Kalkan: PKK dünyada ezilenlerin umudu oldu

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan, Türk devletinin yok etmek istediği PKK'nin tüm dünyada ezilen halkların umudu haline geldiğini belirtti.

Türk devletinin Kürdistan işgalini ve saldırılarını değerlendiren PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan, Türk ordusunun NATO desteğine rağmen PKK karşısında sonuçsuz ve başarısız kaldığını vurguladı.

PKK'nin ortaya çıktığı dönemde küçük bir grup olduğunu ifade eden Kalkan, "PKK, şimdi bütün dünyanın tanıdığı bir örgüt haline gelmiş.

Amerika’da, Afrika’da, Asya’da PKK’nin bayraklarıyla mitingler oluyor. Kadınlar, gençler binler halinde, on binler halinde Kürt halkının mücadelesini destekliyor.

TC sömürgeciliğine karşı çıkıyor. Önder Apo’yu tanıyor, Önder Apo’nun paradigmasını öğrenmeye, o temelde kurtuluş mücadelesini geliştirmeye çalışıyor. PKK’den moral alıyor, güç alıyor, cesaret alıyor. PKK’yi ve Kürt halkını tanıyor" diye konuştu.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan ile yaptığımız röportajın ikinci bölümü şöyle:

Saldırılar ve işgale dönüşmesi sürecinde Türkiye ile Irak arasında sınır güvenliğine ilişkin ne tür anlaşmalar yapıldı?

TC’yle Irak arasında anlaşmalar vardır. Ama hangi tarihte ne tür anlaşmalar oldu bunlar daha somut bilgi gerektiriyor. Fakat sadece o dönemde değil, ondan önce de aslında Kürdistan’ın bir ortak yönetimi vardır. Her ne kadar Kürdistan dört parçaya bölünmüş olup, her parça bir devletin denetimine bırakılmış olsa da biz 40 yıllık PKK mücadelesinin sonucunda şu gerçekleri gördük. Her parçada fiili olarak o devletin etkinliği görülse de aslında bütün Kürdistan’da söz konusu devletlerin ve bir de kapitalist modernitenin küresel hegemonyasına öncülük eden gücün ortak yönetimi var.

Bunlar 1900’lı yıllarda Bağdat Paktı, Cento Paktı biçiminde ittifaklara da dönüştürüldü. Fakat şunu net gördük; önce İngiltere’nin, sonra ABD’nin öncülüğünde Türkiye, İran, Irak, Suriye devletlerinin Kürdistan’ı ortak yönetme konumları var. Bu konuda belki yazılı anlaşmalar da vardır, elimizde bu yönlü bir bilgi-belge yok. Araştırma gerektiriyor. Ama fiili durum böyle bir anlaşmanın olduğunu gösteriyor.

SİYASİ YÖNETİMLE GENELKURMAY ARASINDAKİ İLK ÇELİŞKİ ÖZAL DÖNEMİNDE YAŞANDI

Çünkü örneğin şöyle bir ilke vardır, hiçbir devlet diğerinin aleyhine, o devlet sınırlarındaki Kürtlere destek vermeyecek. Örneğin, hiçbir devlet yalnız başına Kürtlere hak vermeyecek, Kürtlere hak veren, Kürt sorununu çözen olamaz. Eğer birisi öyle bir şeye kalkışırsa diğer devletlerin ona müdahale etme hakkı vardır.

Bu konuyu Necdet Öztorun denen kişi kara kuvvetleri komutanıyken 1987 Temmuzu’nda emekliye ayrılan orgeneral yazıyor. Kitapları okunabilir, incelenebilir. Anılarını inceleyin, bunu görürsünüz. Genelkurmay başkanı olmak isterken Turgut Özal tarafından emekliye ayrıldı. Zaten siyasi yönetimle Türk genelkurmayı arasındaki ilk çelişkili durum o zaman ortaya çıktı. Çelişkinin bir tarafı Turgut Özal bir tarafı Necdet Öztorun’du. Özal onu genelkurmay başkanı yapmadı, Necip Toruntay’ı yaptı.

Daha sonra Doğan Güreş Necip Toruntay’ı istifa ettirdi. 1990’da kendisi genelkurmay başkanı oldu. Necdet Öztorun şöyle yazıyor: "73’te Gelale’de otonomi imzaladı Saddam Hüseyin yönetimi Mustafa Barzani’yle; biz bunu duyunca uyardık müdahale ettik. Daha sonra bizi dinlemeyince anlaşmanın imzalandığını duyunca bir heyetle birlikte Irak’a gittik. Bu heyet içerisinde ben de vardım, korgeneral da vardı. Gittik ve Saddam Hüseyin yönetimiyle görüştük, uyardık. Bu maddeyi hatırlattık."

GELALE ANLAŞMASININ İÇERDİĞİ OTONOMİ UYGULANMADI

Yani, kendi başına Kürtlere hak veremez, diğer devletlerin de onayı ve izni gerekiyor. Ancak o izin olursa bunu yapabilir. Bu çerçevede Türk devleti olarak izin vermediklerini, kendilerinin katılmadıklarını, dolayısıyla Irak devletinin de KDP’ye böyle bir otonomi veremeyeceğini söylediklerini ifade ediyor, dolayısıyla imzalamış olmalarına rağmen otonomi bozuldu. Herkes biliyor ki söz konusu Gelale anlaşmasının içerdiği otonomi uygulanmadı.

Neden uygulanmadığını kimse bilmiyor. Ama Necdet Öztorun’un anıları okunsun, neden uygulanmadığını, Gelale otonomisinin kim tarafından uygulanmaz hale getirildiğini görür. Burada uygulatmayan gücün TC devleti olduğunu, onun müdahalesiyle imzalanan anlaşma uygulanmaz duruma düşürüldüğü görülür, bilinir. Bu açık bir gerçek. Böyle bir genel durum var. Daha sonraki süreçte de sınır operasyonları için 80’li yıllarda Saddam Hüseyin yönetiminden hep bilgi alıyorlardı, ittifak halindeydiler. Anlaşma imzalamışlardı. Fakat 90’lı yıllarda Çekiç Güç Operasyonu devreye girdikten sonra öyle bir şeye gerek kalmadı.

ABD KEŞİF YAPIYOR, SONUCUNU TC'YE VERİYOR

Sanırım 97’de on yıllık bir anlaşma imzalamışlardı Hewlêr yönetimiyle. 2007’de nitekim yıl doluyor tekrar Güney Kürdistan’daki TC işgal güçleri ne olacak tartışması oldu. Daha sonra anlaşmanın yenilendiği ve uzatıldığı yönünde bilgiler çıktı ortaya. Şimdi araştırmak lazım. Hala işgal güçleri duruyor, azalmıyor. Tersine daha çok artıyor. Oysa 2007’de bitmişti. Şimdi 11 yıl daha geçti, bu 11 yılda kimin izniyle, hangi anlaşma gereği Türk askerleri Güney Kürdistan’da kalıyor araştırıp, açığa çıkartmak gerekiyor.

Mutlaka birilerinin bu konuda onayı var. Irak devletinin de vardır, Hewlêr yönetiminin de vardır. Her ikisinin bir onayı olmadan bu şeyleri yapamazlar. Ama esas ABD’yle NATO ilişkileri çerçevesinde Türk ordusu ve devleti Güney Kürdistan’da bu biçimde asker bulundurma hakkı elde etmişti. Başta böyle oldu. Belki de şimdiye kadar da ABD desteği sonucu bu sürüyor. Çünkü 2007’den bu yana keşif uçağı biçiminde ABD de TC’nin Güney Kürdistan’a operasyonlarına destek veriyor zaten.

Yani sadece yalnız başına Türkiye yapmıyor, şimdi de Güney Kürdistan’daki keşif uçakları Türkiye’ye ait uçaklar değildir. Birçoğu ABD’ye ait uçaklar, ABD keşif yapıyor, sonucunu TC’ye veriyor. TC de PKK gerillalarına ve Güney Kürdistan halkına dönük hava saldırıları yapıyor. Yüzlerce, binlerce insan bu saldırılarda katledildi. Bu saldılar sadece TC saldırıları değildir. NATO saldırılarıdır. TC-ABD ortak ittifakının ve çalışmasının gerçekleştirdiği saldırılardır. Herkesin bunu görüp, bilmesi lazım.

Neden uluslararası ve bölgesel güçler Türkiye’nin bu işgal saldırılarına karşı sessizliğini koruyor. Bir ülkenin topraklarına 20 km’den fazla girilerek halkı tehdit ediliyor, köyleri boşaltılıyor. Uluslararası yasalara göre suç olmasına rağmen neden herhangi bir tepki gösterilmiyor?

Şimdi neden bölgesel ve küresel güçler TC’nin bu işgal saldırılarına karşı sessizler? Herhalde izah etmeye çalıştık. Çünkü kapitalist modernite sistemi, NATO bu kararları almış, bu saldırılara fırsat ve imkan vermiş, anlaşmalar yapılmış, zemin oluşturulmuş. TC bu temelde hareket ediyor. Şimdi bölgesel ve küresel güçlerin hepsi de NATO ve ABD’ye bağlıdırlar, ses çıkaramıyorlar. Çekiç Güç Operasyonu’na o nedenle kimse karşı çıkmıyor. Aslında destek veriliyor. Yani Kürdistan’ın bölünmesine, Kürtlerin inkar edilip yok edilmesine onay vermiş, katılmış bütün güçler bu temelde gelişen Güney Kürdistan’ı işgal saldırılarına da ses çıkarmıyorlar, onay veriyorlar.

Bu güçler kimdir? Bütün devlet güçleridir. BM’de kayıtlı, oradan destek alan bütün devlet güçleri bu kapsamdadır. Sağcı olsun solcu olsun, kendisini hangi ideolojiyle tanımlarsa tanımlasın mevcut BM üyesiyseler o zaman bu anlaşmaya bağlıdırlar, dolayısıyla da Türkiye’nin işgal saldırılarına ses çıkaramazlar, karşı çıkamazlar. Rahatsızlık belirtseler bile onu ileriye götüremezler. Örneğin Efrîn’i işgal saldırısında Fransa BM Güvenlik Konseyini toplamak istedi, toplantıya da çağırdı, orada tartışamadı bile, gündeme bile getiremedi bundan dolayı.

BAZI EKONOMİK-SİYASİ ÇIKARLAR İÇİN İŞGALE GÖZ YUMUYORLAR

Onun için şimdi evet, Lêlîkan’a operasyon 20 km Güney Kürdistan’ın içine girmeyi ifade ediyor. Daha önceki yıllarda, 90’lı yıllarda daha derinlere girdi mi? Evet, Hewlêr’e kadar gitti Türk tankları. Daha iç kesimlerde Türk ordusunun karakolları var, tankçı, topçu birlikleri var. Ama sınırdan operasyonlar belli bir alanı kapsıyordu. Yani sınır üzerinde oluyordu, 5 km diyorlardı, en fazla Çelik Operasyonu’nda 10 km derinlik denmişti. Şimdi Lêlîkan 20 km bir derinliği ifade ediyor.

Türk ordusu ve devleti bununla yetinmiyor da Tayyip Erdoğan diyor, 'Kandil’e gideceğiz, 70-80 km ilerleyeceğiz.' Bir yandan Efrîn’den girdik, diğer yandan Xakurke’den girip Kandil’e giderek Kerkük’te buluşacak bütün Rojava ve Başurê Kürdistan’ı fethedecek, TC sınırlarına katacak. Burası Misak-ı Milli içerisindedir, benim hakkımdır, sınırlarım dahilindedir, Osmanlı Kürdistan’ıdır, Osmanlı topraklarıdır, bu toprakların sahibi biziz diyor. Bu çerçevede de hareket etmek istiyor. Fakat kimse buna ses çıkaramıyor.

Kuşkusuz bu hep böyle kalmaz. Bu biraz daha çok sınırları bozdukça giderek TC’nin aleyhine dönecek bu sınırların bozulması durumu. Öyle hepsi istediği gibi kendi lehine olmayacak. Ama en azından şimdilik kimse böyle ses çıkaramıyor. Köyler boşaltılıyor, yerleşiliyor, karargah kuruluyor. Türkiye topraklarına katılıyor. Dikkat edelim Bab’da, Cerablus’da, Ezaz’da Türkiye yönetimi kuruldu. Şimdi Efrîn’de TC yönetimi kuruluyor. TC kaymakam atıyor, yerel yönetim atıyor, kendine bağlı sistem düzenliyor, demografiyi değiştiriyor ve buna çok fazla bir karşı çıkış yok. Bradost alanında da aynı şeyleri yapmaya çalışıyor. Niye yok? Çünkü ABD’den onay var, eski anlaşmalara dayanıyor. Yani Irak devletiyle, KDP korkuyorlar, ürküyorlar. Bazı ekonomik-siyasi çıkarlar için göz yumuyorlar.

HULUSİ AKAR BAĞDAT'A GİDİP PLANLAMA YAPTI

Anlaşmalar var aralarında. Anlaşmasız olsalar yapamazlar. Yani Bağdat ve Hewlêr yönetimleri resmen ciddi biçimde karşı çıksalar TC Lelikan’a gelemez, Bradost alanına giremez. Mümkün değil. BM’ye götürseler, gerçekten karşı çıksalar orada duramaz. Ama karşı çıkmıyorlar, el altından anlaşmamalılar. Türk ordusu Bradost alanına girmeden önce Türk genelkurmay başkanı Hulusi Akar, Bağdat’a gitti, planlama yaptılar. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu gerçeklik açığa çıkmalı.

Böyle olunca diğer devletler çok fazla BM ve NATO ilişkileri nedeniyle ses çıkartmıyorlar. Çünkü, örneğin Efrîn’e de Suriye devleti ses çıkarmayınca, hatta TC’yle anlaşmış olduğu açığa çıkınca öbür devletlere söyleyecek pek fazla söz kalmadı. Bu bakımdan esas şey Kürdistan’ı egemenlik altında tutan devletlerin anlaşmalarıdır. Biraz önce ifade ettiğim gerçeklik bunu gösteriyor.

Demek ki gerçekten de ortak bir yönetim var, bu hala tümden yürürlükten kalkmış değildir. İran-Irak savaşıyla kısmen parçalandı, sonraki dönemlerde de az parçalanır gibi oldu ama tümden ortadan kalkmış olduğu söylenemez. Hala devletler bunu gözetiyorlar, hala böyle bir şey artık gerçekten gizli yazılı bir açıklama mıdır, yoksa bir sözlü mutabakat mıdır, küresel kapitalist modernite sisteminin önderliği tarafından yürütülen fiili bir durum mudur, bilemiyoruz. Ama fiiliyatta yürüyen gerçek durum bu.

2000’li yıllarda saldırılar daha çok savaş uçakları, obüs, tank vb. gibi ağır silahlar kullanılarak gerçekleştirilmeye başlanmasının sebebi nedir?

2007’den itibaren Günay Kürdistan’a dönük TC-ABD anlaşması 5 Kasım 2007 tarihli Bush-Erdoğan görüşmesinde yapılan anlaşma temelinde geliştirilen saldırılar daha önceki operasyonlardan biraz farklı, daha çok hava saldırılarıdır. Uçaklar vuruyor, helikopterler vuruyor, tanklar, toplar kullanılıyor. 90’lı yıllarda olduğu gibi kara güçleri girmiyor. Bunun esas neden öyle herhangi bir anlaşmadan kaynaklanıyor değildir.

Biz o görüşte değiliz. Türk ordusunun kara operasyonu yapma gücü yok. Korkuyor. Darbe yiyeceğinden korkuyor, girdiği yerleri tutamayacağından korkuyor, güç getirebildiği, emin olabildiği yerlere giriyor. Mesela sınır üzerinde bir tampon bölge oluşturur gibi Kani Masî’ye yerleştir büyük bir güç olarak. İşte Xeregol hattına yerleşti. Barzan sınırına yerleşiyor. Şimdi Xakurke’ye girişi bu temeldedir. Eğer karadan kalabileceğine güç getirirse, göz kestirirse giriyor. Ama gözü kesmezse, koruyamayacağını düşünürse gerillanın kendisini ezeceğinden korkarsa giremiyor. O zaman teknik gücü kullanıyor. Hava gücünü kullanıyor. Bundan dolayıdır.

TC 1983 YILINDAN BU YANA GÜNEY'E DÖNÜK OPERASYONLARDA ABD'DEN DESTEK ALIYOR

İkinci husus şu gerçeği unutmamak lazım. Yani 23 Mayıs 83’ten bu yana Güney Kürdistan’a dönük bütün operasyonlarında ABD’den destek alıyor TC devleti. 90’lı yıllarda, 92 operasyonunu Çekiç Güç planlaması dahilinde birlikte yaptılar. Hatta 87-88 operasyonunu o özel savaş, olağanüstü hal ilanı hepsi NATO temelinde planlandı, kararlaştırıldı. NATO tarafından yönetildi. Bütün bunların hepsi aslında birer NATO operasyonuydu.

ABD desteklidir. ABD o zaman NATO ilişkileri kapsamında tartışması destek veriyordu. Şimdi 2007’den bu yana hava operasyonlarını da yine ABD onaylıyor ve destekliyor. ABD desteğiyle oluyor. 5 Kasım 2007 tarihli Bush-Erdoğan görüşmesinde bu kararlaştırıldı. İkincisi, sadece ABD onaylamıyor, desteklemiyor. Birlikte yapıyorlar. Havadan vuruluyor, tank vuruyor, helikopter vuruyor, uçak vuruyor, bu keşif ve istihbarat temelinde oluyor. Keşif ve istihbarat çalışmasını Amerika yapıyor. Hedefi Amerika tespit ediyor, TC de vuruyor. Öyle ortak bir saldırı var, savaş var. On bir yıldır böyle devam ediyor, şimdi de aynı durum devam ediyor. O bakımdan savaşın bu yanını da görmek lazım.

TEKNİK GÜÇ OLMAZSA ADIM BİLE ATAMIYORLAR

Birlikte yürütülen bir saldırı var ortada. Herkes bunu görmeli. ABD’nin Türk ordusunun keşif ve istihbarat gücü olduğu bilinmeli. 12 yıldır Güney Kürdistan’da bu rolü oynuyor. Böyle hazır kendisine bilgi veren bir gücü bulduktan sonra TC de kullanıyor tabi. Böyle bir istihbarat ve keşif gelirse elinde teknik güç de varsa, bir ordu niye bunları kullanmasın? Daha kolay oluyor, daha rahat oluyor, daha risksiz oluyor. Karadan girmeye kalksa başına neler gelir belli değildir. Hangi pusuya düşer, neredeki tuzağa düşer, gerillayla nasıl karşılaşır, gerilla kendilerine hangi darbeleri vurur bunları bilemiyorlar.

Bunların hepsi olasılık dahilindedir. Korkuyor, ürküyor, o bakımdan karadan girmede son derece ihtiyatlı, dikkatli, dar alanlarda bunu yapıyor, güç yoğunluğu oluşturarak yapıyor. Yine de hava gücünü ağır bir biçimde kullandıktan sonra yapıyor. Ama genel alanda tank, top, uçak gibi teknik gücü kullanıyor. Çünkü ordusu zayıf, darbe yedi. Aslında Türk ordusu savaştan düşmüş bir ordudur.

Karşı karşıya gelerek savaşacak bir hali yok. Öyle cephede, mevzide savaşacak bir hali yok. Teknik güç olmasa adım bile atmıyor, atamıyor. Ancak teknikle vuruyor ondan sonra askerleri vurulan yere gidişine ikna ediyorlar. Geliyorlar insanları yani askerleri yukarıdan atıyorlar habersiz. Nereye geldiklerini bile bilmiyor bu askerler. İndirme adıyla atılanlar da mecburen can havliyle kendilerini yaşatmak için savaşıyorlar. Varsa orada bir başka güç onlar da etkisiz kılmak, savaşmak zorunda kalıyorlar.

23 ya da 25 Mayıs’ta İşgalci Türk devletinin Başurê Kürdistan’a yönelik işgal saldırılarının başlayıp adım adım işgale dönüşmesinin üzerinden 35 yıl gibi bir süre geçiyor. Bu 35 yıllık süre içinde çok kapsamlı ve işgalini alt yapısını oluşturan kaç büyük saldırı oldu?

Evet, 35 yıl geçti. Türk ordusunun Güney Kürdistan’a yönelttiği ilk saldırıdan bu tam 35 yıl geçmiş bulunuyor. İlk saldırının 35. yıldönümünü yaşıyoruz. Bu 35 yıl içerisinde kaç operasyon oldu, bu operasyonlarda ne kadar güç kullanıldı, kara gücü ne kadar kullanıldı, hava gücü ne kadar kullanıldı, her bir operasyon hangi mıntıkalara girdi, ne kadar derinlikte hareket etti, sonuçları ne oldu. Bunlar tabi araştırma ve inceleme konuları. Yani benim elimde böyle somut bilgiler yoktur. Ne operasyon sayısını verebilirim ne her operasyonun içeriğini verebilirim. Ama 23 Mayıs 1983 operasyonunu anlattım. Bildiğim operasyonlardı.

Biliniyor, 1992 Ekimi’nde Güney Savaşı oldu. O da bir operasyondu. Aslında 1987-88 kışında Kuzey’de olduğu gibi Güney sınır hattında operasyon oldu İran-Irak savaşı durduktan sonra. Halepçe’de kimyasal silah kullanılırken aslında Güney Kürdistan halkı Rojhilat ve Bakur’a yöneldiği zaman da Türk ordusu sınırları geçti. Daha sonraki süreçlerde 1995 Newrozu’nda Çelik Operasyonu adıyla operasyon oldu. İki ay, iki aşamalı operasyondu. 19 Mart’tan 19 Nisan’a kadar Haftanin, Metina ve Xakurke’ye oldu. Daha sonra Mayıs ve Haziran aylarında da Zap ve Avaşin’e oldu. Çünkü oralar daha çok dağlıktır, daha fazla kar var, soğuktur.

METİNA'DA GÖMÜLÜ ASKERLER KALDI

Mart’ta herhangi bir askeri güç öyle kolay operasyon yapamaz. Ancak oraya Mayıs’ta operasyon yapabildiler. Türk ordusu büyük güç kullandı. Avaşin hattıyla, Metina’da çatışmalar oldu Xakurke ve Haftanin’de olmadı. Kayıplar verdi Türk ordusu bu operasyonda. Ama Önder Apo bu operasyona karşı ezici darbe vuracak planların yapılmasını öngörmüştü. Gerilla onu yapamadı. O konuda yetersiz ve eksik kaldı.

Fakat ben bazı durumların tanığıyım; mesela Metina’da gömülü askerler kaldı. Türk ordusu hiç araştırmadı, sahip çıkmadı, götürmedi. Türkiye’de de söz konusu bile olmadı. Askerlerin cenazeleri, gerilla tarafından Metina’ya gömüldü. Yine örneğin Avaşin’de suya gittiler. Seldi, sele kapıldılar. Birçok vadi kıyısında vurulan askerler oldu. Üç beş cenaze Metina’da gömülüdür.

Bunların hiç birisi araştırılmadı. Daha sonra 96’da ‘operasyon yaptık, yapıyoruz’ diye çok söylediler, gazete sayfalarına büyük operasyon diye de geçtiler 96’nın Eylülü’nde. Fakat öyle bir operasyon olmadı. Yani bir gün geldi Zap Vadisini iki uçak bombaladı gitti. Üç gün öncesinden başlattılar operasyonu ‘vuruyoruz, yüz terörist vurduk’ diye başlıklar attılar.

Ertesi gün dediler ‘üç yüz vurduk’. Ertesi gün dediler ‘beş yüz vurduk, bin vurduk.’ Gazeteleri takip ettik, bunlar yazılıydı. Oysa ki savaş alanında hiçbir şey yoktu. Sadece bir gün bir uçak vadiye üç-dört tane bomba attı, gitti. O kadar onun karşılığı oldu büyük operasyon, bilmem kaç gün süren büyük operasyon, kaç bin teröristin vurulup, etkisiz kılındığı operasyon diye gazete sayfalarına geçirdiler. Şimdi onlara bakarak araştırma yapanlar diyecekler vay be ne büyük savaş olmuş. Hepsi yalandır. Hiç birisi yok. Birçok operasyon öyledir.

1997 YILINDA YAŞANAN SAVAŞIN BEDELİ AĞIR OLDU

Diğeri 97’deki operasyon. O biliniyor. Bir, 14 Mayıs 1997 operasyonu, Şafak Operasyonu deniyor. Zap’a girme operasyonuydu, dar bir alandan oldu. Sonunda bir kobra düştü, sonra bir skorsky, operasyonu yöneten bütün komuta gerilla tarafından imha edildi. Onun üzerine operasyon başarısızlıkla sonuçlandı. Apar topar operasyona çıkan ordu geri kaçtı. Ondan sonra KDP’yle anlaşarak 97’nin Ekimi’nden itibaren üç ay boyunca süren, parça parça bütün Medya Savunma Alanlarında yapılan bir operasyon oldu.

Bu savaş 98’de de sürdürüldü. KDP-TC ittifakı ile PKK’ye karşı savaş yürütüyordu. O uzun vadeli bir savaş oldu. 97 güzündeki savaş kapsamlı bir savaştı. Bedeli de ağır olan bir savaştı. Darbe de yedi Türk ordusu. Ama tabi çatışmalar çok oldu. Gerillanın da o savaşta belli bir kaybı yaşandı. 98 1 Eylül'üne ateşkese kadar sürdü. 98 Mayısı’nda yeniden sınır boyunca Medya Savunma Alanlarına KDP’yle birlikte Türk ordusunun da girdiği bir operasyon yaptılar geniş çaplı o operasyonda çok fazla çatışma olmadı. Bunlar araştırma konusudur. Somut şeyler sorulursa bilinenleri anlatabiliriz ama her şeyi bilmek ve böyle somut bilgileri anlatmamız mümkün değil.

Daha sonraki süreçte 99’da oldu, 2000’den sonra bunlar azaldı. En kapsamlısı 2007’nin Aralığında başlayan hava saldırılarıdır. Kara saldırısı 2008 Şubatı’nda Zap saldırısına dönüştü. Ona karşı da nasıl bir direniş oldu, nasıl darbe yedi Türk ordusu, Yaşar Büyükanıt yönetimi bunu herkes biliyor. Anlatmaya gerek yok.

Geçen 35 yıllık süre içinde gerçekleştirilen ve adım adım işgale dönüşen saldırıların amaç ve hedefleri neydi? Amaç ve hedeflerinde başarılı oldular mı?

Bu soru tabi önemli bir değerlendirme konusu; söz konusu saldırıların başlangıç dönemindeki hedefleri, 80’li yıllarda 90’ların başında gerillayı darbelemek, ezmek, gerillanın bu alanlarda üslenmesine imkan vermemek, gerilla hareketliliğini engellemeye dönüktü. Fakat bunda başarılı olamadılar söz konusu operasyonlarla. Ondan sonra ABD’yi devreye koyarak KDP-YNK’yi devreye koyarak 92’den itibaren daha kapsamlı bir saldırı süreci başlattılar.

Bu giderek kalıcı işgale dönüşen saldırı sürecinin başlangıcı oldu. Kendi başına gerillanın hareketliliğini engellemek, darbe vurmak için yaptıkları saldırılardan sonuç alamayınca bu sefer ABD’yle, KDP-YNK ile, İran ile zaman zaman ortak saldırıya girdiler. Daha kapsamlı, planlı şeyler yaptılar. Bir de operasyonel saldırıların şu karakteri değişti; yani girip belli bir saldırı yapıp geri çekilme değil, ana güç olsa da yeniden saldırı yapabilmek için, herhangi bir saldırıda daha çok hakim olabilmek için alanda güç bırakmayı öngördüler.

SAVAŞA KATILAN TÜM GENERALLERİN ANILARI İNCELENMELİ

Önce gizli birliklerden başladı bu, daha sonra tankçı birliklerine gitti, topçu birliklerine gitti, Başika’daki güce kadar gitti. Niteliği ve niceliği değişti yani. Güç düzeyi işgal gücü haline geldi. 90’lı yılların başında da kalıcı güç olanlar daha çok özel kuvvetler, MİT istihbarat güçleriydiler. Ama daha sonra açık askeri birlikler oldu, kamplar kurdular. Şimdi büyük kamplar, tankçı, topçu birlikleri, büyük askeri birlikleri var. Örneğin bir Kani Masî alanı var, bin kişilik kuvvet var herhalde. Boydan boya büyük bir askeri alan. Başika öyle bir alan konumunda.

Önce vurup, geri çekilmeydi, başarısız kalınca keşif-istihbarat yapacak, bilgi toplayacak gizli güçler bıraktılar, çekildiler. Operasyon yaparken o gizli güçlerle birleşip yaptılar, o da sonuç alamayınca bu sefer işgal niteliğinde kamplar, karargahlar kurdular. Birlikler yerleştirdiler ve birçok alan Türk ordusunun işgal ettiği alana dönüştü. Böylece engellemeye çalışıyorlar. Fakat yine başarısızdırlar. Sonuç olarak ben yine tekrarlamak istiyorum. Bu savaşa katılan Türk generallerinin anıları incelenmeli. Orada gerçek bilgiler vardır bir düzeye kadar.

Belki bütün bilgiler yoktur, ayrıntıya ulaşılamaz ama şu değerlendirme önemli; diyorlar ki: “Biz bu operasyonları yaparken tek amaç üzerinden yapmıyoruz. Öyle sananlar yanılıyor. Birçok amacı birden yürütüyoruz. Hedef gösterdiğimiz, herkesin bildiği amacımız PKK’yi vurmak. Bunu hedefliyoruz, vuruyoruz. Ama sınır ötesinde bir askeri saldırıyı sadece bunun için yapmıyoruz. PKK’yi vurarak etkisizleştirmeyi hedefliyoruz. KDP ile YNK’yi denetime alarak, kontrole alarak, onların yanına yerleşerek etkisiz hale getirmeye çalışıyoruz. Toplumu korkutarak ya da birtakım şeyler vererek kendimize bağlıyoruz, ticaret alanı haline getiriyoruz." Şimdi böyle çok yönlü amaçları var. Buradan bakıldığında, gerillayı ezdiler mi? Ezemediler, başarısızdır.

GÜNEY KÜRDİSTAN EKONOMİK SÖMÜRGE HALİNE GELDİ

Fakat, KDP ile YNK’yi denetim altına aldılar mı? Aldılar elbette. Bu kadar işgal gücü var, çıkartamıyorlar işte. Ötesi Güney Kürdistan bir ekonomik sömürge haline geldi. Mevcut durumda Türkiye’de kullanılmayan bütün artık mallar Güney’e gönderiliyor ve Güney’de satılıyor. Üretimsiz, başka yerle ticaret yapamayan Güney halkı çoğu kullanım zamanı geçmiş, değeri kalmamış, belki de öldürücü nitelik taşıyan Türk mallarıyla beslenmeye çalışılıyor.

Yiyecek öyle, giyecek öyle, TC’nin artıkları Güney Kürdistan’da topluma sunuluyor ve böylece bir, toplum çürütülüyor. İki, ekonomik kazanç sağlanıyor. Bunlar bedava olmuyor. Faiz fiyatlarla oluyor. Müthiş bir sömürü yaşanıyor bu temelde Güney Kürdistan’da. TC ve onun işbirlikçileri kazanıyor. Bu anlamda belli sonuçları vardır. Hem ekonomik sömürü alanında sonuçlar var, hem de Güney Kürdistan’ı şimdiye kadar denetim altında tutmuş olmaları bir başarıdır. TC tümden başarısızdır denilemez yani. Bu sonuç önemlidir.

Eğer böyle olmasaydı TC’nin Kürtleri şimdiye kadar böyle tutabilmesi, Kürt sorununu kabul etmeyen, çözmeyen konumda kalması, Kürt katliamları yapması mümkün değildi. Kesinlikle onu öngöremezdi, öyle yapamazdı. 35 yıl geçti hala diretiyor, çözmüyor sorunu, tersine soykırımı tamamlayacağı umudunu taşıyor.

YOK ETMEK İSTEDİKLERİ PKK DÜNYA'DA BÜYÜK BİR ÖZGÜRLÜK HAREKETİ HALİNE GELDİ

Böyle bir durumda Güney Kürdistan’daki varlığı, Güney’e dönük işgal operasyonlarının yarattığı sonuçlar önem taşıyor. Onlar TC devletine bu umudu, şansı veriyor. Bunu bilelim. Yoksa Bakur’daki gibi Başur’da da TC’ye karşı ortak bir savaş olsaydı hem bu oluşan güç birliği Türk ordusunu Ankara’dan bile kovardı şimdiye kadar, hem de böyle hala Kürt gerillasını ezerim, Kürt soykırımını sürdürürüm, sonuca götürürüm umudu ve hesabı içinde olamazdı TC devleti. Umudu kırılırdı, hesapları bozulurdu, vazgeçerdi ondan. Ama hala yapmıyorsa bu mevcut operasyonlardan elde ettiği bir sonuç olarak görmek lazım. Tümden başarısız denilemez.

Ama tabi TC’nin hedefi, amacı bu operasyonlarda sadece bunlar değildi; PKK’yi yenmeyi, gerillayı ezmeyi hedefliyordu. Peki ezildi mi gerilla? Başlangıçta küçük birliklerdi, birkaç yüz kişiydi şimdi on binler olmuş. Başta sınır üzerinde Botan’da, Kuzey Kürdistan’ın bazı alanlarında hareket ediyordu şimdi dört parça Kürdistan’a yayılmış. Peki PKK engellendi mi? PKK adı sanı bilinmez küçük bir gruptu o zaman, şimdi bütün dünyanın tanıdığı bir örgüt haline gelmiş.

Amerika’da, Afrika’da, Asya’da PKK’nin bayraklarıyla mitingler oluyor. Kadınlar, gençler binler halinde, on binler halinde Kürt halkının mücadelesini destekliyor TC sömürgeciliğine karşı çıkıyor. Önder Apo’yu tanıyor, Önder Apo’nun paradigmasını öğrenmeye, o temelde kurtuluş mücadelesini geliştirmeye çalışıyor. PKK’den moral alıyor, güç alıyor, cesaret alıyor. PKK’yi ve Kürt halkını tanıyor. PKK sadece Kürdistan’da ve Ortadoğu’da büyük bir güç haline gelmiş değil, bütün dünya tarafından tanınan, halkların, gençlerin, kadınların tanıdığı bir özgürlük hareketi olarak kabul ettiği, güç ve moral aldığı, ilham aldığı büyük bir Özgürlük Hareketi haline gelmiş durumda.

TÜRK ORDUSU VE DEVLETİ PKK KARŞISINDA BAŞARISIZ VE SONUÇSUZ KALMIŞTIR

Bu da gösteriyor ki evet TC saldırıları başarılı olamamıştır. Belki denebilir ki mesela askeri olarak Kuzey Kürdistan’ı kurtarmayı başaramadı gerilla, TC bunu engelledi. Eğer öyle bir şey görülürse evet bu saldırıların sonucu hiç yok değil. 35 yıl geçti sorun çözülememiş, yani böyle görülürse o da söylenebilir. Ama burada nedenler var işte. Aslında Güney Kürdistan’daki durum, ekonomik sömürüye açıklık, KDP-YNK’nin denetime girmiş olması birer neden tabi. Fakat PKK’yi denetleyemedi. Gelişimini de önleyemedi. Belki Kuzey Kürdistan’da çözümü engelledi ama PKK’nin bir dünya gücü haline gelmesini, tüm ezilenlerin kurtuluş umudu ve özgürlük öncüsü haline gelmeyi engelleyemedi. PKK için de en büyük değer bu. En büyük gelişme bu.

Önder Apo dedi, “Umut zaferden daha değerlidir.” Böyle bir gelişme, dünyaya yayılmış bütün ezilenlerin umudu haline gelmiş bir özgürlük hareketi olma birkaç şehirde yönetim olmaktan çok çok daha anlamlıdır, değerlidir. Çok daha büyük bir devrimci içeriğe ve değere sahiptir. Bu gerçek bilinmeli. İşte PKK böyle bir gelişme yaşadı. TC işgal saldırıları değil bunları engellemek, aslında ona karşı doğru durulur, iyi mücadele edilirse bu savaştan yararlanarak bu gelişmeleri yarattı PKK. O halde tabi ki sonuçlar PKK cephesine karşı başarısızdır.

Türk ordusu ve devleti başarısız, sonuçsuz kalmıştır. Halı hazırda özgürlüğe her zamandan daha yakın PKK. Zafer umudu daha da güçlü. Bu gerçeklik Kürdistan’daki bütün örgütleri etkiliyor, KDP-YNK’yi daha fazla etkiliyor. Eski konumlarını sürdüremez hale getiriyor. Kürdistan’ın çehresini de adım adım değiştiriyor.