İçte terör dışta pazarlık

Kürtler açısındansa, söz konusu durum, yaşanan faşist terör saldırısından çok daha ciddi ve tarihi bir anlam içermektedir. Kurtlar sofrası kurulmuştur ve Kürdistan üzerinde yeni pazarlıklar yapılmaktadır.

Tayyip Erdoğan Yönetimi Kenan Evren cuntasının bile yapmadıklarını yapıyor. 15 Temmuz askeri darbe girişimini bastırıp MHP ve CHP desteği ile olağanüstü hal yönetimi ilan ettikten sonra Türkiye tarihinin en kapsamlı devlet terörünü yürütüyor. “FETÖ’ye karşı” diyerek AKP’ye muhalefet eden herkesi susturmaya çalışıyor. 15 Temmuz’dan bu yana işinden atılan insan sayısı yüz bini aştı. Tutuklanıp zindanlara tıkılan insan sayısı ise on binlerle ifade edilir hale gelmiş bulunuyor. Öyle ki herkesin tanıdığı Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler bile tutuklanmış durumdadır.

Tabi devlet terörünün katliam ve soykırım düzeyinde uygulandığı alan Kürdistan oluyor. Bir yandan gerillanın denetimindeki dağlar, diğer yandan ise Suriye sınırları içerisindeki Cerablus alanı ordu tarafından işgal ediliyor. Siyasi soykırım operasyonları şimdiye kadar görülmemiş hızla yürütülüyor. Yerel seçimlerde halktan yüzde seksen veya doksan oy alarak seçilmiş belediye eşbaşkanları tutuklanıyor. Kayyum atanarak seçimle gelmiş DBP’li belediyeler polis terörüyle işgal ediliyor. Uygulanan devlet terörü onlarca radyo ve televizyonun kapatılması düzeyine ulaşmış bulunuyor.

15 Temmuz askeri darbe girişimini bastırmayı başaran Tayyip Erdoğan, zafer kazanmış bir askeri komutan edasıyla ve devleti ele geçirmiş bir diktatör olarak saldırıyor. Sonradan görmüş ve egosu doymaz bir kişi olarak saldırılarını sonuna kadar sürdüreceği anlaşılıyor. Fethullahçıları iktidara ortak ederek bu denli güçlenmesini sağlayan kişi olmasına rağmen, kendi dışında herkesi “Fethullah Gülen ile ilişki kurmuş olmaktan” dolayı suçluyor. Doksan üç yıllık Kürt düşmanı devlet sistemiyle birleşerek ulus-devlet faşizmini yeniden restore etmeye çalışıyor.

Kuşkusuz bütün bunları yaparken Devlet Bahçeli yönetimindeki MHP’den tam destek alıyor. Aslında Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP yönetimi, tamı tamına MHP’nin ırkçı-faşist çizgisini uygular hale gelmiş bulunuyor. AKP uygulamalarını MHP desteklemiyor, tersine mevcut AKP Yönetimi MHP’lileşmiş bulunuyor. Tabi bütün bunlar anlaşılır şeylerdir. Fakat CHP’nin tutumu, özellikle de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son günlerdeki tutumu anlaşılmazdır.

Görünüşe göre Kemal Kılıçdaroğlu mevcut AKP terörüne karşı çıkıyor. OHAL teröründen ve KHK uygulamalarından yakınıyor. Basın önüne çıkıp “AKP’nin baskı uyguladığını” söylüyor. Tabi bütün bunları yaparken de hiç inandırıcı olmuyor. Çünkü OHAL ilanına MHP gibi CHP de tam destek vermiş bulunuyor. Peki OHAL ilanına destek verirken, böyle bir yönetimle baskı ve terör uygulanacağını Kemal Kılıçdaroğlu bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Herhalde demokrasi getirmek için değil, muhaliflerine baskı ve terör uygulamak için AKP OHAL ilanında bulundu.

İşin gerçeği ise şu oluyor: Doksan üç yıllık Kürt düşmanı cumhuriyet çözülürken, bu cumhuriyeti dinci-milliyetçi çizgide ve Kürt düşmanı olarak yeniden restore etmesi ve ulus-devlet faşizmini koruması için Kemal Kılıçdaroğlu yönetimi AKP’ye destek verdi. Fakat CHP’den de aldığı destekle Tayyip Erdoğan’ın kendi arzu ettiği yönetimi inşa etmeye ve bu temelde önünde engel gördüğü herkese yönelmeye başladığını görünce ve bu durum toplumdan önemli bir tepki alınca Kemal Kılıçdaroğlu tutum değiştirmeye yöneldi. Toplumsal tepkinin CHP’ye de yönelmesinden korktuğu için ve söz konusu tepkileri CHP’ye çekebilmek amacıyla söz konusu tutum değişikliğini yaptı.

Yani ortada basit bir siyaset ve oy avcılığı var. Stratejik düzeyde AKP’ye destek verdikten ve ulus-devlet faşizmini güvenceye aldıktan sonra, taktik düzeyde AKP terörüne karşı çıkıyor görünerek toplumsal tepkiyi CHP’ye oy deposu yapmak istiyor. Kısaca danışıklı dövüş gibi bir şey yani. Geçmişin ağız dalaşı siyasetine yeniden dönülerek toplumun nabzı tümden tutulmaya çalışılıyor. Tayyip Erdoğan muhtarlar toplantısında Lozan’ı gündeme getirerek İsmet İnönü’yü suçluyor, Kemal Kılıçdaroğlu ise böyle bir süreçte neden bu sözleri söylediğini anlamadığını ifade ediyor.

Halbuki ortada anlaşılmaz bir durum yoktur. 15 Temmuz askeri darbe girişimiyle birlikte doksan üç yıllık Kürt düşmanı cumhuriyetin çöktüğünü herkes kabul etmiş bulunuyor. Doksan üç yıllık cumhuriyetin çökmüş olması da Türkiye’yi yeniden Lozan sürecine getirmiş oluyor. Yani Türkiye Lozan öncesine ve sırasına benzer bir süreci yaşıyor. 15 Temmuz askeri darbe girişimini bastırmayı başarmış olan Tayyip Erdoğan, buna dayanarak küresel kapitalist sisteme ikinci bir Lozan’ı dayatıyor ve yeni bir AKP cumhuriyeti kurmak istiyor. Bunun için de, içte halk üzerinde devlet terörünü en yüksek düzeye çıkarırken, dışta da kapitalist sistem ile pazarlıklar yapıyor.

Bu nedenle, Tayyip Erdoğan’ın muhtarlar toplantısında Lozan’ı ve İnönü’yü gündeme getirmesini anlamamak demek, Türkiye’nin yaşadığı süreci ve Tayyip Erdoğan yönetiminin yaptıklarını anlamamak oluyor. Tayyip Erdoğan, nasıl ki Yunan işgali kırılınca İngiltere ve Fransa Kemalist Hareket ile anlaşmak zorunda kaldıysa, 15 Temmuz askeri darbe girişimi bastırılınca da ABD ve Avrupa’nın kendisiyle anlaşmak zorunda olduğunu düşünüyor. Özellikle DAİŞ’e karşı mücadelenin ortaya çıkardığı ortamı ve siyasi-askeri birikimi de bunun için uygun görüyor.

Tayyip Erdoğan yönetiminin bu temelde ikinci bir Lozan pazarlığında olduğu tartışma götürmüyor. ABD, AB, Rusya, İsrail ve İran ile ilişki ve görüşmelerin bu temelde gerçekleştiği çok açık bir biçimde görülüyor. Burada AKP zayıf konumda ve ayrıca yeniden Kürt düşmanlığını kırmızı çizgi olarak pazarlık masasına koyuyor. Tabi bunlara karşılık da söz konusu muhataplarına yeni ve önemli tavizler vermesi gerekiyor. Yani dış güçlerle pazarlığa oturmuş ve Türkiye’nin bazı değerlerini pazarlıyor.

İşte bu noktada İsmet İnönü’nün Lozan’da Türkiye’yi sattığını söylemesi anlamlıdır. Aslında kendisi de şimdi Türkiye’yi iktidarı uğruna satıyor ve İnönü’yü suçlayarak kendisinin yaptığını maskelemeye ve gizlemeye çalışıyor. Halbuki Türkiye’de İnönü’ye benzeyen ve İnönü siyaseti izleyen kişi Tayyip Erdoğan oluyor. Bunun görülmesinden ve tartışılmasından korktuğu içindir ki, ikide bir İnönü’yü suçlayarak sözde kendisinin farklı siyaset izlediği imajını yaratmak istiyor.

Burada önemli olan bir husus, küresel kapitalist sistemle kendi iktidarının kabulü ve Kürt düşmanlığı için pazarlık yaparken, Tayyip Erdoğan yönetiminin Türkiye’nin neyini pazarladığıdır. Birinci Lozan’da İsmet İnönü’nün Kemalist iktidarın kabulü ve Kürt düşmanlığının karşılığı olarak Musul’u kapitalist güçlere verdiği biliniyor. Şimdi acaba Tayyip Erdoğan yönetimi Musul ile birlikte kapitalist güçlere başka neleri veriyor?

İçte ayyuka çıkan devlet terörü ve dışta Türkiye’nin imkanlarının pazarlanması birbirine paralel sürüp gidiyor. Tayyip Erdoğan ve AKP Yönetiminin Türkiye’yi böyle bir noktaya getirmiş olduğu açıkça görülüyor. Bir çok çevre bunun bir felaket olduğunu görüyor ve de söylüyor. Fakat her nedense hiç kimse bu gidişe dur demiyor veya diyemiyor. Eğer bu konuda tek tek güç yetersizliği varsa, o zaman ittifak ve güç birliği yapılabilir. Yok yeterli güç sahibi olan varsa, o zaman gecikmeden bu gidişata dur demesi gerekir. Yoksa sözde AKP karşıtlığının kendini ve toplumu aldatmaktan öteye bir değeri olmaz.

Kürtler açısındansa, söz konusu durum, yaşanan faşist terör saldırısından çok daha ciddi ve tarihi bir anlam içermektedir. Kurtlar sofrası kurulmuştur ve Kürdistan üzerinde yeni pazarlıklar yapılmaktadır. Eğer bu durum görülmez ve tüm örgütleri içine alan Kürt demokratik birliği kurulmazsa, o zaman sonuç 1923’tekinden hiç de farklı olmaz. Ancak Kürtler kendi demokratik birliklerini gerçekleştirir ve mevcut sürece bu temelde müdahale ederlerse, o zaman Özgür Kürdistan demokratik Ortadoğu devriminin merkezi haline gelir. O halde herkes doğru yurtsever çizgiye girmeli ve hesabını doğru yapmalıdır!

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA