1978’in ortaları idi. Urfa'da faşistlerle çıkan bir silahlı çatışmadan sonra Ali Çiçek gözaltına alınmıştı. Adana Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ne sevk edilen Ali, tutuklanarak Adana Cezaevi'ne gönderilmişti. Siyasi tutsaklar gardiyanlarla ilişkiye geçerek yeni gelen tutsaðın kendi koðuşlarına verilmesini istemişlerdi. Önce bu istemi kabul etmeyen cezaevi idaresi istemeye istemeye Ali'yi, Kemal Pir’in koðuşuna gönderdiler.
Ali’nin henüz çocuk yaşta olması şaşırtmıştı. Ýlk kez bir çocuk hapse atılıyordu. Üzülmüşlerdi, bir çocuðun tutuklanması ve işkenceden geçirilmesine…
Fuat Kav, yayına hazırlamakta olduðu yeni kitabında henüz 16’sında cezaevine giren Ali Çiçek’in, Kemal Pir’i cezaevinden nasıl kaçırdıðını anlatıyor. Sadece Urfa’da deðil, Ali’nin Kemal Pir’le yolları farklı zamanlar ve yerlerde kesişti.
Ali’nin cezaevindeki ilk sabahı biraz sıkıntılı geçmişti. Sonraki günler için kara kara düşünmeye başlamıştı. Spor, eðitim, araştırma vs… Bütün bunlar Ali’nin yabancı olduðu şeylerdi. O yerinde durmayan bir eylemci idi.
Ali, cezaevinde ilk kez bu kadar ‘her şeyi bilen’ bir devrimciyle karşılaşıyordu. Ýlk sabahın eðitiminde Kemal’in farklı bir devrimci olduðunu anlamış ve ‘bir gün ben de böyle olacaðım’ demişti. Zaten Kemal’in verdiði eðitimden en fazla etkilenen Ali olmuştu. Bir devrimcinin nasıl olması gerektiðini Ali, Kemal’den öðrenmişti.
Ýyi ki cezaevine girmişimAli, iki yıla yakın süre Kemal Pir’in verdiði eðitimden geçtikten sonra tahliye olmuştu. Tahliyeden iki gün önce kendisi için düzenlenen 'moral gecesi'nde yaptıðı konuşmada şunları söyleyecekti. “Ýki gün sonra tahliye olacaðım. Çok az bir bilinç, yetersiz bir düşünce yoðunluðu, zayıf ve yeterince saðlamlaşmamış bir kişilikle gelmiştim, ama şimdi saðlam bir bilinç, derin bir düşünce ve sarsılmaz bir kişilik yapısıyla tahliye oluyorum. Daha da önemlisi saðlam, sarsılmaz ve çelikten bilenmiş bir iradeyle dışarıya çıkıyorum. Bir de Kemal abi gibi bir insanı tanıma ve ondan bir devrimcinin nasıl olması gerektiðine dair dersleri alma şansını yakalamış oldum.‘‘
Ali o konuşmasında, ‘‘Bir insanın 'iyi ki cezaevine girdim' demesi sanırım oldukça zordur, ama ben tereddütsüz biçimde 'iyi ki girdim' diyorum. Çünkü çok daha derin ve çok daha kararlı bir kişilik ve yürek gücüyle çıkıyorum. Kemal abi'yi asla, ama asla mahcup etmeyeceðim‘‘ diyecekti.
Ali tahliye olmuştu. Havalandırmada onu uðurlamak için tutsaklar sıraya geçmişti. Kemal, sıranın başında bekliyordu. Ali, herkesle kucaklaşıp vedalaştıktan sonra yanına gelmişti. Kemal, Ali'yi kucaklayıp yanaklarından öptükten sonra; “emin ve kararlı adımlarla devrim yolunda her türlü engeli aşacaðına inancım tamdır. Ýradeni ve bilincini bütünleştirerek hedefe doðru yürüme cesaretini gösterebilirsen o zaman amacına ulaşabilirsin. Bunu unutma” dedi.
Ali, tahliye olduktan hemen sonra Urfa’da çalışmalara başlamıştı. Kısa sürede bölgede bilinen ve tanınan bir devrimci olmuştu. ‘Ýyi bir asker ve eylemci olmayı düşünüyorum’ diyen Kemal’in seçmiş olduðu mesleði seçmemesi elbette ki düşünülemezdi. Ýyi bir eylemci olmak için bıkıp usanmadan çalışmıştı Ali.
Ali’ye gelen notAli‘nin hala Urfa’da olduðu bir zamanda, birimler arasındaki ilişki kuran kurye Ali’ye bir not ulaştırır. Notu yazan, PKK’nin Urfa Ýl Komitesi sekreteriydi. Notta, “... Tarihinde, ... ... Saat arasında, cezaevinden firar edecek olan Kemal Pir'i alıp cezaevinin hemen yanındaki mezarlıkta sizi bekleyecek arabayla ‘Aligor’ istikametine doðru yola çıkacaksınız. Seninle birlikte eyleme katılacak... Arkadaş nereye gideceðinizi size söyleyecektir. Ne pahasına olursa olsun sıfır riskle Kemal arkadaşı gerekli yere ulaştıracaksınız...” yazılı idi.
Ali, notu bir solukta okuyarak,“Vay be, demek ki Kemal Pir'i kaçıracaðım. Hocamı, eðitmenimi, komutanımı ben kaçıracaðım vay be…” dedi, heyecanla...
Mükemmel bir planlama ile gerçekleşen bu firarı. Kemal ile Ali yıllar sonra Diyarbakır cezaevinde hem de ölüm orucunun son günlerinde tartışacaklardı…
Ölüm orucunda firar tartışmasıAradan yıllar geçmişti. Bu kez Ali ile Kemal'in yolu Diyarbakır Cezaevi'nde ölüm orucunda kesişmişti. Ali, Kemal'le eski anılarını tazelemek için hep bir fırsat aramıştı. Sohbet etmek, eski günleri anmak istiyordu.
'Tam zamanı' dedi Ali. “Kemal abi, nasılsın, yorgun musun?” diye seslendi.
Fevzi'yle yapmış olduðu uzun sohbetin ardından oldukça yorgun olan Kemal, yarı uykulu yarı uyanık haliyle, “kim o?” diye sordu.
- “Benim Kemal abi. Ali, Ali Çiçek”…
-Ali arkadaş, sen misin?
-Evet, Kemal abi, benim, ben çaðırdım.
-Evet, dinliyorum.
-Yorgun musun abi? Biraz sohbet etmek, daha iyi olur diye düşünüyordum da.
-Buyurun tabi, biraz yorgun olsam da, sorun deðil. Zaten ben de sohbet etmek, hatta biraz da tartışmak istiyorum.
-Önce nasıl olduðunuzu, saðlıðınızın iyi olup olmadıðını öðrenmek istiyorum. Tabi ki ortamdaki konuşmaları, sizinle Hayri ve Karasu abi arasındaki sohbetleri dinliyorum. Ama bizzat sizden öðrenmek istiyorum.
-Sohbeti saðlıðımla başlatsak ne sen ne de ben bir tat alabiliriz. Bu nedenle 'ne sen sordun o soruyu, ne de ben yanıt verdim' desek bence en doðrusunu yapmış oluruz.
-O zaman saðlık konusunda ciddi bir problemle karşı karşıya olduðunuzu söyleyebilir miyim?
-Bak Ali arkadaş, bunu geçelim. Ölüm orucundayız, ölüm yataðına girmiş bulunuyoruz, ölümle dansa tutuşanlarız artık. Bu nedenle saðlık sorunumuz yoktur, olamaz da.
-Tamam, abi, bunu geçiyorum.
-Tamam, geçelim.
-Şeyi soracaktım, hatırlıyor musun Adana Cezaevi’ndeki günlerimizi?
-Ne demek! Tabi ki hatırlıyorum, hatırlamaz mıyım? Cezaevi olmasına raðmen yoðun olduðumuz günlerdi. Onlarca arkadaş yetişti orada, birçok genç militanlaştı, bugün mücadele saflarında en iyi kavga eden bu gençlerdi.
-Evet, öyle aðabey.
-O gençlerden birisi de sensin Ali. Hatırlıyorsun deðil mi, eðitim süreçlerimizi?
-Hatırlamaz mıyım? O eðitim devreleri bizi bu noktaya getirdi. Örneðin ben, tamam, sürece profesyonel düzeyde katılmıştım, ama öylesineydi katılışım, kendiliðindendi, bilinç ve ideoloji yönü son derece zayıftı. Esas olarak ideolojik katılımı orada, bize verdiðiniz eðitim süreçlerinde yaptım.
-Diðer arkadaşların çoðu da sanırım böyleydi. Çok dürüst, samimi ve kararlı arkadaşlardı. Ama dediðin gibi bilinç ve ideolojik yön yetersizdi. Adana cezaevinin bu boyutu tamamlama noktasında epey katkısı oldu. Yani düşman bizi sözde gençlerden soyutlamıştı, ama yanımıza getirdikleri gençleri soyutlayamadı bizden. Biz de öyle sıkı bir eðitimle katılım saðlayan gençlerin teorik ve ideolojik seviyelerini geliştirdik. Bilemiyorum biz mi karlı çıktık, yoksa bizi alıp zindana tıkatanlar mı? Tabi ki tartışılır bir durumdur, ama orada yetişen onlarca gencin olduðunu biliyorum.
-Yok, aðabey, tabi ki o zaman sizin gibi arkadaşların içeride olması iyi deðildi, biz yine bir şeyler yapıp ideolojik ve teorik düzeyimizi yükseltmenin yolunu bulurduk. Ama sizin gibi arkadaşların orada olması hareket açısından büyük kayıptı.
-Yok, sanmıyorum. Her zaman ‘doðru’ gibi görünen şey doðru deðildir. Bazen ‘doðru’ dediðimiz şey gerçekten de doðru deðildir. Bazen de tersi durum yaşanmaktadır. Yani yanlış gibi görünen şeyler doðru olabilmektedir. Buna yanılsama denilir. Yanılsama son derece tehlikeli bir durumdur. Doðruyu görüp görmeme, gerçekleri kavrayıp kavramama, var olanı olduðu gibi algılama ile algılamama arasında gidip gelmeye direkt baðlantılı olan yanılsamanın bir devrimci için çok daha tehlikeli olduðunu vurgulamaya bile gerek yoktur.
-Doðru, öyle, ama bence sizin cezaevinde olmanız hareket için büyük bir kayıp, bu bir yanılsama olabilir mi?
-Olabilir tabi. Yanılsama dediðiniz gerçeklerle yanlış olanı birbirine karıştırma olayıdır. Burada önemli olan sonuçtur. Son tahlilde kazanılana, elde edilene bakılır. Eðer son tahlilde kazanan, yani kârda olan bizsek zaten sorun yoktur. Burada sadece sorun cezaevinde verdiðimiz bedeldir. Zaten biz de bu bedeli vermeye hazır olduðumuzu söylediðimiz için, doðal olarak o da sorun olmaktan çıkmaktadır.
-Anladım, doðru.
-Ondan öte geçmişe ait en fazla anımsadıðım ve adeta sürekli andıðım olayların başında gelen nedir biliyor musun Ali arkadaş? Urfa Cezaevi’ndeki firar olayıdır. Orada seninle ikinci kez karşılaşmış oluyorduk. Ama doðruyu söylemem gerekirse, firar ederken seni karşımda görünce hem çok sevindim, hem de şaşırdım. “Vay be, bu bizim ufaklık Ali” demekten kendimi alamadım.
-Öyle mi aðabey?
-Evet, doðru, “bu bizim ufaklık Ali” dedim.
-Belki de beni unutmuştunuz.
-Eee, doðrusunu söylemek gerekirse unutmamıştım, ama böyle belleðimde çok canlı bir siman da yoktu. Yani tamam, ‘Ali’ diye bir arkadaşımız vardı, Cezaevinde eðitime alınmıştı, fakat aradan epey zaman geçtiði için ne yaptıðını ve nelerle uðraştıðını pek fazla bilemiyordum. Ama elinde silahla, cin gibi karşımda gördüðüm kişinin bir zamanlar eðitime katılan ufaklık Ali olduðunu görünce, o zamanki genel duruşun hafızamda belirgin biçimde canlanmış oldu.
-Bana “Kemal aðabey’in firar eylemine katılacaksın” denildiðinde öylesine sevinmiştim ki, kelimelerle anlatamam. Tabi ki ben sizi ne unutmuştum ne de belleðimdeki varlıðınız zayıflamıştı. Tam tersine ben devrimcileştikçe, faaliyetlere daha fazla katılım saðladıkça sizi anma, anımsama artıyor, belleðimdeki yeriniz daha fazla elle tutulur hale geliyordu.
-Mükemmel bir planlama ile gerçekleşen bir firardı. Gerçekten de ustaca hazırlanmış bir özgürlük eylemiydi. Tabi ki birçok şeyi bir araya getirerek gerçekleştirdiðimiz bir firar olayıydı. Yarıaçık Cezaevi'ndeki yurtseverlerin katkıları az deðildi, onların da epey emeði ve katkısı oldu. Hem iç gelişmeleri yönlendirip koordine ettiler, hem dışarıdaki arkadaşlarla bilgi akışını saðladılar, hem de fiili firar eylemi gerçekleştiði zaman gerekli yardımı saðladılar. Tabii ki dışarıya çıktıktan sonraki planlama da mükemmeldi.
-Aslında bize fazla iş düşmemişti. Her şeyi içeride halletmiştiniz. Bize düşen görev bir araba, herhangi bir olumsuzluk durumunda can güvenliðinizi saðlamak ve sizi saðlam bir biçimde gerekli yere ulaştırmaktı. Bunu yapmaya çalıştık. Bence çıkışınız ilginçti Kemal aðabey.
-Nasıl ilginçti?
-Sizinle birlikte en fazla üç kişi olacaðınızı söylemişlerdi. Karşımda kalabalık bir grubu görünce şaşırdım. Ama iyi ki planlamamız biraz derli-topluydu. Yoksa sorun çıkabilirdi.
-Sizden, daha doðrusu dışarıda çalışmaya dâhil olan arkadaşlardan korkuyordum. Açık vermelerinden, saðlam çalışmayacaklarından çekiniyordum. Özellikle beni almaya gelecekleri günden korkuyordum. Cezaevinin önünde panik, heyecan, korku gibi nedenlerden dolayı açık verme ihtimalinin yüksek olduðunu düşünüyordum. Ama korktuðum başıma gelmedi.
-Siz çıkmadan yarım saat önce cezaevinin yarıaçık kapısının önünde beklemeye başlamıştım. Aslında sabah erkenden oralardaydım. Cezaevinin hemen yanında Eyyüp Peygamber Mezarlıðı'nda biraz bekledikten sonra, hemen yan tarafında bir camii vardı, bu camide de epey bekledikten sonra saat 12.00'ye on kala cezaevinin yarıaçık kapısının önüne geldik. Beklerken büyük bir heyecan içindeydim. Aslında sadece heyecan deðil, her şeyi iç içe yaşıyordum. Heyecan da sevinç de hüzün de korku da vardı ruhumun derinliklerinde. Müthiş bir bekleyiş, bir dakika bana bir ay gibi uzun gelmişti. Zaten fazla beklemeden hemen siz çıkıp geldiniz. Sizi görünce büyük bir sevinç ve korku patlaması yaşamıştım. 'Evet, o anda, yani siz kapıdan dışarıya ayaðınızı attıðınızda 'işte tarihin yazacaðı an' diye düşünmekten kendimi alamamıştım.
-Demek kalabalık halimizi görünce şaşırdınız, öyle mi?
-Evet, doðru. Çünkü bize 'en fazla üç' kişi demişlerdi.
-Aslında arkadaşlar doðru söylemişlerdi. Yani normalde benimle birlikte üç kişi gelecekti. Ancak son anda firardan haberi olanların tümü “biz de geleceðiz” dediler. Ne kadar karşı çıksam da ikna edemedim. Daha fazla ısrarın firar girişimini boşa çıkaracaðını düşünerek, benimle birlikte partiye gelmeleri şartıyla kabul etmek zorunda kaldım. Hepsi de şartımı kabul ettiler, belki de o an kabul etmek zorunda kaldılar. Gerçi birkaç kişinin dışında diðerleri benimle birlikte geldiler, sonradan öðrendiðime göre onlardan ikisi şehit düşmüştü.
Kemal konuşurken yorgun düşmüştü. Ali ile olan sohbetini yarıda bırakmak istemiyordu. Ama uyku ve yorgunluða dayanamayarak derin bir sessizliðe gömülmüştü….
Kemal Pir, 6 Eylül de, Ali Çiçek 17 Eylül‘de Diyarbakır Zindanı’nda yaşamını yitirdi.