Hiç kimsenin 1 Kasım seçim sonuçlarını Türkiye toplumunun gerçek eğilimi olarak yansıtamayacağını belirten PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Tayyip Erdoğan ve AKP’nin isteminin zorla seçim adı altında ortaya çıkartılmasıdır” dedi.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin 1 Kasım seçimlerine dönük ilk değerlendirmesi PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’dan geldi. MedNuçe Televizyonu’nda yayınlanan Politik Alan programına katılan Kalkan, PKK’nin hala 7 Haziran seçim sonuçlarını esas aldığını, geçerli olanın 7 Haziran seçim sonuçları olduğunu söyledi.
Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de 1 Kasım günü yenilenen seçimler oldu. Özellikle AKP ve Erdoğan’ın politikalarıyla bu seçim zorla da yapıldı denilebilir. Kürdistan’da yoğun bir çatışmanın ardından Kürt Özgürlük Hareketi eylemsizlik kararı ilan etti ve bu seçimin yapılmasında da önemli adımdı. Siz 1 Kasım seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Seçim denilebilirse eğer gerçekten 1 Kasım seçimleri yapıldı. Aşağı yukarı sonuçlar belli oldu. Bir tablo ortaya çıktı. Fakat şu bir gerçek ki, seçimden çok büyük bir mücadele yaşandı. Ben öncelikle faşizme karşı büyük bir kararlılık, cesaret ve özveriyle barış, özgürlük ve demokrasi için mücadele eden herkesi selamlıyorum. Bir de bu mücadele döneminin şehitlerini, Suruç, Ankara katliamlarını, Cizre, Gever, Farqîn, Kürdistan’ın bütün kent ve kasabalarında faşist saldırılar sonucunda katledilen tüm barış ve demokrasi şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Aslında böyle bir seçimin yapılabilmesini sağlayanlar, gerçekten bu kahraman şehitler oldular. Zindanlara girmeyi göze alanlar oldular. Her alanda, Kürdistan’ın dört bir yanında, Türkiye’nin her tarafında faşizme karşı barış, özgürlük ve demokrasi için kararlılıkla mücadele eden insanlar oldular. Sonuç, aslında Tayip Erdoğan ve AKP’nin 7 Haziran’da ulaşmayı umut ettikleri bir tablo oldu diyebiliriz. Daha fazlasını kuşkusuz istiyorlardı, ama bu tabloya da razıydılar. Sonunda kanla, şiddetle, terörle, baskıyla, katliamla, hileyle böyle bir sonucu ortaya çıkardılar.
‘ORTADA ÖZGÜR, EŞİT, ADİL BİR SEÇİM YOK’
Bir darbe seçimi de diyebilir miyiz?
Bir darbe değil, darbe içinde darbe. Birçok darbe yaşandı. Türkiye toplumunun gerçek siyasi eğilimlerini belli ölçüde yansıtan gerçek tablo 7 Haziran seçim sonuçlarıdır. O da tam yansıtmıyordu, ama bir ölçüde yansıtıyordu ve açıkça toplum, değişim, demokrasi ve özgürlük istiyordu. Bundan yana açıkça tutum koymuştu ama tek başına iktidarı, tekçi, ulus devlet faşizmini sürdürmenin gereği olarak gören zihniyet, 24 Temmuz’dan itibaren dayattığı savaş sonucunda, zorla böyle bir iktidara geldi. AKP iktidar oldu. Seçim kazanmadı. İktidar gasp edildi, el konuldu bile denilebilir. Dolayısıyla ortada bir gasp var, haram bir iktidardır. Bunu böyle herkes görmeli, bilmeli. Dolayısıyla da tabii bu gerçekliğe karşı bütün toplum kendi duyarlılığını, demokratik değişim ve dönüşüm arayışını elbette sürdürmeli. Şunu söyleyebilirim; herhalde bir seçim olarak gündeme girecek, sonuçları üzerinden Türkiye'de bir siyaset yürütülmeye çalışılacak, ama görüp bildiklerim, okuyup öğrendiklerime göre cumhuriyet tarihinde böyle bir seçim süreci yoktur. Ortada bir seçim süreci yoktu. Bir baskı, katliamlar vardı, faşist saldırganlık vardı. Süreç içerisinde biz de dile getirdik, HDP’li yöneticiler de dile getirdiler; bir tarafta devlet ve iktidar imkanlarını arkasına alarak terörü, saldırganlığı, savaşı, katliamı, her şeyi uygulayan bir AKP vardı, diğer tarafta ise miting bile yapamayan bir HDP vardı. Yani diğer güçler zaten çok fazla bir etkinlik gösteremediler.
CHP, MHP bu seçimde de böyle yeni bir argümanı, inandırıcı bir durumu yoktu. MHP’yi daha çok budadılar, CHP’e de o kadar destek olmasına rağmen, birçok çevre seçimin kazananı CHP olacak değerlendirmesine, umut etmesine rağmen öyle olmadı. Görülüyor ki aslında önü açık. Ama inandırıcılığı yok. Türkiye’nin sorunları ortada, net ama CHP’nin, AKP’yi aşan, gerçekten de uygulanabilir çözüm modelleri yok. “Ben çözerim, bana oy verin” diyor. Sen kimsin ki sana oy versin? Nasıl çözeceksin? Örneğin Kürt sorununu nasıl çözeceksin? Kiminle ittifak yapacaksın? Dolayısıyla inandırıcı olamadı. MHP’ye dönük ise aslında bir operasyon vardı. Devlet Bahçeli’nin politikaları tartışılacak. Aslında Devlet Bahçeli bu sürecin bu biçimde gelişmesinin sorumlularından bir tanesi. Tayip Erdoğan ile sözde mücadele ediyor görünerek, aslında sürecin bu duruma gelmesini sağlattı. Sonuçta AKP’yi kendi çizgisine çekti, ama kendisi de yarı yarıya milletvekilliğini kaybetti. Daha önce 12 Eylül döneminde partinin kurucusu Alparslan Türkeş “düşüncelerimiz iktidarda, biz hapisteyiz” demişti. Şimdi Devlet Bahçeli de herhalde “düşüncelerimiz iktidarda biz yarı yarıya milletvekilini kaybettik, seçimi kaybettik çok mesele değil, vatan için bunlar olur” diyecek. Çevreyi öyle etkilemeye çalışacaklar. Bu bir oyun, yani karşılıklı çok net bir biçimde. Ama şuraya gelmek lazım; ortada özgür, eşit, adil bir seçim yoktur.
‘SONUÇ ÇOK BÜYÜK BİR MÜCADELEDİR’
Sayın Demirtaş “hiç kampanya yürütmeden yüzde 11 aldık” açıklamasında bulundu. 7 Haziran’dan sonraki yaşanan gelişmeler seçim kampanyası yürütülmesini engellemeyi de hedeflemiyor muydu?
Evet, öncesini bilmek lazım. Bir defa 7 Haziran seçimlerini değerlendirmek gerekli, ne oldu da 7 Haziran seçim sonuçları uygulanmadı. Yeniden bir seçim gerekli görüldü. Burada açıktı ki AKP kaybetmişti, yenilmişti. Zorla onu tersine çevirmek için bu seçimi öngördü. Zorla “yeniden tek başımıza iktidar olduk” diyorlar. Oldunuz ama neyle? Zorla, savaşla, terörle, baskıyla oldunuz. HDP Eşbaşkanları çok kısa bir bilançoyu verdiler. Daha fazladır. Bu süreçte AKP hükümeti, hükümet bile değildi. Neler yaptı Türkiye’de, Kürdistan’da, neler yaşandı? “250’nin üzerinde sivil katledildi” diyor. Böyle mitinglerde sivil katliamları yapıldı. 2000’den fazla HDP’li, DBP’li il, ilçe yöneticisi, çalışanı gözaltına alındı veya tutuklandı. Katledilenlerin çoğu çocuktu. Bir gecede birkaç yüz HDP il, ilçe binası yakıldı seçim sürecinde. Hem de seçim sürecinde, seçime karar verildikten sonra. Hiçbir parti ses çıkarmadı bu duruma. “Böyle de seçim olur” denildi ve HDP hiçbir miting yapamadı. Bütün mitinglerini iptal etti. Bir de Davutoğlu çıkıp tehdit etti, “hiçbir miting yapamıyorlar” dedi. Yapamıyorlar değil, alasını yaparlar da kendisinin yönetimi altında muhalefet partisinin mitingleri tehdit altındaydı. Bundan iktidarda olan, yönetimde olan güç, kişi sorumluydu. Hiçbir sorumluluk duymadı. Onu bir üstünlük olarak gördü ve zaten öyle kurmuştu seçimi. Hiçbir çalışma yapamadı.
Hiçbir miting düzenleyemedi. Buna rağmen o kadar oy aldı. Büyük bir mücadele oldu. O anlamda elbette ki çok çok önemli görmek lazım ulaşılan sonucu. Sonuç, çok büyük bir mücadeledir. Bunu herkes bilmeli. Öyle “kazandık, kazanmadık, yenildik veya kazandık” sorun öyle değil, ortada çok ağır bir faşist saldırı vardı. Topyekün özel savaş konsepti uygulamaya konulmuştu. 30 Ekim 2014 MGK toplantısında kararlaştırılan konsept hala gündemdedir zaten. Bu temelde faşist terör, katliam, saldırı, hile Türkiye tarihinde, dünyada eşi görülmemiş bir düzeydeydi. HDP buna rağmen şey aldı. Şimdi “biz kazandık” diyenlere şunu söylemek lazım; 1 Kasım seçim günü bile kaç tane HDP yöneticisi gözaltına alındı, sandık müşahidi gözaltına alındı? Bunlar seçim günü bile yaşandı. Şimdi buna gerçekten seçim denilmez. Ortada özgür, eşit, demokratik delinecek bir seçim durumu yoktur. Her şey hileyle, baskıyla oldu. AKP hesapladığını, planladığını gerçekleştirdi. Onu da söylemek lazım. Planladıkları buydu, planladıklarını gerçekleştirdiler. Bunun üzerinden “planlarımız sürecek, eski rotaya girdik” diyorlar, ne yapacaklar, neler yapmayacaklar herkes görecek.
Sizce planları nedir?
Şunu söyleyebilirim; bu süreç çok ağır, acılı, gözyaşılı bir süreç oldu. Fakat en önemli, en hayırlı yanı nedir denilirse Tayip Erdoğan’ın ve AKP’nin gerçeğinin açığa çıkmasıdır. Aşırı derecede tahkiye yapıyorlardı. Çok pragmatisttirler, bukalemun gibi renk değiştiriyorlar. Ama bu süreçte gerçek Tayip Erdoğan kimdir? Düşünceleri, zihniyeti, politikaları nedir? AKP gerçeği nedir? Çıplak bir biçimde ortaya çıktı. Neyi gördük burada “demokratikleşme, Kürt sorununun çözümü, Kürt kardeşlerim, İmralı görüşmeleri” söylemlerinin hepsi bunların hepsi bir görüşmeler, İmralı görüşmeleri hepsi bir oyunmuş, hileymiş, hepsi iktidarını sürdürmek içinmiş, ama gerçek Tayip Erdoğan ve AKP aslında dinciliği, islam olma, Kürdü inkar eden, imha olmak isteyen, bunu ulus devletçi, gerici zihniyet ve devlet yapısıyla çelişkileri hepsi bir oyunmuş.
Gerçek o yapının sahibilermiş, ya da oraya gelip oturdular. Şu an Kürdü inkar eden, imha etmek isteyen, kültürel soykırım rejiminin zihniyet olarak, politik olarak en net sahipleri ve uygulayıcıları olduğu ortaya çıktı. Bunu net olarak ortaya koydu. Daha da net koyuyor. Tek devlet, tek millet, tekçi ulus devlet faşizminin sahibidir. Güya Dersim diyorlardı, karar çıkarıyorlardı, eski Kürtçe isimler alınacak, en son “Amed nedir” dedi, nereden çıktı dedi. Aslında hepsinin PKK’ye karşı mücadelede kullanılan birer özel savaş yöntemi, aldatma olduğu ortaya çıktı. Gerçekte ise yüzde yüz Kürt karşıtı, Kürt düşmanı bir zihniyet ve tutum varmış, bu açığa çıktı. Bunu gördük, bunun açığa çıkması iyi oldu. “Savaş sürüyor, sürecek” dedi, topyekun savaş konseptini imzalamış, uygulamaya koymuş “1 Kasım’dan sonra da savaş sürecek” dedi, zaten 1991’de Doğan Güreş’in Demirel’in önüne topyekün özel savaş konseptini koyması gibi, bu seçimden çıkacak hükümetin önüne de Tayip Erdoğan kendi imzaladığı konsepti koymuş olacağını söylemiş oldu. Bir de DAİŞ’e karşı diyerek PKK’ye saldırdı, Kürtlere, PYD’ye, YPG’ye saldırdılar, saldıracaklarını açıkça söylüyorlar.
Bir de ben Güney Kürdistan yönetimi açısından da söyleyeyim, Tayip Erdoğan herhalde boş bulundu şunu söyledi; ‘Kuzey Irak’ta bir hata yaptık, Kuzey Suriye’de yapmayacağız” dedi. Şimdi en iyi müttefikimiz, dostumuz deniliyor Güney Kürdistan yönetimine, ama Güney Kürdistan’da mevcut yönetimin olmasını kendileri için hata görüyorlar. Fırsat bulursa hatayı düzeltecek. Yani Güney Kürdistan yönetimini de nasıl ki Rojava Kürdistan yönetimini hedefliyorsa hedefleyecek, ortadan kaldıracak. Eğer şimdi yapmıyorsa bir maddi çıkarlar için; çünkü başka yerden ekonomik destek alamıyor. İkincisi de Kürt özgürlük hareketi çok güçlü dört parçada yani taviz veriyor özel savaş kapsamındadır. Yani PKK karşıtlığı kapsamında. Yani PKK’ye karşıtlık olarak bu biçimde biraz engellemeye, frenlemeye çalışıyor o kadar. Yoksa özünde karşıtlık var. Şimdi bu açığa çıktı. Şöyle demiyorum ben; böyle açığa çıktı hep düşmanlık olur, saldırı, yok gerçekler açığa çıktı. AKP bir şey yapacaksa politik olarak gerçek yüzü açıkta olduğunda daha iyi yapabilir. Bir iyilik yapacaksa da öyle, kötülük yapacaksa da öyle. Ama şimdiye kadar maskeliydi, hileliydi, çok fazla aldatabiliyordu.
Dolayısıyla da kendisinin yapmadığı halde yapıyor görünüyordu. Kendinin kötülüklerini hep başkasına mal ediyordu. Kendisini böylece maskeleyebiliyordu, söylem olarak tutum olarak bunun sonucunda da bu kadar uzun süre iktidarda kalabildi. Bu savaş yanlısı, faşist, Kürt düşmanı politikalarına evet diyecek, Kürtlerle savaşa girecek o zaman Tayip Erdoğan ve AKP yönetimini destekleyecek, ya da toplum buna destek vermezse, gerçek yüzü açığa çıkmış, gerçekleri görmüş olarak mevcut Tayip Erdoğan, AKP hükümeti daha net politika izleyecek, bir düşmanlık, karşıtlık açığa çıkmış ya, birileriyle savaşacaksa da daha anlaşılır savaşacak, yani ilişki kuracaksa da daha net ilişki kurma durumu olabilecek. Bu dönemin hayırlı sonucu budur. Bu gerçeğin Kürtler tarafından, dünya kamuoyu tarafından, Türkiye toplumu, demokratik güçleri tarafından görülmüş olmasıdır. AKP gerçeğinin açığa çıkması, gerçek zihniyetinin, politikalarının, stratejisinin netleşmesi, maskesinin düşmesi, yani gerçek kimliğiyle açığa çıkmış olmasıdır. Gerçek kimliği açığa çıkanla insan ilişki de kurabilir, çatışma da yapabilir. Ama kimliğini gizleyenle ne yapacağın bilinmez.
Dolayısıyla şimdiye kadar aslında AKP ile kimse ne yapacağını bilemedi. Elini veren kolunu kaptırdı. Birçok güçle hep ittifak yaptı, kurdu birlikte çalışır gibi ama hemen arkasından hemen işi bitince bir kenara attı, ama artık bunları yapamaz bundan sonra. Bunu kendileri de bilmeli, herkes bilmeli. Şimdiye kadar yaptığı gibi istediği kadar oy almış olsun, hükümet kurmuş olsun artık bu politikaları yürütemez. Bunu AKP’yi destekleyenler de bilmeli.
1 Kasım’da çıkan tabloda nasıl bir çözüm bekliyor, parlamentonun üzerine düşen görevler nedir? Türkiye’yi nasıl bir risk bekliyor?
Şunları söylemek isterim, bazıları hala tartışıyorlar, Türkiye’de. “Düşüncemiz var, tartışıyoruz” diyenler biraz ahlaklı olmalılar. Yani ağzın var konuşursun, elin var yazarsın, istediğini yazarsın, konuşursun, olmaz. Hareketimiz hakkında, hatta kendimiz hakkında hiç söylemediğimiz, yapmadığımız şeyleri böyle yapıyorlar, diye durmadan konuşuyorlar. Derler ya bir yalanı kırk kez söylersin, sen de inanırsın. Kendileri yalan söyleye söyleye inandırıyorlar, Türkiye toplumunu da inandırmaya çalışıyorlar.
Bir defa bu konuda herkes ciddi olmalı, kendine gelmeli. Türkiye toplumu kandırılacak bir toplum değildir. Ne olmuş, 7 Haziran’dan sonra PKK hemen müdahale etmiş, HDP’yi engellemiş. Bu düşünce yalandır, eleştirileri olmuş mu, tartışmaların. PKK’nin eleştirileri, görüşleri hangi yönlüymüş, 7 Haziran seçim sonuçlarını nasıl değerlendirmiş? HDP’yi siyaset yapması yönünde teşvik mi etmiş, yoksa engellemiş mi? insanlar biraz namuslu olsunlar. Doğru konuşsunlar, engellenmiş deniliyor, bütün bunlar yalandır, tersi doğrudur. PKK, HDP’yi çekemiyormuş da, engellemiş, bilmem güçlü HDP’yi istemiyormuş, bu sonucu PKK çıkarttı diyorlar. Peki 1 Kasım seçimlerine PKK mi karar verdi? İki yüz tane HDP il, ilçe binasını PKK mi yaktı? Binlerce HDP’li il, ilçe yöneticisini PKK mi tutuklattı.
Seçim mitingleri yapmayı PKK mi engelledi? Biraz dürüst olunsun, konuşulur da, karşıda gerçekten de eleştirmeyen, böyle koyun haline getirilmiş bir toplum var sanılıyor, Türkiye toplumu öyle görülüyor, ne söylersek söyleriz, istediğimiz gibi yönlendiririz denilerek, konuşuluyor. Zaten medyaya el konulmuş, biraz aykırı olan medya gruplarına en ağır baskı, hakaret yapıldı, onlar da teslim alındı, sindirildi. Ondan sonra her türlü yalanı topluma sunuyorlar. Bu konuda hala böyle olduğunu söyleyenler var. Bu konuda ağır şeyler söylemek istemiyorum, ispatlasınlar, ispatlamayan namerttir. Hiçbirini ispatlayamazlar. Bunları kimin yaptığı ortada. Bunları PKK’nin yapma imkanı mı vardı, yoktu. PKK hala 7 Haziran seçim sonuçlarını esas alıyor. Bizce geçerli olan 7 Haziran seçim sonuçlarıdır.
Onun da eksiklikleri vardı, hatta tam olarak toplumun eğilimini yansıtmıyordu ama yine de belli bir sonuçtu. Kısmi bir baskısız ortamda olmuştu, ateşkes vardı tabi, biz onu sürdürüyorduk. Sakin bir ortamdaydı, gerçekten de seçime giren partiler özgürce seçim kampanyası yürüttüler, kendi düşüncelerini topluma taşıdılar, mitingler yaptılar. Ortaya bir sonuç çıktı. Ama 1 Kasım’daki öyle değildir. Hiç kimse 1 Kasım’ı Türkiye toplumunun gerçek eğilimi diye yansıtamaz. Tayyip Erdoğan ve AKP’nin isteminin zorla seçim adı altında ortaya çıkartılmasıdır. Ne kadar baskı olduğunu, hile olduğunu da görüyoruz. Bu bakımdan bütün bunları sanki erken seçime biz karar verdik, bu tekrar edilen seçime, sanki seçimi biz yaptırdık, böyle her türlü yalanı söylüyorlar. Bir defa bundan herkes uzak durmalı. Bunun gerçekle bir alakası yok. Kimin ne yaptığı ortada, sözleri, eylemleri sabit. Ama bazı yardakçılar var, göz göre göre tayyip Erdoğan savaş yapacağım, diyor, onlar bak PKK savaş istiyor, hükümet barış istiyor. Ya adam “ben savaş istiyorum, savaş sürecek” diyor. Bu kadar da yalancılık olmaz, bu tür insanlara şaklabancılık mı diyelim. Bazıları sözde medya, basıncı, güya aydın gazeteci olmuş, ortalıkta, tv, tv dolaşıp, bol bol konuşuyorlar…
Gayri ciddi bir durumdadırlar. Bir defa bu konularda herkes daha tutarlı olmalı. Toplum aydınlatılmalı, demokratik güçler gerçekleri topluma taşırmak için çaba harcamalılar. Çünkü gericilik, faşizm gerçekleri saptırabilmek, toplumu yalanlara boğabilmek için saldırıyor, bu kadar açık yalan söylüyor. O bakımdan durum bir defa geçen süreç hiçbir zaman unutulmamalı. 1 Kasım seçimleri 7 Haziran seçim sonuçlarından kopuk ele alınamaz, alınmamalı da.
7 Haziran seçim sonuçlarını hiç kimse silemez, üstüne bir şey çekemez. Hiçbir faşizm onu karartamaz. Bu bakımdan bunlar görülmeli. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar geçen 5 aylık süreçte AKP’nin neler yaptığı, ne kadar katliam baskı, şiddet, terör uyguladığı, Kürdistan’da neler yaptığı, ne kadar sokağa çıkma yasağı ilan ettiği, bu dönemde hangi katliamların yaşandığı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun neler söylediğini kimse unutmamalı. Herkes bir defa sürekli hatırlamalı, bundan sonrasını değerlendirirken de buna göre bir değerlendirme olmalı.
Bundan sonrası açısından ne olabilir?
Bu konuda ben çok açık bir şey söyleyemem, daha henüz sonuçlar kesinleşmedi. Fakat kesine yakın sonuçlara göre AKP tek başına hükümet kuracak bir pozisyon kazanmış oluyor. CHP’nin herhangi bir farklılığı yok, aynı durumu sürdürüyor, MHP geriletildi. Yine baskıyla, şiddetle HDP geriletildi. HDP ve MHP’den çalınan milletvekilleriyle AKP hükümet kuracak duruma geldi. İşte 7 Haziran seçim sonrasında işlemeyen mekanizma dedikleri o yasal mekanizmayı işletecek bir pozisyon kazandılar bu biçimde. Ama bu siyaseti götürecek mi? Gerçekten de Türkiye’nin sorunlarını çözecek bir siyasi yapı ortaya çıkaracak mı? Bunu süreç gösterecek, bu konuda biz tartışıp, değerlendireceğiz.
Eylemsizlik kararınız var. Nasıl olacak?
Evet seçime kadardı, o da dahil elbette ileriki süreçte ilgili yönetimlerimiz tartışırlar, kamuoyuna gerekli açıklamaları yapacaklar. Seçim sonrasında ortaya çıkan tabloya göre nasıl bir tutum izleneceğini, hareketimizin siyasetinin ne olacağını belirleyecekler, ben şimdi burada bu konuda –henüz tartışma yürütmüş, toplantı yapmış değiliz- hareketin görüşlerini bağlayacak bir şey belirtemem. Söylediklerim kişisel görüşlerimdir, yönetimimizin görüşlerini bağlamıyor, hareketimizin görüşlerini bağlamıyor. Önümüzdeki süreçte bunları yaparlar. Çok öyle acele de etmezler sanıyorum. Çünkü ortada bir tablo var, biraz belirgindir.
Taraflar renklerini belli etsinler, renklerini belli etmeden de anlaşılan şu, bu durumda CHP ne yapacak? Çünkü bu sonuçlara göre kendi durumlarını değerlendirmeleri gerekecek. MHP yine benzer durumda, HDP de değerlendireceğini belirtti zaten. Onlar da büyük bir baskı altında, direnerek böyle bir sonucu ortaya çıkardılar. Kendilerinin durumu anlaşılır, izah edilirdir. HDP beş ay öncesine göre oy kaybetti, deniliyor, öyle tartışmalar olabilir ama aritmetik olarak tabloya bakınca öyle de, nerede kaybetti, nasıl kaybetti, kaybetti mi yoksa çalındı mı, ne kadar hile oldu, HDP seçim propagandası yapabildi mi? Bunlar da ortada, önemli olan 7 Haziran seçiminden sonra kolay hükümet kurabilmekti, biz o kanaatte değiliz, istediği kadar hükümet kurabilir bir güç, tıkır tıkır hükümeti işletebilir de ama Türkiye’nin ağır sorunları var. Gittikçe de ağırlaşıyor. Ekonomik krizi de ağırlaşıyor, siyasi krizi de, askeri krizi de öyledir. Kendi içinde de bölgede de öyledir. Bu sorunları çözecek bir siyasi güç irade ortaya çıkacak mı? Sorun bir partinin hükümet kurması, böylece kolay hükümet kurması, iktidar sorununun çözülmüş olması değildir. Sorun Türkiye’yi mevcut çıkmazdan, krizden çıkartacak, ağır sorunlarını çözecek bir siyasi güç eğilim gösterilecek mi, gösterilmeyecek mi? sorun budur önümüzdeki süreç açısından. Türkiye’nin soruyu böyle sorup, buna cevap verecek yönetimlere ihtiyacı var.
Gerçekten de barış getirecek, demokratik çözüm getirecek, yeni demokratik anayasa, demokratik reformlar, bu temelde başta Kürt sorunu olmak üzere, Türkiye’nin demokratikleşme sorunu, kadın özgürlük sorunu, haklar sorununu çözüme kavuşturacak, Türkiye’yi demokratik yeniden yapılanmaya uğratacak, böylece Ortadoğu’da bir çekim merkezi olan cumhuriyeti demokrasiyle birleştirerek, demokratik cumhuriyeti tesis ederek, Ortadoğu’da çekim merkezi olan yaşanabilir model, özgürlüklerin var olduğu bir ülke ortaya çıkartılacak mı, yoksa mevcut tekçi ulus devletçi faşist diktatörlük baskıyla zorla şiddetle özel savaş saldırılarıyla devam mı ettirilecek? Şimdi sorunu böyle ortaya koymak lazım. Sorun böyle ortaya konduğunda ne diyebilir? Bu benim kendi görüşlerim oluyor. Yönetimimiz ne kararlar alır, tartışır, belirler? Belirleyici olan odur, hepimiz ona tabi oluruz. Ama gerçekten de Ortadoğu’daki üçüncü dünya savaşı içinde sorunların demokratik yöntemle çözümünü sağlatacak, Türkiye’de başlamak üzere bölgede barışı, demokrasiyi getirecek bir siyasi yaklaşım olursa, Kürt sorununun çözümü gerçekten de halkların kardeşliği, Türk, Kürt kardeşliği temelinde halkların kardeşliğini ön gören bir siyasi çözüm gelişirse böyle bir siyasi yapı olur, Meclis böyle bir anlayış ve politikayla işletilir, siyaset buna göre yönlendirilir.
Hükümet, muhalefet böyle bir programla ortaya çıkartsalar hareketimiz her zaman demokratik siyasi çözümden yana. Kürt sorunu başta olmak üzere demokrasi sorunlarının çözümünden yanadır. Biz bu tür çözüm yaklaşımlarına, demokratik siyasi yaklaşımlara olumlu bakarız. Yönetimimizin de olumlu bakacağı kanaatindeyim. Buna uygun davranılır, ortamın buna ihtiyacı var. Kürtlerin, Türkiye’nin, bölgenin buna ihtiyacı var. Bakın işte türkiye Ortadoğu savaşı içine çekiliyor. İttifak kuruyoruz, ilişki kuruyoruz, biz güçleniyoruz, Kürtlere karşı bilmem Amerika’nın şunun bunun desteğini alabiliyoruz, o halde Kürdü inkar ve imha siyasetini sürdürürüz, bu tekçi, faşist baskıcı sistemi sürdürürüz, denilirse tabi onun Türkiye için bir felaket olacağı açık. Çatışmalar sürer, iç çatışma gelişir.
Bunun başka bir yolu yoktur. Bu bizden kaynaklanmaz, hükümetin izleyeceği politikalardan kaynaklanır. Öyle bir durum Türkiye’yi Ortadoğu’da en ağır sorumlu duruma getirir, gerçekten de çıkmaz içine sokar. Böyle yapmak isteyen, bunun için çalışanlar var. Sanılıyor ki bazıları Türkiye’ye yarar getiriyor. Halbuki Türkiye’ye doğru yolu gösteren, Türkiye’yi barışın, demokrasinin, özgürlüklerin ülkesi haline getirmek isteyen, demokratik siyaset temelinde sorunların çözümünü öngören Önder Apo idi. Bunun için gerçekten de insanüstü çaba harcadı, sabırla çaba harcadı. Herkesin şimdi de arzu ettiği “acaba çözüm süreci devam edecek mi”, dediği süreci başlatan, yürüten Önder Apo’ydu.
Şimdi bakın yedi aydır hiçbir görüşme yok. Siyaset dışına, süreç dışına itildi. Aslında çatışma İmralı’daki görüşmeler ve çözüm süreci durdurularak, başlatıldı. PKK savaş başlattı, diyorlar. Çözüm sürecini kim durdurdu, İmralı’da görüşmeleri kim durdurduysa savaşı başlatan odur. Eğer öyle yapılmak istenirse bu Türkiye için felakettir. Türkiye’yi birleştirecek, güçlendirecek, barıştır, kardeşliktir, özgürlüklerdir.
Eğer bunu esas alan bir yaklaşım olursa önemli bir gelişme ortaya çıkartır, destek görür. Ama böyle olmazsa bizi de herkesi de karşısında bulur. Türkiye kendi kendisini ateşe atmış olur. Ben bu noktada toplum için şunu söylemek istiyorum, başta Kürtler olmak üzere Türkiye halkları, halklarımız dikkatli, uyanık olmalı, dikkat etmeliler. Şimdi hemen daha seçim sonuçları netleşmeden söyleyeceğim şudur: Eğer gerçekten de demokratik siyasetin işletilmesinin önü açılır, sorunların demokratik siyasetle çözümü, dolayısıyla Türkiye’de demokratik bir reform yapılma yönünde adımlar olursa buna destek vermek gerekir.
Ama işte “ben tekrar yüzde elliye yakın oy aldım, tek başıma iktidar oldum, bastırırım, terör uygularım, istediğimi uygularım, ezerim, aldatırım, hile yaparım, oyalarım” denilir ve saldırılırsa buna karşı da demokratik direnişi, barış için direnişi, mücadeleyi sürdürmek lazım. Seçimden önce cumhurbaşkanı da, başbakan da, “seçimden sonra savaş sürecek, daha da tırmandıracağız, ezeceğiz, yıkacağız” diye her şeyi söylediler. Tehlike vardır, topyekun savaş konsepti gündemdedir. Şimdi kendilerini yanıltarak, işte toplumdan da oy aldık, tek başımıza iktidar olduk, arkamızda da destek var, diyerek bu faşist saldırıyı daha fazla geliştirebilirler. Bu bir ihtimaldir, kimse kendisini yanıltmasın. Seçim sonuçları ne karamsarlık yaratsın, ne de bir rehavete yöneltsin. Gelişmelere bakalım ama hazırlıklı olalım her zaman.
Gerçekten eğer demokratik siyaset işleyecekse demokratik siyasi mücadeleyi yürütelim. Ama faşist baskı, terör saldırı, katliamlar sürdürülecekse buna karşı da barış, özgürlük ve demokrasi mücadelesini daha örgütlü ve hazırlıklı bir biçimde sürdürelim. Bu kesinlikle gereklidir. Ancak böyle bir mücadeleyle faşizm yıkılabilir, faşist saldırganlıkta ısrar sürdürülürse buna karşı tutum kesinlikle mücadele etmek olmalı. Bu bakımdan da kimse hata yapmasın, rehavet içinde olmasın, herkes duyarlı olsun. Demokratik siyaset olur, faşizm karşısında direniş olur, hangi biçimde olursa olsun ama önümüzde büyük bir mücadele süreci var.
Yeni bir mücadele dönemi 1 Kasım’la açılmıyor aslında önceden de vardı, devam ediyor, edeceğe de benziyor. O halde bedeli ne olursa olsun faşizmi yenilgiye uğratmak, Türkiye’yi barış özgürlük ve demokrasi ülkesi haline getirmek için başlatılan mücadele bu süreçte de kendilerini feda ederek, bunu isteyen insanların anılarını yaşatma, amaçlarını başlatma gereği, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde çok daha kararlı ve duyarlı olmak gerekiyor. Herkes anı anına gelişmeleri izlemeli. Öyle boşluk bırakma olmamalı. Faşist tehdit ve tehlike karşısında asla boşluk bırakılmamalı. Buna karşı demokratik direnişi, mücadeleyi her zaman daha güçlü vermek lazım. Herkesi böyle bir duyarlılığa, saldırılar gelişirse ona karşı barış, özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürütmeye çağırıyorum.
Suriye ve Rojava gündemi var. İran’ın da katıldığı bir toplantı yapıldı. Bunun Suriye’deki çelişki veya dengelere bir etkisi olur mu? Diğer yandan Amerika’nın kara harekatını gündeme getirme durumu oldu. Bu gelişmelerde Amerika’nın Suriye’de bir politika değişimi mi görüyorsunuz?
Suriye’de son aylarda siyasi, askeri bakımından bir hareketlilik var. 2015 Haziranı’na kadar DAİŞ faşizmine karşı mücadele temelinde oluşan bir askeri siyasi duruş vardı. Buna dönük müdahaleler var. Askeri, siyasi duruş mücadele ortaya önemli sonuçlar çıkarmıştı. O sonuçları değiştirmeye, ters yüz etmeye dönük girişimler var. Ben buna rol çalma operasyonu dedim daha önceki bazı programlarda. Çeşitli müdahaleler var, koalisyon güçleriyle birlikte Kürtler yüzlerce, binlerce şehit vererek, kahramanca bir mücadeleyle DAİŞ karşısında yeni demokratik Suriye’nin çekirdeği olacak bir sonucu, gelişmeyi ortaya çıkardılar. DAİŞ’in yenilebileceği açığa çıktı.
Zaten Kobanê’de iradesi kırıldı. Kobanê’de DAİŞ faşizminin yenilgisi için mücadele etmiş herkesi saygıyla selamlıyor, özgürlük ve demokrasi mücadelelerinde üstün başarılar diliyorum. DAİŞ Kobanê’de kırıldı, Hasekê’de, Girê Spî’de, Çiyaye Kezvan’da kırıldı. Yani gördüler ki DAİŞ yeniliyor, DAİŞ’e karşı savaş belli bir gelişme yarattı, bunu birileri alıp götürüyor, buna ortak olmak, çalmak bu oluşmuş ilişki ve ittifakları bozmak için müdahaleler gelişti. Birinci müdahaleyi Türkiye yaptı, ABD ile ilişkiler anlamında, işte güya anlaşma yaptılar, DAİŞ’e karşı savaş koalisyonuna katılıyorum diye. Zaten seçim öncesi “bir-iki operasyon yaptık” dediler, o zamana kadar da hiçbir şey yapmadılar. Aslında umut yaratarak, DAİŞ’e karşı savaşı durdurdular. Suriye’deki askeri siyasi durumu değiştirmeye dönük girişimleri oldu. Arkasından Rusya’nın müdahalesi oldu. Türkiye böyle müdahele edip, etkili hale gelince, Esad yönetiminin karşıtı olarak Suriye üzerinde etkinliğini arttırınca doğrudan Rusya da müdahale etti. Rol çalma, Türkiye ile politik farklılığı var, Esad yönetimini korumak üzere, kendi etkinliklerini geliştirmeye dönük.
Bu durum Viyana görüşmelerini ortaya çıkardı. Bazı hava saldırıları olsa da bu girişimi yapanların hiçbirisi doğru, tutarlı herhangi bir savaş vermediler. Belli bir askeri gelişme yaratmadılar. Ama boşluğa müdahale ettiler, bunun üzerine ilişkilerin, ittifakların yeniden tartışılmasını ön gören bir görüşme zemini olarak viyana görüşmeleri ortaya çıktı. Önce daha dar oldu, sonra herkesi koydular. Suriyeliler dışında herkesi koydular. Bazıları şöyle bir umut verdiler, şuna dayanarak, acaba suriyede yeni siyasi yapılanma mı olacak, onlar mı görüşülüyor? Biz öyle değil, onun zemini yok, bu mümkün değil dedik. Zaten öyle de olmadı, aslında o görüşmeler Suriye’de siyasi çözüm arayan görüşmeler değildi.
Esas olan Haziran’a kadar oluşmuş siyasi-askeri ittifakları yeniden karmak, değiştirmek, farklılaştırmaktı. Bozmak, ortaya çıkan gelişmelere ortak olmak, bazı ilişkileri bozmak üzere yapılan müdahalelerdi. Aslında Viyana görüşmeleri de onun bir sonucu oldu. Nitekim herhangi bir sonuç da çıkmadı. Sadece taraflara ateşkes çağrısı yaptılar. Ateşkes çağrısı yaptıkları gün de Suriye’de yeni silahlı çatışmalar başladı. Bizzat çağrı yapanların da içinde olduğu, desteklediği çatışmalar ortaya çıktı. Başka kimse çatışmıyor. Suriye’nin içindeki güçler çatışsa da Viyana’da toplantı yapanlar da bu çatışmaya şu veya bu biçimde katılan, destek verenlerdi.
Onların da içinde olduğu bir çatışma süreci başladı. Demek ki şöyle bir şey yok, yani öyle bir siyasi çözüm arayışı değil. İlişkilerin, ittifakların yeniden oluşturulması arayışıdır. Bu ne ilişki ittifakıdır, savaş ilişkisidir. suriyede henüz siyasi çözüm oluşturacak bir zemin yoktur. Mevcut DAİŞ, El Nusra gibi çete gruplarına teslim edilmiş, onların yönetiminde bir Suriye’yi kabul etmek olur. Eğer öyle kabul edilmeyecekse o halde yeni bir suriye siyasetini yapılandıracak ortam yok. Dolayısıyla onun için çok mücadele etmek gerekir.
Ama şu anda Suriye’nin yarısı DAİŞ’in elinde?
Evet, mücadele edilmesi, savaş verilmesi gerekli. O halde yeni ilişkiler nasıl olacak? Savaş verilecek mi? gelişecek mi, gelişecekse nasıl gelişecek? Bu açığa çıkacak, mevcut arayışlar böyle. Bu noktada içteki gelişmeleri önemsemek lazım. Basına yansıdı, 12-13 grubun demokratik Suriye silahlı güçleri olarak birleştikleri, ittifak yaptıkları, daiş faşizmine karşı hamle başlattıkları, savaşıp, Suriye’yi kurtarmayı, özgürleştirmeyi ön gördükleri yönünde basına açıklamalar yaptılar ki bunu önemsemek lazım. Gelişebilir, ciddi bir adım olabilir. Çünkü hepsi de Suriye içerisinde silahlı güçler mücadele etmiş güçler.
Yeni gelişme bu faşist çete gruplarını geriletecek silahlı direnişler bu temelde gelişebilir mi? Bu ihtimal vardır, böyle bir süreç Suriye’de gelişebilir. Onu dikkatle izlemek gerekiyor. Aslında yeni bir gelişme bu olabilir Viyana görüşmelerinden ziyade. Viyana görüşmelerinde aslında daha sonra genişletmede Esad yanlısı karşıtları diye böldüler, İran’ı diğer güçleri de işin içine katmak ABD’nin istemi doğrultusunda oldu. Karşıt iki blok oluştu Esad yönetimine karşı tutumları gereği, bir taraf destekliyor, bir taraf karşı çıkıyordu. ABD onları karşı karşıya getirerek, kendini üst bir konuma getirmek istedi. Böylece o görüşmeler bitiyor. Esas içte yeni çatışmalı durum büyük olasılıkla gelişebilir. Bu noktada şunları görmemiz lazım, Rusya’nınki bir takım şeyler yapmaktan ziyade, boşluktan yararlanmaktır.
Rusya müdahale etmiyor, zaten Suriye’de önceden var. Aslında Suriye’ye müdahale eden, bütün bu şeyleri bozan Türkiye oldu. AKP’nin politikaları oldu. AKP’nin politikasının özünde de Kürt karşıtlığı var. Zaten cumhurbaşkanı Erdoğan bunu açıkça söyledi, hiç gizlemedi. Suriye de hiç kimseye karşı değiller, sadece Kürtlere karşıdırlar. YPG, YPJ ve PYD’ye karşılar, DAİŞ’e karşı, çete gruplarına karşı savaşanlara karşılar. Bunlar savaşıyorlar, demokratik Suriye istiyorlar, onlara karşılar. Durumu bozan da Türkiye’dir. Dikkat edilirse Haziran ortasından bu yana ciddi bir savaş olmuyor. DAİŞ toparlandı. Bütün bunlara Türkiye’nin müdahalesi fırsat verdi, zemin sundu. Aslında bir yerde DAİŞ korundu, kurtarıldı. Açık bir biçimde desteklendi. DAİŞ’e karşı savaş durduruldu. Savaşan blok bozulmaya çalışıldı. Bu konuda ABD gibi güçler, Rusya gibi güçler kendilerine göre politika yürütüyorlar çıkarları gereğidir. Türkiye, Amerika’ya vaatlerde bulundu, bazı imkanlar sunuyor. İşte İncirlik benzer yerleri kullanma biçiminde. Bu biçimde ABD’nin desteğini alıyor.
Erdoğan’ın “Kuzey Irak’ta hata yaptık” demesi neydi. Herhalde ABD ile karşı karşıya gelindi. 1 Mart 2003’te tezkereye olumsuz oy verdiler, karşıt hale geldiler, onu kast ediyor. Şimdi tümüyle ABD’ye teslim olmaya çalışıyor, Türkiye’nin her şeyini pazarlıyor. ABD de gördü ki zayıf duruma düşmüş, her şeyi bana veriyor, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istiyor. Mevcut hükümet politikalarını değiştirmezse geldiği nokta budur. Türkiye’nin çıkarlarını gözeten bir politika izlemiyor. Bu Kürt karşıtı, Kürt düşmanlığını Türkiye’nin imkanlarını Amerika’ya, Avrupa ya –işte Almanya Başbakanı geldi Türkiye’ye- pazarlayarak yapıyor.
Şimdi Türkiye yeni silahları da ABD’den alıyor. Anlaşmanın parçası mı?
Evet, tavizler vererek yapıyor. Bu noktada ABD’nin de izlediği politikalar var, görmek lazım. Kendi çıkarlarını uyguluyor. İşte PYD ile Türkiye arasındaki politikayı zorla yürütüyor, diye açıklama yaptılar. Fakat zaten iki tarafı da çatıştırıyor, kendilerine bağlamak istiyorlar. Biraz Türkiye’nin baskısı sonucunda siyaset yürütemez hale geldiler, doğrudan müdahale etmek istiyorlar. Türkiye ortamı karıştırdı, daha fazla da karıştırıyor. ABD’yi de kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çaba harcadı, bazı tavizler vererek değiştirtti. ABD bu konuda yeterince tutarlılık içerisinde değildir. Bir yandan bize ateşkes çağrısı yaptı, diğer yandan Türkiye’ye silahlar veriyor, akıllı silahlar.
O silahlar ordunun orada burada kullanacağı silahlar değil, suikast silahlarıdır. Kime suikast yapacakları açıktır. Türkiye hükümeti söylüyor, bize çağrı yap, ateşkes yapın ama bize savaş açana da al suikast silahlarını kullan demek anlaşılmayacak bir durum değil. Bu konuda ABD tutumunu net ortaya koymalı. Bu tutum çok tehlikeli bir tutum. Eğer önlenmezse basına yansıdığı kadarıyla gerçekten tehlikeli bir tutum. ABD ateşle oynuyor ama şunu da yapıyor, bir yandan Türkiye’ye silah veriyor, bir yandan Suriye’de de birçok güçle ittifak yapıyor, karşıt olanları çatıştırmak istiyor. Güçleri tükensin diyor. İlişki ve ittifaklar böyle olmaz. Bu durum gerçekten de tehlikeli. Esas olan şudur, suriye halkları, demokratik güçleri gerçekten de özgür, demokratik birleşik suriye isteyenler açısından şunu söyleyebilirim, bir sürü oyun var, bu oyunların bozulmasını istiyorlarsa faşist çete güçlerine karşı birliklerini geliştirip, mücadelelerini şiddetlendirsinler. Onların birliği ve faşizme karşı mücadeleleri iç dış bölgesel tüm güçlerin oyunlarını bozar. Gerçeğin açığa çıkması bütün oyunların bozucusudur. Şimdi Türkiye de “ben DAİŞ’e karşı savaşçıyım” diyor, Rusya da “ben daha iyi savaşırım” dedi.
Amerika dört yıldır asla “bir kişi bile göndermeyiz” derken, şimdi “karadan insan göndereceğiz” diyor. Neden? baktı ki DAİŞ’e karşı savaşıldı, Kürtler direndiler, gelişme sağladılar. Ama şunu söyleyebilirim, bu iş bedelle oluyor, öyle kolay olmuyor. DAİŞ yine DAİŞ’tir. Buyursunlar hodri meydan, sadece Suriye’de de yok, Irak’ta da var. Kim yiğitse buyursunlar, girsinler savaşsınlar. Hiç kimse savaşamaz. Bütün bunların hepsi oyundur, hiledir. Ne ABD askerlerinin DAİŞ’e karşı savaşacak gücü var, ne Rusya’nın o müdahalelerinin, ne de Türkiye DAİŞ’e karşı bir savaş yapacak. Aslında Suriye’nin demokratik güçleri ve ona destek veren dış güçler engellenmek isteniyorlar. DAİŞ benzeri faşist güçlere karşı mücadelelerini durdurmak, ertelemek, zayıf bırakılmak isteniyorlar. İşin içerisinde oyun var, hile var. Yoksa öyle mücadele edecek şunu yapacak bunu yapacak kimse yoktur. Buyursun kim yapmak istiyorsa, ne kadar yapabilecekse görelim. O kadar da kolay değil. Kürt direnişi, DAİŞ’in iradesini kırdı. Önce herkes kaçıyordu, şimdi DAİŞ kırılınca, Kürt direnişi karşısında yenilince herkes kolaymış gibi DAİŞ’e karşı savaş, “biz de yaparız” diyorlar. Buyursunlar, yapabiliyorlarsa görelim, nasıl Musul’dan, Şengal’den kaçtılar, nasıl Suriye’nin hepsini DAİŞ’e teslim ettiler, biz o günleri de gördük. Buyursunlar DAİŞ hala yerinde duruyor. Bunların hepsi biraz belli imkanlar oluşmuş, onları paylaşma kavgasıdır.
Ama işin özünde ve arkasında DAİŞ’i korumak isteyen, onu destekleyen politika var. Bunun için de Türkiye’ye bakmak lazım. Arkasında Türkiye’nin politikaları var, onları görmek lazım. Bütün bunları karıştıran Türkiye oldu. Bu bakımdan Türkiye gerçekten tehlikeli oynuyor. DAİŞ ile şu bu güçle nereye gidecek? Gerçekten tarihe bakmıyorlar mı hiç? Türkiye DAİŞ ile ittifak halinde mi demokrasiye kavuşur? DAİŞ ile ittifak halinde mi, bir Ortadoğu gücü olur? Tarihte öyle mi oldu? Yoksa Kürtlerle ilişki kurarak, kendi demokrasilerini Kürt özgürlüğünü tanıma temelinde geliştirerek, Kürt kapısını kendilerine açarak mı Ortadoğu’ya açıldılar? İkincisi oldu yani. Bunu biz 11. Yüzyılda da, 16. Yüzyılda, 21. Yüzyılda da gördük. Bu konuda gerekli verileri değerlendirmeleri, politikaları, çözüm yollarını hepsini Önder Apo ortaya koydu. Gerçekten de samimi, çok açık olarak bütün halklar yararına, geçmişi telafi etmek üzere, barışçıl demokratik siyaset önerdi. Çözüm yolları gösterdi. Onları dikkate almak, bu temelde çözüm yoluna girmek yerine, Kürdü karşına al, düşman bil, ondan sonra DAİŞ’e her türlü desteği ver, Kürdü ezerek, Ortadoğu’ya geçebilirim de. Geçemez, Kürtler kapıyı tutmuşlardır. Kürt kapısından geçmek öyle kolay değildir. DAİŞ ile o kapıyı kırmak istediler. DAİŞ ne hale geldi, görüldü. Bundan sonra tekrar etmek isterlerse yine aynı duruma gelinir. Bu zarar verir. Ben bir inatlaşma olsun demiyorum. Bu gerçek görülsün. Demek ki Türkiye’nin çıkarına değil bu izlenen politikalar.
Türkiye toplumunun, demokrasisinin çıkarına değil. Kimin çıkarınadır peki? İşte iktidar kavgası veren faşist güçlerin, Türkiye’yi soyup, soğana çevirenlerin çıkarına, bir de savaş yapanların çıkarınadır. İşte o kadar silah ortalığa atılıyor, veriliyor. Demek ki silah tekelleri bol bol kazanıyorlar. Bunlar çıkar sağlıyorlar. Yoksa Türkiye toplumunun çıkarı yok. Tam tersine toplum ve demokrasi bu siyaset altında boğuluyor. Bunu Türkiye toplumu, aydınları, siyasetçileri iyi görmeli. Aslında Türkiye’de faşizme karşı, bu çözümsüzlüğe, ulus devlet diktatörlüğüne karşı mücadelenin özünde bu gerçekleri görme, bu politikaya karşı olarak demokratik Türkiye’yi gerçekten ortaya çıkartacak bir mücadele yürütme var. Esas olan bu, Türkiye’nin yararına olan, Türkiye toplumunu kurtuluşa götürecek olan, halkları kardeşçe bir arada özgür demokratik yaşayacak hale getirecek olan da budur. Bu bakımdan bu seçim sonuçları vesilesiyle Türkiye toplumlarını, aydınlarını Suriye’de olup bitenleri daha yakından görmeye, sadece içte AKP’nin tekçi, faşist saldırıları karşısında duyarlılık değil, aynı faşist politikaları Türkiye’nin dış politikası, Ortadoğu politikası üzerindeki yansımalarını, dolayısıyla Türkiye’yi Ortadoğu’da yalnızlaştıran, çatışma içerisine sokan, Türkiye’nin imkanlarını böyle bir savaş içerisinde savaş tekellerine peşkeş çekerek, tüketmeye çalışan politikalara karşı da duyarlı olsunlar. Bütün bunları önleyecek bir demokratik siyasetin gelişmesi için çaba harcasınlar.
Eğer 1 Kasım seçim sonuçları biraz zordur ama böyle bir gelişmenin başlangıcı olursa ne mutlu, biz bundan memnun oluruz, kesinlikle Kürt toplumu memnun olur. Herkes bu gerçeği çok iyi biliyor. Ama böyle olmaz da eski politikalar, faşist dayatmalar, saldırılar, içte ve dışta Kürt karşıtlığı ve düşmanlığı devam ederse bütün bu faşist saldırganlığa karşı şimdiye kadar olduğundan çok daha fazla Kürt halkının da tüm demokratik güçlerin de el birliği ederek direneceklerini herkes bilmeli. Bu direniş için imkanlarımız her zamankinden daha fazla var, koşullarımız daha uygun, istediği kadar AKP tek başına iktidar olsun, eğer faşist politikalarda ısrar ederse o güç hiçbir sonuç vermez. İktidar oldum derken düşebilir. Bunu herkes görmeli.
Bu temelde herkesi daha sonuçları doğru değerlendirmeye ve seçim sonucu vesilesiyle AKP de MHP de dahil, Türkiye’de herkesi özellikle de demokratik güçleri, türkiye halklarının temsilcilerini, aydınlarını daha doğru değerlendirmeye, yeni politikalar, yeni düşünceler üretmeye, üsluplarını, dillerini değiştirmeye, bu kürt karşıtı ve pkk karşıtı düşmanca tutumdan uzak durmaya davet ediyor. Yoksa bu Kürtlerde büyük bir tepki ve öfke yaratmıştır. Buna devam edilirse ondan sonra kimse Kürt kardeşimi kabul etmez, Kürtler de buna karşı direnirse kimse bize karşı neden direniyor dememeli. Bu bakımdan da umut ediyoruz yeni bir yaklaşım ve gelişme olur. Yeni bir değerlendirme olur. Yeni bir sürecin, sorunların demokratik siyasetle çözüldüğü bir sürecin başlangıcı olur 1 Kasım seçim sonuçları. Ama çok umut da vaat etmiyor. Hiç kimse kendini yanıltmamalı, duyarlı ve tedbirli olalım. Her türlü ihtimale karşı demokratik güçler ve halklar olarak hazırlıklı olalım diyorum.