

Yahudilerin göçü dalgalar şeklinde oldu ve bu dalgalar dizisine “aliyah” deniliyor. Örneğin 1931’de Filistin nüfusu Araplar %82, Yahudiler %19 şeklinde iken; 1946’ya gelindiğinde bu oran Araplar %67, Yahudiler 31 olarak değişiyor. On beş yıllık süre zarfında Yahudi nüfusunda 400 bine yakın artış var. Peki, bu nasıl oldu? Cevabı basit: Çoğu topraklar satın alındı. Toprak satın alma işiyle Yahudi Milli Fonu ilgileniyordu. Bu fon aldığı toprağı bütün Yahudilerin malı olarak görüyor ve en ucuza yine Yahudilere kiralıyordu. Göç edip gelenleri de hızlıca toprak işlerindeki çalışmalara katıyordu. Siyonistler bu toprakları da ülkede yaşamayan Arap sahiplerinden satın alıyordu. Ayrıca Filistinli zengin aileler de Siyonistlerin verdikleri yüksek paralar karşılığında arazi satmaya çoktan hazırdılar.

FİLİSTİN AÇISINDAN GENEL BAKIŞ!

Bugün Filistin denen yer Osmanlı döneminde güney Suriye’nin bir parçasıdır. Beyrut ve Şam vilayetleri ile Kudüs özel idari birimi arasında bölünmüştü. İngilizler 1917’de Kudüs’ü ele geçirince manda oldu. Bu dönemde İngilizler Yahudi temsilciler ile Kral Faysal’ı görüştürler ve bazı konularda anlaşma yaparlar. Belli şartlar karşılığında (Büyük Suriye bağımsızlığı gibi) Balfour’u tanıyacağını ifade eder Faysal.

Filistinli Araplar cephesinde en önemli sorun iç çelişkiler idi. Büyük aileler daha çok iktidarda kalmak veya bu alanı kapmak için birbirlerini yiyordu. Bu durum İngilizlerin gözünden kaçmıyordu. Doğal olarak dengeyi de bu cephe üzerinden kuruyorlardı. 2.Dünya Savaşı’na kadarki sürece bakıldığında Filistin tarafının kalıcı ve etkili bir hareket kuramadığı görülür. Toprak alanında Arap köylüleri yoksullaştırılıyor, yerlerinden ediliyordu. Tüm bunlar süreci okuyama, siyonizmin ideolojik kuşatmalarını yeterince okuyamama sebeplerinden ileri gelse de esas sebep iç aktörlerin doğru politikalar belirleyememiş olmasıdır.

BAŞLAYAN ÇATIŞMALAR!

Toprak ve nüfus üzerinden gelişen ve yıllara yayılan durumlar artık patlama noktasına gelmişti. İki dünya savaşı arasında büyük çatışmalar oldu. İlki 1929 Ağlama Duvarı olaylarıdır. Diğerleri de 1936 ve 1939’daki isyanlardır.

Kudüs ilk büyük çatışmaya ev sahipliği yaptı. Yahudiler burada bulunan duvarı kutsal kabul ediyorlardı. Ortaçağ’dan beri dua etmek, eski İsrail krallığının yıkılmasının yasını tutmak üzere duvara gidiyorlardı. Duvarın hemen yanında da en eski mabetlerden Kübbet-üs Sahra ve El- Aksa Cami bulunuyordu. (Harem el-Şerif) 1936’da büyük grev oldu, çatışmalar sürdü ve yüzlerce kişi öldü. İngilizler araya girdi, komisyonlar kurdu, raporlar hazırladı ama işe yaramadı. 1939’da da radikal bir karar almak zorunda kaldı İngilizler ve “Beyaz Kağıt” denen bir belge yayınladılar. Burada Yahudi devletini desteklemek gibi bir politikaları olmadığını deklare ettiler. Yahudi göçünün sınırlandırılmasını istediler. Bu ise yeni isyanlara yol açtı…

2. DÜNYA SAVAŞI VE ETKİLERİ!

Hitler faşizminden doğan soykırım en çok Yahudileri vurdu. Milyonlarcası fırınlarda yakıldı. Nazi vahşeti ve etkileri öğrenildikçe Batı’nın vicdanı “sağ kalan Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerinin Batı uygarlığının onlara yönelttiği dehşetin günahlarını bağışlatacağı fikrini benimsemeye götürdü. ABD özellikle bu tavrı benimsedi kurulacak devlet için taraf oldular. Biltmore denen bir program yayınlandı ve tam destek açıklandı. Ortadoğu tarihçilerine göre İsrail devletini yaratan üç aşama vardır. İlki Yahudilerin 1945-47 arası İngilizlere karşı sabotajları; ikincisi, 1947-48 yılları arasındaki Yahudi-Arap çatışmaları ve üçüncüsü, İsrail ile Arap devletleri arasındaki 1948 savaş.

ÜNLÜ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KARARI VE KUDÜS’ÜN POLİTİK SAHNEYE ÇIKIŞI!

Gerek Yahudi gerek Filistinli Araplarla denge politikası yürüten İngilizler son dünya savaşı ile güç kaybına uğradı. Yeni denge politikaları ile kontrolü sağlamak istese de dönemin şartları el vermiyordu. Öyle ki Yahudi bazı örgüt/komiteler İngilizlere sabotaj eylemlerine başladı ve daha sonra da bu iyice genişledi. 1946’da Kudüs’te King David Oteli’nin bir kısmı havaya uçuruldu. Sıkışan İngiltere konuyu Birleşmiş Milletler’e (BM) havale etti.

BM, özel Filistin komitesi kurdu (UNSCOP) ve yerinde incelemek üzere Kudüs’e gönderdi. Hazırlanan raporda İngilizlerin mandasına son verilmesi ve Filistin’e bağımsızlık önerdiler. Fakat komite 8’e karşı 3 oyla nasıl bağımsız olacağını kararlaştıramadı. Azınlık kısım federal devleti önerirken çoğunluk ise mandanın biri Arap diğeri Yahudi iki devlete bölünmesini ve Kudüs’ün de uluslararası bölge kalmasını önermekteydi. İki devletli yapıyı Siyonistler kabul ederken, Arap liderler kabul etmedi. Filistin adına konuşacak resmi muhatap yoktu ve Arap birliği ülkeleri karar veriyordu. Hatta Filistinli Araplara onları askeri olarak korumaya ve onlar için savaşmaya hazır olduklarını söylüyorlardı. Tabi bunların hiçbiri doğru değildi. ABD başkanı Truman ise Yahudi devletinin kurulmasını tam öneriyordu ve bu yönlü çalışma yürüttü. Çünkü teklif genel kuruldan üçte iki ile geçmesi gerekiyordu. Siyonistler açıkça delegeler üzerinde baskı kurdu ve lehlerine oy vermelerini istediler. 1947’de yapılan oylamada lehte 30, aleyhte 13 ve çekimser 10 oy çıktı. Bunun anlamı Kudüs uluslararası bir bölge olması kabul edilmişti.

İngilizler BM kararı gereği 1948’de çekileceğini ilan etti. Yahudiler de yine karar gereği kendilerine düşen yerleri güvenceye almaya çalıştılar ve buralarda bulunan Araplar direnince yeni çatışmalar boy gösterdi. Yahudiler bu süre zarfında bazı yerleri işgal etti. Dayr Yasin köyü katliamını gerçekleştirdi. Çok geçmeden karşı misilleme geldi. 14 Mayıs 1948’de İngilizler sessiz sedasız çekildiler ve bu çekilme ile beraber aynı gün Ben Gurion, İsrail devletinin bağımsızlığını ilan etti. Yeni devletin ilan edildiği salonun duvarında “Yahudi Devleti” kitabını yazarı Theodor Herlz asılıydı. Bu ilanı ABD ve Sovyetler Birliği tarafından derhal tanındı. İlk tanıyan “Müslüman ülke” de Türkiye oldu…

Bu bağımsızlık ilanından bir gün sonra, 15 Mayıs’ta Mısır, Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün birleşerek İsrail’e girdi. Bu bölgesel savaş yaklaşık 7 ay sürdü ve İsrail kazandı. Arap Birliğinin olmadığını ortaya çıkardı. Bu sayede topraklarını daha da genişletti. Batı Kudüs ellerine geçti. Ona ait olmayan yerlere de girerek adeta bir terör dalgası estirdi ve büyük göçlere yol açtı. Yüzbinlerce Filistinli, 800 bin civarı, yurdundan edildi. Araplar bu kaybedilen savaşı El Nakba yani “felaket” olarak tanımladı.

DEVLETLEŞME SONRASI DURUM VE GELİŞMELER!

İsrail bağımsızlığını ilan ettikten sonra kurumsallaşma çalışmaları ekseninde yeni sorunlarla boğuşmak zorunda kaldı. Adalet, inanç, eğitim sisteminden kurulacak hükümetin şekline kadar belirsizlik vardı. Yöneticilerin bildiği tek şey askeri alanda mutlaka daha çok güçlenmeleri gerektiği idi. Nazi sonrası yaşadıklarının bir benzerini asla düşünmeyen ve istemeyen askeri kanat, her şeyi göze alıyordu. Bunun yanı sıra 1951’e gelindiğinde İsrail nüfusu 650 binden 1.3 milyona çıkmış, devasa ekonomik sorunları da beraberinde getirmişti. Sadece bu değil, işgal ettiği yerlerde bulunan 160 bin kadar Filistinli Arap içinde bir çare bulmak zorundaydı. Politika üretmezse altında kalacağını biliyordu. Bunlara yönelik farklı uygulamalara gidildi. Bu uygulamalar çözüm getirmedi ve ilerisi için yeni sorunların altyapısı oldu.

Dış ilişkilerinde “Ben Gurionizm” denen doktrin benimsenmişti. Buna göre Arap rejimlerinin İsrail’in varlığına karşı olmaları nedeniyle ancak İsrail’in askeri gücünün sık sık hatırlatılmasının gerekeceğine inanılıyordu. Yani diplomasi için silah gücü kullanılacaktı. ABD ile ilişkilere önem veren İsrail, sürekli silah aldı. Örneğin ABD ekonomik ve askeri yardımını 1968’de 77 milyon dolardan 1975’te 693 milyon dolara çıkardı. ABD iki sebepten ötürü destek veriyordu: İsrail’in askeri üstünlüğü sayesinde Arapları caydırması ve olası Sovyetlerin yayılma politikalarına engel teşkil edebilecek olması.

1967 - 6 GÜN SAVAŞLARI (HAZİRAN SAVAŞI) VE DOĞU KUDÜS’ÜN İŞGALİ!

Ortadoğu’yu sarsan 6 gün olarak da kabul edilir bu savaş. 5 Haziran 1967'de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır. Arap İttifakı'na Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katıldı. Savaş, İsrail'in kesin üstünlüğü ile bitti. Savaşın sonunda Mısır'dan Sina Yarımadası'nı, Suriye'den Golan Tepeleri'ni ve Filistin'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır. Savaş sonrasında Sina Yarımadası'ndan Mısır lehine çekilen İsrail ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamıştır. Bu kararları tanınmadığı gibi, İsrail'in BM Kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturmuştur. Savaş sonrasında toplanan BM Güvenlik Konseyi'nde Türkiye arabulucu olarak davet edilmiş ve konseyde İsrail'i destekleyen bir tutum sergilemiştir. Ayrıca Türkiye, Fas'ta toplanan İslam Konferansı Örgütü'nde alınan İsrail ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi kararını veto etmiştir.

Haziran savaşı Filistinliler üzerinde çok büyük etkilere sahip oldu. Doğu Kudüs bu savaş sonrası işgal edildi! Kaybolan yerleri kazanmak yerine daha çok toprak kaybedildi. Arap liderlerden hayır yoktu ve Filistinliler kendi başlarının çaresine bakmak zorunda olduklarını anlamışlardı.

Yaser Arafat’ın sahneye çıkması böyle bir zaman denk gelir. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1964’te kuruldu, pek çok ülke tarafından da tanındı ama dışa bağımlılığı eleştiri konusu idi. Öz güce dayanan bir yapı talebi vardı. El-Fetih ortaya çıktı. El Fetih Filistin milliyetçiliğini her şeyin üstünde tutan bir ideolojik hat izliyordu. Filistin anavatanını yeniden kurtarma hedefi vardı. İsrail’e karşı operasyonlarla adını duyuran El Fetih, popüler olmuştu. Arafat 1969’da örgütün başkanlığını ele aldı.

6 GÜN SAVAŞINDAN SONRAKİ SÜREÇ

1967’den sonra dinmeyen olaylar, gelişmeler şahsında Kudüs ile ilgili gelişmeleri sırayla belirtelim.

*1977’de Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, İsrail’i ve Kudüs’teki hakimiyetini kabul eden ilk Arap lider oldu.

*1980’de İsrail kabul ettiği kanunla Kudüs'ü "bölünmez başkenti" ilan etti. Ayrıca aynı kanunla kentte yaşayan Araplara vatandaşlık verildi. BM, 478 no’lu kararı gereğince Kudüs’in başkent olarak ilan edilmesini tanımadı.

*1996’da İsrail Kudüs, Mescid-i Aksa’da, yaptığı kazı çalışmaları ile Burak Duvarı’na (Ağlama Duvarı) giden bir tünel açtı, bu da Filistin halkının tepkisine yol açtı. Çatışmalar çıktı. Onlarca kişi öldü, binlerce kişi de yaralandı.

*Yaklaşan seçimlerin de etkisi ile arkasına binlerce kişiyi alarak Mescid-i Aksa’yı ziyaret ettiği dönemin başbakanı Ariel Şaron. Ziyaretten çok baskınvari bir durumdu ve başlayan protestolar ikinci intifadayı başlattı. Bu intifada karakter olarak ilkinden farklıdır. Yer yer daha radikaldır.

*İsrail, 2003’ten itibaren Yahudi yerleşimcileri, Mescid-i Aksa’nın avlusuna almaya ve yer yer Müslümanların girişine yaş sınırlaması getirmeye başladı. Bu yıl inşa edilen “ayrım duvarı” nüfusun dörtte üçü izole edildi. Bu duvarın yapımında kullanılan harç ise Türkiye’den…

*BM, 23 Aralık’ta İsrail’in işgali altındaki Doğu Kudüs ve diğer Filistin topraklarında yasa dışı tüm yerleşim faaliyetlerini derhal ve tamamen durdurmasını talep etti. Bugün Doğu Kudüs’te 200 binin üzerinde Yahudi yerleşimci var ve yeni konut yapımları sürüyor.

*İsrail devletine ait meclis, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve bakanlıklar gibi resmi kurumlar Kudüs'te yer alıyor. Ancak İsrail'in Kudüs üzerindeki başkent ilanı uluslararası alanda tanınmıyor. İsrail büyükelçiliğini Kudüs'te tutan hiçbir ülke bulunmuyor. Trump'ın açıklaması bu anlamda bir ilk olma özelliği taşıyor.

* Kudüs'te yaklaşık 850 bin kişi yaşıyor. Nüfusun yüzde 37'sini Araplar, yüzde 61'ini de Yahudiler oluşturuyor. 1967’den bu yana İsrail burada en az 10 yerleşim birimi kurdu. Buraya yaklaşık 200 bin civarı Yahudi yerleştirildi.

ÇÖZÜM NE OLABİLİR?

Öncelikle yaşananlar bize Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Ulus-devletli bir Ortadoğu jeopolitiğinde İsrail, ulus-devlet olarak hep savaş içinde olmak durumundadır. Ateşi ateşle söndürmek mümkün değildir” tezinin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. Bugün ortaya çıkan net konulardan biri de genelde Yahudi, özelde İsrail sorunu çözülmeden ne Ortadoğu’da ne dünyada toplumların sorunlarını çözemeyeceğidir. Öcalan “Ulus-devlet perspektifli tüm yaklaşımların sorun çözen değil, sorun ağırlaştıran özellikte olduklarına dair hiçbir örnek İsrail-Filistin örneği kadar öğretici değildir” demektedir.

Filistin-İsrail meselesine çokça kafa yoran Öcalan, iki önemli çözüm modeli/önerisi ortaya atmaktadır:

ÇÖZÜM MODELİ 1: ORTADOĞU DEMOKRATİK KONFEDERASYONU

Öcalan yazdığı Savunmlar’ının 4.kitabında genel bir çözüm için “Yahudiler de Ermeni ve Asurîler gibi Demokratik Ulus olarak yeniden inşayla Ortadoğu Demokratik Konfederasyonu’nda daha rahat yer edinebilirler. Doğu Akdeniz Demokratik Konfederasyon projesi iyi bir başlangıç düşüncesi olabilir. Katı ve ucu kapalı ulusal ve dinsel kimlik anlayışları bu proje kapsamında ucu açık ve esnek kimliklere evrilebilirler. İsrail bile daha kabul edilebilir bir ucu açık demokratik ulusa dönüşebilir. Şüphesiz komşularının da benzer bir dönüşümü yaşamaları gerekir. Ortadoğu’nun yaşadığı yoğun gerginlik, çatışma ve savaşlar modernite dönüşümünü zorunlu kılmaktadır” diyerek önemli bir alternatif sunmaktadır.

ÇÖZÜM MODELİ 2: İSRAİL-FİLİSTİN DEMOKRATİK DE

Daha özgün bir alternatif model için ‘esnek federasyon’ kavramını ortaya atmakta ve bu önerisini “Hem İsrail hem de Filistin’in dine ve milliyetçiliğe dayalı yaklaşımlarını aşmaları tek çözüm yoludur. Ortadoğu’da çok daha önemli ve olumlu rol oynayabilecek bu iki grubun demokratik uygarlık ölçütlerinde anlaşmaları gerekir. Milliyetçi ve dini bölünme yerine, esnek bir federasyonlaşma tek çıkış yolu gibidir. Kültürel varlıklara özgürlükle birlikte serbest pazar ekonomi düzeni altında bir Arap-İsrail federasyonu uzun vadeli olarak programlanmak durumundadır. Kaldı ki federasyon, 23 devletçiğe bölünmüş tüm Araplar için de kaçınılmaz yoldur. Mevcut Arap Birliği fazla işlevsel değildir. Bir İsrail-Filistin demokratik federasyonu tüm Arapları da aynı çatı altında birleşmeye zorlar. Bazı gerici çevrelerin dışında, tüm Ortadoğu bölgesinin bu federasyondan büyük yarar göreceği açıktır. 21. yüzyıl Arap-İsrail ilişkilerinin demokratik federasyon altında çözüme gitmesi kaçınılmaz görünmektedir. İsrail’in dünya çapında demokrasi deneyimi, Arapları demokratikleştirmede tarihi bir rol oynayabilir” sözleri ile açıklamaktadır.