Kalkan: AKP’ye karşı mücadele zayıf

Kalkan: AKP’ye karşı mücadele zayıf

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, Kürt halkının kendi çözümünü yaratma konusunda seferberlik ruhu gerektiğini belirterek, AKP’ye karşı mücadelenin zayıf kaldığını belirtti. Kalkan, "Devlete karşı mücadele etmek, despotizmini ve sömürgeciliğini, kültürel soykırımcılığını yıkarak demokratik toplumu, Kürt sorununun Demokratik Özerklik temelinde çözümüne razı etmek, devleti sınırlandırıp engel olmaktan çıkarabilmek gerekli. Ama bunu yapabilmek için de sekiz boyutta demokratik toplum ya da demokratik ulus örgütlülüğünü canla başla fedai çizgisinde, kolektif bir biçimde yürütülen bir çalışmayla sağlamak lazım" diye konuştu. 

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın BDP heyeti ve kardeşiyle yaptığı son görüşmedeki uyarı ve eleştirileri; devletin tutumu ve KCK’nin rolü ile sorumlulukları; Kuzey’deki ateşkesin geleceği, devletin savaşı Rojava’ya taşırması ile KCK ve BDP’ye hakaretler eşliğinde Öcalan’ın övülmesinin altındaki hesaplarla ilgili Yeni Özgür Politika gazetesinin sorularını yanıtladı. 

Söyleşinin bugün yayınlanan bölümü şöyle: 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kardeşi ile görüşmesinde, “Bir senelik süreç 15 Ekim’de bitmiştir” cümlesinin aktarılmasını istemiş. Bunun anlamı ve vermek istediği mesajın sizdeki yansıması nedir?

Önder Abdullah Öcalan’ın “Bir senelik süreç 15 Ekim’de bitmiştir” cümlesinin ısrarla Harekete ve halka ulaştırılmasını istemesi kuşkusuz önemlidir. Önemi şuradan ileri geliyor; bu bir uyarıdır. Bir gerçeğin herkesçe bilinmesini istemekten kaynaklanıyor. Bunun arkasında bir endişe ve eleştiri yatıyor. Bu kadar net ifade edip sürecin bittiğini Hareketin ve halkın bilmesini istemesi, aslında AKP karşısındaki duruşun ve tutumun zayıf olduğunu değerlendirmekten kaynaklanıyor. Şunu insan söyleyebilir: Önder Apo mevcut duruşu yetersiz buluyor. AKP’ye karşı yürütülen mücadeleyi zayıf ve eksik görüyor. AKP’nin süreci bitirdiğini anlamıyorlar biçiminde bir endişesi olduğu anlaşılıyor. Bu sözle aslında onu gidermek istiyor. 

Aslında 1 Haziran’dan bu yana geçen yaklaşık beş aylık süre ikinci aşamanın süresi değil miydi?
Doğrudur, Haziran başından itibaren ikinci aşamaya geçilmiş ve onun gerekleri yerine getirilmiş olacaktı. Fakat AKP Hükümeti bunu yapmadı, süreci tıkattı. İkinci aşamaya geçişi engelledi. İkinci aşamanın kendi üzerine yüklediği Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için gerekli hukuki ve siyasi adımları atmadı; yasal ve anayasal değişiklikler yapmadı. Aradan beş ay geçti. Geçen beş ay içerisinde AKP’ye karşı mücadele doğrusunu söylemek gerekirse zayıf kaldı. Bu bizim için, bütün devrimci güçler için ciddi bir özeleştiri konusu. Önder Apo söz konusu cümleyi ısrarla söylerken bu gerçeğe işaret ediyor. Yani AKP karşısındaki mücadeleyi zayıf buluyor ve eleştiriyor. Biz böyle anladık ve bu mesajı aldık. 15 Ekim’de kesinlikle bitmiştir, diyerek uyanmamızı, gerçeği görmemizi, hata yapmamamızı istiyor. Doğru olan da budur. 

Bu mesajın devletin payına düşen yanı da yok mu?
Önder Apo, anlamlı ve derinlikli bir müzakereyle demokratikleşmeyi öngörecek ikinci aşamanın araçları, yöntemleri konusunda gerekli plan, projeyi yazılı olarak hazırlayıp devlete ve hükümete sunmuş durumda. Eğer hükümet-devlet bunu kabul ederse ikinci aşamaya geçilebilir, kabul etmezse ikinci aşamaya geçilememiş olur. Bu konuda netlik oluşur ve süreç bizim açımızdan da biter. Dolayısıyla aynı zamanda hükümete/devlete de bir uyarı oluyor. Oyalama ve engelleme politikası izleyen AKP’nin bu politikasının önünü almak istiyor. Net bir tutum ortaya koyarak AKP’nin hileli, sahtekarca, oyalayan, geciktiren, engelleyen, muğlaklaştıran yaklaşımlarını boşa çıkartmak, süreci bu temelde netleştirmek istiyor.

Mevcut haliyle de zaten 15 Ekim’den sonra yaklaşık iki haftalık bir zaman geçmiş durumda…
Henüz herhangi bir ciddi karşılık gelmiş değil. Bu durumda şunu söylemiş oluyor Önder Apo: AKP süreci bitirmiştir, gerisi hiledir, oyalamadır, haberiniz olsun, bilginiz olsun, uyumayın, gerçekleri görün, artık ne yapabilecekseniz onu yapın, ne yapmak istiyorsanız yapın. Benden bir şey beklemeyin, bundan sonra yetersizlikler ve olumsuzluklar olursa da suçu ve kabahati bende bulmayın... Böylece başlattığı sürece ilişkin gelinen noktaya ve kendi duruşunu netleştirmiş oluyor. Bunu böyle anlamak ve bilmek gerekiyor. 

Öcalan, BDP heyeti ile görüşmesinde KCK deklarasyonunu takip ettiğini, önemli bulduğunu belirtirken; BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken’in aktarımına göre; burada yapılması gerekenin devletin adım atıp atmayacağını beklemek olmadığını, kendi çözümünü bir an önce hayata geçirmenin daha önemli olduğunu söyledi. Devlet adım atar veya atmaz değil de demokratik ulus perspektifindeki sekiz boyut üzerinden KCK’nin bunu pratikleştirme ile ilgili bir çabasının daha anlamlı, önemli olduğunu kaydetti… Siz de deklarasyonda “Eğer Kürt sorununun çözüm diyalektiği ve gerekleri yerine getirilmez, bugünkü tutumda ısrar edilir ya da bugünkü tutum farklı biçimde sürdürülmek istenirse Hareketimiz bu durumu değerlendirecek, teorik çizgimiz ve paradigmamız doğrultusunda özgür ve demokratik yaşamı kendi iradesi, gücüyle yeni yol ve yöntemlerle gerçekleştirme yoluna gidecektir.” dediniz. Bu durumun pratikte yansıması ne olacaktır?
Şu gerçeği iyi bilmek gerekiyor. Türkiye’nin demokratikleşmesinin de Kürt sorununun çözümünün de iki boyutu var:

* Devletin demokrasiye duyarlı kılınması, sınırlandırılması; şoven, milliyetçi, despotik, tekçi faşist karakterden çıkartılarak demokrasiye açık bir konuma getirilmesi. Çoğulcu, özgürlükleri ve demokratik toplum yaşamını kabul eden, demokratik toplum örgütlülüğüne yönetim olarak yer veren bir karaktere ulaşmasını ifade ediyor. Bu da devlet+toplum gerçeğini kabul etmesi anlamına geliyor. Buna Önder Apo ‘Demokratik Özerklik çözümü’ de dedi. Yani devlet ile demokratik toplumun ya da demokratik ulusun belli bir denge ve uyum içerisinde güç paylaşımını, yönetim paylaşımını içeriyor. 

* Demokratikleşmenin ve Kürt sorununun çözümünün diğer boyutu ise demokratik toplum örgütlülüğüdür, demokratik ulus örgütlülüğüdür. Türkiye toplumunun, kadınlarının, gençlerinin, işçilerinin, memurlarının, sanatçılarının, aydınlarının, Alevilerinin, Sünnilerinin, farklı dini toplulukların, halk topluluklarının kendilerini kendi kimlikleriyle özgürce örgütleyerek kendi kendilerini yönetir hale gelmelerini, yani diğer topluluklarla Demokratik Konfederalizm çizgisinde bir demokratik birlik, ittifak oluşturmalarını ifade ediyor. Bu aynı zamanda Kürtler açısından da Kürt toplumunun kendi kimliğiyle örgütlendiği, kültürünü, ekonomisini, dilini, kültürünü kendi örgütlülüğü temelinde yaşadığı bir duruma gelmeyi içeriyor. Yani Kürt demokratik ulusunun sekiz boyutta örgütlenmesini ifade ediyor. Ekonomik boyut, hukuki boyut, sosyal boyut, siyasi boyut, kültürel boyut, ekolojik boyut, öz savunma boyutu, diplomatik boyut. Bütün bu alanlarda demokratik toplum örgütlülüğünün yaratılması, toplumun kendini kendi öz örgütlülüğüne dayanarak yönetir hale gelmesini içeriyor. 

Bu bakımdan demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü demek sadece devletin ve hükümetin yapacağı işler demek değildir. Devlet ve hükümetin Kürtlere de, diğer toplumsal kesimlere de bir şeyler vermesini ifade etmiyor. Ama böyle bir yanılgı var. Böyle bir anlayış oluşmuş. Bu, devletçi yaklaşımdan kaynaklı, devletçi ve iktidarcı paradigmanın insanların beyninde, ruhunda yer etmesinden kaynaklanıyor. Sanki her şeyi devlet verir gibi bir anlayış var. Özgürlükse de devlet getirir, demokrasiyse de devlet getirir, karın doyurmaksa da devlet verir, iyilikse de devlet yapar, sağlıksa da devlet yapar. Bu, devlet baba zihniyetinden kaynaklıdır. 

Devletten istenenleri yok eden, ortadan kaldıran zaten devletin kendisi. Devletin yok ettiği, istemediği, kaldırdığı şeyleri dönüp devletten istemek beyhude bir beklentidir, yanılgıdır. Aslında cellattan özgürlük istemek gibi bir şey oluyor. Bu mümkün müdür hiçbir zaman? Elbette ki mümkün değil. İşte ciddi bir beyinsel devletleşme, sömürgeleşme, köleleşme burada ortaya çıkmış bulunuyor. Bu durum tabii ciddi bir handikaptır. 

Devletten ne demokrasi beklenebilir, ne de Kürt sorununun çözümü. Hem despotizmi yaratan devlet, hem Kürt sorununu ortaya çıkaran devlet. Peki, bunu bilmeden mi yaptı, öyle denebilir mi? Elbette bilerek yapıyor. Kendisine çıkar sağlamadan mı yapıyor? Çıkarı buradan geçtiği için yapıyor. O halde devlet çıkarından vazgeçmeyeceğine göre, bilinçsiz de olmayacağına göre, devletten istemin bir anlamı yoktur, vermez. Sanki devlet bilmeden yapıyor, onu bilinçlendirmek gerekiyor gibi bir çabayı ifade ediyor. Yine sanki devletin bir çıkarı yokmuş da, böyle yapmakla yanlış yapmış da onu düzeltmek gerekiyormuş gibi bir algılamayı ifade ediyor. Bu algılamalar ve anlayışlar kesinlikle yanlıştır, köleliği ifade eder. Her kim ki ezilen sınıflar içerisinde, ezilen kesimler içerisinde böyle bir zihniyet taşıyorsa o özgür değildir, köledir, teslim alınmıştır, sömürgeleştirilmiştir. Hem de beyniyle, ruhuyla, zihniyetiyle sömürgeleştirilmiş, zihniyet soykırımı, sömürgeciliği gerçekleştirilmiş demektir.

Önder Apo söz konusu durumu ifade ederken işte buna dikkat çekiyor. Aslında bunları savunmalarında geniş ifade etti, izah etti. Zihniyet sömürgeciliğini, soykırımını ortaya koydu. Köleliğin her biçimini çözümledi, bundan kurtulmanın, özgür olmanın nasıl olacağını tanımladı. Yine demokratik ulus örgütlülüğünün sekiz boyutunu, yine destekleyici yanlarını geniş bir biçimde izah etti ve şunu gösterdi: Bu noktada devletin yapacakları bir kısmıdır, toplumun, ezilenlerin, kadınların, gençlerin, emekçilerin yapacakları ise yüzde yetmiş-seksen olandır. O halde Kürt sorununu çözecek olan, Türkiye’yi demokratikleştirecek olan devletin verecekleri değil, Türkiye toplumunun ve Kürt halkının örgütlenme, eyleme geçme, kendini demokratik ulus ve demokratik toplum olarak örgütleyerek kendi yaşamını, kendi iradesiyle örgütlülüğü temelinde özgürlüğü temelinde iradesiyle sağlaması olacak. İşte burada zayıflık var, burada düşünsel kölelik var, zihniyet köleliği var. Devletçiliğe sonuna kadar teslim olma, boyun eğme var. Her şeyi devletten bekleme var. Devletçi paradigmayla yoğrulma, kendini, toplumu hiçleştirme, çok kötürüm, zayıf görme var. Önder Apo burayı eleştiriyor. Bunu savunmalarda geniş izah etti, eleştirdi…Doğrusunu söylemek gerekirse burada oportünizm var. Dolayısıyla demokratik ulusun sekiz boyutunu örgütleme konusunda gereken çaba ortaya konulamıyor. 

Devletin müdahalesi, saldırısı yadsınabilir mi?
Kuşkusuz bütün boyutları yeterli bir biçimde örgütlemeye devlet izin vermeyebilir. Devlete karşı mücadele edilip geriletilmedikçe, sınırlandırılmadıkça demokratik ulusun sekiz boyutu tamamen örgütlenemez. Dolayısıyla demokratik toplum çalışmasıyla Kürt sorunu tümden çözülemez. Ancak o geliştikçe devletle mücadeleye girer, devleti geriletip sınırlandırarak çözer. Ama kendisi de gelişir ve devletin demokrasiye duyarlı kılınması gibi, yani demokratik toplumu kabul etmesi gibi, demokratik toplum da gelişerek kendisini devlet karşısında bir güç haline getirir. Örgütler, ortaya koyar, demokratik ulus olarak devlet+demokrasinin demokratik toplum bölümünü ortaya çıkartır. İşte burada zayıflıklar var, bunları yapmada eksiklikler var. Bir bölümünü devlet engelliyor, devlete karşı mücadele ederek gerçekleştirmek gerekiyor. Bu mücadele zaman zaman silahlı çatışmalara da varıyor. Ama esas olarak ideolojik ve siyasi mücadele biçiminde gerçekleşiyor. 

Mesela nedir rahatlıkla yapılabilecek işler?
Mesela ekonomik boyutta, sosyal boyutta, siyasi boyutta, kültürel boyutta, birçok boyutta ezilen kesimlerin, demokratik toplumun kendini örgütleme, meclisler, komünler biçiminde idare etme, üretici-tüketici topluluk ekonomisi örgütleri geliştirip demokratik konfederalizm sisteminde birleştirerek kendini örgütlü bir güç haline getirme imkan dahilindedir. 

Mevcut hukuki ve askeri sistem bunun önünü bir yerde kesmiyor mu?
Tamam bir yerde kesiyor ama tümden kapatabilmiş de değil. Açık olan yönleri de var, ama bunlar yapılmıyor. Önder Apo bunları eleştiriyor, bunların yapılmasını istiyor. Böyle bir gelişme olsa o zaman ideolojik ve siyasi mücadeleler çok daha etkili geliştir, başarıya gider. Özsavunma gündeme geldiğinde de özsavunma mücadelesinde, çatışmasında insan rahatlıkla sonuç alıcı olur. Ama burada gerçekten zayıflık var. Bu ciddi bir eleştiri ve özeleştiri konusu. 

Paradigma değişiminin gündemleşmesi, sistemleşmesi ve KCK sistemini ilan edip örgütlemeyi öngörmesinin üzerinden 10 yıl geçiyor. Bu ciddi bir süre değil mi?
Evet, çalışmalar zayıf. Örgütlenme sınırlı. Hala AKP Kürdistan’da oy alıyor mesela. Hem de BDP/DTK ile yarış yapıyor. Toplumun önemli bir kesimini kendine bağlıyor.

Bu nasıl oluyor? 
İşte demek ki demokratik toplum örgütlülüğü gelişmiyor, toplum bilinçlendirilmiyor. Toplumun örgütlendirilmesine dayalı gücünü açığa çıkaran, kendi işlerini kendi yapar hale getiren, demokratik yönetimi ortaya çıkaran gelişme yaratılamıyor. Bu temelde AKP’nin gerçek yüzü, maskesi düşürülerek ortaya konmuyor. Devrimci demokratik güçler, yurtsever güçler, demokratik ulus çerçevesinde ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel yaşamı geliştirip insanları eğitmiyor, kendine çekmiyor. Hala insanlar AKP’den umut bekler duruma düşürülüyor. Bütün bunlar gösteriyor ki aslında demokratik toplumu örgütlemeye dayalı demokratik ulus örgütlülüğü zayıf. Kadınların örgütlülüğü zayıf, sınırlı, emekçilerin örgütlülüğü zayıf, gençliğin örgütlülüğü sınırlı. Dahası bütün bu kesimlerin meclisler, komünler, kooperatifler, akademiler düzeyinde örgütlenerek demokratik toplum örgütlülüğünü ortaya çıkarmaları, kendi yaşamlarını kendi örgütlülükleri temelinde yürütmeleri sınırlıdır… 

O halde Öcalan, doğru anlayışa ulaşılamadığını, gerekli örgütsel çalışmanın yapılamadığını, demokratik toplum olarak özgürce ortaya çıkılamadığını ifade etmiş ve eleştirmiş oluyor?
Elbette, yetersiz görüyor. Devlete karşı mücadele etmek, despotizmini ve sömürgeciliğini, kültürel soykırımcılığını yıkarak demokratik toplumu, Kürt sorununun Demokratik Özerklik temelinde çözümüne razı etmek, devleti sınırlandırıp engel olmaktan çıkarabilmek gerekli. Ama bunu yapabilmek için de sekiz boyutta demokratik toplum ya da demokratik ulus örgütlülüğünü canla başla fedai çizgisinde, kolektif bir biçimde yürütülen bir çalışmayla sağlamak lazım. Gerçekten de bir demokrasi seferberliği, demokratik toplum örgütlenmesi seferberliği, kendi kendini örgütleyip özgürce yaşama seferberliği yaşatmak lazım.

Son deklarasyonunuzdaki bölüm buna mı işaret ediyor?

Son deklarasyonla ortaya konulan budur. Bu konuda şimdiye kadar hata ve eksikliklerimizden ders çıkartarak onu aşacağımızı ortaya koyuyor. Bu anlamda da devletten isteyen ve bekleyen değil de, Kürt toplumunun diliyle, kültürüyle, kimliğiyle, ekonomisiyle, siyasetiyle, özsavunmasıyla kendini örgütleyip yöneteceği bir sistemi adım adım geliştireceğini ifade ediyor… Bu konuda geç kaldık. Bu noktada ciddi anlamazlıklar, bireycilikler var, çeşitli basit menfaatçi tutumlar böyle bir çalışmanın önünde engel oluşturuyor. Bunların mutlaka aşılması lazım. Daha fazla zamana yaymadan böyle bir örgütsel hamlenin gerçekleştirilmesi gerekli. İşte yönetimimizin deklarasyonda ifade ettiği bunlardır, önümüzdeki süreçte bunlar gelişecek, gerçekleşecektir. Toplum artık devletten isteyen, hükümetten isteyen olmayacak. Tam tersine kendi kendini örgütleyerek kendi işlerini kendisi yapan özgür, bağımsız, demokratik iradeli bir yaşama kavuşacak. Özgürlük ve demokrasi güçleri tabii ki her türlü devlet engeli karşısında da, baskı ve saldırılara karşı da, devlet terörüne karşı, polis terörüne karşı yiğitçe direnecek, kendi öz savunmasını yapacaktır. Bunun başka yolu yok. Öz savunması olmadan da kendi örgütlenmesini ve sistemini kurması da mümkün değildir. Kurtuluşun, özgürlüğün, demokrasinin burada olduğunu görüp bilmelidir. 

Aydınlar, sanatçılar, bilinçli insanlar bu gerçekleri görerek halkı bilinçlendirmeli, öncülük etmelidir. Halkın örgütlenmesi ve mücadelesinin gelişmesi konusunda engelleyici olan kişi ve kesimler konusunda da toplumu bilinçlendirmelidirler. Dar, basit, bireyci, çıkarcı, küçük burjuva kesimler de halkın önünde engel oluşturmaktan, demokratik toplum örgütlülüğünü engellemekten uzak durmalı, vazgeçmelidir. Bu kesimlere biz şimdiye kadar fazla bir şey demedik, ama sanmasınlar ki yaptıklarını görmüyoruz.