Karasu: 24 Haziran tarihi bir etaptır

Karasu: 24 Haziran seçimleri tarihi önemdedir. AKP-MHP kazanırsa dinci-milliyetçi sistem tüm kurumlarıyla kalıcılaşacak. Bunu engellemek, demokrasi mücadelesinin gereğidir.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, çok ciddi ekonomik, siyasi, diplomatik ve toplumsal nedenlerden dolayı baskın seçim kararı aldığını; kazanmak için de devletin tüm olanaklarını seferber etmeyi sürdüreceğini belirtti. Baskın seçim kararının büyük bir risk, zorunlu bir kumar olduğunu kaydeden Karasu, Kürt savaşı eksenli ekonomik ve siyasi çıkmazı aşmak; yeniden toplumsal rıza üretmek ve dinci-milliyetçi sistemi tahkim etmek için risk alınıp kumar oynandığını söyledi. Karasu, iktidarı kaybetme olasılığının AKP-MHP iktidarını daha da agresifleştirdiğini vurgulayarak, bu seçimlere herhangi bir iktidar değişikliği olarak değil, sistem yapılanması açısından demokrasi mücadelesinin bir etabı olarak bakmak gerektiğini ifade etti. Bunun için de HDP'nin barajın çok üzerinde oy alması, demokrasi blokunun başarıyla çıkması gerektiğini belirten Karasu, "Dinci-milliyetçi sistemle tüm farklılıklar üzerinde kurumlaşan ve süreklileşen bir baskı kurulacak. DAİŞ gibi kendi din anlayışını dayatacak. Bunu önlemek için bu seçimleri demokrasi mücadelesinin önemli bir parçası haline getirmek gerekiyor" dedi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, 24 Haziran baskın seçim kararının nedenleri, seçim süreci, iç ve dış aktörlerin dağılımı, seçimlerin olası sonuçları ve etkileri ile başta Kürdistan halkı olmak üzere demokrasi güçlerinin niçin bu seçimleri önemsemesi gerektiğine ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı. Üç bölümlük kapsamlı söyleşinin ilk bölümünü paylaşıyoruz.

AKP-MHP’yi 24 Haziran baskın seçimlerine götüren temel sebepler nelerdir?

AKP-MHP faşist ittifakı çok ciddi nedenlerle baskın seçim kararı aldı; ekonomik, siyasi, diplomatik ve toplumsal nedenleri ciddidir.

İsterseniz tek tek gidelim; ekonomide baskın seçim gerektirecek tablo neden ciddidir?

Türkiye ekonomisinin uzun süredir kötüye gittiği belirtiliyordu. Türkiye, önceki krizleri Katar'ın sıcak parası ve Güney Kürdistan’dan gelen tatlı kârlar nedeniyle çok fazla zorlanmadan atlatmıştı. Ancak bu defa ortaya çıkan ekonomik kriz, Katar ve Güney Kürdistan ile atlatılacak düzeyde değil. Türkiye’nin içeride ve dışarıda her kesime savaş açması ekonomik krizi tetikledi; savaş politikaları ve herkesi kendine düşman görmesi ihracatı olumsuz etkiledi. Başta Ortadoğu olmak üzere ihracat yapamaz duruma geldi. İhracatın önemli aktörleri olan Fethullahçılar da devre dışı bırakıldı.

Ekonomideki kötü gidişata savaş harcamalarının payı da önemli değil mi?

Elbette ekonomik krizin temel belirleyeni savaş ekonomisidir. Özellikle son yıllarda Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı şiddetli bir savaş yürütüldü ve devam ediyor. Türk devletinin tüm imkânları, bu savaş için kullanılıyor. Efrîn’e yönelik savaşın ekonomik yükü de üstüne bindi. Sürekli hava saldırıları yapılıyor. Tüm bunlar parayla oluyor. Birçok silah ve mühimmat da dışardan alınıyor. Özellikle uçakların kullandığı akıllı bombaların önemli bir bölümü dışardan getiriliyor. Son yıllarda kendilerinin yaptıkları İnsansız Hava Araçları (İHA) için getirttikleri optik cihazlar var. Bunlar pahalı malzemeler. Yine ajanına, muhbirine, birçok kesime kaynak aktarılıyor. Bütün bunlar Türkiye ekonomisine yük oluyor. Bu açıdan ekonomik krizin en büyü etkenlerinden birisi de bu savaş ekonomisidir.

Devlet Bahçeli, yakın zamanda Ecevit’in dış güçlerin ekonomik müdahaleleriyle düşürüldüğünü söyledi...

Bahçeli doğru söylemiyor. Ekonomik nedenlerle düştüğü doğru, ancak dış ekonomik müdahalelerle düştüğü yanlış.

Neden yanlış olduğunu biraz açabilir misiniz?

Çünkü bizzat Türk devleti 20 yıl savaş politikası izledi. Bu savaş politikasının ekonomik faturasını tümüyle halka yüklemekten korktu. Kuşkusuz sürekli işçi ve memur ücretleri reel olarak düşüyordu, zamlar enflasyonu karşılamıyordu ama savaş ekonomisinin yükünü tümden halkın sırtına yıkmaktan da korkuyordu. Bu nedenle yıllarca savaş ekonomisinin üst üste biriken faturası Türkiye ekonomisine ağır yük oldu. 1999’da Önder Apo esaret altına alındı; ateşkes yapılıp gerilla güçleri sınır dışına çıkınca bunu fırsat bilerek savaşın durduğu ortamda 20 yıllık savaşın yükü halkın sırtına yüklendi, devalüasyon yapıldı. Devalüasyon demek borçları, ekonomik yükü halkın sırtına yüklemek demektir. Devalüasyonu yapan iktidar, halk tarafından tepkiyle karşılandı ve 2002’de düştü, yerine AKP iktidara geldi. Yani bunu dış güçler, dış mihraklar yapmadı. Türkiye ekonomisi kendisini kurtarmak için savaş ekonomisinin yarattığı yükü halkın sırtına yüklemek zorunda kaldı ya da halkın sırtına yükleyerek savaş ekonomisinin ortaya çıkardığı yükten kurtuldular. Ekonomiyi halkın sırtına yükleyen ve yıpranan bir iktidarla seçime gidildiği için 2002 seçimini AKP kazandı. O ekonomik sorunlar AKP'yi iktidar yaptığı gibi AKP'nin daha sonra iktidarı döneminde ekonomik rahatlaması da Ecevit iktidarı zamanında yapılan devalüasyonlarla oldu. Savaş ekonomisinin yükünün halka yüklenmesiyle oldu. Eğer Ecevit iktidarı devalüasyon yapmasaydı AKP iktidara gelemezdi, gelseydi bile böyle bir savaş ekonomisinin altında ezilir ve kısa sürede iktidardan düşerdi.

Bahçeli, biraz da bu süreci bildiği için mi baskın seçime önayak oldu?

Devlet Bahçeli ve Erdoğan, Ecevit iktidarının durumuna düşmemek için daha ekonomik kriz patlamadan, büyük zamlar ve devalüasyon yapılmadan önce seçime giderek ekonomik krizin ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçtan kurtulmak istediler. Bu nedenle de seçimi erkene aldılar. Kendi yarattıkları ekonomik krizin, ekonomik çıkmazın, ekonomik sorunların halk tarafından görülmesini engellemek için erken seçime gittiler. Seçimden sonra hangi parti iktidara gelirse gelsin AKP iktidarının savaş politikasının yarattığı ağır ekonomik krizle karşı karşıya gelecektir. Ekonomik gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Bu kesin ama bunu yaratan AKP iktidarıdır. Hatta seçimi erkene alıp ekonomide seçim politikası izleyen AKP-MHP iktidarıdır.

Ekonomik nedenler başlığı altında savaş ekonomisini de anlattınız ama savaş politikasının kendisi de baskın seçimlerin nedenleri arasında değil mi?

Kesinlikle baskın seçimin en önemli nedeni AKP-MHP iktidarının faşist şeflerinin izlediği savaş politikasıdır. Hala Minbic’e, Kobanê’ye, Qamişlo’ya, Derik’e de gireceğiz, oraları YPG-YPJ’den alacağız; yine Başûrê Kurdistan’da Kandil’e de şuraya da buraya da gireceğiz, diyorlar. Kürt soykırımını gerçekleştirmek için Kürtlerin nerede kazanılmış bir hakkı, siyasi, askeri mevzisi varsa gidip orayı ezeceğiz, ortadan kaldıracağız, diyorlar. Böyle bir saldırgan savaş politikası izliyorlar. Bu savaş politikasına dışarıdan ve içeriden epey kuşkuyla yaklaşıldı; Ortadoğu halklarının da tepkisi ortaya çıktı. Bu yönüyle iktidarın politikaları içeride ve dışarıda sorgulanır hale geldi. Her ne kadar AKP-MHP iktidarı Efrîn’i işgal ederek toplumsal desteği alıp iktidarını sürdürmeyi hedefleseler de istedikleri desteği almadıkları anlaşılıyor. Belki seçim kararının erken verilmesinde Efrîn işgalinin de payı var ama özellikle de seçim kararı aldıktan sonra yapılan anketlerde, aslında Efrîn işgalinin de AKP iktidarını ayakta tutmaya yetmediği görüldü. İçeride ve dışarıda desteği zayıf bir iktidar var ama çok iddialı politikalar yürütmek istiyor. Demokrasi güçlerine düşmanlık yapıyor, Kürt halkına düşmanlı yapıyor, dışarda her yere saldıracağım diyor. Bunu ancak güçlü hükümetler yapabilir. Meşruiyeti güçlü olmayan, toplumsal desteği güçlü olmayan iktidarlar, böyle riskli, bedeli hem ekonomik olarak hem siyasi olarak ağır olacak adımlar atamazlar. Bu açıdan Kürt halkına, Özgürlük Hareketi'ne karşı savaş politikası yürüten, bu savaşı yaygınlaştırmak isteyen AKP-MHP iktidarı bu savaş politikasını yürütebilmek için seçimle meşruiyetini güçlendirmek istemiştir. Dış dünyaya, bakın halk beni destekliyor, benim dışımda bir alternatif yoktur; bu nedenle benim politikamı destekleyeceksiniz dayatmasında bulunmak istiyor. Seçimi kazanarak içeride de rahatlayacaktır. Toplumsal desteği olduğunu, halkın desteklediğini söyleyerek muhalefetin iç ve dış politikaya yönelik eleştirilerini susturacaktır. Onların eski düzeyde eleştiri yapmasının önüne geçecektir.

Türk tipi başkanlık sistemine de bir an evvel geçme isteği yok mu?

Bu hesap da var. Baskın seçimle başkanlık sistemine de daha erken geçmeyi hesaplıyor. Yeni bir seçimle ön gördükleri başkanlık sistemine geçecektir. Başkanlık sistemine geçerek her konuda hızlı karar almayı, düşündüklerini hemen uygulamayı hesaplıyor. Zaten başkanlık sistemine geçme ihtiyacı da bir yönüyle bu hızlı karar alma isteğinden ileri geldi. Diktatörler her zaman hızlı karar almak isterler. Kendi kararlarının önünde hiç kimsenin engel olmasını istemezler. Erdoğan başkanlık sistemini bunun için gündeme getirdi. Referandum bu nedenle yapıldı. Şimdi de hızlı bir biçimde öngördüğü bu sisteme geçmek istiyor.

Tüm bu etkenler 24 Haziran baskın seçim kararını almaya götürdü.

Erdoğan, seçimleri bir beka meselesi olarak gördüğünü açıkladı, kazanırlarsa ne yapacaklar?

24 Haziran seçiminin bir dönüm noktası olacağı açıktır. Zaten bu seçimlerle birlikte başkanlık sistemine geçilecek. AKP ve MHP’nin öngördüğü yeni Türkiye sistemi inşa edilecek. Kuşkusuz şimdiye kadar önemli adımlar atıldı ama AKP ve MHP’nin öngördüğü sistem tam oturtulamadı. Seçimleri kazanırlarsa yeni bir Türkiye dizayn edilecek. Kürt halkı, demokrasi güçleri, tüm farklı etnik ve dinsel topluklar üzerinde diktatörlük uygulanacak. Bu temelde de engelsiz biçimde dinci-milliyetçi bir sistem oturtulmak istenecek. Bu yönüyle Erdoğan için yeni bir başlangıç olacaktır.

Bir yönüyle de çıkmaz, hatta büyük bir kumar değil mi?

Doğrudur, bir yönüyle de çıkmazı ifade edip Erdoğan için bir kumar haline geldi. Eskiden yüzde 40 – 42’yle iktidar oluyordu. Şimdi yüzde 50 alamazsa iktidar olamayacak. Bu yönüyle aslında bir riski göze aldı, kumar oynadı. Tabi bunu daha otoriter bir iktidar olmak ve kendine göre daha fazla kazanmak için yaptı.

Kaybetme tehlikesi var mı?

Erdoğan’ın bu seçimde kaybetme tehlikesi var. Nitekim seçim kararı aldıktan sonra ortaya çıkan gelişmeler, halkın tepkisi, tutumu, yapılan anketler Erdoğan’ın bu seçimi kolay kazanamayacağını gösteriyor. Kazanmaktan çok kaybetme olasılığı daha fazladır.

Beka meselesini gündeme getirmesi, keskin kutuplaşmayı teşvik etmesi, bu olasılıktan dolayı mı?

Kaybetme olasılığından dolayı hep beka meselesinden bahsediyor. AKP iktidarını Türkiye'nin bekası olarak gösteriyor. Sanki Türkiye'yi tek düşünen Erdoğan, Türkiye'yi tek düşünen parti AKP. Böyle bir yaklaşım içindedir. Bu nedenle AKP dışında ve kendileri dışında herkesi düşman görüyor, düşman gösteriyor. Diğerlerinin hükümet olmasını, iktidar olmasını, siyasi olarak güçlenmesini düşmanının güçlenmesi olarak görüyor. Böyle çarpık, paranoyak bir yaklaşım içinde. Daha doğrusu tüm diktatörler hangi ruh halindeyse Erdoğan’da o ruh halindedir. Ülkeyi tek düşünen kendisidir. Kendisi dışında herkes ülkeyi düşünmeyen düşmandırlar. Kendisi dışındaki hiçbir güce yaşama hakkı tanımayan otoriter, diktatör zihniyeti var. Ona göre Türkiye'yi kendisinden başka kimse savunamaz. Bu nedenle de kendisinin iktidarda kalmasının Türkiye'nin bekası sorunu olarak görüyor. İktidardan düşerse Türkiye'nin biteceği algısını yaratmak istiyor. Böyle sapkın bir yaklaşım içindedir.

Bir beka sorunu yok mu?

Tabi ki bir beka sorunu var ama bu Türkiye'nin beka sorunu değil. Erdoğan ve Bahçeli’nin beka sorunudur. İktidarlarını kaybederlerse çok şey kaybedecekler. Erdoğan ve yandaşları kendilerine göre bir sistem kurmuşlar. Bir saltanat iktidarı gibi yaşıyorlar. Erdoğan'ın iktidarı herhangi bir hanedanın iktidarı gibidir. Hanedanlar iktidardan düşmek istemezler. Erdoğan da şimdi bir hanedan gibi iktidarını bırakmak istemiyor. Her türlü muhalefeti bu hanedan ve saltanat için beka sorunu olarak görüyor. Bunu sanki Türkiye'nin bekasıymış, Türkiye halkının çıkarıymış, kendisi giderse Türkiye halkı zarar görürmüş, Türkiye kaybedermiş gibi göstermek istiyor. Bir yönüyle de ideolojik, siyasal, propaganda olarak şantaj yaparak iktidarını yeniden sürdürmek istiyor.

Türkiye halkı buna inanıyor mu?

Artık Türkiye halkı Erdoğan’a inanmıyor. Erdoğan'ın beka sorunu demesini, Türkiye'nin değil de AKP iktidarının bekası olduğunu anlıyor. Bu nedenle Erdoğan'ın düşündüğü yüzde 50’yi alamayacağı görülüyor. Zaten anayasa referandumunda hilelerle yüzde 50 küsur alıp referandumu geçirdi. Aslında referandum da 'Hayır' çıkmıştı, referanduma sunulan maddeler geçmemişti ama hileyle, hurdayla geçirdiler.

O günden bugüne halk AKP iktidarına daha da tepkili hale geldi. Halk, hile yapıldığını gördü. Bu bakımdan halk Erdoğan'ın hileyle iktidarda kalamayacağı kadar muhalefetin oyunu yükselterek AKP'yi iktidardan uzaklaştırmak istiyor.

Seçimi kaybetmeleri bir siyasal kırılmaya yol açar mı?

Erdoğan'ın seçimi kaybettiği takdirde bir siyasal kırılma olacağı açıktır. Çünkü Erdoğan tekçi zihniyette, Türkiye'yi kendine göre şekillendirmek istiyor. Erdoğan iktidarı geçmiş iktidarlar gibi değil. Önceleri Adalet Partisi gidiyordu CHP geliyordu, CHP gidiyordu Doğru Yol geliyordu. Yani farklı partiler iktidara gelebiliyorlardı. Türkiye'deki mevcut siyasi durum böyle değil. Bir partinin mevcut anayasal düzenin içinde iktidara geçip sonradan iktidardan düşmesi durumu yaşanmıyor. Şimdi Erdoğan AKP-MHP faşizmi yeni bir Türkiye yaratmak istiyor. Bu nedenle seçimle gitmek istemiyorlar. Eğer bütün hilelere rağmen seçimde kaybederse Türkiye siyasetinde bir kırılma olacak. Erdoğan'ın öngördüğü siyasal sistemin yerleştirilemeyeceği görülecektir. Bu durum 16 yıllık AKP iktidarının son bulması anlamına gelecek. AKP yandaşları artık eskisi gibi nemalanamayacaklar. Toplumun geneli açısından bir rahatlama olacaktır. AKP ve yandaşları için kırılma, Erdoğan için kırılma ama AKP dışındaki toplumsal kesimler, demokratik siyasal alan için ise bir rahatlama olacaktır.

24 Haziran seçimleri, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleriyle kıyaslandığında iktidar ve muhalif çevreler için ne tür anlamları var?

24 Haziran seçimlerinin 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleriyle karşılaştırıldığında hem iktidar hem muhalefet için benzer anlamlarının yanın da farklı anlamları da var. Her şeyden önce bir anayasa referandumu yapıldı, başkanlık sistemine geçildi.

Kürtler açısından çok ciddi süreçler yaşandı. 7 Haziran sonrası Kürt halkına yönelik ağır saldırılar oldu. Demokrasi güçlerine karşı ağır saldırılar oldu. Suruç ve 10 Ekim Ankara/Gar katliamları yapıldı. Daha sonra Kürt şehirleri yakılıp yıkıldı; yüzlerce insan şehit edildi. Efrîn işgali gerçekleşti. Kürtler için çok trajik ve dramatik olaylarla karşılaşıldı.

Sol ve demokrasi güçleri açısından da farklı anlamları var. 7 Haziran’dan sonra sola karşı, demokrasi güçlerine karşı çok yoğun bir saldırı gerçekleşti. Demokrasi güçleri nefes alamaz hale geldi.

Kürt sorununun çözümsüzlüğünün tetiklediği 15 Temmuz darbesi oldu. Bu darbe nasıl hazırlandı, nasıl bastırıldı, böyle bir başarısız darbe girişimini hangi etkenler ortaya çıkardı, bunlar daha net değil. Özellikle polisiye olaylarında, olaydan kim yararlanıyor diye sorarlar, kim yararlanıyorsa/yararlanacaksa failin de o olduğu kanaatine varılır. Bu yönüyle de 15 Temmuz 2016 darbesine kuşkular devam ediyor. Çünkü bana darbe yapıldı, diyen AKP iktidarı bu darbeden en fazla yararlanan oldu. Hem de görülmedik düzeyde. Bu darbe gerekçelendirilerek tamamen her şeyi kendine yontan, kendisini tümden hâkim kılmak isteyen bir politika ve uygulama içinde oldu.

7 Haziran seçimleri, muhalefet ve iktidar için önemliydi. AKP, 7 Haziran’da iktidarını kaybetmek istemiyordu ama bu düzeyde kaybedersem başımıza şunlar gelir kaygısı içinde de değildi. 7 Haziran’da birinci parti çıksa da iktidarını kaybetmişti. Bu nedenle seçim sonuçlarını yok sayarak bir siyasi darbe yaptı. 1 Kasım seçimine MHP ve Ergenekoncularla ittifak yaparak gitti. İktidarını bir taraftan demokrasi güçlerine saldırarak, diğer taraftan faşist güçlerle ittifak yaparak ayakta tuttu. Şunu söyleyebiliriz; 7 Haziran’da ve 1 Kasım’da iktidarını kaybetmek istemiyordu ama bu düzeyde kaybetmeyi bir beka sorunu; tümden yıkım, ölüm olarak görmüyordu. Bu seçimde AKP-MHP daha fazla kaygılı.

7 Haziran seçimleri öncesi MHP de AKP’ye karşıydı...

Karşıydı ama ne zamanki 7 Haziran’la birlikte sadece AKP değil, ulus devletin de kaybettiği görülünce, MHP başta olmak üzere tüm faşistler ve Kürt düşmanları telaşa düştü. Ulus devlet anlayışı yerine tüm farklı etnik ve dinsel kimliklerin meşruiyet kazandığı demokratik ulus anlayışı, çoğulcu ulus anlayışı gündeme girince tabi ki tüm faşistler, Kürt düşmanları, farklı kimliklere düşman olanlar bir araya geldi. Erdoğan bu kesimleri bir araya toplayarak iktidarını sürdürme politikası yürüttü.

Muhalafet için de '7 Haziran'da bu kadar kaygılı değildi' diyebilir miyiz?

AKP iktidarı, diğer toplumsal kesimlere nefes aldırmayıp otoriter bir sistem haline gelmişti, ancak muhalefet de bugünkü düzeyde kaygılı değildi. Muhalefet son iki üç yıllık demokrasi düşmanı politikayı çok iyi gördü. Eğer AKP iktidarı gitmezse daha fazla diktatörlük, daha fazla baskı, daha fazla zulüm ortaya çıkacak. Kürtler için soykırım sisteminin sürdürülmesi; savaşı daha da şiddetlendirmesi anlamına gelecek. Bu yönüyle muhalefet de tabi ki bu seçimde 7 Haziran ve 1 Kasım’dan daha fazla AKP iktidarını düşürmek, AKP iktidarından kurtulmak istiyor.

AKP iktidarı gerçekten toplumu nefes alamaz hale getirmiş. Toplumda travma yaratmış. Birbirini sevmeyen bir toplumsal gerçeklik yaratmış. Türkiye toplumu bir travma içinde. Bu durumdan herkes rahatsız. AKP’liler de rahatsız. Çünkü Türkiye tarihinde toplulukların birbirine bu kadar düşman olduğu, sevmediği ilk bu düzeyde görülüyor. 1970’li yıllarda kavgalarda vardı. Devletin kullandığı faşist çetelerin devrimcilere, demokratlara saldırması vardı ama bunlar daha çok devletin derinliklerinden pişirilen, örgütlendirilip saldırtılan çetelerdi. Topluluklar arasında düşmanlığı bu kadar körükleyemiyorlardı. Toplumu bu kadar birbirine düşman edemiyorlardı. Düşmanlık, devlet düşmanlığı olarak sürüyordu. Şimdi AKP iktidarı devletin imkânlarını kullanarak bu düşmanlığı toplumsal hale getirdi. Toplumları birbirine düşman etti. Bu açıdan halk da muhalefet de herkes de aslında Erdoğan'dan kurtulmak istiyor. Aslında esas beka sorunu halk için var. Türkiye açısından beka sorunu var, Türkiye'nin demokrasi güçleri açısından beka sorunu var. Erdoğan gerçekten Türkiye'yi her türlü tehlikeye atıyor.

7 Haziran’da da muhalefet iktidarı düşürmek, AKP iktidarda kalmak istiyordu ama bu kadar keskin duygularla, tepkilerle oluşmuş bir iktidar, muhalefet gerçeği yoktu.

AKP ve MHP faşizmi öngördüğü sistemi tümden yerleştirmek için saldırılarını baskısını artıracak; halklar da demokrasi güçleri de bu sistemin oturmaması için direneceklerdir. Eskiden bu direniş esas olarak Kürtler tarafından yürütülüyordu. Kuşkusuz başka güçlerinde tepkileri ve mücadeleleri vardı. Bu defa Kürtler, demokrasi güçleri ve tüm muhalif çevreler, birlikte iktidarla karşı karşıya gelecektir. Artık iktidar güçleri de faşist güçler de birleşti. Halk güçleri de mevcut faşist iktidara karşı olan güçlerde birleşti. Bu yönlü de bir cepheleşme durumu vardır. Erdoğan aslında halk güçlerine karşı bir cephe kurdu. Fakat halk güçlerinin birleşemeyeceğini, diğer ittifakların olamayacağını düşünüyordu.

Erdoğan'ın liderlik yaptığı faşist cephenin karşısında nasıl ittifaklar oluştu?

Erdoğan'ın karşısında iki ittifak/iki blok oluştu;

* Türkiye’deki egemen sınıfların, burjuvaların blokundaki Millet İttifakı.

* Diğeri de halkların ve demokrasi güçlerinin bloku; egemen sınıf bloku dışında kalan halk güçlerinin, demokrasi güçlerinin, etnik ve dinsel toplulukların oluşturduğu demokrasi bloku.

7 Haziran ve 1 Kasım’da bu düzeyde bir bloklaşma yoktu. AKP böyle bir bloklaşma ile seçime gitmemişti. Diğer egemen sınıf güçleri de bu düzeyde bloklaşma içinde değildi. Demokrasi güçleri de bu düzeyde bloklaşmamıştı. Demokrasi güçleri de ilk defa bu kadar geniş yelpazede bir araya geliyorlar. Belki seçime HDP giriyor ama bu da bir demokrasi blokudur. Buna da demokrasi bloku, demokrasi ittifakı demek lazım. Belki diğerleri resmi ittifaklar oluşturdu. HDP etrafında resmi blok olmadı ama bütün demokrasi güçleri HDP’nin etrafındadır. HDP bileşenleri adaylarıyla seçime giriyor ama HDP bileşeni olmayan hatta HDP’yle seçim ittifakı yapmayan demokrasi güçleri de HDP’ye destek veriyor. Bu bakımdan ittifaktan öte tam bir demokrasi bloku oluştu.

Belki biraz tekrar olacak ama daha iyi anlaşılması için baskın seçimin nedenleri arasında saydığınız Kürtlere karşı savaşın seyrini detaylandırabilir misiniz?

Erdoğan-Bahçeli ittifakı, Kürt düşmanı; Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezme ve Kürt soykırımını tamamlama ittifakıydı. Bu nedenle 7 Haziran'dan sonra çok şiddetli bir özel savaş yürütüldü. Şunun altını çizmek istiyorum; özel savaş politikaları kısa sürelidir, kısa sürede sonuç alamazsa tersine döner. AKP-MHP iktidarı da Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Kürt halkına karşı psikolojik harekât destekli özel savaşla bir çöktürme, ezme savaşı yürüttü. Ekonomiden diplomasiye kadar bütün siyasetini buna göre şekillendirdi. Ekonomik, diplomatik, askeri, siyasi, bütün imkânlarını seferber etti. Üniversitesinden medyasına, kültür enstrümanlarından Diyanet'ine kadar bütün yapılarını savaşa koşturdu. Bu kadar saldırganlık, özel savaş, Kürt düşmanlığı, demokrasi düşmanlığı iktidarı yıprattı.

Kürt düşmanlığı, demokrasi düşmanlığıyla paralel yürütülüyordu. Demokratik güçlere bu kadar düşmanlık yapılmasının nedeni, Kürtlere karşı yürütülen özel savaştır. Kürtlerin en ufak bir nefes almasını engellemek için demokrasi güçlerinin de susturulması, ezilmesi lazım. Kürtlere moral destek olacak hiçbir şeyin ortada olmaması gerekiyor. Bunun için de demokrasi güçlerine azgınca saldırıyor. Tüm bunlar Türkiye'yi içeride ve dışarıda çok zor duruma düşürdü. Meşruiyetini zayıflattı. Artık bu karakteriyle içeride demokrasi güçlerine ve Kürtlere karşı, dışarıda da Kürt halkının kazanımlarına karşı saldırmada sorunlar ve sıkıntılar yaşamaya başladı. İçeride ve dışarıda AKP iktidarına yönelik olumsuz algılar giderek güçlendi. Süleyman Soylu, daha 2017’nin baharına girmeden bir daha PKK'nin ismi ağza alınmayacak, diyordu. PKK'nin isminin ağıza alınmayacağı, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tamamen ezileceği bir savaş yürütüyorlardı.

AKP ve MHP’nin böyle bir erken seçime gitmesinin önemli bir nedeni de Kürt Özgürlük Hareketi karşısında yürüttükleri savaşın sonuç alamamasıdır, başarısız kalmasıdır. Demokrasi güçlerine karşı yürüttükleri savaşın sonuç alamamasıdır. Kürt Özgürlük Hareketi ve demokrasi güçleri ayakta kalınca, Kürt halkının bırakalım sinip ezilmesi, AKP’ye öfkesi daha da artınca AKP ve MHP kendileri için tehlike çanlarının çaldığını gördü. Bu nedenle seçime gidip yeniden güç kazanma, meşruiyet kazanma yolunu tercih ettiler. Bu kadar yıpranan bir iktidar ancak varlığını yeni bir seçimle, yeni bir meşruiyetle sürdürebilir. Çünkü günümüzde diktatörlükle ya da seçime başvurmadan, seçim yoluyla meşruiyet almadan, toplum veya dış güçler açısından meşru görülmeden bu politikaları sürdürmek artık mümkün değildir. Bu bakımdan aslında böyle bir seçim Kürt halkı ve demokrasi güçlerine karşı yürüttükleri savaşın başarısızlığın itirafıdır. Bu nedenle de savaşı sürdürmek için seçimle bir meşruiyet kazanmaya yöneldiler.

Uluslararası güçler, AKP-MHP iktidarından rahatsız mı veya birlikte çalışamayacak düzeyde bir rahatsızlık söz konusu mu?

Uluslararası güçler, Avrupa, ABD ve çeşitli güçlerin AKP-MHP faşist iktidarıyla sorunları var. Ancak kendi çıkarlarına uyum gösterirlerse AKP-MHP iktidarıyla rahatlıkla yürürler. Ortadoğu dünya dengelerinin kurulduğu yer olduğu için siyasi çıkarlar en öndedir. Yakın zamana kadar Erdoğan, bütün muhalefeti etkisizleştirerek, bastırarak benim dışımda iktidar alternatifi yok, bana muhtaçsınız, benimle iş yapmak, yürümek durumundasınız biçiminde bir politik dayatma içindeydi. Türkiye tarihinde hiçbir iktidar, Türkiye'nin bütün imkânlarını bu düzeyde pervasızca kumar masasına sürer gibi iktidarının payandası yapmadı. Türkiye'nin çeşitli güçler tarafından dikkate alınan stratejik değeri var, kolaylıkla vazgeçmeleri mümkün değil. AKP-MHP iktidarı, bunu şantaj olarak kullanarak şimdiye kadar iktidarını ayakta tuttu. İlişkide olduğu dış güçlerin rahatsızlıkları olduğu kesin ama bu rahatsızlıklar AKP ve MHP’yi tümden gözden çıkarma, çeşitli yollarla bu iktidarı devirip kendilerine yakın bir iktidar getirme gibi bir noktada değil. AKP’yle hala kendi çıkarlarını koruma yaklaşımını sürdürüyorlar. Bunu görmek gerekir. En son Erdoğan’da İngiltere’ye giderek aslında ABD’yle, İsrail’le, Batı’yla ilişkilerini sürdürme yaklaşımı içinde olduğunu ortaya koydu. Belli rahatsızlıklar olsa da AKP iktidarıyla illa da yürümeyiz diyen bir yaklaşımları yok. Eleştiriyorlar AKP iktidarını. Bu da doğaldır, çünkü AKP iktidarının birçok uygulaması kendi politik değerleriyle uyuşmuyor. Kendi kamuoylarını tatmin etme açısından da olsa AKP’yi eleştiriyorlar. Bazen bu eleştiriler sert de oluyor ama bu onların ekonomik, siyasi ilişkilerini sürdürmesi önünde engel olmuyor. 7 Haziran sonrası Almanya Şansölyesi destek verdi. Şimdi İngiltere Başbakanı destek veriyor. Bu açıdan rahatsızlıkları ve eleştirileri olsa da hala AKP iktidarı ile ilişkileri sürdürüme noktasındalar. AKP iktidardan giderse de üzülmezler. Çünkü muhalefet dış dünyayla kavga yapmayı Türkiye’nin çıkarına görmüyor.

İçeride de 'Türk burjuvazisi' ürkek de olsa rahatsızlığını ifade etmiyor mu?

Burjuvazi rahatsız. Büyük patronlar, büyük iş sahipleri, TUSİAD rahatsız. Erdoğan'ın politikalarının, söylemlerinin içeride ve dışarıda ekonomiye zarar verdiğini düşünüyorlar. Erdoğan siyasi çıkarları gereği ekonomiye zarar veren adımlar atıyor, Türkiye'nin imkanlarını böylelikle kendi iktidarı için kullanıyor. Bunlar belli düzeyde rahatsızlık yaratıyor. Nitekim TUSİAD demokrasi olmalı, demokrasi olmazsa dış yatırım gelmez, diyor. Toplumdaki gerilimin kendileri açısından zarar verici olduğunu düşünüyorlar. Bu yönlü eleştiriler var. Özellikle de Erdoğan'ın kendi yandaşlarını kayırması, ekonomik olarak kendisine bağlı zenginler üretmesi, kendisine bağlı iş sahiplerini daha fazla ihya etmesi, Türkiye'nin eskiden beri etkili olmuş ekonomi çevrelerini rahatsız ediyor. Bu rahatsızlık, AKP iktidarına açık tutum koyma biçiminde ortaya çıkmıyor. Çünkü Erdoğan devlet imkanlarını kullanarak bunların üzerine gidiyor. Aydın Doğan’ı nasıl teslim aldığını; bütün gazetelerini, televizyon kanallarını nasıl AKP yandaşı kesimlere peşkeş çektiğini biliyoruz. Aydın Doğan bir nevi hükümetin şerrinden kurtulmak için tüm basını Erdoğan’a, Erdoğan’a yakın Demirören Ailesi'ne teslim etti. Hem de yok pahasına.

Bu çerçeveden bakıldığında iç ve dış çevreler, içeride ve dışarıda etkili olan odaklar, AKP’yle devam edilemeyeceği kararına vardılar ve bu yönlü tutum içindeler demek doğru olmaz. İç ve dış odakların AKP’den rahatsız oluğu kesin; ancak iktidarda olduğu müddetçe de onunla çalışırlar. Onların karakterleri böyledir. Belki bir kısmı Erdoğan’ın gitmesini istiyor olabilir ama bunlar tutumlara yansımadığı sürece çok fazla anlamlı olmaz. Nasıl ki toplumda Erdoğan’ı istemeyenler varsa o kesimler içinde de istemeyenler var. Hatta politikaları nedeniyle bu kesimlerde daha fazla rahatsızlık yaratmaktadır ama onlar yine de zengindirler, burjuvadır, çıkarlarını düşünürler. Onlar için siyasi ilke, ahlaki ilke, şunlar bunlar çok önemli değildir. Erdoğan adaleti yok ediyor, ahlakı yok ediyor, eşitliği yok ediyor, demokrasi ve özgürlükleri yok ediyor, diyerek AKP iktidarına karşı siyasi tutum içine girmezler. Bunlar onlar için öncelikli değerler değildir. Erdoğan onların çıkarlarına dokunmadığı müddetçe, onlarla iş yaptığı müddetçe Erdoğan’ın karakteri ne olursa olsun göz yumarlar.

Nitekim Efrîn işgaline göz yumdular...

Efrîn işgaline göz yumulması bunun açık ifadesidir. Eğer kaşı çıkılsaydı çok haksız bir işgal olan Efrîn işgaline karşı çıkarlardı. Erdoğan’a karşı çıkmanın güçlü meşruiyeti vardı ama karşı çıkmadılar. Demek ki öyle Erdoğan'dan kurtulma ya da Erdoğan’dan tümden vazgeçme gibi bir yaklaşımları yok. Bunu birçok defa gördük. Bu yönüyle Erdoğan’ı götürecek olan, halklar ve demokratik devrimci güçleridir. Bunlar mücadele ederek Erdoğan'ı iktidardan düşüreceklerdir. Aslında halk şu anda Erdoğan'ı götürmede gerçekten kararlıdır. Toplumun çoğunluğu Erdoğan’ı istemiyor ama Erdoğan iktidar gücüyle, devlet gücüyle seçimlerde hile yaparak, birçok yol yöntem deneyerek, hatta provokasyonlar yaparak iktidarda kalmaya çalışacaktır.

Bu seçimlere yönelik hem edilgen (seçimleri önemsememek, hiçbir şey değişmeyecek, deyip mücadele alanı olarak örmemek) hem de abartılı yaklaşımlar (24 Haziran seçimleriyle her şey değişecek gibi) var. Sizce nasıl yaklaşmalı?

Demokrasi uzun yıllara dayanan bir mücadeleyle kazanılır. Adım adım demokratikleşme birikimi olur, sonra bu birikimler toplanarak bir ülkenin demokratikleşmesi gerçekleşir. Demokratik devrimler de bir mücadele birikimi üzerinden gelişir. Bu seçim de bir demokrasi mücadelesidir. AKP-MHP faşizminin iktidardan düşürülmesi, demokrasi mücadelesi açısından önemli bir adım olur. Faşist bir iktidarın geriletilmesi demokratikleşmenin önünü açar. Demokrasi güçlerinin daha etkili ve özgüvenle çalışmasına yol açar. Seçimlerin bir sonuç vermeyeceğini söylemek mücadelesizliktir, mücadeleden kaçmak; demokratikleşmeyi başkalarına havale etmektir. Şu anda demokrasi mücadelesi, demokratik devrim mücadelesi çok boyutlu yürütülmesi gerekirken halkı demokrasi ve özgürlük mücadelesinin bir parçası olacak seçimlerden uzak tutmak doğru olmaz. Yeter ki her şeyin seçimle geleceği algısı olmasın. Bu da doğru değildir.

Bu seçimlerle önemli değişiklikler olacaktır. Eğer AKP MHP seçimle iktidardan düşürülürse AKP iktidarının kurguladığı dinci-milliyetçi faşizm sarsılacaktır. Bürokraside, adalet sisteminde, eğitimde ve birçok alanda Türkiye'yi kendi düşündüğü biçimde dizayn etme politikası sekteye uğrayacaktır. Bu yönüyle Kürtler, demokrasi güçleri, toplum üzerindeki baskı cenderesi hafifleyecektir. Bunun da demokrasi ve özgürlük güçlerine nefes aldıracağı açıktır. Her şeyden önce halkın kendisine öz güveni artacak. AKP-MHP faşizmi polis gücünü kullanarak toplum üzerinde baskı kuruyor. Toplum iradesini kırmaya, demokrasi birikimini ezmeye çalışıyor. Bu açıdan AKP-MHP faşizmine seçimlerde bir darbe vurmak önemlidir. Kuşkusuz iktidardan gitmek istemeyecektir, birçok hileye başvuracaktır. Bunları da halkın örgütlü duyarlılıkla engellemesi gerekiyor. Halk isterse bu tür şeylere engel olur. Halk kendi verdiği oylara sahip çıkarsa bu iktidar seçimle değiştirilebilir. Bu iktidarın faşist saldırganlığı geriletilir. Kuşkusuz seçime gidip sadece oy vermek yetmez. Onu sahiplenecek iradeyi de göstermek lazım. Öte yandan HDP'nin barajı aşması açısından çok çalışılması lazım. Barajı yüzde 1’lik, yüzde 2’lik aşmak değil, HDP öyle bir oy almalı ki ne kadar hile yaparsa yapsın HDP'nin baraj altında tutulması engellenebilmeli. Bu mümkün müdür, mümkündür. Çünkü hilenin de bir sınırı olur. Bir noktaya kadar yapabilir. Bu açıdan da bu seçimlere gerçekten bir değer vermek lazım.

Türkiye tarihinde, demokrasi mücadelesi açısından önemi olan bir seçim yaşanacaktır. Belki de Türkiye tarihinde hiçbir seçim bu kadar önemli hale gelmemişti. Çünkü Türkiye'de diğer seçimler mevcut sistem içinde iktidardaki partilerin değişimiydi. Şimdi sadece mevcut sistem içinde bir partinin iktidardan düşüp diğer partinin iktidara gelmesi seçimi olmuyor. Şimdi yeni bir sistem kurulmaya çalışılıyor. Erdoğan, AKP dinci- milliyetçi bir sistem kurmayı hedefliyor. Bu bakımdan bir partinin gidip gelmesinde öte böyle bir sistem kurulduğunda demokrasi güçleri üzerinde, halk güçleri üzerinde, Kürtler üzerinde, Aleviler üzerinde, tüm etnik ve dinsel topluluklar üzerinde kurumlaşan ve süreklileşen bir baskı kurulacaktır. DAİŞ gibi kendi din anlayışını dayatacaktır. Bütün bunların önüne geçmek açısından bu seçim geçmiş dönemdeki seçimlerden daha önemli hale gelmiştir. Bu yönüyle önemsemek, bu seçimlere yüklenmek, bu seçimleri demokrasi mücadelesinin önemli bir parçası haline getirmek gerekiyor. Bizim yaklaşımımız da bu yönlüdür, çağrımız da bu yönlüdür.

Karasu ile söyleşinin ikinci bölüm yarın...